Yorgunken Bile Hiç Düşünmeden Dinleyebileceğiniz Pentagram Şarkıları
her metalci yaşlılığı tadacaktır. bu kaçabileceğimiz bir durum değil. mesela ben lisedeyken reign in blood'ı üç defa üst üste dinlemeden bırakmazdım. şimdi resmen kafam kaldırmıyor. ikinin yarısında çıkıyorum. ya da eskiden gözümü açar açmaz iki şarkı sepultura patlatırdım. hala seviyorum ama şimdi dört şarkıdan sonra cumartesi sabahı matkabı açıp tadilata girişen komşu etkisi yaratıyor adamlar.
halbuse yaşım da o kadar yok ama şöyle cannibal corpse açıp headbang'in dibine vurayım desem muhtemelen sabahına boynum tutulur. bir de ne zaman bpm canavarı şarkılar açsam işte eric clapton olsun, jimi hendrix olsun kenardan bana göz kırpıyor abi ne güzel melodik solo atıyoruz sana gel bizi dinle diye.
ben de tabi kendime bu durumu uzun süre yakıştıramadım. sonuçta jim morrison öldüğünde benden bir yaş gençti. ama geçenlerde mephistopheles'i dinlerken resmen yorulduğumu fark ettim (bunda dört saattir hızlı şarkılar dinliyor oluşumun da bir etkisi olabilir bilmiyorum) ve çevremden biliyorum ki bu konuda yalnız değilim. bu nedenle pentagram'ın albümleri arasında gezip (zaten toplamda kaç albüm yaptılar o konuya hiç girmek istemiyorum) "biz daha ölmedik" dedirtecek bir liste hazırlamaya karar verdim.
bu listede yorgunken bile dinlenebilecek aynı zamanda metal müziğin tadını almanızı sağlayacak şarkılara yer verdim. şimdi hazırsanız koltuğunuza kurulun sırtınıza destek için yastıklarınızı yerleştirin (bütün gün ofiste oturunca bel ağrıları baş gösterebiliyor) ve listemize ufak ufak başlayalım.
1) sonsuz
sonsuz gerçekten çok hoş ve sakin bir şarkı. özellikle gitar çalmayı biraz biliyorsanız size çok güzel anlar yaşatabilir. mesela iki akustik gitar ya da ritmleri yapacak bir akustik ve geçişleri çalacak bir elektro gitarla çalarken çok keyif alabilirsiniz. ancak tabi şarkıdan keyif almak için gitar öğrenmeye gerek yok. sadece kulaklıkları takıp uzansanız da vokaller ve gitar kısımlarındaki derinlik size gerçekten sonsuzluğu hissettirir. özellikle üçüncü dakikanın sonlarına doğru akustik gitarla çalınan bir solo var ki gerçekten müthiş.
bu nedenle listenin ilk sırasını sonsuza ayırdım. çünkü her işin bir alışma süreci var. mesela bu listeyi hafta içi dinleyecekseniz muhtemelen bütün gün telefonla falan konuştunuz ya da bir yerlerde koşturdunuz. o yüzden açılışta yüksek bir parça tercih etmedim. ama merak etmeyin onun da zamanı gelecek. çünkü dediğim gibi amaç metal müzik dinlemek. yoksa "yorgunken akustik albümünü baştan sona dinliyorum ben, çok güzel oluyor" falan demem gerekirdi.
2) anatolia
dediğim gibi liste yükselecek. bu nedenle ikinci sıraya konserlerde on kaplan gücünde olan anatolia'yı seçtim. bildiğiniz üzere de bu şarkının bir ingilizce bir de türkçe versiyonu var. ancak def'li kısımların tadı türkçe versiyonunda daha iyi çıktığı için ben genelde o kaydı tercih ediyorum.
bu şarkı da adına yakışacak bir altyapıya sahip. isim anatolia ve şarkının genel yapısı metal müziğe uygun. ancak anadolu dokunuşları unutulmamış. biraz önce bahsettiğimiz gibi şarkının vokallerine genelde def eşlik ediyor. bir de gitar riff'i formatında yazılmış bir bağlama partisyonu var. bunun da nedeni sanırım bağlamanın ve türk müziği formunun batı müziğine göre daha serbest olması. mesela masada ellerinizle ritm tutmaya çalışın. bir acdc şarkısında zorlanmazsınız ancak herhangi bir türküde bunu yapabilmek için daha çok çaba sarf etmeniz gerekir. bu nedenle bağlamaya kendine özgü bir formda çalsalardı şarkının formu da bozulacaktı. bu nedenle bağlamayı gitar formuna uydurup hem bağlama sound'u eklemişler hem de şarkının ritminde aksaklık yaşanmamış.
3) mezarkabul
mezarkabul farklı katmanları olan ve grubun karakterini tanımlayan şarkılardan biri. bu nedenle yurt dışında kullandıkları ismin mezarkabul olması da çok şaşırtıcı değil aslında.
peki şarkıyı özel kılan detaylar neler? şarkı ilk önce senfonik bir havada açılıyor. klavye için kiliselerde kullanılan borulu org gibi gotik parçalar yazmışlar. klavyenin sustuğu kısımlarda da elektro gitarın ön plana çıktığı yerler var. bu iki enstrümanın ortak götürdüğü kısım bittiğinde de speed picking'li, tapping'li falan gitarlar giriyor. şarkı böyle gitse de kabul ancak diğerlerinden o kadar sıyrılamazdı belki de. işte burada şarkının üst seviyeye çıkmasını sağlayan dokunuş geliyor. gitarlarla beraber başlayan daha sonra tek başına devam eden bir ney var ki burada şarkı sizi gömüyor ve üzerinize toprak atıyor. parçanın adı da neden mezarkabul daha iyi anlıyorsunuz bu üflemeli sayesinde.
4) bir
madem mezarkabul dedik bunun arkasından kesin "bir"'in gelmesi gerekiyor. sürekli bahsettiğimiz gibi pentagram müzikal altyapı olarak batıya dönük. ancak anadolu kültürü üzerine çok güzel dokunuşlar yapıyorlar şarkılarında. "bir" de bunun en belirgin örneklerinden.
anadolu'da özellikle beylikler döneminde derin bir tasavvuf kültürü oluşmuş. mevlana, yunus emre gibi önemli isimler ve vahdet-i vücud, ene'l hakk ve sufizm gibi öne çıkan düşünceler varmış. bu düşüncelerin temelini de çok yüzeysel şekilde tanrının ve evrenin bir olması, insanın da evrenin noktası olarak tanrıdan bir parça taşıması olarak özetleyebiliriz.
bir'in de sözlerinde bu tasavvuf kültürünün izleri yatıyor. bu da şarkıyı özel bir yere taşıyor çünkü eğer bir doğu batı sentezi yapılacaksa o sentezin işler halini bu şarkıda görebilirsiniz. çünkü "bir"de batının matematiksel müziği ile doğunun mistisizmi bir araya geliyor ve ortaya defalarca dinlenebilecek bir çalışma çıkıyor.
5) şeytan bunun neresinde
anadolu'dan bir fransız devrimi çıkmamış tabi ama üretilen türküler ve deyişler gayet protesttir. sonuçta bu kültürde köroğlu ve dadaloğlu gibi pek çok isim var. aşık dertli de bu insanlar arasında. kendisini zamanında ne kadar bezdirdilerse artık sazın içinde şeytan olduğunu iddia eden insanlara karşı "be allah'ın sersem kulu, şeytan bunun neresinde?" diye hiç söz oyununa girmeden isyan etmiş.
bu sözler de zamanla anadolu'dan çıkan tüm müzisyenler için bir slogan olmuş. çünkü aradaki o çatışma hiçbir zaman bitmemiş. pentagram'ın da bu şarkıyı cover'laması pek de şaşırtıcı değil. ki kendileri de hem grup ismi, hem yaptıkları müzik, hem "siyah giyinen saçlarını uzatan insanlar" olmaları nedeniyle saçma sapan suçlamalara maruz kalmışlar.
aşık dertli başka meselelerle uğraşıyordu. kimse onun kedi kestiğini falan iddia etmedi ancak bu şarkı ve satanizm iddiaları pentagram'ın yerinde bir uyarlama yapmasına fırsat vermiş. özellikle ön yargılı yorumlardan sonra grup üyelerini amfiyi, davul setini, gitar pedallarını falan gösterip "şeytan bunun neresinde?" diye sorarken hayal etmek zor değil.
6) this too will pass
ilk olarak bu şarkıyı seçme sebebim hem ritm olarak yüksek olması hem de tuşelerin taramalı tüfek hissi yaratmaması. özellikle şarkının solosu falan çok efektli olsa da melodik sayılır aslında. öyle bpm kastıklarını falan da söyleyemeyiz. buraya kadar yorulmadan geldiğimize göre ufaktan headbang falan da deneyebilirsiniz. ama kendinizi çok kaptırmayın sonra elde sıcak su torbası gezersiniz.
7) 1000 in the eastland
bu üç şarkılık kısmı ben genelde 1987 albümünden dinlemeyi tercih ediyorum. çünkü pentagram gerçekten çok fazla konsere çıkan bir grup ve grubun yaptığı müzikten maksimum keyif almak için en az bir kere konsere gitmeniz gerekiyor.
bu şarkı da tıpkı this too will pass gibi size metal müzik hissini yaşatır ancak üst üste dinlemelerde bile yormaz. bir de güzel melodik bir introsu var.
8) give me something to kill the pain
1987 albümündeki kaydında vokal "give me something to kill the pain" diye giriş yapıyor. ondan sonraki gitar kısmı olsun, sakin giden vokaller olsun, vokallerin çıkışı olsun bana hep fear of the dark'ı hatırlatır. gerçi vokalleri bruce dickinson 'la falan karşılaştırmak biraz haksızlık olur ama şarkının genel akışı benzer gibi geliyor bana.
burada müzikal anlamda bir esinlenmeden bahsetmiyorum tabi bir yanlış anlaşılma olmasın. daha çok hissiyat olarak benziyor iki şarkı diyebilirim.
9) geçmişin yükü
bu şarkı da ismiyle fark yaratanlardan. normalde bir grubun "geçmişin yükü" diye bir şarkısı varsa bu bir ayrılığı, aldatmayı falan konu edinir. ancak işin içinde pentagram varsa anlatının çapı da büyüyor haliyle. çünkü burada geçmişin yükü derken baya geçmişe yani insanın dünyaya gelişine kadar gidiyorlar ve adem'in ilk oğlu kabil'den bahsediyorlar. bildiğiniz üzere kabil, bir kıskançlık sonucu kardeşi habil'i öldürüyor ve dünyada her şey "az çok eskisi gibi" derken şarkıda kardeşin kardeşi öldürmeye devam ettiğinden bahsediyorlar.
pentagram'ın büyük bir grup olmasının nedeni de bu sanırım. öyle kişisel bir takım acılar çekiyorum öyleyse miyir miyir şarkılar yapayım değil. eğer acıdan ve pişmanlıktan bahsedeceksem ta insanlık tarihinin başına giderim, eğer müziğe karşı bakış açısına isyan edeceksem kökenimi aşık geleneğinden alırım, eğer bir evren görüşüne sahip olacaksam bunu da bütün evreni bir gören temeli de anadolu tasavvufuna dayanan sözlerle yaparım diyorlar.
10) gündüz gece
artık listenin sonuna geldik. şarkılarda ara ara değindik ama madem bir aşık veysel türküsüyle kapanış yapacağız pentagram'ın sevdiğim bir özelliğini de burada toparlayalım. normalde rock'ın kendi doğası gereği "saygısız" ve "ukala" bir tavrı vardır. en çok lise yıllarında dinlenmesinin nedeni de bu sanırım. çünkü o zaman 15 yaşındaki halinizle dünyayı çözdüğünüze ve sizden başka herkesin yanıldığına emin oluyorsunuz. rock'ın da bazen tavrı böyledir. yoksa "god save the queen" diye bir şarkı kolay kolay çıkmazdı zaten.
hayata karşı bu bakışı hala severim ancak bu "saygısızlık" halinin sınırları aştığı zamanlar da oluyor. bu genelde başarısız müzisyenler tarafından yapılır çünkü gerçekten başarılı müzisyenler geçmişten neye saygı duyulacağını neyin katılaşmış ve yıkılması gereken statükocu kavramlar olduğunu bulabilen insanlardır.
pentagram da böyle. popçuları kovuyorlar doğru ama yerine aşık veysel'i, aşık dertli'yi falan davet ediyorlar. bu da onların biraz önce verdiğimiz örnekteki gibi seçme ve sentez konusunda ne kadar başarılı olduğunu gösteriyor.
listemiz burada bitiyor. yani ne yalan söyleyeyim pentagram üzerine konuşmayı bile çok özlemişim. tamam üç dört saat konser alanında zıplayamam muhtemelen ancak metal müzik ruhu bir yere gitmemiş. listeyi hazırlarken de entry'i yazarken de bunu fark ettim. o da çok mutlu etti beni açıkçası.
ayrıca müzik zevkindeki bu değişim ilerlediğimizin de bir kanıtıdır belki. çünkü çift kros pedallı, basların duyulmadığı, gitara patara kütere girişilen şarkılar yerine artık evren görüşü olan, toplumsal olaylara değinen, daha derin parçalar talep ediyoruzdur. bu nedenle belki de yaşadığımız durumu yaşlanmak olarak değil de gerçekten büyümek olarak yorumlayabiliriz.