Van Gogh'un Trinquetaille Köprüsü Resmindeki İnce Dualite
van gogh resimlerinde çok ilginç göndermeler yapan birisi. bu adam aslında bir empresyonist yani adamın bütün varlığı aslında modernizme bir tepki. van gogh'un resimlerini görünce hemen anlarsınız, onun kendine has bir boya izi bırakma üslubu vardır. işte o boya izine pastose denir. aynı bunun gibi başka imaları da var van gogh'un ve aslında burada okuyucuya bir empresyonist ile ekspresyonist arasındaki temel farkın nasıl olacağına dair de süper bir ders verir.
trinquetaille bridge
the trinqueataille brige, arles, 1888, -trinqueataille arles'de bir kasaba, semt neyse yani işte, arles de fransa'da bir şehir ya da kent- bu köprü bir nehrin -rhone nehri, resimde görünmez- iki yakasını birleştiren bir köprü fakat bazı ince noktalar var işte dikkat edilecek. biraz statik bilmek gerekebilir, biraz yapıdan anlamak da.
not: bu arada foreground denen yer kanvasın alt yarısı, backdrop denen yer de üst yarısıdır.
resmi iki parçada görmek gerekiyor
sağ tarafta sağlam bir zemin var. yer orası yani, arzın kabuğu yani, köprünün altında bir geçit var oradan insanlar yürüyor. zemin sağlamlık hissini veriyor sonuna kadar. perspektifin de bunda payı büyük.
resmin sol foreground tarafında dengesizlik başlıyor. ilk aşamada sola doğru çıkan geniş merdivenler var, onun sağında yukarı çıkan merdivenler de resmin backdrop'una doğru içine giriyor, küçülüyor, perspektif... sonrasında köprü başlıyor ve bize bir tekinsizlik hissi geliyor. bir huzursuzluk var. hissettiniz mi? resme bakınca bir şeyler garip gibi. resmin sağ tarafında bir güven varken sol tarafında bir kontrast var.
çünkü şerefsiz köprüyü havada bırakmış. köprünün ayağı bir yere basmıyor bu yüzden resmin sağ tarafı bize huzur verirken, sol tarafı da aksine tekinsizlik, huzursuzluk veriyor. adam böyle çizmiş, bu tesadüfi değil çünkü onun durduğu yerde eminim bütün köprü karşı kıyıya kadar görünüyordu, ya da amacı zaten böyle tatminlik hissi vermek olsaydı köprünün tamamını görecek bir yerde durur ve çizerdi. işte bu van gogh'un bu tercihi, mekanı bu şekilde kullanmayı tercih etmesi bir ekspresyonist tasvir olarak değerlendirmekten başka çaremiz kalmıyor. resmin iki yarısını da birbirinin tam zıttı şekilde stiffness sahibi olarak tasvir etmesi, resmin sağ tarafı sağlam iken sol tarafının tehlikeliliği, tekinsizliği, güvenilmezliğini özellikle ifade etmediğini düşünemeyiz. bu da aslında, yine van gogh'un kendi içerisinde bir yanının gayet oturaklı, gayet olgun, güvenilir ve sağlam, kestirilebilir, üzerine yaslanılabilir bir karakteri olduğunu, öte yanda da uçarı, güvenilmez, üzerine yaslansan sorumluluktan kaçan, hasarı ve dikkatsiz ve hatta belki haysiyetsiz olduğunu tasvir eder. işte buna da ekspresyonizm denir. bu yüzden bu tasviri van gogh'u yine çağının ötesinde, uyumsuz, fakat belki ilk ekspresyonisti yapıyordu.
bu dualiteyi aslında yine van gogh'un ev arkadaşı olarak seçtiği gauguin'in karakterine baktığımızda da görürüz. van gogh'un gauguin ile ev arkadaşı olmayı istemesi bir tesadüf, tabii ki değildi...