Suçlularda Neden Suçunu Bir Şekilde İtiraf Etme İsteği Vardır?
edebiyat dünyasında arthur conan doyle ile birlikte suçlu psikolojisini en iyi anlamış edgar allan poe üstadımızın şöyle bir hikayesi vardır: the tell-tale heart
her suç, doğanın dokusunu yırtar ve gerçekliğin beyaz teninde bir yare açar. en azından eylemi gerçekleştiren böyle düşünür. bu tabii alabildiğine özneldir. çimenlere, türlü türlü ota basarak yürürken bir papatya gördüğümüzde değmeden, zarar vermeden geçmeye çalışırız. papatyanın o narin yapısını bozmak istemeyiz. halbuki tam da o sırada yüzlerce otu ezmekteyizdir. işte suç böyle bir şey.
suçu, yüz yıllarca davranışa bakıp anlamaya çalıştılar ve her seferinde yanıldılar. çünkü 100 yıl öncenin normları bugün kabahat, yarınsa cürüm veya tam tersi. suç, içgüdüde gizlidir. davranışı hangi niyetle yaptığınızla ilgilidir kendinizi suçlu hissetmeniz. suç kavramını yasal olarak tanımlamanın insan doğasına dair hiçbir ışık tutmaması da bu sebepledir işte. suç psikolojiktir, suç özneldir, suç inşadır.
birçok seri katil, kurbanlarından bir takım hatıralar saklar ve yine birçoğu cenazelerine de katılmıştır bazı kurbanlarının. david berkowitz, suç işlediği yerlere gidip mastürbasyon yaptığını itiraf etmiştir mesela. bu sebeple de kurbanlarından hatıra almasına gerek kalmadığını anlatmıştır. jeffrey dahmer, öldürdüğü kişilerin kemiklerinden bir tür sunak yapmayı bile tasarlamıştır onların anısına saygı mahiyetinde.
gerçekliğin dokusuna tecavüz ettiğinizde, doğanın kalbinde böylesine büyük gedik açtığınızda veya bunun böyle olduğuna inandığınızda, bu ağır travmayı atlatmanın aslında sadece iki yolu var: itiraf etmek veya sıradanlaştırmak.
seri katiller ikinciyi seçenler genelde ama onların bile çoğu yakalanmayı bazen açıktan, bazense olabildiğine örtük şekilde isterler. paul stephani, her cinayetinden sonra polisi arayıp ağlayarak yaptıklarını anlatır ve lütfen beni durdurun der mesela. dönemin medyası "ağlak sesli katil" ismini takmıştır hatta kendisine. william heirens de benzer şekilde öldürdüğü çocukların arkasından duvarlara, aynalara rujla "beni yakalayın, daha fazla öldürmek istemiyorum" yazmıştır ve sonunda da yanlış değilsem kendisi teslim olmuştur. edmund kemper, tüm işlediği cinayetlerin asıl sebebinin annesi olduğuna karar verip onu öldürmüş, sonra da teslim olmuştur mesela.
israel keyes ise öbür uçtadır bence; çok örtüktür kendisini yakalanmaya, itirafa çeken dürtüleri. yüzlerce yıl yakalanmayacak ölçekte bir suç metodolojisi oturttuktan sonra birden üst üste bir sürü amatör hatası yapmıştır mesela kendi suç örüntüsünün dışına çıkıp. bence son cinayeti tamamen "gelin beni yakalayın artık" mesajıdır kendince. dennis rader veya the zodiac killer da aslında bu türden dürtülerle hareket etmişler bana soracak olursanız.
neyse, itiraf bir kurtuluştur sonuç olarak. acımasızca yırttığımız o gerçekliğe bir yara bandı yapıştırma çabamızdır, bazen de bir kez daha yırtmamak için bizi durdurmalarını isteme şeklimizdir.