The Pianist Filminin Umuda Dair Söylediği Önemli Şeyler
filmin baş karakterinin başından geçenler açısından yaşama dair umutlu olmamız çıkarımı yapılabilecekken; geniş çerçeveden filme baktığımızda umudun bazen korkunç felaketlere yol açabileceğini, bu muazzam film bize bir kez daha göstermiştir.
filme tekrar dönmeden önce biraz "umut" kavramı hakkında konuşmak istiyorum
umut, hepimizin üzerinde hemfikir olduğu bir kavram değil. kimine göre yaşamın ta kendisi, kimine göre büyük bir aptallık. bana göre umutla ilgili yapılagelmiş en güzel filmlerden biri the shawshank redemption'dır. zaten imdb'de halen birinci sırada yer alabilmesinin sırrı, umut kavramına olumlu yönden yaklaşmasında ve bu açıdan da insanlara yine bir "umut" olabilmesinde yatmaktadır. umut hakkında "red" ve "andy" arasında geçen o unutulmaz sahnede "red" umut için "umut tehlikelidir. umut bir insanı deli edebilir. bu iyi değildir" derken; andy ise "unutma red, umut iyi bir şeydir. belki de en iyisi ve iyi şeyler asla ölmez" der.
aslında umut hakkında söyledikleri açısından ikisi de haklıdır. gerçi filmin sonunda, andy'nin söylediklerinin doğru olduğunu görürüz. fakat şunu unutmamamız gerekir ki the shawshank redemption filmi bir kurgudur. the pianist filminde olanlar ise gerçekten yaşanmıştır ve ders alabilmemiz için bütün çıplaklığıyla karşımızda öylece durmaktadır. the pianist filmi belki baş karakteri üzerinden umut dolu olmalıyız derken; toplama kamplarında öldürülen milyonlarca insan üzerinden de umudun ne denli tehlikeli olabileceğini hatırlatır bize. peki bunu nasıl yapar?
öncelikle şu soruyu sormalıyız
naziler bir anda iktidara gelmedi ve nazilerin yahudiler hakkındaki görüşleri de iktidarlarının ilk günlerinden itibaren az çok kendini belli etmeye başlamıştı. peki tehlike açık açık yaklaşmaktayken onca yahudi nasıl oldu da, bazılarının iyi kötü bir birikimi de olduğu halde, uzak topraklara kaçmayı başaramadı? elbette bunun pek çok sebebi var. ama bunun en önemli sebeplerinden biri onca yahudinin boş bir umuda kapılmasıydı. bu boş umut, savaşın elbet bir gün biteceği ve nazilerin savaşı kaybedeceği üzerineydi. nazilerin savaşı kaybedeceği hakkındaki tahminleri doğru çıkmıştı; fakat kendi hayatları için yanılmışlardı.
bu hastalık az çok hepimizde de vardır. bazı şeyler apaçık ortadır. bir şeylerin kötü gideceği, yaptıklarımız veya yapmadıklarımızdan dolayı başımıza bir takım işlerin geleceği gün gibi ortadayken anlamsız bir umuda kapılırız. aynı o korkunç dönemlerde yahudilerin de yaptığı gibi. filmde şöyle muhteşem bir sahne vardır. yahudiler yavaş yavaş naziler tarafından ortalık yerde toplanmaya başlanmıştır. henüz daha kamplara gönderilmemiş ama gönderilmek üzeredirler. o çaresiz bekleyiş sırasında yaşlı bir yahudi ile orta yaşlı bir yahudi arasında şu konuşma geçer. içlerinden biri "öldürüleceklerini" iddia eder ve bunun üzerine yaşlı adam bunun mümkün olmadığını, bunca insanın aynı zamanda bedava iş gücü anlamına geldiğini ve bu iş gücünü, nazilerin asla elinden kaçırmayacağını söyler. orta yaşlı adam ise yaşlı adamın bu sözlerine şu cevabı verir: "senin yaşındaki bir adamı hangi işte çalıştıracaklar peki. senin yaşındaki birini ne yapsınlar".
yaşlı adam yaşayacağına, daha doğru yaşamasına izin verileceğine dair içinde hala bir umut beslemektedir. muhtemelen yanıldığını ne yazık ki öldürülmeden önce anca anlayabilmiştir. buradaki asıl mevzu, başkaları üzerinden umut etmemektir. gerçekleşebilecek bir umudu, sadece sizin vereceğiniz kararlar yaratır ya da yaratmaz. nazilerin sizleri bedava iş gücüsünüz diye öldürmeyeceğini umut etmek başlı başına bir aptallıktır. gerçekten umut edebilmek ancak andy gibi yirmi yıl boyunca kazmak ile mümkündür.
gerçek umut belki de beklemenin değil, sadece bir çabanın içerisinde yatmaktadır.