The Big Sick Filminde Dikkatleri İlk Bakışta Çekmeyen İki Detay
the big sick... ya, hakkında hiçbir şey bilmeden, hatta oyuncunun gerçekten ünlü bir komedyen olduğunun bile farkında olmadan, kendisinin gerçek hayat hikayesini senaryolaştırdığından habersiz bir şekilde izleyip genel olarak harika bir romantik komedi, hatta romantik kara-komedi filmi olduğunu düşünüyordum. gerçekten senaryoyu kendi hayat hikayesinden yola çıkarak üstelik eşiyle birlikte yazdığını öğrendiğimde ağzım açık kalarak filme iki kat hayran oldum. filmin gördüğüm kısa özeti "amerikan bir kadın ve pakistanlı bir erkeğin ilişkisinde kültür çatışmaları" diye geçiyordu, oysa bu film resmen muhteşem bir "bir şeyin sizin için gerçek önemini o şeyi kaybetme sınırına gelene kadar bilemezsiniz" öğüdü, hatta kültür çatışması falan da o kadar önemli değildi filmde, ilişkide söylenen ve söylenmeyen şeylerin yarattığı çatışmalar vardı; çatışmalar, yalanlar ve gizlenen şeyler yüzünden doğuyordu.
her neyse, filmin senaryosunun çift tarafından birlikte yazılmasının beni filme iki kat hayran bırakmasının esas sebebi de şuydu; fazla dürüst davranıp özel hayatlarıyla ilgili çok kritik bir - iki şeyi de filme koymuşlar, kendi geçmişlerine böyle içten yaklaşan insanları çok seviyorum:
Uyarı: Buradan sonrası spoiler.
emily ile kumail ayrıldıklarında, kumail bu ayrılıktan o kadar da etkilenmiyor
şovundan sonra başka kadınlara da emily'e yaklaştığı gibi yaklaşıyor, hatta emily'nin hastanede olduğunu öğrendiği telefon görüşmesini yatakta başka bir kadının yanında yapıyor. ve buna rağmen emily'nin ölüme çok yaklaştığı hastane deneyimi boyunca, daha önce hiç tanışmadığı ailesiyle birlikte başında durmayı tercih ediyor. emily'i gerçekten hala sevdiğini ise bir şovundan önce aldığı "ölme ihtimali yükseldi" haberiyle sahnede fark ediyor, önceden yazılmış olan şovunu oynamak yerine emily'den bahsetmeye ve ağlamaya başladığında. o ana dek emily'e hala yalnızca bir vefa borcu duyarak ailesiyle ilgilenir, hastanede bulunurken, o an emily'nin kendisi için ne kadar önemli olduğunu anlıyor ve bunu hakikaten eşiyle birlikte yazmışlarsa, vallahi müthiş bir dürüstlük. ve ne kadar da doğru; aştığınızı sandığınız birini aslında aşamadığınızı, onu gerçekten kaybetmek üzereyken anlıyorsunuz.
aynı ana fikre, emily'nin babası ve annesi hakkında da bir ayrıntıyı yakalarsanız ulaşılıyor
terry, kumail'le baş başa geçirdikleri gece, emily'nin annesini geçmişte aldattığını, kadının kendisini affettiğini ve bu deneyimin hayatta gerçekten sevdiği tek kadının o olduğunu fark ettirdiğini anlatıyor. "onu aldattığım anda, hemen arayıp ona bunu itiraf ettim, çünkü birini ne kadar sevdiğini, onu aldattığında ne kadar büyük bir hata yaptığını fark ettiğinde anlayabiliyorsun." oha, ne kadar dürüstçe ve gerçek bir replikti. aldatma ve aldatılma üzerine çok sivri yargılarım zaten yoktu, bu replik o yüzden bana çok sıcak geldi. aldatmak zaten bir ilişki için fazlasıyla uç bir nokta ama o nokta aşıldıktan sonra ilişkiye eskisi gibi devam etmek, bunu gündelik bir hale getirmek ile o konudan duyulan pişmanlığı hayatınızdaki kişiyle paylaşıp üzerine konuşmak arasında çok büyük bir fark var ve ne güzel özetlenmiş. birini aldatmaya kadar gelmek zaten büyük bir hata ama o hataya düştükten sonra pişman olup olmayışınız ilişkinizin hayatınızdaki esas yerini özetleyen en büyük gerçek...
uzun lafın kısası
bir senaryo için bile ölümcül bir rahatsızlık gibi zor bir konuyu komedi unsurunu atlamadan yazarak ağlak bir aşk filmi yerine romantik - komedi haline getirmek yetenek işiyken kendi aşklarını, hayatlarını tüm ağır ve insani yönleriyle böyle güzel anlattıkları için çok beğendim.
ayrıca filmin sonunda yazılar akmaya başladığında "the real emily" ile olan fotoğraflar da ekrana geliyor ki gerçek emily'nin zoe kazan'dan daha sevimli, daha sempatik, daha güzel olduğunu iki - üç fotoğraftan bile anlıyoruz ki zoe kazan dünyanın en sevimli kadınlarından, kumail bey çok şanslıymış.