Yaşayanların Ağzından: Kilo Alırım Korkusuyla Yemek Yememe Durumu Anoreksiya Nervoza

Anoreksiya Nervoza, özellikle genç kadınlarda görülebilen, yemek yememek, çok az uyumak, buna rağmen çok aktif olmakla beliren psikolojik bozukluk. Yeme bozukluğu da deniyor, hastalık da. Ne denirse densin, ortada çok net bir gerçek var. Bu durumun son derece ciddi bir şey olması. Yaşayanları dinledikçe buna daha da hak vereceğinize eminiz.
Yaşayanların Ağzından: Kilo Alırım Korkusuyla Yemek Yememe Durumu Anoreksiya Nervoza
iStock.com

ilk ve sonda hatırladığım, bir düğmeye basılmış gibi, kendi kendime, yememeye ant içmem ve aynı andı bozmam. şimdi, buradan bakınca, düğme benzetmesinin çok yerinde olduğunu düşünüyorum, çünkü, bu hastalığın temelinde yatan tam da bu; denetim saplantısı. bedenimin, hayatımın denetimini başka kimse değil, ben elimde tutuyorum (tutmalıyım) düşüncesi. 

genç bir kızı (hiç erkek hasta duymadım, belki benim cahilliğimdendir) bu saplantıya iten, ebeveynlerinin ondan beklentilerinin yüksekliği olduğu kadar, ona karşı tutundukları tavırlar arasındaki uçurumdur da. birisi gardiyan gibi başından ayrılmazken, diğerinin her yaptığına "bırakınız geçsinler" demesi, yüzeysel bir sempati duymasıdır; ben şahsen, iki cami arasında beynamaz kaldığımı düşünüyorum, sanırım denetime saplanıp kalmamın nedeni, onların "denetim"e ilişkin bu tutarsız tavırlarıydı. 

daha tehlikeli birşeyden söz etmek istiyorum, şişmanlığın damgalanması, hastalık gibi görülmesi, sağlıklı beslenme faşizmi falan, beni hem kışkırttı, hem de gizledi hastalığım boyunca. "manken gibi kız" diye övüldüm, hiç kimse garipsemedi günde 3,5 saat spor yapmamı, çiğ pirinç ve pamuk yememi (sakın denemeyin!), akşam yemeklerine katılmamamı. orda burada bayılmam kolayca yorgunluğa, sıcağa, heyecana yoruldu. gençtim, dinçtim ya. yediğime dikkat ediyordum, cips ve kolayla beslenen diğer obur kızlardan değildim, onların iyi yetişmiş kızıydım ben, "ne yaptığımı biliyor"dum. 

ve biri tıp tahsilli olmak üzere iki üniversite mezununun çocuğu ben, artık bedenimde östrojen salgılanmasını uyarmaya yetecek yağ kalmayıp da adetim kesilinceye dek, hiç fark edilmeden, hiç garipsenmeden, hiç uyarılmadan, herkesin gözü önünde, kendime yaklaşık bir yıl eziyet ettim. 

beni durduran da bu oldu zaten. birşeyler değiştirmeyi başarmıştım. bedenimin doğal işleyişine bile, müdahale etmiştim. sofraya oturunca kendine hakim olamayan iradesizlerden değildim, kaderi, hayatı kendi ellerinde olan, bambaşka bir insandım ben; şimdi bile içimi titreten o iktidar hissini unutmam imkansız. bunu, işler çığrından çıkıncaya dek, saman altından su yürüterek gerçekleştirmem de, ayrı bir haz vermişti, hatırlıyorum. ailemin şaşkınlığı, inkarları hele...bir nev'i intikamdı, faturasını kendime kestiğim.
"iştahsızlığım" değil, "yememe iradem", dış dünyaya karşı beni koruyan, farklı kılan bir giysiydi. en temel güdülerimden birine hakim olabilmişsem, başıma her ne gelirse, onun da icabına bakabileceğime güveniyordum. 

herhalde; çünkü bunlar o zamanki bulanık zihnimdekiler değil, sonra yaptığım çıkarımlar. o zamanlar sadece saatlerce soyunup boy aynasının önünde, kendime baktığımı ve iç organlarımın beni şişman gösterdiğini düşündüğümü hatırlıyorum, bağırsaklarımın hepsinin bana lazım olup olmadığını düşündüğümü hatırladıkça gülesim geliyor. 

şimdi yağ oranı normalin üst sınırlarında bir kız olarak, iştah denetimi saplantımdan kurtulduğumu söylersem yalan olur. bir kere şekilcinin önde gideni olarak öleceğim, (başta kendim olmak üzere) insanları kilosuna bakarak yargılamayacağım gün hiç gelmeyebilir. yemek, sanırım, benim için asla, yalnızca beslenmekten ibaret olamayacak. yağa dokununca tiksinmeyebilir miyim acaba? sonra, kilo almamın normal ve de istenir olacağı gebelik gibi bir durum, başıma gelirse, nasıl baş edeceğim konusunda hiçbir fikrim yok. şimdi yağlı olmaktan memnun muyum, kendimi normal hissediyor muyum? hayır, bu sefer de yağlarımın beni delirmekten ve kendime eziyet etmekten alıkoyduğunu zannediyorum, yeniden yediklerimi denetlemek zorunda kalırsam, sağlıklı bir yaklaşımla altından kalkabileceğimden emin değilim, bir kez tabağımdakini yarım bıraksam, bir sonraki öğünü atlayacağım, bir kilo versem, gerisi çorap söküğü gibi gelecek ve altı ay sonra kendimi yeniden kontrol manyaklığına savrulmuş bulacağım sanki. yeniden denetimi elime geçirirsem, bedenim için bu kez daha adil bir efendi olabileceğime inanmam zor.

iStock.com

hastalıktır. tanım olsun diye yazmıyorum bunu, kabul edilmediği için yazıyorum. çok ciddi bir hastalıktır, ve ne yazık ki çoğu zaman tedavisi imkansıza yakındır. asla denemeyi bırakmak için bir neden olarak göstermiyorum bunu, zaten anoreksik bünye farkındadır.

içinde olmayan terim karmaşası yaşayabilir, onu da şöyle ortadan kaldırayım, %100 anoreksik ya da %100 blumik diye bir şey yoktur. anorexia with blumia tendencies, veya blumia with anorexia tendencies  vardır.

neyse, hikaye kısmına gelelim.

--- spoiler ---

ne zaman başladı dersen bilmiyorum tam olarak. hangi ara diyet yapmaktan çıktı olay, ne zaman farklı biri oldum bilmiyorum. muhtemelen lise 2 civarlarıydı. küçüklüğümden beri güzellik saplantısı olan biriydim, yemeği de bir o kadar seven. yapı olarak asla ekstra ince bir yapıya sahip olmamakla birlikte, yok lgsydi, sınavdı testti derken, bir yandan da magnumlar, pizzalar, frappuchinolar, otlar boklar, al sana lise çağında bir adet dombili. -ilginçtir ki asla o halimden zayıfkenki halim kadar nefret etmedim- aileye bağlanır kimi zaman, öyle bir sorunum da yoktu. inciltecek, kıracak bir söz söylenmedi bana, sadece "evladım biraz dikkat et istersen..." oldu en fazlası. o zamanki cevabım "vericem ben vericem...". işin korkunç kısmı, biliyordum vereceğimi. alttan altta taa o zamandan zeminini hazırlamıştım hastalığımın.

lise 2nin başları. lise bir sonunda kilonun bir kısmı verilmiş, plato dönemindeyim. yani o ilk kilo gittikten sonra yaşanan duraklama dönemi. ikinci diyetistenim. hastalık boyutunda değilim halen, küçük kaçamaklar yapıyorum, ama eskisiyle kabili kıyas değil. ne olduysa ben diyetisteni bıraktıktan sonra oldu. bir dönem daha devam ettim aynı kiloda, yarı rejim, yarı normal modumda. bir yandan o dönem hoşlanılan çocuk, bir yandan sürekli duyulmaktan sıkılınan "yüzün çok güzel" lafları. etrafımdaki insanlar benden zayıf. o dönemler de, tam yeni yeni aileden kopup her cuma taksime falan gittiğimiz dönemler, içkiler falan filan. içikiyle kusmak çok kolay zaten, sorun yok. zaten hayatını film gibi yaşamak isteyen, gereksiz dramatik biri olarak, o dönemler o kadar karizmatik bir şey ki benim için saçma sapan taksimdeki yerlerde arkadaşlarla içip, sevdiği çocuk için ağlayıp, "depresif" şarkılar dinleyip, sarhoş olup kusmak. shirley manson hayatı yaşıyorum ya, fonda da cup of coffee.

yaz geldi sonra. içki içmiyorum, ama kusmakta bir engel de görmüyorum. spora abanmış vaziyetteyim. güzel de kilo veriyorum. rock n coke vardı, ona gittiğimde bütün yaz görmediğim insanların yüzündeki o şok, o kadar inanılmaz bir zevkti ki benim için. herkesten gelen "çok güzelsin, sakın daha kilo verme" lafları. hah, orda sıçtım işte ben. kusmak zaten zahmetlidir, e o zaman daha az yiyim mantığıyla yola çıkarak, günde 2-3 elmaya indi olay.

lise 3teydim artık. 45 hep takıntımdı, 45 e gelirsem bırakacaktım. şişmanken olmak istediğim 50li kilolara geldiğimde, kendimden o kadar nefret eder hale gelmiştim ki, anlatamam. nerdee o "50 lere geliyim, normal yerim canım" diyen ben. arkadaşlarım, ailem, hepsi endişelenmeye başladı. kimse alışık değil, kusmuyorum artık, yemek de yemiyorum ama zaten. zayıfım. güzelim. insanlar da söylüyor, "manken gibi".

peki orda kalır mı ? tabii kalmaz. 47 kiloydum, hiç unutmuyorum, bir iki hafta sürmüştü, sömestr tatili miydi, neydi, italyaya gitmiştik. annem babam ben. hayatımda hep hatırlayacağım bir nokta oldu benim için. bütün tatili 3 elma, bir de danone light yoğurtla geçirmiştim. babamın sinirden gözünden yaş geliyor, annem konuşmaya çalışıyor ama nafile. döndüğümüz anda doktora gideceksinler, tehditler, aklına gelen her şey. ama nato kafa nato mermer.

istanbula döndük sonra, bir hafta tartılmamıştım italyada, deliye dönmek üzereydim. ne de olsa günlük olarak tartılmam lazımdı. * bir baktım hala 47. ikinci gün baktım, 44. üçüncü gün 41. şaka yapmıyorum. yalan söylemiyorum. işte dördüncü gün, yayla çorbası yapmıştı annem, hiç unutmam, ben çok severim diye. bir kaşık aldığım anda hasta bir şekilde iki kase içmiştim dayanamayıp. tabii ben kilo veriyorum da, vücut da sapık gibi yemek istiyor artık. o akşam kusarken yakalamıştı beni * her şeyin bittiği andır.

diyetisyene gittim tekrar, adam gibi yemeyi tekrar öğrenmek için. yavaş yavaş, baby steps modunda ilerledim. bu arada arkadaşlarla edilen kavgalar mı dersin, arkadaş sandığın insanların seni bok gibi ortada bırakması mı dersin, hiç hakkını yiyemem, bir kişi kaldı yanımda, kardeşimden yakındır. hala da yanımdadır, hakkını ödeyemem. * çok komik bir şey oldu, ben diyetistene giderek yemek yedikçe tepki olarak ilk başta bir 47 48 kiloya çıkmamla beraber, gel gör ki sonra tekrar kilo vermeye başladım. nası vermeyeyim zaten, manyak gibi spor yapıp, sağlıklı beslenen 17-18 yaşında biri. 45 oldu, 44 oldu. galon galon su içiyorum ki diyetisten çakmasın diye.

diyetisteni bıraktım sonra, süresi dolduğu için. çok uzun süre devam ettim öyle. yemek de yiyorum ama ha, şaka maka her öğün yiyorum. sonuç ? 37 kilo. bikiniyleyim, gören korkuyor. bütün yazımı öyle geçirdim, hayatımda o kadar mutlu olduğumu da hatırlamıyorum.

sonra öss möss derken kilo aldım biraz, ama daha az takıntılıyım artık. yine de zayıfım çünkü, 24 bedenim, bütün kotlarım oluyor. yemek düzenim iyice sapıtmış durumda, sürekli aynı şeyi yiyorum falan. ama yiyorum.

üniversitenin ilk senesi de sorunsuz geçti. gel gör ki 2. sene, hayatımın en kötü dönemlerinden diyebileceğim bir döneme girdim. sağlık nedenleri yüzünden sporu bırakmam, sonra zaman olmaması, sonra artık iyice ağırlaşan bir sürü dersin üst üste gelmesi, evde sürekli yalnız kalmak sonucu, hayvanlar gibi yedim, kustum, kusamadım, ot, bok. anladın sen. doğal olarak kilo aldım. her gören ne kadar iyi olmuş dedi, ben içten içe biraz daha üzüldüm..

şimdi ? 3. sınıftayım, yeni yeni kendime geliyorum. kilo vermeye çalışıyorum tabii ki. hedef ? hedef yok. hedef hiç olmaz zaten...

--- spoiler ---

günlüğüm gibi yazdım sana sözlük, anlattım her şeyi. anoreksiya oyuncak değildir. anoreksiya geceleri uyanıp oranı buranı kesmek istemektir. anoreksiya sürekli kafanda kalori hesabı yapmaktır. anoreksiya ölüm döşeğindeki adamı ne kadar zayıf diye kıskanabilmektir. hastalıktır, parçan haline gelir. beyninin bir kısmı odur artık. bazen sen kontorle geçersin, bazen o geçer. ama yok, kurtulamazsın. en iyi olduğunu düşündüğün anda aklının bir kenarından geçer, "acaba o kaç kaloriyd...

hastalıktır. ciddidir.

iStock.com

bu bir hastalık mıdır, paranoya mıdır, obsesyon mudur; bilemiyorum. zira hayatın sonu da olabilir, hayatın başı da. 

nankördür zira, kalleşçe gelir. nasıl olduğunu anlamazsın, bunun bir hastalık olduğunu anlamazsın. işin kötüsü ortada ''bu'' diye gösterebileceğin bir zamir olduğunu dahi bilmezsin. tek derdin mevcut görüntünü korumak ya da daha da berbatlaştırmak olur. aynalarla hiç olmadığın kadar barışırsın sürekli oranı buranı gözetlediğinden. o nedenle kalleştir ya, sanki aynanla barışmışsın gibi algılatır sana olayları, oysa tutunduğun hayat korkuluklarından her geçen gün bir parmağın daha ayrılıyordur, bileğinin bir ayağı çukurdadır artık.

bu zihin bulanıklığın bir müddet sonra ''dışarıya'' sirayet eder. dışarıya; bedenine, ailene, arkadaşlarına, kaslarına, kaşlarına gözlerine, dostuna, düşmanına... herkes gittikçe çöktüğünü söylemeye başlar. inanmazsın. haklısındır! onlar değiller midir, iki gün önce, çok güzel olduğunu söyleyen?!

sana iki gün gibi gelen süreçte iki ay geçmiştir ve sen bir on kilo daha vermişsindir oysa. bir on yıl, bir on ay, bir on gülüş, bir on kahkaha daha. 

gülememektesindir artık. hayır, önceden sana kahkaha attıran şeylere tebessüm bile edememekten bahsetmiyorum, onu zaten geçtim. artık gülsen de güldüğün belli olmayacak derecede çökmüştür göz altların. gözlerinde fer kalmamıştır. annen ağlamakta, en ufak bir lokma koyabilmek için ağzına can çekişmektedir. oysa sen ağzına koymadığın her lokmayı kar sayarsın, ''oh bugün de yemedim.''

iyi (halt) ediyorsundur. her gün sabah tartıya çıkarsın. bir gram bile fazla gelmesin diye küpelerini dahi çıkararak, binlerce kez dua ederek bir gram bile fazla gelmemek için, tartıya çıkarsın. ola ki kıyafetinden dolayı bir gram fark etmiştir dünle, dünya başına yıkılır. kendini kaybedersin. bir gram eksik gelmişsen de dünyalar senin olur.

işte. istediklerini başarmışsındır, yememişsindir. artık gıpta edilecek bir fiziğin vardır. kimse sana bakıp da içinden ''poposu büyük, göbeği var.'' diye geçiremez.

oysa...

oysa senin hiçbir zaman ne koskocaman bir popon, ne devasa bir göbeğin ne de orantısız bir vücudun olmuştur. yalnızca battı balık yan gider dönemlerinden birinde tartıda çok kilo aldığını fark ettiğinde masumca başladığın bir iki kilo verme girişimin hayatına suikast girişimine dönüşmüştür milletin torba olmadığından büzemediğin ağzı yüzünden.

ölümden dönersin, bunu aklın biraz başına gelmeye başladığında doktorun alıştıra alıştıra söyler durumun vehametini anla da bir daha yapma diye. ''devam etseydin...'' der; eline hesap makinesini alır ve ''otuz beş günün kalmıştı. yani vücudun ya iflas edecek, makineye bağlanacaktı ya da faaliyetlerini sonlandırmayı tercih edecekti.''. bir başka doktorun ise yakıtı bitmiş otomobili ergenlik çağlarında daha yol gitmeye zorlayan kendine benzetir vücudunu. zira ne yaparlarsa yapsınlar kilo alamaz olmuşsundur bir müddet sonra. kısırlık riskin vardır, hormonlar eksilerdedir. referans değerlerin alt eşiği falan hak getire. onu geçtiler, ölüm riskin vardır ve bu risk altı ay boyunca devam eder. anneciğin beynini yer.

geriye dönüp baktığında hala tam iyileşememiş olmakla birlikte yaşamın sana neler öğrettiğini tecrübeli bir gözle kolaçan edersin. o ''karanlık'' günlerde yaptığın hiçbir şeyi yapmak istemezsin. o sıralarda izlemeye çalıştığın yarışma programlarının jenerik müziğini duyunca bile kaçarsın odadan. bunları da hala kimse bilmez.

bedenini geçtim, ruhunda derin yaralar açılmıştır zira. derin kırgınlıklar, pişmanlıklar.

''fakat...'' dersin. göz göre göre intihara gittiğin günleri hatırlayınca tövbe edebildiğine, iki mükemmel doktorunla karşılaşabildiğine (ki diyetisyenin ablacım n'olur, diye sana yalvaran bir melektir, psikiyatristin de öz abin olmuştur neredeyse artık) deliler gibi şükredersin.

''belki...'' dersin. ''rabbimin izniyle düzene giren hayatım için bunları yaşamam şarttı. imtihanda değil miyiz zaten hep?''

''hatırlıyorum.'' dersin. yıllar önce sana ''gönüller mimarı olursun inşallah.'' diyen gönül gözü açık teyzeyi. zahiri bir mimar olamadığına hiç üzülmez, aksine yeni başlayacağın okulun için bu kadar meşakkatin arasında delicesine çalışmanı sağladığı için şükredersin bir kez, bir kez, bir kez daha yaradan'a.

''işte şimdi ben, ben oldum.'' dersin.

sözlük;
sen sen ol, kimsenin yediğine, içtiğine, boyuna posuna, ceketine, poposuna, göbeğine, yeleğine, pantolonuna, kaşına gözüne, şeylalığına, zayıflığına, fazla kilolarına kulp takma.

unutma, ''eza etmez kuluna mevlası, kulun çektiği dilinin belası.''
ve bir daha unutma: ''olman gerektiği gibi değil, olduğun gibi güzelsin.''

iStock.com

zayıf olma, güzel görünme arzusundan çok daha derin olan..

nasıl başladı farkedemedim hiç, hiçbir zaman fazla kilolu olmadım. ama hep bir diyet halinde olduğum da bir gerçek. ama son aylarda, sanki hayatım boyunca kendimi bu hale getirmeyi beklemişim gibi..

yavaş yavaş gelir bu farketmezsiniz. önce tuzu keseyim, şekeri keseyimle başlar, sonra yağlı şeyler yemeyeyim dersiniz, haşlanmış sebze yiyeyim, karbonhidratlardan kısayım.. sonra sıvı yeme süreci başlar bir süre. ardından sadece meyve. heh işte bir de bakmışsın hiçbir şey yiyemiyorsun artık. yemiyorsun, kimi zaman canın istiyor, kimi zaman da yemek yiyen insanlara tuhaf varlıklar gözüyle bakıyorsun.

bir zaman geliyor kurtulmak istiyorsun, ilaçlar işe yarıyor gibi oluyor. ama bu sefer kafandaki ses, "hayır iyi olmamalısın, yememelisin, ilacı bırak" diyor sinsice. bırakıyorsun. kötü olmak istiyorsun, hasta olmak, aciz olmak. bu ne saçma iştir de diyorsun ama kıramıyorsun o zincirini bir türlü. seni bu hale getiren kimse ona lanet okuyorsun ama neticede sensin bu işin merkezinde. kimseyi üzemediğin için, hayatını hep başkaları kontrol ettiği için, kendi bedenini kontrol edip, bir şekilde insanları üzdüğünü zannediyorsun.

düzelemiyorsun be bir türlü. en ufak bir darbede mosmor oluyor vücudun, saçların dökülüyor, sevdiğin herkes acı çekiyor. yeri geliyor dudağına bir şey sürecekken bile "ulan acaba bunda şeker var mıdır?" diyorsun. kafanın içinde hep o ses "daha da zayıf olmalısın"

aynaya bakıyorsun. aynada ne kadar kötü göründüğünün farkındasın, orantısız vücudun, kocaman bir kafan var. ama bu çirkinlik seni mutlu ediyor bir yandan. daha da çirkinleşmeliyim, daha da acizleşmeliyim istiyorsun. çünkü görmüşsün ki insanlar belki de sadece hastaysan seni seviyorlar, sana iyi davranıyorlar. kafanın içindeki ses bu sefer "hastanelik olmalısın" diyor. olana kadar devam edeceksin, biliyorsun. ediyorsun, yemiyorsun. yiyemiyorsun.

bir zaman geliyor, üzülüyorsun insanları mutsuz ettiğin için. gönüllerini almak için iki lokma bir şey yemeye çalışıyorsun. en boktanı da bu oluyor. içine hiçbir şey almak istemiyorsun. onların mutlu olduğunu görüyorsun. ama içinde tutamıyorsun yediğini. çünkü sanki öyle olursa, ihanet edeceksin gibi. çünkü bu kendinle yaptığın bir sözleşme bir nevi. "kendimi kontrol ediyorum. yemek yeme isteğim geliyor ama ben yemiyorum."

gece yatarken başını yastığa koyup günün muhasebesini yaptığında, "bugün de hiçbir şey yemedim." düşüncesinin gururunu yaşıyorsun. ya da şu kadar kalori aldım ama şu kadar da yaktım diye hesaplıyorsun. insanların yeter artıklarına aldırmadan günde en az 2 saat spor yapıyorsun. gücünün tükendiğini görsen belki bırakacaksın ama bir türlü enerjin bitmiyor. bu da seni daha saçma bir fikre sürüklüyor. "demek ki benim yemek yemeye ihtiyacım yok" düşüncesi.

ya da çok depresif bir haldeysen varoluşunu sorguluyorsun. kendine insanların sana davrandıkları şekle göre bir değer biçiyorsun ve "belki de hiç varolmamam gerekirdi diyorsun. yok olmak istiyorsun. yok olana kadar incelmek. normal kiloda kalmayı inatla reddetmek. belki de 4.sınıftaki kilona düşmek. ama hep şu kafanda "bir 5 kilo daha vereyim bırakacağım." ama korkuyorsun da bir yandan. o 5 kilolar hiç bitmeyecek. yok olup gidene kadar.

solup gitmektense yanıp kül olmak daha iyidir. öyle midir?
bi 5 kilo daha vereyim de..