Türkiye'nin Basketbolda Başarılı Olmasının Sebepleri Nelerdir?

Anadolu Efes'in 2021-2022 Euroleague sezonunda üst üste ikinci kez şampiyon olmasıyla Avrupa'nın en büyük kupası, son altı yılda ülkemize üçüncü kez gelmiş oldu. Peşinden akıllara tekrar bu sorunun gelmesi ise kaçınılmazdı.
Türkiye'nin Basketbolda Başarılı Olmasının Sebepleri Nelerdir?
Bu sezonun Euroleague şampiyonu Anadolu Efes'in kutlamalarından bir kare. / Fotoğraf: Anadolu Efes @Twitter


türkiye'nin basketbolda başarılı olmasının sebebi yatırım ihtiyacı ve yapılan yatırım miktarıdır

sadece oyuncu alıp satmak anlamında değil; yönetici yetiştirmek, altyapı tesis yatırımı yapmak, alt yapı koçları için yatırım yapmak, alt yapı oyuncularına yatırım yapmak ve tabii ki kadrolara yatırım yapmakla alakalı genel bir yatırımdan bahsediyorum. basketbol branşında avrupa genelinde başarı yakalayabilmek için yapılması gereken yatırımlar futbol düzeyinde değil, kaldı ki genel başarıya bakacak olursak basketbolda altyapıdan oyuncu yetiştirme konusunda istediğimiz seviyede değiliz halen. yönetici yetiştirme ve koç yetiştirme de daha iyi yerlere gelebilmemiz lazım. şimdilik eksik olan kısımları dışarıdan devşiriyoruz. efes'in başarısı neden önemli, çünkü dışarıdan devşirilenler oyuncular, kalan parçalar ülke içindeki yatırımların sonucu.

türkiye'nin en başarılı olduğu branş erkek basketbolu değil ama, kadın voleybolunda dünyanın ve avrupanın en iyisi durumunda. orada yukarıda saydığım tüm parçalara ülke içinde yatırım yapılıp gelişim sağlanarak temel bir organizasyon gücü ve kültürü oturtulmuş durumda. erkek voleybolu için de yine adım adım aynı kurguyu işletiyorlar ve bundan 5-10 sene sonra yüksek olasılık orada da aynı seviyeye geleceğiz.

bunu futbolda yapmak çok mu zor diye sorabiliriz tabi, evet çok zor. daha doğrusu yaygınlığı ve takip yoğunluğu yüksek olan her sporda bunu yapmak çok zor. avrupa içinde yaygınlığı ve takip yoğunluğu en yüksek spor futbol açık ara. her ülkede takip ediliyor, en büyük ülkelerde takip ediliyor ve çok takip ediliyor. böyle olunca büyük pazarda çok para oluyor ve bu parayı toplamak için (başarılı olmak için) çok ciddi bir yatırım ve organizasyon gerekiyor.

avrupa'nın diğer en yaygın sporları basketbol ve buz hokeyi (kafa kafayalar seyirci sayıları olarak) ama buz hokeyi güneyde, basketbol da kuzeyde takip edilmiyor. sadece gelişmiş ülkelerde belirli bir düzeyde takip ve rekabetçi katılım var. voleybol ve hentbolun yaygınlığı da aynı düzeyde belki bu iki spora göre ama onların da takip yoğunlukları daha az. böyle olunca pazar daralıyor, başarı için gerekli yatırım miktarı azalıyor.

bence mesela türkiye'nin yapması gereken bir numaralı işlerden biri bu sporların ülkenin seçili bölgelerinde (her spor için farklı illerde) yaygınlaştırılacak şekilde yatırım yapması ve ülke genelinde spor takibinin yaygınlaştırılmasını sağlamak. zaten nispeten ufak yatırımlarla avrupa'da da rekabetçi olunabilir durumda, bu şekilde ülke genelinde rekabetçi sporun takibi de sağlanmış olur.

Fenerbahçe Doğuş, 2017'de EuroLeague kupasını ilk defa ülkemize getirmişti.

bütçe konusu tamam ama bu bütçenin nasıl kullanıldığı da önemli

iş sadece para değil, yoksa düşük bütçeli tenis, yüzücülük, atletizm vb her sporda avrupa'da söz sahibi olmamız gerekirdi.

olay türkiye'de basketbolu hem tbf, hem kulüpler bazında basketboldan gelen kişilerin yönetmesi ve daha önemlisi altyapı ve oyuncu bulma konusunda en gelişmiş spor olmasıdır. efes, tofaş, karşıyaka, fenerbahçe, banvit gibi takımlar ilkokullardan başlayarak tüm illerde oyuncu seçiyorlar, seçmeler yapıyorlar, aralarından yetenekli olanları seçip okulla paralel olacak şekilde harika eğitiyorlar.

efes, tofaş, ülker ve banvit gibi yöneticilerinin basketbola ilgi duyduğu, reklam giderlerini bu spora yönlendiren kulüplerin de çok olması sayesinde basketbolumuz buralarda.

Oyak Renault, Tofaş ve Efes'in ardından NBA'e giden Mehmet Okur, all-star olma başarısı gösteren tek Türk oyuncumuz.

ekstra başlıklar altında incelemeye devam edelim

1. basketbol oynaması da tüketmesi de zor bir oyundur. oyun çok daha sık durur, çok daha hızlı oynandığı için pozisyon takibi daha fazla konsantrasyon ister ve bilimsel dayanağı da olduğu üzere karar verme süresi azaldıkça zekâ gereksinimi artar. bu da mafyatik tiplerin yönetici titriyle saha içine karışmasını da zorlaştırır, seyircinin militanlaştırılmasını da. durum böyle olunca nüfus gücü, fiziksel avantaj ve bireysel efor kıymet kazanır kirli ilişkiler ve mafyatik dengeler karşısında.

oyunu endüstriye de o kadar kurban edemezsiniz basketbolda. türkiye'de o militanlaştırılan ve endüstriyi ayakta tutan futbol seyircisi, affınıza sığınıyorum dostlar, diğer branşlara oranla daha kolay manipüle edilebiliyor eğitim ve kültür seviyesinden ya da ait olduğu sosyal sınıftan ötürü. orta doğu burası, buranın lümpeni vergi ödediği için onurlu ve haklı hissetmez kendisini. tüketimden gelen gücünün farkında da değildir. amerika'da insanlar default olarak bu özelliklerle geldiği için endüstriyi ayakta tutan kitleyi birilerine karşı kışkırtmak, oyuncuları dövdürtmek, taraftar grubu oluşturup yeni mafyatik ilişkiler inşa etmek mümkün olmuyor ve endüstri oyuncunun, oyunun etrafında şekilleniyor.

kriminal kimliğiyle öne çıkmış mahâllelerden çıkan sayısız yıldız da bunun göstergesi; sosyal etki değil bireysel etki hakim oyuna. en leş muhitten de en elit muhitten de çıkıp yalnızca oyununuz iyi diye kolejde okuyorsunuz ve yalnızca oyununuz iyi diye takım koçuna saygısızlık olarak yorumlanabilecek kadar taktiğe ve kadrolara karışıyorsunuz. lebron james (kendisinden hiç haz etmem) obama ya da trump ile hemşehri olduğu için, iktidar yandaşı olduğu için, menajeri güçlü olduğu için, arkasında cemaat olduğu için ya da mafyatik ilişkileri var diye sindirmedi o zamanki cleveland koçu tyronn lue'yu, takımı oyunuyla sırtlayan kişi olduğu için sindirdi.

'79 jenerasyonu, 2010 Dünya Şampiyonası'nda ikinci olarak milli takımlar düzeyinde en büyük başarımızı getirmişti.

2. avrupa'da basketbol endüstriyel olarak futboldan 2 gömlek küçük olduğu için de birey ön plana çıkıyor tabi ama bir başka avantaj daha gündeme geliyor; futbol için küçük sayılabilecek bir bütçe ve endüstriyel kimlik basketbol için gayet rekabetçi olabiliyor. bir türkiye takımı real madrid'in transfer bütçesiyle de yarışamaz endüstriyel kimliğiyle de (mesele futbol olduğunda) ama basketbolda yarışabiliyorsunuz. oyunun oynandığı seviye açısından da bir eksikliğiniz olmadığı için ülkeniz öyle katar muamelesi görmüyor. avrupa sayı kralını prime döneminde transfer edebiliyorsunuz, obradovic'i senelerce takımınızın başında tutabiliyorsunuz.

endüstrinin çok daha büyük olduğu, etiketlerin de ön plana çıktığı amerika'yı hesaba dahil ettiğinizde anlıyorsunuz meseleyi az biraz. nba'de oynayabilen oyuncu avrupa'yı ya çaptan düştüğünde değerlendirmeye alır ya da amerika'da kazandığından daha büyük paraları ödeyebilecek petrol zengini ülkeleri, çin gibi endüstriyel şımarıklığın tadını yeni almış ülkeleri gözüne kestirir.

mark cuban'ın dallas mavericks'iyle bizim gariban fenerbahçe'nin ya da efes'in mücadele etmesini galatasaray'ın borussia dortmund'a kafa tutması gibi yorumlayabiliriz. bakın daha real madrid'e, manchester united'a falan gelmedim yani lakers'a, rockets'a... neden? "salary cap" diye bir uygulama var ki; dünyalar tatlışı, minnoşu! finansa heybetinizin önemini tıraşlayıveriyor meret.

neyse işte, endüstrinin küçük olduğu yerde küçüklerin de büyük gibi rekabet etmesi mümkün oluyor ve kıçı kırık yunanistan'da bodiroga oynarken kıçı kırık türkiye'de naumoski oynayabiliyor. dominique wilkins 90'larda avrupa'yı denemek istediğinde büyük ekonomilere değil yunanistan'a koşuyor mesela.

sözün hasılı; finansal ve teknik şartlarınız yakın olduğunda yine kalabalık ve genç nüfus gücünüzü ön plana çıkarabiliyorsunuz ülke olarak.

3. zor oynanan ve zor tüketilen bir oyun olduğunu söylemiştim, kültürünüzde yer etmediyse zaten yeterince popülerleşemez hiçbir spor ya da sanat dalı. hâliyle sosyal karizması da öyle ışıl ışıl göz kamaştırmaz. öyle çok fazla insanın, kurumun ya da ülkenin yana yakıla üzerine düşmediği bir sporda eğer gerçekten üzerine düşmeye karar verirseniz kısa sürede başarı elde edebilirsiniz. litvanya gibi, sırbistan gibi ülkelerde vaktiyle bir şekilde bu kültür yerleşmiş ve üzerine çok düşmeden de geleneği ayakta tutabiliyorlar. türkiye gibi, almanya gibi, ingiltere gibi nüfus ve bütçe gücüne sahip bir ülke kültüründe yer etmemiş bile olsa bir şeylerde başarılı olmak adına hevesle bir proje başlatırsa o proje her türlü meyve verir.

evet, almanya ya da ingiltere meseleye o kadar yükselmiyor çünkü onlarda sporun da, sanatın da, bilimin de gelenek hâline gelmiş sayısız disiplini mevcut. neden durup dururken aradan bir tanesini seçip ona odaklanıversinler ki? özel bir girişim olur günün birinde, bir siyasetçinin üzerine düşesi gelir, o zaman 3-5 yılda bütün avrupa'yı domine ederler, orası ayrı. o gün gelene kadar buraların paşası olma şansımız bir köşede duruyor olacak. "olacağız" diyemiyorum, her şeyi elimize yüzümüze bulaştırmakta usta olduğumuz için şu genç nüfus gücüyle ve adil rekabet ortamında bile yapabileceğimiz en kötü kurumsal tercihlerle yine böylesine iyi iş çıkarıyor bir şekilde. son birkaç yıldır gelenekselleştirdik yukarıları oynamayı ama ibrenin birden aşağıya dönmeyeceğini kimse garanti edemez.