Sık Sık Kazan Kaldırmasıyla Bildiğimiz Yeniçeri Ocağının Siyasi Çekişmeyle Dolu Tarihi
yeniçeri ocağının kazan kaldırmakla arası çok iyidir. kara murat ve battal gazi filmlerinin vazgeçilmezi. ota boka isyan eden, isyankar uzun dönemler... "kazan kaldırmak" deyimini güzel türkçemize sokmuş olan askerler topluluğudur bu ocak.
bir sabah uyanınca "oooops maaşlar yatmamış... isyan çıkarak, padişah kesek" düşüncesiyle uyanan başıbozukların yanında "barut imparatorluğu" olarak anılan osmanlı imparatorluğu'nun en ölümcül askeri gücü. devletin düşmanlarını "ceddin deden" mehterinde geçtiği gibi "kahretmek" amacıyla kurulmuşken zamanla yozlaşıp devletin kendisine kan kaybettiren bir kılıcın hikayesi.
ciddi olacak olursak; yeniçeri ocağı, kurulduğu 14. yüzyılın ikinci yarısından, kaldırıldığı 1826 yılına değin geçen 4.5 asırlık tarihiyle osmanlı imparatorluğu üzerinde silinmez bir iz bırakmıştır değerli okurlar. bir kısmı başarılar ve kahramanlık hikayelerinden, bir kısmı da hezimetler ve çok gurur verici olmayan olaylardan oluşan bu iz, sadece toplumun kolektif hafızasında değil, devletin uzun vadeli hafızasında da silinmez bir yer edinmiştir. bu yazıda yeniçeri ocağının kuruluşundan kaldırılmasına kadar geçen süre ele alınacaktır. ilk olarak ocağın hangi amaçlar ve ihtiyaçlar üzerinde kurulduğu ele alınacak, ardından ocağın tarih içerisinde geçirdiği değişimler dünya ve osmanlı imparatorluğu'nun geçirdiği değişimler ile paralel olarak ele alınacak ve son olarak (bkz: vaka-i hayriye) olayı ile yeniçeri ocağının kanlı da olsa neden kaldırıldığı ve bunun türk tarihi için ne ifade ettiği tartışılacaktır.
kuruluş
tarihin tüm meselelerinde olduğu gibi yeniçeri ocağı konusunda da farklı yorum ve açıklamaların olması doğaldır. yeniçeri ocağı'nın ilk devirlerini, bu döneme ait bugüne kadar ortaya çıkarılan kaynakların çok fazla detay içermemesinden dolayı ayrıntılı olarak bilememekteyiz. ocak hakkında kaynaklardan gelen bu tarihi eksiklik, gerekse popüler kültür, gerekse destanlar ve efsanelerle bugün doldurulmaya çalışılmaktadır. ocağın ne zaman kurulduğu konusunda verilen tarihler arasında çelişkiler ve tartışmalar da olsa, yeniçeri ocağını oluşturacak ilk uygulamaların orhan gazi zamanında başladığı, sultan birinci murad'ın saltanatının ilk yıllarına tesadüf eden 1360'larda da kurumsal bir hal aldığı konusunda görüş birliği bulunmaktadır. özellikle osmanlıların rumeli'ne geçişleri sonrasında balkanlarda elde edilen savaş esirlerinin oluşturduğu insan kaynağının nasıl değerlendirileceği sorununa devletin yeni oluşmakta olan bürokrasisinin bulduğu çözüm acemi ve yeniçeri ocaklarını devlet sistemine katmıştı. anadolu'nun kuzey batı köşesinde yeni yükselişe geçmiş bir güç olan osmanlı beyliği'nin türk-islam dünyasının çeşitli bölgelerinden alim, bürokrat ve askeri sınıf unsurlarını kendine cezbetmesi bu kişilerin kendi bilgi ve tecrübelerini de yeni şekillenen devlere aktarması ile sonuçlandı. osmanlıların ortaya çıktığı döneme kadar orta doğu coğrafyasına hükmetmiş türk ve islam devletlerinin kölelerden oluşan askeri birlikleri yaygın biçimde kullandığı bilinmektedir. osmanlılara mekan ve zaman olarak en yakın olan anadolu selçuklu devleti'nde köle veya o dönemdeki tabiriyle "gûlam" birliklerinin oynadığı rol düşünüldüğünde bu tecrübenin anadolu'nun çeşitli bölgelerinden gelerek osmanlılara katılan ulema ve bürokratlar tarafından yeniden şekillenen devlet sistemine aktarılmış olması yakın bir ihtimaldir. bu sebeple kaynaklarda geçen acemi ve yeniçeri ocağı'nın kurulması fikrinin molla rüstem ve çandarlı kara halil hayreddin paşa tarafından padişaha teklif edildiğini anlatan tarihi bir hikaye de bu gerçekliğe atıfta bulunmaktadır.
yeniçeri ocağının kuruluş sebebi pekala sadece eldeki insan kaynağının nasıl kullanılacağı sorunu değildi. ocağın kurulması osmanlı devleti'nin gelişim sürecinde 14.yüzyılın ikinci yarısından itibaren girdiği yeni evrede doğan belli bir ihtiyaca karşılık gelmekteydi. osmanlı beyliği'nin ilk kuruluşunda konfederatif bir aşiret yapısı içinde merkezi otoriteyi teşkil eden bey ile etrafındaki nökerlerinden oluşan yapının şehirlere, ticarete ve tarıma dayalı yerleşik bir devlet için geçerliliğini yitirmesi, merkezi otoritenin bir hanedan ve hanedanın başındaki sultan etrafında şekillenen sivil ve dini bürokrasi eline geçmesi ile sonuçlandı. bu yapının kendi otoritesini tesis etmek ve kendi iradesine meydan okuyacak odaklara karşı kullanmak için yeni bir askeri güce ihtiyaç duyması "yeniçeri" ya da "yeni asker"i beraberinde getirdi. eski sistemin sadece kendi liderlerine bağlı aşiret güçleri ya da seferlerde müslüman reayadan toplanan mevsimlik yaya ve müsellemleri bu işlev için uygun değildi. hanedan ve sultanın şahsında şekillenen yeni devlet yapısını her daim kendi kapısında emirlerine amade bekleyecek bir kuvvetin teşekkülüne ihtiyaç duymuştu. gerçekten de yeni kurulan yeniçeri ocağı, tarih sahnesinden geçmiş pek çok devletin yaşam süresinden daha uzun hayatı boyunca devlet otoritesine meydan okuyan iç ve dış rakiplere karşı her daim göreve hazır olacaktı.
yeniçeriliğe atılan ilk adım
osmanlı muharip güçleri tarafından ele geçirilen ganimetlerin ve savaş esirlerinin beşte birinin devlete ait olması kuralı (pençik) doğrultusunda oluşan insan kaynağının istikrarlı ve düzenli bir kaynak olmadığı açıktır. büyük bir ihtimalle yeniçeri ocağı'nın ihtiyacı olan insan kaynağını daha düzenli bir hale getirebilmek adına osmanlıların kendilerinden önceki türk islam devletlerinden aldıkları köle asker uygulamasına yepyeni bir boyut kazandırdıkları söylenebilir. osmanlıların kendi tebaaları olan hristiyan reayanın askerliğe elverişli yaşlardaki çocuklarının belirli aralıklarla "devşirerek" yeniçeri ocağı'na düzenli bir insan kaynağı sağlama yoluna gittikleri görülmektedir. osmanlı okur-yazar kesiminin hiç de yabancı olmadığı nizamülmülk siyasetname'sinde selçuklu sultanına türkmenlerden 1000 kadar çocuğun kaydedilerek gulam gibi kullanılmasının önerilmesinin osmanlı bürokrasisinin bu fikri nereden aldığı konusunda bir fikir verebilir.
hem devşirme hem de pençik uygulamalarının başlangıç tarihi hakkında kesin bir yargıya varmak zor olsa da bu iki uygulamanın da belli bir süre yan yana devam ettiği açıktır. 1455 yılında savaş esiri olarak osmanlıların eline düşüp, hemen bir yıl içinde yeniçeri yapılarak cepheye sürülen birinin hayatını anlatan mihalloviç hatıratı bu açıdan ilgi çekicidir. müslümanlaştırılarak yeniçeri yapılan ve yaklaşık 8 sene boyunca yeniçeri olarak osmanlı devleti'nin hizmetinde bulunan mihailoviç'in anlattıklarına bakılırsa bu şekilde yeniçeri yapılan birisinin sadakatinin ne kadar güvenilir olduğu şüphelidir. hatıratından yeniçeriliği sırasında en azından şekilsel olarak islam dini ve osmanlı adetlerini çok iyi öğrenip uyguladığı anlaşılan mihailoviç'in hiçbir zaman bunları içselleştirmediği ve hristiyanlık inancını koruduğunu belirtmesi ciddiye alınması gereken bir şeydir. ne pençik ne de devşirme gibi kurumsal uygulamaların bir anda tesis edilmediği ancak zaman içinde deneme-yanılma yöntemi ile belli bir kurumsallığa ulaştığını göz önüne almamız gerekir. yine hem devşirme hem de pençik uygulamalarına bakarken modern dönemden alışık olduğumuz biçimde değişmez kurallar doğrultusunda yapılan sistematik uygulamalar beklemek de hatalıdır. bu uygulamaların dönemin ihtiyaçlarına paralel olarak çok fazla değişim ve esneklik gösterdiğini düşünmek daha doğrudur. modern osmanlı tarihçilerinin osmanlı askeri sisteminden bahsederken değişmeyen kurallara sahip ideal bir sistem tasvir etme çabalarını en başta kullandıkları kaynaklar yalanlamaktadır.
mesela 17.yüzyıla ait bir kaynakta fatih sultan mehmet dönemi ile ilgili yeniçerilerin türkçeyi ve türk adetlerini bilmemelerinden doğan komik bir anekdotun anlatılması yine ilk dönemlerde yeniçerilerin adaptasyonu ile ilgili sorunlara dikkati çekmektedir. bu sebeple sistem oturdukça devşirme olarak hristiyan ailelerden toplanan çocukların ilk önce kısa sürelerle hizmet şartı ile türk ailelerin yanına verilerek, kırsal alanlarda tarımsal üretimde ya da bazen şehirlerde esnafın yanında çalışarak türkçeyi ve türk adetlerini öğrenmeleri uygulamasına geçildiği anlaşılmaktadır. ancak bu uygulamanın da bütün yeniçeri adayları için geçerli olmadığı kaynaklarda anlaşılmaktadır. idealde türk ailelerin yanında bu hizmet süresini dolduran yeniçeri namzetleri acemi ocağı'na kaydedilerek bu sefer de devlet hizmetinde çalışmaya başlıyorlardı. devlete ait gemilerde çalışmaktan, kaldırım döşemeye ; sarayın taşıma hizmetlerinden saray bahçelerinin bakımına kadar çok farklı hizmetlerde istihdam edilen acemilerin bu hizmet süresinin devletin yeniçeri ihtiyacına göre şekillendiğini söyleyebiliriz. bu sebeple bazen 8-10 yıl olarak belirtilen acemi oğlanlarının hizmet sürelerinin gerektiğinden çok daha az olabildiği göz önüne alınmalıdır. acemi ocağı'ndaki görev süresini tamamlayan yeniçeri kadetleri/acemi oğlanı, "kapıya çıkma" denilen bir törenle kılıçlarını öpüp başlarına koyarak, yeniçeri olarak bir yeniçeri ortasına yazılmaktaydı.
ortaya yeni yazılan bu yeniçeri neferleri ilk başlarda ortanın, orta zabitlerinin ve diğer kıdemli askerlerin hizmetlerini görmekle yükümlüydü (devrecilik o zaman da varmış amk). "karakullukçu" olarak tabir olunan en düşük rütbeye sahip bu neferler belli bir süre bu hizmetleri gördükten sonra tarikat-lonca gibi yapılanmalardaki tarzda bir tören ile "arakıyye" denen serpuşu giyerek üzerine tülbent sarmaya hak kazanıyorlar, yani girdikleri bu askerlik zanaatında çıraklıktan kalfalığa adım atıyorlardı. aslında yeniçeri ocağı ile bektaşi tarikatı arasında menkıbevi şekilde kurulan rabıta (yeniçeri ocağı'nın kurulmasında bektaşilerin oynadığı role yapılan vurgu ve yeniçerilerin giydiği börkün bektaşilere dayandırılması gibi) ve ocağın aynı loncalarda olduğu gibi bir pirinin (hz. ali) olması gibi göstergeler yeniçeri ocağı'nın bu tarikat-zanaat karakterine vurgu yapmaktadır. bazen dönemin yazarları tarafından bile aslı astarı olmadığı iddia edilen bu bağlantıların yeniçeriler tarafından ciddiye alındığına şüphe yoktur. zaten ocak açısından asıl önemli olan da bu sembollerin işlevsel yönüydü. bu törenler ve semboller etrafında kurulan ocağa sadakat ve yeniçeri kimliğine duyulan bağlılığın yeniçeri ocağı kaldırılana kadar işlevini devam ettirdiğini söyleyebiliriz. zaten dünyada farklı dönemlerde kurulan profesyonel askeri yapıların hepsinin "esprit de corps" diye tabir edilen birlik ya da yoldaşlık ruhuna sahip olması, yeniçeri ocağı gibi orta çağda kurulan bir askeri teşkilat için gerekli ve de beklenen bir özellikti. esprit de corps, fransızcada "birlik ruhu, birlik duygusu" anlamına gelen bir söz öbeğidir. yeniçeri ocağında bektaşilik gibi bir yoldaşlık tarikatının etkin olması da buna bağlanır.
kastettiğimiz şu; mesela avrupa'da hemen hemen aynı veya birbirine yakın dönemlerde etkin olan, hospitalier şövalyeleri veya tapınak şövalyeleri gibi kuruluşlar da esprit de corps diyebileceğimiz askeri kuruluşlardır. keza yeniçerilerde "kaşık kardeşliği, turna" gibi kavramlar neyse, tapınak şövalyelerinde de "birader, kardeş şövalye" gibi kavramlar o'dur. yeniçeriler nasıl emekli olana kadar evlenemezlerse, tapınak şövalyelerinin de bekaret, sessizlik (ömrü boyunca konuşmama) gibi benzer adetleri vardır. yeniçerilerde ocağın "azizi" olan tarihi ve kutsal kişilik nasıl hz. ali ve hacı bektaş veli ise, mesela tapınak şövalyelerinde, rahip-savaşçı olan haçlı şövalyelerinin azizi de aziz bernard, isa, aziz petrus ve benzeri kişilerdir. esprit de corps ise bir ordunun, ille de karizmatik lideri olması değildir. mesela bugün george washington'ın amerikan ordusu azizi olduğu veya napoleon bonaparte'ın fransız ordusunun azizi olduğu gibi bir durum söz konusu değildir. askeri teşkilatın esprit de corps sayılabilmesi için askerleri arasında bir birlik, beraberlik inancı olması gerekir. mesela tapınak şövalyeleri için bu yoldaşlık ve kardeşlik meselesi tanrı, kudüs ve kudüs'teki hristiyan mekanlarıdır. yeniçeriler için ise bektaşilik felsefesi ve "hak yolu"dur. esprit de corps geniş bir anlama sahip olsa da, buradaki kullanımında tapınak şövalyeleri gibi askeri kuruluşların çok önem verdiği manevi ruh anlamında kullanılmıştır.
genel örgütlenme
her biri 101 sekban ya da seymen alayından kurulu "cemaat" adı verilen üç temel unsurdan oluşuyordu ocak. sonuçta, toplam orta sayısı klasik dönem boyunca 196, genç osman'ın katlinden sonra 65. ortanın lağvedilmesi ile 195 olmuştu. her ortanın başında "çorbacı" denilen orta komutanı denilebilecek bir subay bulunmaktaydı. cemaat alaylarının başındaki adamlara ise "yayabaşı" veya "piyade başı" anlamında "serpiyade" de denirdi. her çorbacının emrinde bir dizi odabaşı olduğu gibi bir de günümüzde teğmen rütbesine tekabül eden, "oda kethüdası veya başodabaşı" bulunurdu. her alayda bir imamla bir katip de olurdu.
ocağın tamamını yeniçeri ağası yönetmekteydi. ağa, önceleri ocak mensupları arasından seçilirken yavuz sultan selim'in olaylı tahta çıkışından sonra yeniçeri ağası, saray erkanından biri olur, göreve atandıktan sonra da rikab ağaları (üzengi ağaları) denen adamların başına geçerdi. yeniçeri ağası yakın ilişki içinde olduğu sultana doğrudan bağlıydı. süleymaniye civarında kendi sarayında oturur, bahsedeceğimiz ocak ihtiyarlarına kendisi başkanlık ederdi. "ağalar divanı" denen bu divanda ocağın en üst rütbeli 5 ağası yer alırdı. bunların dördü, av köpekleri ve av faaliyetleriyle ilişkili kişilerdi : ağanın teğmeni (kul kethüdası); o tarihte artık ocağın başkumandanı olan sekbanbaşı; zağarcıbaşı; samsuncubaşı ve turnacıbaşı. bu yüksek rütbeli subayların her biri aynı zamanda belli bir ortanın da başıydılar. divan mensubu olmayan diğer üst rütbelilerden biri ocakla sadrazamın arabuluculuğunu yapan "muhzır ağa" idi, ayrıca yeniçerilerle ilgili sorunlarla başa çıkmak üzere vilayetlere gönderilen büyük ve küçük hasekiler; kararların uygulanmasını ve acemilerin teşkilata katılımını denetleyen yeniçeri çavuşları ve günümüzdeki rütbeye tekabülü de çavuştan anlaşılacağı üzere hemen hemen astsubay rütbelerine tekabül eden kıdemde görevlilerdi.
nihayetinde ocakta yeniçeri ağası yönetiminde kendine özgü bir bürokrasi kurulmuştu. yeniçeri kütüklerini kontrol eden yeniçeri ağasının başkalemi olan bir memur da vardı.
ek olarak, yeniçerilerin askeri alandaki önemini muazzam boyutlara çıkaran iki temel etmen vardı; birincisi, nihai taarruzda sert ve yekpare blok halinde hareket etme kabiliyetleri sayesinde kuşatma savaşında belirleyici unsur olmalarıydı. ikincisi ve daha da belirleyicisi ise, balkan orduları örneğinde görüldüğü gibi, başta ok ve yay olmak üzere geleneksel silahların yerine ateşli silahların, daha açık söylemek gerekirse, misket tüfeğinin 15.yüzyılın başından itibaren kademeli olarak benimsenmesiydi. osmanlı yöneticilerine göre bu yeni ve devrimci silahın kullanımı yeniçerilerin tekelinde kalmalıydı; ne de olsa onlara hem eğitim hem de denetim fırsatları sağlayan hükümdarın doğrudan gözetimi altında düzenli bir ordu vasfına sahiptiler. talimhanecibaşı denilen başeğitmen de yeniçeri ağası gibi bizzat sultan tarafından atanırdı.
esprit de corps'tan devam edecek olursak
yeniçerilerin yukarıda yazdığımız gibi serpuşlarına tülbent bağlamaya hak kazandıkları "arakıyye" töreni ile kalfalığa adım atan yeniçerilerin yine standart bir süresi bulunmayan bir hizmet süresinin ardından kıdemli usta neferler seviyesine ulaşıyor ve ortanın "ihtiyarları" arasına girerek sakal bırakmaya hak kazanıyorlardı ki, yeniçerilerin sakal bırakması "ihtiyarlar" denilen güruh haricinde yasaktı. ihtiyarların başka bir önemi ise türk askeri tarihinde heyet-i zabitan, kurmay heyeti gibi kavramların ve kurmay subaylığın ilk örneğini teşkil etmeleriydi. keza bu adamlar hiyerarşik olarak, yeniçeri ağalarına en yakın adamlar olmalarının yanı sıra askeri hukuk gibi konular devreye girince de, ocağın kanunları doğrultusunda yeniçerileri cezalandıran askeri yargıçlardı.
yeniçeri ortalarının baş karakullukçu, saka, aşçı, mütevelli, alemdar ve odabaşı gibi subayları da bu kıdemli kesim arasından çıkıyordu. barış zamanında kendilerine tahsis edilen kışlalarda kalan yeniçerilerin doğal olarak efendileri olan sultan'ın özel izni haricinde (ilki yavuz sultan selim tarafından bir yeniçeriye özel olarak verilmiştir ve onun haricinde yeniçerilerin evlenmeleri yasaktır. bu durum daha sonra suistimal edilerek evlilik yasağı hiçbir asker tarafından iplenmez olacaktır). dahası yeniçerilerin askerlikten başka bir işle uğraşmaları da yasaktı. ilk olarak edirne'de fethin ardından da istanbul'da kurulan yeniçeri odaları'nın ilk başlarda dışarıya açık olduğu, yani bir duvarla dış dünyadan tecrit edilmediği anlaşılmaktadır. modern tarihçiler tarafından bazen yeniçeri kışlası olarak tanımlanan bu yapıların "kışla" kelimesinin modern dönemde akla getirdiği, askerlerin kaldığı taş yada beton binalardan çok farklı olduğunu da söyleyelim. o dönem kullanılan tabir ile yeniçeri odalarının sivil mimarisinin ürettiği ahşap binalardan hiç de farklı olmadığı, hatta odaların mimari yapısının ve iç-dış düzeninin tekkeleri anımsattığı 18 ve 19.yüzyıllardan günümüze tecrit edilmemesinin oluşturduğu disiplin problemleri sebebi ile istanbul'da mevcut iki yeniçeri oda grubu (şehzadebaşı'nda bulunan eski odalar ve fatih'te bulunan yeni odalar) taş duvarlar ile tecrit edilmiş ve dışarı açılan kapılardan yapılan giriş ve çıkışlar sıkı biçimde kontrol edilmeye başlanmıştı.
yeniçerilerin osmanlı devleti'nin "klasik çağı" olarak bilinen 15 ve 16.yüzyıllarda merkezi otorite tarafından belirlenen disiplin ve kurallara genelde uydukları kanaati yaygındır. ancak bu dönemde dahi yeniçerilerin zaman zaman bu disiplinden çıktıkları, kurallara aykırı hareket ettikleri ve yeri geldiğinde silahlarını efendileri olan sultan'a doğrultmaktan bile çekinmediklerini de söylemek gerekir. (bkz: genç osman)
evlenen, başka mesleklerle ve ticaretle meşgul olup sermaye biriktiren yeniçerilere bu devirde dahi rastlamak mümkündü. bu sebeple nasıl abartıya kaçan "osmanlı altın çağı" yaklaşımı haklı biçimde eleştiriye hedef olduysa, yeniçeri için de bu dönemde aşırı biçimde bir "altın çağ" inşası yaklaşımı da eleştirilmiştir. aynı şekilde bu biçimde idealize edilen yeniçerilerin 14, 15 ve 16.yüzyıllarda gerçekleşen osmanlı askeri başarılarının da tek mimarı gibi gösterilmesi problemli bir yaklaşım olarak görülmüştür. yine de yeniçerilerin osmanlı devleti'nin düzenli askeri gücü olarak pek çok muharebede en güvenilir unsur olarak rol aldığı ve bazen mohaç savaşı örneğinde olduğu gibi günü kurtaran unsur olduğu da belirtilmelidir. bunun yanı sıra yeniçerilerin osmanlı askeri sisteminin teşkil ettiği ilk dönemlerde günün askeri teknolojisinin uygulanmasında diğer askeri gruplardan çok daha uyumlu hareket ettikleri, ateşli silahlar gibi yeni silahların kullanımında ve adaptasyonunda rol aldıkları da unutulmamalıdır. zaman içinde farklı yeniçeri ortalarının osmanlı ordusunun ihtiyacı olan işlev ve silahlarda uzmanlaştığı, meydan muharebeleri, kuşatmalar, nakliye, deniz muharebeleri gibi ayrı alanlarda uzman yeniçeri ortaları oluştuğu da görülmektedir. bu hem kaynaklarda bulunan bilgilerden hem de yeniçeri ortalarının alametleri olan nişanlarında kullanılan resim ve sembollerden anlaşılmaktadır. mesela ok atmakta ustalaşan kemankeş ve solak ortalarının börkten farklı olarak yatay şekilde dizilmiş tüyleri olan miğferler takması gibi. aynı şekilde bu ortalar, av, seyahat vb. gibi günlük işlerde padişahın da mihmandarlığını yaparlardı. son yazdığım, fatih sultan mehmet'ten sonra ocakta yapılan bir reform sonucu belirli yeniçeri ortalarının bizzat padişahın en yakın koruma görevini üstlenmesi olayı idi.
ocağın ilk kurulduğu dönemlerde osmanlı ordusu içinde yeniçerilerin sayılarının son derece sınırlı olmasının sebeplerinden biri geç orta çağ ordularının genel karakteri ile ilgiliydi.
şöyle ki,
süvarinin önemini koruduğu bir dönemde özellikle meydan savaşlarında ordu kompozisyonlarındaki süvari/piyade oranı her daim süvariler lehineydi. sonraki dönemlerin savaş meydanlarındaki hareketli piyadesinin aksine bu dönemde piyadeye biçilen rol genelde istihkamla çevrili ordu merkezini savunmaktan ibaretti. keza büyük iskender, timurlenk, attila, cengiz han, sübedey, maharbal barca vs. gibi pek maharetli süvari komutanları meydanlarda piyade ordularını at üstünde imha ederek bunu defalarca kanıtlamıştı. mesela pers imparatorluğu'nu yıkan gaugamela muharebesinde makedon falanks piyadelerine düşen tek görev, pers taarruzunu göğüslemek olmuştu. vurucu darbeyi bizzat iskender süvarileri ile indirmişti.
neyse, yeniçerilerin kazanılmasına katkıda bulundukları bütün klasik dönem muharebelerinde oynadıkları taktiksel rol, ordu merkezine yönelmiş olan düşman süvari hücumuna karşı yaptıkları savunma ile bu hücumu etkisiz hale getirmekten geçiyordu. sayılarının sınırlı olmasının diğer bir sebebi, devşirme ve pençik sistemlerinin sağlayabileceği insan gücünün sınırlı olmasıydı. 14. yüzyılın ikinci yarısından 15.yüzyılın ikinci yarısı arasındaki bir asırlık sürede sayıları birkaç binle ifade edilen yeniçeri ocağı'nın mevcudu fatih sultan mehmed'in saltanatının ilk dönemlerinde 5000'i buluyordu. bu dönemde gerçekleştirilen fetih politikasının gereği olarak bu sayının iki katına çıktığı belirtilse de; ikinci bayezid ve yavuz sultan selim dönemlerinde çok büyük bir artış yaşanmadığını, ancak kanuni sultan süleyman devrinde avrupa'da yaşanan savaşlar sebebi ile bu sayıda çok önemli bir artış yaşanarak yeniçerilerin sayılarının 16.000'e yaklaştığını söylemek gerekir (sayısal veriler için kaynak: halil inalcık, devlet-i aliyye birinci cilt, osmanlı klasik dönemi, iş bankası kültür yayınları). bir taraftan da fatih sultan mehmet dönemindeki hızlı artışın aslında avrupa'da ateşli silahların ve piyadenin önem kazanması ile paralel biçimde bir gelişmeye işaret ettiği ve buna bağlı olarak artışın yaşandığını düşünmek gerekir ki, fatih sultan mehmed'in askeri zekasına verilecek en iyi örneklerden biridir bu. keza askeri gelişmeleri yakından takip ederek yeniçeri ocağına zamanında ve çok etkili bir reform yapmıştır kendisi. bu şekilde bir değişim geçiren osmanlı ordusunun, yavuz sultan selim döneminde doğudaki memluk ve safevi ordularına ; kanuni döneminde de batıda macar ordusuna karşı başarılı olmasının önemli sebeplerinden biri bu devletlerin ordularının yukarıda anlattığımız gibi piyadenin ateşli silahlar sebebiyle önem kazanması gibi bir askeri gelişmeyi hiç takip edememesinden ve bu orduların ateşli silahlarının yoka yakın seviyede seyretmesinden kaynaklanıyordu. mercidabık muharebesinde memluk ordularını yok eden barut ve tüfek idi mesela.
yeniçerilerin sayılarının ikinci selim, üçüncü murad ve üçüncü mehmed dönemlerinde katlanarak arttığı ve birinci ahmed öneminde bu sayının 37.000'e ulaştığı görülmektedir. özellikle habsburg (avusturya/nemçe) ordularına karşı girişilen mücadele sırasında düşmanın artan ateş gücüne karşılık verebilmek adına tüfek kullanan piyade sayısının artırılmak zorunda kalınması yeniçeri sisteminde köklü bir reformun yapılmasını gerekli kıldı. sistemdeki değişikliklerin kurumsal hale getirilmesi ise kanuni döneminden itibaren gerçekleşmeye başladı. bu kadar artan sayıdaki yeniçerinin devşirme usulü ile karşılanmasının mümkün olmaması bu usulün yanı sıra ocağın kapılarının müslüman tebaaya açılması ile sonuçlandı. aynı pençik ve devşirme usullerinin yan yana devam etmesi gibi 18.yüzyıl başlarına kadar devşirme usulü ile bu yeni usul beraber devam etti, yani hem hristiyan ailelerden asker olarak yetiştirilmek üzere çocuk yetiştirilirken, aynı zamanda kriz dönemlerinde müslüman tebaadan yeniçeri olarak istihdam edilen gençler oldu. kanuni dönemindeki bu değişim hakkında hiçbir çalışma yapılmamış olmasının büyük bir eksiklik olduğunu da söyleyelim. sonraki dönemlerde kaleme alınan bazı metinlerde yeniçerilerin kendi ocaklarının kanuni devrinde kurulduğunu iddia etmelerini tamamen uydurma ya da yanlış bir bilgi olarak bir kenara atmak mümkün değildir. bu iddia yeniçerilerin kendilerine efsanevi bir geçmiş ya da bir meşruiyet kurma çabasıyla birlikte yukarıda belirtilen değişimlere işaret eder.
bu değişimin tabii ki de önemli sosyal ve ekonomik boyutları olması kaçınılmazdı. devşirme uygulamasının önemini yitirmesi, gayrimüslim ailelerden alınıp sosyal bağlarından koparılarak sultanın kulu haline getirilen yeniçerilerin yerini, müslüman ailelerden gelen sosyo-ekonomik kökenleri ile bağlarını kaybetmemiş yeni bir yeniçeri tipinin alması ile sonuçlandı. her ne kadar ocağın ilk kurulduğu dönemde bile yeniçerilerin gerçekten köle statüsüne sahip olup olmadıkları tartışmaya açıksa da pratikte amaçlananın sosyal bağlarını kaybetmiş bu grubun sadece devlete ve sultana sadakat göstermesi olduğu unutulmamalıdır. yeniçerilerin sultana olan "kulluğu" hiçbir zaman kayıtsız şartsız bir kulluk olmasa da, 16. yüzyılın sonlarından itibaren bu yeni ortaya çıkan yeniçeri tipinin sadakatinin devletin tepesindeki sultana değil, daha yerel düzeylerdeki oluşumlara yöneldiği (yeniçeri ağası gibi) açıktır. 17. yüzyılın başlarından itibaren yönetici kesime mensup kimseler tarafından yazıya dökülmesinden de anlaşılacağı üzere yeniçerilerin "itaatsizliği" veya disiplinsizliği olarak adlandırılan gelişmelerin saray ve çevresinde de önemli rahatsızlık yarattığı söylenebilir. ilk olarak kendi sosyal bağlarına (ailevi ve yerel bağlar veya tarikat bağları), ardından da mesleki bağlarına (kendi yeniçeri ortalarına ve yeniçeri ocağı'na) duyulan sadakatin yanında yazılı olmayarak daima tekrar ettikleri sultana bağlılıklarının (kul taifesi olmaları vs.) ocağın giderek zayıfladığı 17. ve 18. yüzyıllarda farklı vesilelerle tekrar tekrar ortaya çıkacaktı. bunu en yakından ve acı biçimde tecrübe eden, artık kontrolden çıktığını düşündüğü yeniçeri ocağı'nı yeni bir askeri teşkilat ile değiştirmeye çalışacak olan sultan ikinci osman/genç osman olacaktı. ancak sultan osman'ın katli olayının toplumda yarattığı infial ve tepki uzun vadede yeniçeri ocağı'nın bu olayla arasına mesafe koyarak, olaydaki rolünü inkar etmesine yol açacaktı. her ne kadar sonraki dönemlerde ocak, sultanların tahttan indirilmesinde kilit rol oynamaya devam etse de, tahttan indirilen sultanın idam edilmesi gibi bir olaya karışmaktan özenle sakınılacaktı.
buna en iyi kanıt meşhur 65.orta'ya bağlı yeniçerilerin akıbetidir. genç osman'ın katlinden sonra 65. orta'ya bağlı tüm yeniçeriler suçlu olup olmadığına bakılmaksızın topluca idam edilmiştir ve bir daha 65. orta asla kurulmamıştır. yeniçeri ortaları sefere çıkmadan önce orta yoklamasında sıra 65. ortaya gelince yoklamayı alan yeniçeri subayı üç kez "yoktur!" dedikten sonra yeniçeriler hep bir ağızdan "yok olsun!" diye haykırırlarmış. keza ocak bozulduktan sonra bazı padişahların yeniçerilere ültimatom anlamında sürekli 65. orta'nın akıbetini hatırlatmaları da bir adet halini almıştır.
devam edecek olursak
sultan osman'ın katli olayının intikamı olarak dördüncü murad'ın saltanatında yaşanan bol keseden idamların yaşandığı, alkol-tütün-esrar-afyon içenin ve hatta gece fenersiz dolaşanın dahi sorgusuz sualsiz asıldığı/kellesinin alındığı bir baskı ve sıkıyönetim ortamı ile yeniçeriler belli bir düzen içine sokulsa da, uzun vadede yaşanan sosyo-ekonomik değişimin önüne geçmek mümkün olmayacaktı. sultan murad yeniçerileri dizginleyebildiyse de kısa vadeli bir değişimdi bu. ocakta zamanı çoktan geçmiş olan bir reform/ıslah her nasılsa yapılmamıştı ve mümkün de olmamıştı. 16.yüzyılın ikinci yarısından itibaren yeniçerilerin sayısında yaşanan artışın sonraki dönemlerde artarak devam etmesi, yeniçeri maaşlarının ödenmesinde devlet bütçesine altından kalkması çok zor bir yük getirecekti. ödemelerin zamanında yapılamamasının yanında devletin içine düştüğü mali darboğaz yüzünden tağşişlere (bir ekonomi politikası, devletin o zamanlar hepsi madeni olan paraları toplayıp içindeki altın/gümüş oranını azaltıp tekrar dağıtması) başvurmaya çalışması paranın değerini düşürerek fiyat artışlarına da sebep olacaktı. zaten mevcut yeniçerilere zar zor maaş yetiştiren devlet maliyesi fiyat artışlarına paralel olarak yeniçeri maaşlarına zam yapmaktan da özenle kaçınmaya çalışacaktı. işi daha da zorlaştıran yeniçerilerin artık iyiden iyiye ocağın mevcut kurallarına uymayarak sosyal bağlarını daha da derinleştirecek biçimde evlenmeleri, doğal olarak da yeniçeri odaları dışında yaşamaya başlamalarıydı. ideal olarak yeniçeri odalarında yaşaması beklenen ve barınma, beslenme ihtiyaçları için para ödemek zorunda olmayan yeniçerilerin maaşları da buna göre ayarlanmıştı. ancak pek çoğu aile sahibi olan, yeniçeri odaları dışında yaşayan yeniçeriler için zaten düzenli olarak ödenemeyen düşük maaşların hiçbir anlamı kalmıyordu. bu durumun sonucu, yeniçerilerin özellikle şehirlerde askerlik dışında ticaret ve zanaat hayatına müdahil olmaları oldu. sürecin başlarında çoğu zaman askeri sınıftan gelmelerinin getirdiği avantajla ya da bazen şiddet uygulama potansiyellerinin sağladığı kozla esnafın ve locaların içine zorla giren, kendini ortak eden yeniçeriler artık mesleki olarak yeni sosyal bağlar kurmaya başladılar. dahası, bu işi de geçip organize şekilde suç işleme, haraç alma, kız kaçırma, cinayet gibi olaylara da karışmaya başlamışlardı. dahası ocakta görevi birçok memur ölmüş, emekli olmuş ve her halükarda artık yeniçeri olmayan askerleri yaşamış gibi gösteriyor veya bir ortanın sayısını olduğundan fazla göstererek devleti fazla maaş ödemek zorunda bırakıyordu. bu durum da ocaktaki yüksek rütbeli subayların rüşvet ve yolsuzluğa batmasına sebep oldu.
bu konuda gerçekleştirilen dikkate değer bir çalışmada 17. yüzyılda yeniçerilerin ticaret ve zanaat alanına müdahalesi ve loncalara üye olması ilk başlarda esnaf, zanaatkar ve loncalar tarafından olumsuz karşılanıp, hukuki ve idari sorunlar çıkarırken, zamanla bu sürecin normalleşerek ekonomik hayatın bir parçası haline geldiği belirtilmektedir. bunda yeniçerilerin ticaret ve zanaatlara atılmasını engellemekte başarılı olamayan esnafın dezavantajlı konumlarını ortadan kaldırmak için, ya yeniçeriler ile ortaklık kurmasının ya da bizzat kendilerinin yeniçeri ortalarına yoldaşlık ya da taslakçılık suretiyle üye olmasının rol oynadığı görülmektedir. benzer şekilde loncalar da ekonomik faaliyetlerinde kendilerine avantaj sağlayabilmek için artık yeniçerilerin loncalara üye olmasına hatta lonca hiyerarşisi içinde önemli konumlara gelmesine ses çıkarmamaya başlamış olmalılar. loncalar arasındaki hammaddeye erişim rekabeti ve narhın belirlenme sürecinde devletle girişilen pazarlıklar gibi süreçler düşünüldüğünde loncanın içinde veya yönetiminde arkasına güçlü bir yeniçeri ortasının desteğini almış bir yeniçerinin bulunmasının avantaj getireceği açıktır. 19.yüzyıl başlarında pek çok esnaf loncasının mensupları ve kethüdaları arasında yeniçerilerin dikkati çeken varlığı düşünüldüğünde bu sürecin sonuçları konusunda fikir sahibi olunabilir.
bu sürecin askeri açıdan sonucu ise yeniçeri ordusunun artık profesyonel ve elit bir askeri güç olmaktan çıkıp neredeyse bir milis gücüne dönüşmesi oldu. her ne kadar özellikle yönetim kademelerinde ve ocağa yeni giren yeniçeri namzetleri seviyesinde ocak profesyonel bir askeri güç görüntüsünü muhafaza ettiyse de, bu ocak mensuplarının çoğunluğunun asıl mesleklerinin artık askerlik değil ticaret ve zanaatkarlık olduğu gerçeğini değiştirmedi. özellikle uzun süren harp dönemlerinde sefer mevsimi bitimlerinde kışları cepheye yakın kışaklarda ya da görevlendirildeki kalelerde bulunmaları gereken yeniçeri ortalarında sadece subaylar ve onların hizmetinde bulunan karakullukçulardan başka kimsenin bulunmadığını belirten raporların işaret ettiği şey, ocağın bir milis kuvvetine dönüşmesinden başka bir şey değildi. bu kısmını zorla sefere gitmek zorunda kalan yeniçerilerin bir kısmını da sefere gelmekten kaçınan yeniçerilerin yerine sağdan soldan bulunan kimselerin oluşturduğu yeniçeri ortalarının mensuplarının; sefere giderken, sefer sırasında ya da en iyi ihtimalle sefer mevsimi sonunda cepheyi bırakıp bir yolunu bularak memleketlerine, ailelerine ve işlerine geri dönmesi sıradan bir vaka haline gelmişti. (bkz: firar)
bu süreç aynı zamanda kurulduğu andan itibaren bir askeri lonca şeklinde işleyen yeniçeri ocağı'nda askerliğin aynı esnaf loncalarında olduğu gibi iş üstünde öğrenildiği ve pratik bilginin öne çıkarıldığı sisteminin işlemesini de zor hale getiriyordu. yeniçeri ocağı'nda geleneksel olarak önem verilen silah kullanma ustalığı, nişancılık ve kılıç kullanımında maharet vs. gibi kabiliyetlere yönelik talimlerin bile ihmal edilmeye başlaması, yeniçerilerin sahip olduğu o seçkin savaşçı kimliğinin dahi kaybolmasıyla sonuçlanacaktı. diğer bir taraftan da 16.yüzyıldan beri avrupa'da, özellikle piyade askerleri için düzenli talim ve disipline dayalı uygulamaların giderek geçerlilik kazanması, meydan muharebelerinde yeni taktik düzenlerin denenmesi ve uygulanmasına yol açıyordu. bu piyade taktiklerinin giderek daha gelişmiş hale gelmesi ve süvarilere karşı üstünlük kazanması, bu taktikleri uygulayan avusturyalılar ve ruslar karşısında sadece osmanlı süvarisinin savaş meydanındaki etkisinin azalması değil, aynı zamanda hala bireysel şekilde savaşan yeniçerilerin düşman piyadesine artık karşı duramaması anlamına geliyordu. ancak bütün bu genellemelerin osmanlıların ruslara ve avusturyalılara karşı giriştiği savaşların ve büyük muharebelerin nihai sonuçları dikkate alınarak yapıldığını da unutmamak gerekir. yoksa bu uzun süreli harpler sırasında osmanlı kuvvetlerinin muharebelerde, pusularda, kuşatma savaşlarında hala düşman kuvvetlerine karşı başarılar kazandığı bunda da hem eyalet kuvvetlerinin hem de yeniçerilerin eskisi gibi olmasa da rolü olduğunu bize hatırlatıyor. ancak nihai olarak askeri gücün zayıflaması, yeniçerilerin artık bir "askeri teşkilat" olmamasının göstergesiydi.
bununla birlikte, harplerin ve meydan muharebelerinin kaybedilmesinde daha büyük ölçekli yapısal, siyasal ve mali sorunların da önemli rol oynadığını göz ardı etmek sadece daha görünür sonuca odaklanmak manasına gelecektir. dönemin siyasal aktörleri açısından kullanışlı olan bu yaklaşımın mevcut sistemin düzeltilmesine engel olduğu ve ömrünü uzattığı açıktır. harbin kötü gidişinin ve kaybedilmesinin sorumluluğunun iktidardaki sadrazama, onun çevresindeki askeri ve mülki heyete ya da yeniçerilerin ve ordunun performansına bağlanması görünürdeki sonuca odaklanılarak esas sorunların göz ardı edilmesine yol açmaktaydı. bu açıdan yeniçeri ocağı'nın içine düştüğü durumu imparatorluğun siyasal, toplumsal ve ekonomik açmazlarının bir sonucu değil de, ayrıcalıklı bir grubun disiplinsizliği, merkezi otoriteye kafa atması ya da yozlaşması ile açıklayan yaklaşımın kısa vadeli siyasi amaçlara yönelik olduğunu dikkate almak lazım gelir.
osmanlı imparatorluğu'nun 18. yüzyılın ilk yarısında elindeki toprakları düşe kalka da olsa elinde tutabilmesi, hatta karlofça antlaşması (1699) sonucunda yitirdiği toprakların bir kısmını geri alabilmesi devletin hala hayatiyetini sürdürdüğü şeklinde yorumlanabilir. ancak bu yine de 1736-39 yıları arasında rus çarlığı ve habsburg/avusturya imparatorluğu'na karşı girilen harpte önemli askeri mağlubiyetlerin alındığı gerçeğini değiştirmedi. bu harbin önemli kayıplar verilmeden atlatılmasının ve ardından osmanlı devleti'nin avrupa'da yaklaşık 30 sene boyunca süren bir barış dönemi yaşamasının askeri sistemin ve yeniçeri ocağı'nın işleyişinde önemli bir zafiyet doğurduğunu iddia etmek de yanlış olmayacaktır. osmanlıların hem 1740-48 yılları arasındaki avusturya veraset savaşı'nın hem de 1756-63 yılları arasındaki yedi yıl savaşı'nın dışında durması bu dönemde yaşanan önemli askeri değişimlere yabancı kalmasına yol açtı. özellikle en ölümcül rakibi olan rus ordularının bu iki savaşta da yer alıp önemli tecrübeler kazandığı düşünüldüğünde, ilk bakışta toplum ve devlet açısından olumlu görülen bu barış döneminin pratik bilgiye dayalı osmanlı ordusu açısından hiç de olumlu sonuçlar doğurmadığını söylemek gerekir. bu barış döneminde yeniçerilerin askeri yetenek ve karakterlerini daha da kaybetmelerinin yanı sıra, ocağı en fazla güçten düşüren ve yıpratan faktörlerden biri olan esame yolsuzluklarının (esame : yeniçerilerin ulufe dedikleri maaşı almak için tuttukları defter ve yeniçeri yoklama defteri. memurların fazla para almak için ölü ve emeklileri de ekleyerek ortaların mevcudunu fazla göstermesinden bahsettik.) bizzat devlet tarafından meşrulaştırılması yakın gelecekte son derece olumsuz sonuçları da beraberinde getirecekti. birinci mahmud (1730-54) döneminde yeniçeri esamelerinin piyasada alım ve satımının devlet tarafından meşrulaştırılmasının aslında zaten fiili bir durumun kabulünden başka bir şey olmadığı söylenebilir (yeniçeriler yüksek fiyatlar karşılığında maaşlarını başkalarına ipotek ettirebiliyorlardı. esame defterlerini satın alan herhangi bir insan, yeniçeri olarak maaş alabiliyordu). ancak bu kabullenmenin süreci daha da kontrolünden çıkardığı ve devlet ricalinin elinde büyük miktarlarda esame kağıdının toplanmasına yol açtığı da belirtilmelidir. yüksek dereceli devlet memurları ve ulema bu esameleri yatırım amacı ile aldığı gibi bazen kendi hizmetkarlarının maaşlarını devlet hazinesinden ödetmek amacı ile de alıyorlardı. zaten esamelerin çoğu da bu grupların elinde toplanmıştı. 17. ve 18.yüzyıllar boyunca zaman zaman esame uygulamasını ıslah etmek amacı ile adımlar atılsa da, harp zamanlarında asker ihtiyacı arttığında ve isyanlar sonrasında bu konuda ödünler verilmek zorunda kalınması bir türlü sistemin ıslahına izin vermeyecekti.
(bkz: esamesi okunmamak)
bütün bu sürecin en yıkıcı sonucu 18.yüzyılın ikinci yarısında ruslarla yapılan iki büyük savaşta (1768-1774 osmanlı rus savaşı ve 1787-1792 osmanlı rus savaşı) osmanlı merkezi yönetiminin cepheye gönderecek yeniçeri askeri bulmakta büyük zorluklar çekmesi olacaktı. dönemin devlet yazışmalarının ve vakayinamelerinin dile getirdiği en önemli sorunlardan biri cephedeki düzenli piyade birliklerini oluşturması gereken yeniçeri sayısının hiçbir zaman istenen seviyeye ulaşamamasıydı. bin bir güçlükle cepheye gönderilen ve önemli bir kısmı ocak adabına yabancı, sağdan soldan toplama kimselerden oluşan yeniçerilerin askeri olarak kötü performansının yanı sıra işleri daha da kötüye götüren bu neferlerin ganimet imkanı olmadığında ya da işler kötüye gittiğinde ilk fırsatta firar etmeleriydi. bütün bu olumsuzluklara rağmen osmanlı ordularının büyük meydan muharebelerindeki başarısızlığı bir yana bırakıldığında bu harpler sırasında ortaya çıkan tablonun rus ve habsburg ordularının kesin bir hegemonyasından çok uzakta olduğunu toptancı bir yaklaşımdan kaçınmak adına belirtmek gerekir. bu harpler sırasında kale kuşatmaları, küçük çarpışmalar ve pusu savaşlarında yeniçerilerin ve osmanlı kuvvetlerinin hala başarılar kazanabildiği ve rus ve habsburg ordularına önemli kayıplar verdiği de belirtilmelidir.
ancak yeniçerileri osmanlı merkezi yönetimi açısından dayanılmaz bir unsura dönüştüren şey, askeri başarı ya da başarısızlıkların ötesinde, devletin otoritesine karşı takındıkları tavırdı. yeniçeri ocağı'nın 16.yüzyılın sonlarından itibaren içine girdiği değişim sürecinin toplumsal kökenleri ve ilişkileri çok derinlere inen yeni bir yapıyı doğurduğunu düşündüğümüzde, karşımızda olan şeyin artık farklı toplumsal grupların menfaatlerinin temsil edildiği kurumsal bir yapı olduğunu görürüz. 18. ve 19.yüzyılın başlarının yeniçeri ocağı, istanbul'a taşradan gelip hemşerilik bağlarıyla ayakta kalmaya çalışan göçmenlerden, hayatını emek gücü ile kazanan gündelik işçilere ; çarşı ve pazardaki orta ölçekli ve küçük esnaftan, görece büyük sermayeye sahip tüccarlara ve loncalara kadar geniş bir yelpazenin temsil edildiği bir kurumsal yapıydı. o sebeple bu dönemin yeniçerilerinin "ocak gayreti" diye tabir edilen yeniçeri ocağı'na duydukları bağlılık, tabii ki de klasik dönem yeniçerilerinin askerî bir takım ruhu ve yoldaşlık duygusu (yukarıda bahsettiğimiz gibi esprit de corps) ile ocağa duydukları bağlılık çok farklıydı, bu açıdan yeniçerilerin oluşturdukları grupların çıkarları doğrultusunda osmanlı merkezi yönetiminin otoritesine karşı gelmeleri, emirlerine itaat etmemeleri, daha ileri giderek gereğinde isyan etmeleri yukarıda bahsedilen sürecin sonuçlarından biriydi. 18.yüzyıl osmanlı siyasal ve toplumsal düzeni içinde ayrıcalıklı birçok gruptan biri olan yeniçeriler, osmanlı merkezi otoritesinin içeride ve dışarıda kendi iradesini kabul ettirmek için güveneceği kolluk kuvveti olmanın (ordu) çok uzağındaydı. 1768-74 ve 1787-92 osmanlı-rus savaşlarının osmanlı ricalinin önüne serdiği tablo, giderek daha yırtıcı hal alan avrupa arenasında osmanlı devleti'nin bekasının büyük bir tehlike içine düştüğüydü. devletin ayakta kalabilmesi için yapılması gereken bir an önce merkezi yönetimin kuvvet kazanması ve bunun için gerekli düzenlemelerin yapılmasıydı...
sona doğru, yeniçeri ocağı'nın kaldırılmasına/vaka-i hayriye'ye (hayırlı olay) giden yol
osmanlı ordusunun çağı yakalaması için gerçekleştirdiği düzenlemeler içinde acil olarak yapılması gereken ilk şey, ordunun muharebe meydanlarında avrupalı rakiplerle boy ölçüşebilecek seviyeye yeniden gelmesiydi. yeniçeri ocağı'nın toplumsam ve siyasal gücünden çekinen ricalin ancak kapalı kapılar ardında söyleyebildiği, devlet için hazırlanan raporlarda dahi açıktan telaffuz edemediği şey ise yeniçerilerin yerini alacak yeni bir ordu kurulmasıydı. 1787-92 harbi'nin tam ortasında kendini osmanlı tahtında bulan üçüncü selim'in harbin geri kalan bölümünde yakından şahit olduğu ve hatt-ı hümayunlarında feryat eder biçimde yakındığı işleyiş bozuklukları ve yolsuzluklar sonucunda savaş bitiminde reformun gereğine inandığı çokça bellidir. savaşın hemen bitiminde devletin ileri gelen bürokrat, ulema ve askeri ricaline yapılması gerekli reformlar hakkında tavsiyelerini içeren raporlar hazırlatılması ve ardından askeri reformlara başlanması bu inancın sonucuydu. hazırlanan layihalarda öne çıkan iki görüşten biri, mevcut askeri yapının ıslahı iken diğer görüş, sıfırdan yeni bir askeri sistem kurulmasıydı. her ne kadar yeniçeri ocağı'nın siyasi ve toplumsal gücünden çekinen devlet ileri gelenlerinin çoğunluğu yeni bir askeri sistem kurmak yerine mevcut olanın ıslahı önerisini dile getirdilerse de, raporlardan birkaçı sıfırdan yeni bir askeri sistemi önermekteydi. üçüncü selim ve danışmanlarının bu iki görüş arasında bir telif yolu bulup yeniçeri ocağı'na dokunmadan onun yanında yeni bir ocak kurmaya çalışması belki de en başından reformun akıbetini belirlemişti. üçüncü selim hükumetinin bu yeni askeri sistemin kuruluşunu müesses nizamın unsurlarına sezdirmeden gerçekleştirme çabaları aslında hiç de işe yararan hamleler değildi. bu bağlamda yeni kurulan ocağın aslında mevcut bostancı ocağı'nın bünyesinde yapılandırılarak "bostancı tüfekçileri" ismi altında faaliyet göstermesi ya da padişahın yeniçeri ocağı'nda da göstermelik benzer bir yapılanmaya gitmesi ve yeniçerilere önem ve özen gösterdiğine dair sembolik hareketleri çok da fazla bir mana ifade etmiyordu.
yine de yeniçerilerin nizam-ı cedid'e, ya da kendi deyişleriyle "nizam-ı yezid"e ilk başlarda açıktan ve yekpare biçimde karşı bir tavır aldıklarını da söylemek zordur. belki de 1787-92 harbindeki başarısızlığın ardından kamuoyunun gözünde yeni yapılanmaya açıktan karşı çıkacak kadar bir itibarlarının olmadığını düşünmek mümkündür. bunun yanında bu yeni oluşumun nereye gidecegini görmeden bir tavır takınmaktan kaçındıkları da iddia edilebilir. ancak bu yeni kurulan birliklerin zaman içinde kendi kışlaları, prestijli konumları ve yüksek maaşları ile kurumsal bir hale bürünmesi, imparatorluğun diğer bölgelerine yayılmaya çalışılmaları gibi faktörler, sonunda nizam-ı cedid'in yeniçerilerin giderek daha fazla hedefine oturduğu görülmektedir. özellikle 1800'lerin başları yeniçerilen ve hükumetin karşılıklı olarak birbirlerine karşı kamuoyunun desteğini kazanmak için giderek sertleşecek bir propaganda faaliyetine girişmelerine sahne olacaktı. yeniçerilerin kahvehanelerde, berberlerde, çarşılarda sözlü şekilde görüşlerini yayarak ya da bazen duvarlara yaftalar asarak ya da dağıtarak nizam-ı cedid aleyhine giriştikleri propaganda karşısında hükumet de kendini destekleyen ulemanın verdiği vaazlar ve yazılan risaleler ile kendini savunmaya çalışmaktaydı. reform için nakşibendi tarikatının bir kesiminin verdiği destek ya da ulema hiyerarşisinin üst kademelerinin hükumeti desteklemesinin seçkinler üzerinde etkili olduğunu düşünebilirse de, sıradan halkın üzerinde nizam-ı cedid lehine yapılan propagandanın ne kadar etkili olduğu şüphelidir. nizam- cedid reformlarını sonunu getirecek kabakçı mustafa isyanı'nın (1807) sonucundan yola çıkarak geriye doğru yapılan bu yorum riskli olsa da isyan sırasında başkent sakinlerinin üçüncü selim yönetimine yönelik herhangi bir destek girişiminde bulunmamaları bu görüşü kuvvetlendirmektedir.
nizam-ı cedid aleyhine 1807'de patlak veren isyanın en ilgi çekici noktalarından biri nizam-ı cedid ile çoğunluğu yeniçeri kuvvetlerinden olan asiler arasından bir çatışmanın yaşanmamış olmasıdır. bu, her ne kadar üçüncü selim'in merhametli kişiliğine ve nizam-ı cedid ordusunu kullanmama kararına bağlansa da, tespit edildiği kadarıyla isyan sonrasında bu konuda kamuoyunda iki yaygın görüş bulunuyordu. birincisi, sultan selim'in isyan sırasında sergilediği kararsızlığın temelinde 1806'da rusya'ya açılan savaş sebebi ile yeniçerilerin çoğunluğunun ordu ile birlikte rus cephesinde olmasının yattığıydı. üçüncü selim ve danışmanları açık biçimde nizam-ı cedid kuvvetlerini kullanarak isyanı bastırır ve isyana katılan yeniçerileri tenkil ederlerse cephedeki yeniçerilerin cepheyi bırakarak istanbul'a yürüyeceklerinden çekiniyorlardı. diğer bir açıklama ise, nizamı cedid ordusuna yazılanların çoğunluğunun yeniçeri veya yeniçeri taslakçıları arasından gelmesi sebebi ile bu kuvvetlerin emir verilse bile zaten kendi yoldaşlarına karşı bir harekete girişmeyecekleri yönündeydi. özellikle bu ikinci iddia daha ciddi biçimde araştırmaya muhtaç olsa da, o dönem yaşayanların bile olayın üçüncü selim'in kişiliğiyle bir ilgisi olmadığının farkında olduklarını göstermektedir.
yeniçerilerin nizam-ı cedid'e karşı kazandıkları bu zaferin kısa süreli bir zafer olduğunu da belirtmek lazım gelir. nizam-ı cedid ehli adı verilen reform yanlısı seçkinlerin bir kısmı, kabakçı mustafa isyanı sırasında tasfiye edilmiş olsalar da geri kalanları olduğu gibi üçüncü selim yanlısı olarak gördükleri alemdar mustafa paşa'nın yanında yer almışlardı. aslında tahta geçen yeni padişah dördüncü mustafa'ya karşı büyük ümitler besleyen ve ondan sadrazamlık bekleyen alemdar mustafa paşa'nın yeni yönetimden beklediğini bulamaması, kendisini yanına toplanmaya başlayan nizam-ı cedid yanlılarının yönlendirmelerine açık hale getirdi. alemdar'ın kendini destekleyen sekban birlikleri ile istanbul'a gelerek gerçekleştirdiği hükumet darbesi, ikinci mahmut'un tahta çıkışı ve kısa süre içinde nizam-ı cedid reformlarının çok daha sert ve amansız biçimde sekban-ı cedid adı altında ihya edilmesi ile sonuçlanacaktı. kendilerini bir anda üçüncü selim hükumetinden çok daha tehlikeli bir düşman ile karşı karşıya bulan yeniçeriler, üzerlerine celalileri hatırlatır bir acımasızlıkla gelen alemdar mustafa paşa hükumetine karşı can havli ile aynı sertlikte bir karşılık verecekler ve alemdar vakası olarak anılacak isyan sonrasında sekban-ı cedid tehlikesini de bertaraf edeceklerdi. bab-ı ali'yi basan yeniçerilerden kaçışı olmadığını anlayan mustafa paşa, barut mahzenine inerek orada barutla birlikte saraya dolan yeniçerileri ve kendisini de patlatacak, kendisiyle birlikte yüzlerce yeniçeriyi de yanında götürecekti... (bkz: alemdar vakası)
ancak bu isyan sırasında istanbul'da yaşanan can ve mal kayıpları dikkate alındığında yeniçerilerin kazandığı zaferin bir pirus zaferinden öte bir şey olmadığı anlaşılacaktır. alemdar vakasının yeniçerilere karşı istanbul'daki kamuoyu desteğinin altının oyulmasında önemli bir rol oynadığı düşünülmelidir...
alemdar vakası sırasında kardeşi dördüncü mustafa'yı idam ederek osmanlı hanedanının hayattaki tek erkek üyesi haline gelen ikinci mahmut, güç bela tahtını ve canını koruyabilmiş olsa da, saltanatının ilk yıllarında sürekli tehdit ve tahriklerine uğradığı yeniçerilerin hükumet üzerindeki etkisini çok abartmamak gerekir. 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren imparatorlukta ekonomik güçleri ve etkileri yükselişe geçen güçler karşısında devamlı erozyona uğrayan yeniçerilerin alttan alta işleyen bu sürece karşı çırpınışlara git gide daha çaresiz bir hal almaktaydı. savaş artık şövalyelerin oyunu değildi ve yeniçeriler akıntıya karşı kürek çekiyordu... ikinci mahmud döneminde merkezi devlet yapısından bağımsız hareket eden otonom grupların birer birer tasfiye edilmesi aslında bu sürecin bir sonucuydu. merkezi yönetime kafa tutacak durumda olan büyük ayanların tasfiyesi, ulemanın kontrol altına alınışı ve son olarak yeniçeri ocağı'nın ortadan kaldırılması merkezi devletin gücünü artırmak için atılan adımlardı. 1810'lardan itibaren büyük ayanları tasfiye etmeye başlayan, yeniçeri ocağı dışındaki askeri ocaklara gösterdiği ilgi ve maaş düzeltmeleri ile onların desteğini alan ikinci mahmut'un bir sonraki adımı ulemayı kendi tarafına çekmek oldu. padişahın başlıca hedefi zaten her daim merkezi hükümetin yanında yer alan ve ikna edilmeleri zor olmayacak ulemanın üst hiyerarşisinin değil, alt seviyedeki ulemanın desteğini kazanmaktı. hem çizdiği müslüman sultan imajı ile hem de vakıflar ve benzeri inamlar yolu ile refah seviyelerini artırdığı ulemanın desteğini de kazanan ikinci mahmut, yunan isyanı'nın meydana getirdiği sorunu mehmed ali paşa'nın yardımı ile aştığını düşündüğü anda yeniçerilere karşı harekete geçti.
(bkz: vaka-i hayriye)
her taraftan kıskaca aldığı yeniçerileri eşkinci layihası ile yeni bir askeri reformun başladığını ilan ederek iyice köşeye sıkıştıran ikinci mahmut yönetiminin reforma itaat etse de, isyan etse de yeniçeri ocağı'nı kaldırmayı kafaya koyduğu bellidir.
sarayın mahzenleri halka açıldı ve padişah, halifelik sıfatına kullanarak "bütün müslümanların hilafet sancağı altında toplanmasını emir buyurarak" yeniçerileri düşman ilan etti. hakim bölgelere konuşlandırılan topçu birlikleri, karadan silahlanmış halde yeniçerilere nefretle saldıran halk ve boğazdan istanbul'u topa tutan savaş gemilerinin yardımıyla yeniçeriler ebediyen tarih sahnesinden silinmişti.
velhasıl, 1826'da belki kendi inisiyatifleri ile belki de hükumetin adamlarının kışkırtması ile son kez isyana kalkışan yeniçerilerin üç saatlik kısa bir cebelleşmenin ardından imha edilmeleri dört buçuk asırlık ocağın sönmesi ile sonuçlandı.
devlet tarihçileri tarafından yukarıda da belirttiğimiz üzere "vaka-i hayriye" olarak anılan bu olayın ardından ikinci mahmut yönetimi yeniçeriliğin bütün nam ve nişanlarını yeryüzünden ; ve etkisini de osmanlı toplumu üzerinden silmeye çalışsa da bunda ne kadar başarılı olduğu tartışmaya açıktır. ahmet cevdet paşa'nın yeniçeriliği "devletin ve cemiyetin kalbinde bir seretan illeti (kanser)" olarak benzetmesi ve yeniçeriliğin osmanlıların iliğine işleyerek "asabiye-i milliye" makamına geldiğini belirterek ilgası ile asabiye-i milliye'ye halel geldiğini belirtmesi sorunu aslında tersten anladığını düşündürmektedir. yeniçeriler osmanlı devleti ve cemiyetinin kalbindeki seretan/kanser illetinin sebebi değil sadece bir belirtisiydi nitekim. bu açıdan yeniçeriliği kaldırmak sadece bu hastalığın belirtilerini ortadan kaldırmaya eş değerdi, nitekim imparatorluğu bekleyen dev buhranlar arasında yeniçerilerin ortadan kaldırılması önemli bir adım olsa da, cevdet paşa'nın deyişiyle "kanser" çok ilerlemişti artık bu yaşlı imparatorluk için...
son olarak
yeniçeri ocağı gibi sıfırdan bir süper-asker yetiştirmeye dayanan askeri teşkilatlanma, tarihte hükümdarların sık sık başvurduğu bir şeydi. türk askeri geleneğinden önce bunu ilk deneyimleyen ilk önce romalılar; daha sonra "gulam" adı altında emevi ve abbasiler ; sonra selçuklular; sonra memlükler ve en son osmanlılar olmuştu. tarihin cilvesi mi bilinmez, yeniçeri ocağı gibi devşirmeye dayanan bütün askeri teşkilatlanmaların sonu da isyanlar ve nihayetinde ya bir askeri sınıfın hegemonyası, ya da o askeri sınıfın ortadan kalkması ile sonuçlanmıştır.
osmanlı devleti ise kurulduğu yıllarda kendisinden önce var olan bozkır, orta doğu ve roma/bizans askeri mirasını iyi değerlendirerek kendisine daimi bir ordu yaratmış, ancak uzun vadede yukarıda da anlattığımız gibi bu iş sarpa sarmıştır...
ayrıca
(bkz: gulam)
(bkz: varangian guard) / (bkz: vareg muhafızları)
(bkz: memlükler)
(bkz: oksilyer)/ (bkz: auxilia)
kaynak:
türk askeri kültürü, kolektif, mehmet mert sunar, yeniçeriler
devlet-i aliyye, birinci cilt klasik dönem, yeniçeri ocağı'nın kuruluşu ve daimi ordu, halil inalcık
askerlik işi ve askeri işgücünün karşılaştırmalı tarihi 1500-2000, erik jan zürcher, sultanın ordusu
aşıkpaşazade, osmanoğulları'nın tarihi
osmanlı askeri tarihi, daimi ordunun kuruluşu, gazileri düzenli orduya dönüştürmek, ortadoğu askeri mirası, edward j. erickson