Türkler Neden Süper Kahraman Filmi Yapamıyor?
iki sebebi vardır. cesaretsizlik ve liyakat problemi
türkiye'de çizgi-roman kültürü yok değildir. vardır. hasbel kader de değildir. hatrı sayılır bir çizgi-roman kültürü vardır. çok yetenekli sanatçılarımız olmuştur halen de vardır. ancak cesaretsizlik yüzünden iş bu noktalara gelmiştir. 1930'larda başlayıp 40'larda perçinlenmeye başlayan bu çizgi-roman furyasının türkiye'de ciddi olarak popülerleştiği zamanlar 1960 ve 70'ler arasındaki süreçtir. nitekim abd'de de asıl sıçramayı yaptığı yıllar o yıllardır. ilk baştaki yaratılan karakterlerin hikayelerinin boşluklarını dolduracak yeni karakterler hep bu dönemde yazılmıştır.
o yıllarda türkiye'de sinema halkın eğlence ihtiyacını nispeten karşılamaktaydı. televizyon çok yeniydi ve pahalıydı. radyo her isteneni verememekteydi, tek kanaldı. haberler, radyo tiyatrosu, müzik. radyoyla hem nasıl eğlenilir ki? bir kitap okuma, bir roman kültürü vardı. zaten iyi yazarlarımızın halen hayatta olduğu zamanlardı. klasikleşmiş romanların bazılarının taze taze çıktığı bir dönemdi. ancak gençlerin kahir ekseriyeti romanlar kadar hatta romanlardan da çok baktıkları şey çizgi-romanlardı. resim, yazıdan daha cazipti. resimli yazı, düz yazıdan daha çekici geliyordu. algı işte. canlandırmaktansa gösterileni seyretmek daha iyiydi ama tabi çizgi-roman dünyasındaki hikâyelerin, romanlardan da farkı vardı. her yazar jules verne veya alexandre dumas değildi.
flash gordon, mister no, fantom, tommiks, teksas, zagor, jeriko, barbar conan ve daha niceleri ülkemizdeki en popüler çizgi-romanlardı. kapitalizm vardı ama dc ve marvel yayınları ülkemize 90'lı yıllarda girecekti. bu yukardakilerin büyük bir kısmı italyan yapımıydı. italyanlar kültürel bağlamda bize yakın oldukları için mi bunlar tuttu yoksa bize mesafe en yakın çizgi-roman üreten millet onlar olduğu için mi oldu bilinmez. bakıldı ki, gençler seviyor bu çizgi romanı hatta değil gençler olgun insanlar da okuyor. bizimkiler de bu işe giriştiler. yüzbaşı volkan, tarkan, malkoçoğlu, kara murat, karaoğlan hep bu girişimin ürünleridir. "çizgi-roman filmi yapamıyoruz" diyorsunuz da aslında o cüneyt arkın ve kartal tibet filmleri birer çizgi-roman uyarlamasıdır aslında. çıkış noktası pek tabi 1970'ler değildir önceleri vardır abdülcanbaz falan. hatta mizah dergileri de vardır. karikatürlerin yanında bol bol çizgi-roman da yayınlanır. hatta oğuz aral çizgi-roman ekolünden gelme bir editördür. gırgır da aslında karikatür, siyasi hicivden çok bir dönem çizgi-romanın üzerine düşülmüşse de okurların taleplerine boyun eğerek işi karikatüre dökmüşlerdir.
cesaret eksikliğinden kastım tam olarak buydu. oğuz aral ve gırgır'dan sonra bir ton karikatür dergisi kuruldu. kurulan dergiler de hep gırgır kökenli ayrılıkçı karikatürler tarafından oluşturuldu. türk mizahı bölünerek çoğalıyordu. adeta suriye'deki silahlı fraksiyonlar gibi. çok yetenekli, hayal güçleri çok geniş, çok iyi çizgilere sahip birçok çizer çıktı 80'lerde ve 90'larda. ancak hiçbiri bu çizgi-roman hususuna eğilmedi. en fazla şu oldu, bir karikatür dizisini sürdürme. kötü kedi şerafettin, macerayı seven adam, robinson crusoe ve cuma, faruken bayraktare'nin rezili rüsvan'ı veya emrah ablak'ın tübitak'ı örnek olarak verilebilir. ilk aklıma bunlar geldi. ancak bunların dışına çıkan pek fazla olmadı. tarzları birbirine benzeyen; kenan yarar, galip tekin ve ersin karabulut farklı farklı şekillerde bu işlere giriştilerse de pek uzun ömürlü olmadı. genelde yarattıkları karakterler ve hikâyeleri çok uzun soluklu olmadan bitti hep. bir tek kenan yarar, hilal karakterinin üstüne çok gitti. ben pek sevmem gerçi ama istikrar adına tek söz edilebilecek o var.
şimdi bir örnek. robinson crusoe ve cuma dedik. gürcan yurt'un kendini aştığı bir seriydi bu. hikâye kimin aklına gelmez di mi? robinson crusoe'u okumuş alelade bir insan aslında bunu düşünebilirdi ama bu kadar komik olur muydu? asla. alta işettirecek kadar komik hikâyeleri vardı eskiden bu serinin. öyle absürt ve saçmaydı. kemik sayılamayacak bir kitlesi de vardı. büyük de denemez. gürcan abi de bu mevzuyu bildiğinden(sanırım cilt satışlarından olsa gerek) bunun filmini yapmaya karar verdi. film çıkmadan geyiği dönüyordu "cuma'yı kompela oynayacak" diye. öyle bir teşebbüste bulunulsaydı ve gerçekten kompela cuma ortalıkta "abijim abijim" diye gezseydi film bambaşka olabilirdi ama olmadı. kötü bir cast, yönetmenliğini de gürcan yurt yapmış, en kötü hikâyeleri toplamış ve bu filmi yapmış. abi zaten karikatürist sendin maden sana aitti. nasıl bu kadar kötü bir iş yaptı ben halâ hayret ediyorum. yani akıl alır gibi değil. düşünün, bir karikatürist kendi uyarlaması olan karikatür filmini berbat çekebiliyor ki berbat etmeme imkânı sıfıra yakınken bunu yapabiliyor. sorsan ama toplumsal dengeleri gözardı etmiştir. seksistliği çok kullanmamıştır, küfrü az kullanmıştır falan filan. yalan. bu adam destere isminde son derece kötü bir filmin de senaryosunu yazmıştı. yani kendisi projeyi yönetse ve iyi bir yazara bıraksa sonuç bambaşka olmaz mıydı? olurdu. pekalâ olurdu hem de. ancak oldu mu? tabiki de hayır.
işte burada da liyakat sorununa giriyoruz. türkiye'de yazının başında dediğim gibi çok yetenekli çizerler vardı. halen var. ama nerdeler? hep duyarız işte ünlü x şarkıcısı, kendisine rakip olabilecek genç y şarkıcısını piyasadan sildirdi. bu x yerine çok adam veya kadın koyabilirsiniz. sayıları o kadar fazla. oyuncu olarak da örnekleri vardır. belki yönetmen de. günümüz türkiyesi bir kurtlar sofrası. herkes entrika peşinde. herkes herkesin ayağını kaydırıyor. sen başarılı bir iş yapamıyorsun çünkü yaratıcılığa açık değil bu topraklar. çocuğun biri çıkıyor gerçekten kendini aşmış bir şeyler yapıyor. bu bir deney oluyor, bir icat oluyor. hiç kimse çocuğu umursamıyor. birileri haberdar oluyor bu çocuktan. ingiltere'den, almanya'dan, amerika'dan ilgileniyorlar. "gel bizde oku" diyorlar. burs veriyorlar, emeğine değer veriyorlar. onu şevklendiriyorlar ve kazanıyorlar. burada yaşasa kpss kasacak, torpil bulamazsa atanamayacak, bulursa da 9-5 çalışacak, yaratıcılığı ölecek, askerliği yapacak, anasının bulduğu kızla evlenecek geçip gidecek öyle ömrü. oralara gidiyor. bilim insanı oluyor. bir ton örneği var. bir ton. yani bir kişi değil. hatta görüyoruz işte tübitak'ın ne hallere geldiğini. bilim yoksa sanat da köreliyor maalesef. biz bilimi alan bir toplumuz üreten değiliz. amerika üretiyor. ürettiğini de tüm dünya'ya sergiliyor. uzaylı bile indi mi bizim ülkeye iner, amına koyulacaksa da biz koyarız diyor. rusya, süper güç. çin, süper güç. film endüstrilerine bakın. yarrak gibi. propagandayı abd bu yüzden her türlü en iyi yapıyor. oyun mu? amerika'da. buradaki en milliyetçi adama bile call of duty'de, battlefield'da bir abd askerinin savaş macerasını yönettiriyorlar. age of empires'ta türkleri seçerek olmuyor o iş işte. ne yapıyorlarsa onu kullanıyoruz. cep telefonları, bilgisayarlar. onların yazdığı kodlar, oyunlar. yaptıkları filmler, diziler. insana değer verdikleri için bu haldeler. he insana isveç de değer veriyor onların da bu kadar iyi sektörleri (bergman reyiz affetsin) mi tabii ki değil ama isveç tanrısı thor'u alıp, kendi dünyalarına uyarlayıp, infinity war filminde baş karakter yapıyorlar.
bakın şöyle bir örnek vereyim. bu kevin feige diye bir abi var çok kişi bilmez. hiç değilse bizim ülkemizde. zaten yazıyı buraya kadar okuyan az sayıda insan vardır ya neyse. anca popülist laflar, salak salak espriler yapılsın da 4., 5. sayfadaki hayvani boyutlardaki entry'i 2-3 kişi okusun. neyse. bu kevin, bir prodüktörden çok bir beyin. bizde prodüktör nedir abi? "halk, lümpen ve avam karakter mi seviyor? getirin filme çekelim. 1 koyup 5 alalım. youtuberlar mı popüler, getirin ucuza film çekelim. parayı bölüşelim." budur bizde prodüktör. sen ülkedeki en bilinmeyen ve en iyi hayal gücüne sahip adam ol, git bir prodüktöre. de ki "abi bende böyle bir hikâye var ilgilenir misin?" yüzüne bakmaz senin bırak bir okumayı. güvenlikler sokturmaz seni yakınına.
her neyse bu kevin, bir futbol scoutu gibi etrafı tarıyor. festivallere gidiyor böyle indie yapım filmler seyrediyor ve bir arayışı var. yazar ve yönetmen arıyor adam. az kişinin bildiği süper filmler tadında bir şey yakalamaya çalışıyor ve yakalıyor da. bir tane de değil. en basiti taika waititi'yi buluyor. "gel kardeşim" diyor ve thor ragnarok'u bu adama emanat ediyor sorgusuz sualsiz. thor, ilk filmde fena olmayan bir giriş yapmıştı ama dark world'de sıçmıştı. büyük bir baskıya rağmen sanki herif kırk yıllık ahbabıymış gibi güveniyor adama. güveninde de haklı çıkıyor. adam bambaşka bir thor yaratıp veriyor ellerine. 1 milyar dolara yakın da bir gişe cukkası kazandırdı bu adam. yeteneği bulup çıkarmak önemli. hepsinden önemlisi o yeteneğe güvenmek önemli. bizde hep piyasanın bir ivmesiyle bir şekilde iş tutmuş, çeşmenin başına geçmiş tipler var. onlardan sıra yetenekli ve gençlere sıra gelmez.
demek istediğimi ispatlar nitelikte bir hikâye var. gerçek bir hikâye. yıldıray çınar diye bir adam var. pek çoğunuz bu adamın kim olduğunu bilmezsiniz. yermek için demiyorum. adamın adını google'a aratınca bile aynı isimle bir türkücü çıkıyor sonuç olarak. yani adamı kimse o kadar bilmiyor. ancak abd'de tanınan ve bilinen bir adam olduğu kadar, ülkemizde de az ama öz bir kitle tarafından bilinir. bu adam iron man'i çiziyor. şaka falan da değil. onunla ufak bir röportaj yapılmış. röportajın 00:01 ve 01:47 arasını izleyin. ne demek istediğimi anlayacaksınız.
yıldıray çınar - çizgi roman yolculuğu 2. bölüm
baştaki editör abi ne diyor. "bu çocuk 13-14 yaşındaydı. uğraşıyordu. çok yetenekli adamlar vardı, kendilerine hayranlardı ve bu çocuğa hiçbir şey öğretmediler." ve bu çocuk direniyor, sevdiği işin üzerine gidiyor. 3-5 arkadaş bir dergi yapıyorlar ki mahmud a. asrar'ı da burada anmadan geçmeyelim. o da gururumuzdur. mahmud da o ekipten, beraber ufak bir şeyler yapılıyor. haliyle türkiye'de tutmuyor ama bir şekilde amerika'dan(!) birileri görüyor ve "gel koçum" diyerek bu iki abimizi alıp, bünyelerine katıyorlar. bu topraklar yeteneğin bol olduğu ama bir o kadar yeteneğe düşman olunan bir garip diyardır. çok yetenekli insanlar vardır aranızda. kiminiz oyunculuk açısından, kiminiz müzik, kiminiz bir spor, kiminiz yazı&edebiyat, yahut başka şey. aileleriniz size "garanti bir iş bulmak" konusunda çocuk yaşta zihninize girer. baskı yapar. dikte eder. farkında olursunuz veya olmazsınız. çoğunuz bu zincire bağlı kalarak onların çizdikleri rotada ilerlerseniz. çok azımız, çok çok azımız sadece yeteneğine yöneltilir. benim ciddi anlamda belki dünya çapında ressam olabilecek bir kuzenim vardı. çocuk şimdi inegöl'de koltuk döşeme ustası. belki ben... neyse bana hiç girmeyelim, konu ben değilim. böyle adamları görünce hem çok seviniyorum, hem de üzülüyorum. seviniyorum çünkü, böylesi bir konjonktürden böyle güzel ve başarılı insanlar çıkabilmişler. kendilerini ispatlayabilmişler. üzülüyorum çünkü hayır, başarılı oldukları için değil sayıları bu denli az olduğu için.
tekrar yıldıray çınar'a dönelim. o kel editör abinin anlattığı yıldıray'dan yaşça büyük çizerler, yıldıray'ın çizdiklerini gördüler mi? görmediler mi? gördüyseler neden "gel bir şeyler yapalım" falan demediler? diyemezler. halkın bir düsturu var çünkü. halk goygoy ve geyik istiyor. çizgi-roman değil. halk çok kaliteli çizgiler de istemiyor. ancak halk son derece de hassas bir yandan. bahadır baruter ve gırgır meseleleri mesela. bu adam yetenekli, bu adam başarılı ve bu adam farklı bir şeyler yapmak istiyor. neden yardım edilmiyor? dediğime geliyoruz işte. yeterli bir tanıdığı yok ve bu işi yapanlar da rutinlerinden taviz vermek istemiyorlar. bu. dizi sektörüne bakın. film sektörüne bakın. hatta youtube'a bakın. hep birbirinin aynısı işler. aşk ve entrika dizileri. dandirik suç dizileri. asker dizileri. film sektörü, birbirinin kopyası rezil komedi filmleri. saçma sapan dram filmleri. yani o kadar kötüler, o kadar vasatlar ve vasıfsızlar ki bu yaptıkları kötü işler bile hep "uyarlama" kötüyü kendileri dahi yaratamayacak vasatlıkta bu insanlar neden bu işleri yaparlar? kim izin verir? neden iyilere ve yenilere şans verilmez? youtube'a gel. biri oyun oynama videoları çeker. tutar. birçok kişi oyun oynama kanalı açar. biri yemek tarifleri kanalı açar. tutar. birçok kişi yemek tarifi kanalı açar. biri makyaj kanalı açar. tutar. birçok kişi o tipten bir kanal açar. biri böyle kötü ve ziyan esprilerle dolu bir röportajımsı kanal açar. yetmez. içerikleri de tıpkı konsepti esinlendiği gibi aşırırlar. o aşırandan da başka bir türk aşırır. bu böyle sonsuz bir döngüde devam eder. bu basic şeyleri bile beceremeyecek kalibrede tiplemelerin sırf ajanslarla(!) bağlantılı oldukları için işlerini hasbel kader tutturmaları, çat diye sponsor bulmaları falan hep "tanıdık" ve hep "torpil" işidir. yani işin özü dostum, türkiye'de iyi bir iş ya yapılmaz ya da 40 yılda bir yapılır.
yok mudur bu ülkede iyi oyuncu? elbette var. yok mu hiç iyi sanat yönetmeni, iyi makyajcı, iyi görüntü yönetmeni, iyi yönetmen ve iyi müzisyenler? iyi cgicılar? varlar. ama para yok. iyi senarist? o gerçekten yok. onun için kevin feige gibi arayıp bulmak gerekir. infinity war'u da daredevil'ı yapan da o. mühim olan başarısızlığını kabullenmek, kötüye kötü demektir. bilmediğin şeye "bilmiyorum" diyebilmektir. bizde var mıdır? biri kötü bir esprisini kabullenir mi? yahut yaptığı kötü bir şeyi dillendirir mi? yeri geliyor bombok bir şey gösteriyor birisi. kalbi ve hevesi kırılmasın diye direkt "kötü" demiyorsun yapıcı konuşup "daha iyisi olabilir sanki" diyorsun. herif geliyor buna bile gönül koyuyor. herkes yaptığı şeyi en iyisi zannediyor. halbuki değil. yüzüne söyleyince de kötü sen oluyorsun. birine bir şey soruyorsun "bilmiyorum" diyemiyor. ya kulaktan dolma bilgilerini gerçekten okuyup araştırmış gibi sana satıyor. ya da bir bok bilmemesine rağmen bilmiş gibi konuşuyor. ülkemizde "aydın" ve "entelektüel" olarak sunulan, bir süredir hep tv ekranlarında boy gösteren birkaç şahıs var şu sıralar. adamların alanları; x ve y ancak bu abiler bütün alfabeden konuşuyorlar. ama öyle bir konuşma değil. hani yıllarını ona vermiş gibi abartı bir konuşma. halbuki alakası olmamasına rağmen konuşuyor üstelik yıllarını, kendisinin alakasının olmadığı o işe vermiş insanların yaptıklarını tek kalemde kötüleyip, o işin alimi ve üstadı kendisiymiş gibi "zırva" diyebiliyor. hiç utanmıyor ve hiç empati yapmıyor "bilmiyorum" diyemiyor. "fikrim yok" diyemiyor. ve bu şahıslar halka "aydın" diye dayatılan insanlar. halk da bunlardan feyiz alıyor işte. maalesef makus kaderimiz bu. bu topraklarda ne zaman kibir azalır, ukalalık azalır, torpil azalır o zaman bu tip şeylerden bahsedebiliriz. şu an için film, dizi, çizgi, edebiyat gibi hususlar hakkında "şu neden yapılamıyor, bu neden yok" tartışması son derece gereksizdir. çünkü hiçbir vasfı olmamasına rağmen egoyla dolu ve torpil bağımlısı adamlarla dolu her yer. böyle bir düzende neyin güzelini yapabilirsin? en basitinden hit diye sunulan şarkılara bak. birbirinden berbat sözler, hep aynı ritimler. dayatılan bu. sebep ne? "tutuyor abi halk bunu istiyor" e sen bu zihniyet varken, don kişot gibi tek başına yel değirmenleriyle savaşsan ne olacak? üstelik hiç kimseyi tanımıyor ve cebinde beş kuruş paran yokken.
o yüzden boşver sen sinemayı, sanatı. hepimiz hayatlarımızı kurtarmaya çalışalım. bizden beklenen bu. zira bunu bile yapamayacağımızı düşünüyorlar. çünkü çeşmelerin başları dolu hep. hiç ayrılmayacaklar oradan...