Soyut Bir Deyim Değil, Zamanında İcra Edilmiş Gerçek Bir Meslek Kolu: Şeytanın Avukatı
(bkz: şeytanın avukatı) filmini arada sırada açıp yeniden izlerim. (ne film ama!) geçenlerde yine kapanış sahnesinde koltuğa yayılmışken, “ulan bu deyimin kökeni ne acaba?” diye merak ettim.
sadece tartışmada karşı tarafı sıkıştırmak için kullanılan bir laf sanırdım. meğer katolik kilisesinde resmi bir görevmiş. aziz ilan edilmesi için aday gösterilen birinin bütün açıklarını bulmaya çalışan adam. yani özünde; birini göklere çıkarmadan önce, ayaklarının çamura batıp batmadığını sorgulayan kişi.
düşününce; birini aziz yapmadan önce, onun da günah defterini karıştırmak için özel bir gözcü var. ve bu memurun görevi, senin kutsal diye övdüğün adamı insanlığın en sıradan lekeleriyle yüzleştirmek. “biraz fazla içmiş midir? birine yanlış mı yapmıştır? mucizesi aslında tesadüf müydü?” hepsini masaya koymak zorunda.
işin kökeninde fazlasıyla ahlaki bir titizlik var. çünkü övmenin kolay, yüceltmenin zevkli olduğunu herkes biliyor. zor olan, putu kırabilmek. hele ki o putu toplum gözünde kutsayan binlerce insan varken.
filmde de anlatılmak istenen şey, bu kavramı besler aslında; şeytan kendini asla kötülük diye satmaz, ikna kabiliyetini cila gibi sürer üzerine. gerçek şeytan, “savunma” kılığına girendir.
ezcümle; şeytanın avukatı olmak, ille de kötülüğü savunmak değil. çoğu zaman hakikatin cilalanmış yüzünü kazıyıp altındaki pası göstermek. ama insan doğası işte... pırıl pırıl parlayan yalanı, çamurlu gerçeğe tercih etmeyi her zaman daha kolay bulur.