Şehrin Tadını Dibine Kadar Çıkarmak İsteyenler İçin: Los Angeles'a Gideceklere Tavsiyeler
- los angeles'tan öyle avrupa gibi güzel binaların olduğu, tarihi eserlerin bulunduğu bir yer beklemeyin. öyle new york gibi bir yer de beklemeyin. sikimsonik bir latin amerika şehrine benzeyen bir yerle karşılacaksınız. dolayısıyla los angeles'ın turistik hiçbir değeri olduğunu düşünmüyorum. yani görmezseniz hiçbir şey kaybetmeyeceğiniz bir şehir. eğer amerika turu falan yapıyorsanız burayı atlayın direkt, onun yerine new york'a gidin, new orleans'a gidin, san francisco'ya falan gidin. hatta miami bile görmeye değer ama kanımca los angeles'ın görmeye değer hiçbir yeri yok.
he "sen niye gittin o zaman amını siktiğimin" diye soracak olursanız, ben amerika'da uzun vakit geçirecektim ve planlarıma uyan tek şehir burasıydı(konumu itibariyle).
- los angeles tek bir şehir değildir. 88 tane küçük şehrin birleşimidir. bu küçük şehirlerin hepsinin kendi belediyesi, polisi, itfaiyesi falan vardır.
buna genelde los angeles county denir ve insanlar los angeles dediğinde bu kocaman county'yi kasteder aslında. bunun nüfusu 18 milyon civarıdır.
eğer şehirdeki bir los angeleslıya "los angeles'a nasıl giderim" derseniz, size downtown'ı gösterecektir. yani aslında los angeles denilen şehir sadece downtown bölgesi kabul edilir, onun nüfusu da 3 milyon. tabii bu durumu sikleyen olmaz genelde. los angeles denince hep county kastedilir.
- los angeles, ispanyolcada "melekler" demektir. "melekler şehri" demek değildir. melek kelimesinin ispanyolca tekili angel, çoğulu angeles şeklindedir. başındaki los kelimesi ise tekil eril artikel olan el kelimesinin çoğul versiyonudur.
los angeles kelime anlamı olarak melekler demek olduğu için los angeles'a "melekler şehri" denir. ingilizcede de city of angels denililir bunun için.
- los angeles'ın iki şekilde telâffuzu var, biri "los encılıs" şeklinde, diğeri ise "los encıliiiiz" şeklinde. bunların ikisi de doğrudur, hangisinin doğru olduğu konusunda bir görüş yoktur.
fakat şöyle bir gerçek mevcut: hiçbir amerikalı "los encıliiiiz" diye telâffuz etmez, hepsi "los encılıs" der. o uzatarak telâffuz edenler %99,99 ingilizler oluyor veya ingiliz ingilizcesi konuşmak için kasım kasım kasılan yabancılar öyle telâffuz ediyor.
ingilizlerin de ana dili ingilizce sonuçta, fakat bir şehrin kendi yerli insanı ona "los encılıs" diyorsa elin ingilizinin okyanus ötesinden gelip onu "los encıliiiiz"e çevirmesi saçma bana kalırsa.
hangisinin doğru olduğu konusunda bir görüş yok fakat bana sorarsanız doğrusu los encılıstır. sonuçta şehrin yerlileri böyle diyor. elin ingilizinin elin los encılıslısından daha iyi bilecek hali yok ya ehehehehe
- öyle yeni ingilizce öğrenmişlerin kasım kasım kasındığı gibi kasılarak "eeeelllleeyyy" demeye falan çalışmayın, direkt "los encılıs" deyin. merak etmeyin, dövmüyorlar.
hele hele türkçe konuşurken konuşmanın arasına los encılıs demek yerine "eelllleeyyy" diye sıkıştıranlar olmuyor mu, ağızlarını sikesim geliyor.
- şehri gezmeye karar verirseniz tahminimce 2-3 gün yeterli olacaktır. eğer şehirdeki her boku göreyim, görmediğim turistik bir şey kalmasın, los angeles benden sorulsun diyorsanız bir hafta on gün ayırın.
- şehirde gezmek için üstü açık araba (convertible) kiralamanız şart! eğer normal araba kiralarsanız polis turist olduğunuzu öğrenirse yüklü miktarda ceza kesiyor. boşu boşuna ceza ödemeyin. basın parayı üstü açık araba kiralayın.
şaka bir yana, bu şehri normal arabayla gezen turist görmedim ben arkadaş.
- şehirde toplu taşıma sik gibi. dolayısıyla araba şart. eğer araba kiralamakla uğraşmak istemiyorsanız uber kullanın. yüzlerce kez kullandım, fiyatları inanılmaz uygun. hele kısa süreli kalacaksanız araba kiralamadan daha ekonomik.
- araba kiralamak için bulup bulabileceğiniz en uygun siteyi yazıyorum size, bu kıyağımı unutmayın: www.relayrides.com
bu sitenin olayı şu: los angeles'ta yaşayan bir vatandaş arabasını kullanmadığı zamanlarda onun üzerinden para kazanmak istiyor. dolayısıyla arabasını bu site üzerinden kiralıyor.
yani bu siteden kiralayacağınız arabalar bir araba kiralama şirketinin arabası değil, sıradan bir vatandaşın kendi arabası olacak.
bu durumun bazı dezavantajları da mevcut. örneğin eğer pahalı bir araba (maserati falan) kiralamak isterseniz en az 30-35 yaşında olma şartı oluyor genelde. değerli arabası olan insanlar arabalarını çoluk çocuğun eline vermiyor.
arabayı alabilmek için sahibinin evine gidiyorsunuz haliyle. dolayısıyla araba seçerken teslim yeri size çok uzak mı kontrol edin.
ayrıca sitedeki arabaları kiralayabilmek için en az 23 yaşında olmak gerekiyor. 23 yaşın altına araba kiralıyorlar mı tam emin değilim. belki kiralayan vardır tek tük.
bu siteyi arkadaşlarım defalarca kullandı, hiçbir sorunla karşılaşmadı. gidip de araba kiralama şirketlerine yüzlerce dolar dökeceğinize bu siteyi kullanın.
şehirde gezilebilecek, herhangi bir turistik değeri olan her bölgeyi sıralıyorum şimdi
hollywood, santa monica, malibu, universal city, san marino, westwood, beverly hills, venice beach, downtown, valencia, long beach, pasadena ve santa catalina adası.
eğer 2-3 gün geçirecekseniz gezeceğiniz yerler sırasıyla şu şekilde olmalı: hollywood, beverly hills, santa monica ve venice beach.
şimdi bu bölgelerde teker teker neler yapılır anlatıyorum
- benim los angeles'ta yaşadığım, en sevdiğim yerden başlıyorum.
hollywood: burası bana göre los angeles'in en güzel bölgesi. buradan otel ayarlarsanız durum şöyle olacak;
* toplu taşıma ile sahile gitmeniz en aşağı 2 saat sürecek. dolayısıyla santa monica ve venice beach'i ayrı ayrı gezmeniz gerekebilir veya sabahtan erken kalkıp gitmek de bir çözüm. araba varsa sıkıntı yok.
* universal studios'a çok yakın. metroyla hollywood/highland istasyonundan 10 dakikada varırsınız. universal studios'a metro ile gitme imkânı varken arabayla gitmeyin, daha uzun sürer. metro en güzel çözüm.
* toplu taşıma ile downtown'a gitmeniz otobüse binerseniz trafiğe göre değişmekle birlikte yaklaşık 45 dk sürer. metroya binerseniz 30-40 dk sürer. araba varsa 20 dk sürer.
* beverly hills'e otobüsle 30 dk civarı sürer. araba varsa 15-20 dk.
burada çok fazla evsiz görürsünüz. turist çok yoğun olduğu için para kazanma düşüncesiyle buraya gelirler. zarar verenini görmedim. hatta evsizlerden bazılarıyla kanka olmuştum. normalde zenci olmayan birinin zenciye "nigga" demesi inanılmaz büyük hakaret olarak algılanır ama ben bu evsizlerden birine "nigga" diye sesleniyordum, o kadar samimi olmuştum yani :d başka biri dese sikerdi büyük olasılıkla.
ara not: zenciler birbirine hep "nigga" veya "homie" diye hitap ederler. fakat zenci olmayan birinin zenciye "nigga" demesi çok büyük hakarettir. hani bizim ülkemizde arkadaş çevresinde en yakın arkadaşını "orospu çocuğu" veya "piç" diye çağırırsın fakat bir insanın onu küfür anlamında kullanması kötü bir şeydir ya, işte aynı o durum ehehehehehe
burayı arabası olmayanlar okusun: havaalanına shuttle vardır. hollywood/vine metro istasyonuna çok yakın. istasyonu arkanıza alınca sağınızda kalıyor, 30 saniye falan sürer durağına gitmek. durağında ücreti ve saatleri yazar. yanlış hatırlamıyorsam yetişkin için 9 dolardı fiyatı. fakat ben bu shuttları bir kere havalimanından hollywood'a gitmek için kullandım, yaklaşık 1 saat geç geldi. ayrıca sadece kredi kartıyla ödeme yapılıyor bu shuttlelarda.
havalimanına ulaşmanın en mantıklı yolu uber. hollywood'dan havalimanına yaklaşık 12-13 dolar tutuyor. eğer taksi isterseniz 50-55 dolar tutar. shuttle ise dediğim gibi 9 dolar, fakat çekeceğiniz o eziyete değmez, inanın bana. uber kullanın.
los angeles'in çoğu bölgesinde sokaklarda insan görmekte zorlanırsınız çünkü herkes araba içinde yaşamaktadır. fakat hollywood sokaklarında insan görebileceğiniz nadir yerlerdendir.
buraya gelmeden önce internette okuduğum gezi yazılarında hollywood bulvarı için birkaç yerde "hayal kırıklığı" dendiğini gördüm. herhalde bunu diyen insanlar bulvarda hayatın anlamını bulmayı bekliyordu. güzel kardeşim benim; sikimsonik bir bulvarı göreceksin altı üstü, "hayal kırıklığı" nedir ulan? sana kim kardashian'ı görmeyi mi vaat ediyordu bu bulvar? hayatın anlamını mı bulacaktın burada? buraya hayal kırıklığı diyenlere koca bir siktiri çekiyorum öncelikle.
hollywood'a gelince gidilecek yer direkt hollywood bulvarı'dır. bu bulvar üzerinde yerlerde ünlü insanların isimlerinin yazdığı yıldızlar vardır. burada sevdiğiniz sanatçıların yıldızını aramaya çalısabilirsiniz. yalnız bu bulvar çok uzun ve üzerinde 2000'den fazla yıldız var. eğer aradığınız kisi çok ünlüyse çok popüler bir noktaya konulmuştur ve bulmanız zor olmaz. eğer çok bilinmeyen biriyse aramayı denemeyin derim. ben hiç ünlü birinin ismini aramadım bulvarda fakat arada bir yürürken gözüme david bowie ve bryan adams çarptığında hemen fotoğrafını cektim:) yıldızlardan yerde olmayan bir tanesini kodak theatre'in orada görebilirsiniz. muhammed ali'nin yıldızıdır bu. ismi peygamber ismi olduğu için ismine basılmasını istememiştir o yüzden onunki yere konulmamıştır, duvara asılmıştır.hollywood bulvarı üzerindeki en önemli turist atraksiyonları tcl chinese theatre, kodak theatre ve el capitan sinemasıdır. gördüğünüz gibi üçü de sinema ve tiyatro. tcl chinese theatre önünde yerde ünlülerin el ve ayak izlerini görürsünüz. çok fazla ünlü yoktur ama burada. kodak theatre'in ise merdivenlerinde genelde herkes fotoğraf çekinir. film prömiyerleri olduğu zaman bu üç atraksiyondan birinde olur. film galaları olduğunda hollywood bulvarı'nın yaklaşık 400 metrelik bir kısmı trafiğe kapatılır. kodak theatre'in yanında alışveriş merkezi gibi bir bölge var. yani kapalı bir yer değil ama bir sürü mağaza var. guess, victoria secret gibi. kodak theatre'in ikinci katındaki balkondan hollywood yazısı çok güzel görünüyor fakat fotoğraf çekinince fotoğrafta çok belli olmuyor. yani görmek isterseniz gidin ama fotoğraf makineniz çok süper üst düzey bir şey değilse hollywood yazısıyla fotoğraf çekinmek için yakınına gitmeniz gerekecek.
hollywood bulvarı üzerinde sınır bozucu derece çok fazla hollywood turu satan insan var. yaklaşık 5 dakikada bir "hollywood turu ister misiniz?" diye soran insanlarla karşılacaksınız. isterseniz katılabilirsiniz ama benim tavsiyem katılmayıp kendi kendinize gezmeniz. tadını ancak kendi kendinize çıkartabilirsiniz. aynı zamanda çok sayıda insan "kişilik testi ister misiniz?" diyecek. bunlara da kibarca teşekkür edip geçin.
bir sürü hediyelik eşya dükkanı var. burada önemli nokta ilk gördüğünüz dükkanda bir şey almamanız. milyon tane dükkan var ve bazıları sırf konumları nedeniyle daha popüler. sattıkları şey diğer dükkanlarla bire bir aynı fakat daha pahalı, çünkü konumları turist atraksiyonlarına çok daha yakın. memlekettekilere hediyelik eşya alacaksanız doğuya doğru yürüyün ve epey uzaktaki dükkanlardan alın. maksimum 20 dakika yürürsünüz. çok daha ucuzlar. hollywood üzerindeki hard rock cafe'den de hediyelik eşya alabilirsiniz fakat çok pahalı. buradan sadece kendinize hediyelik eşya almanızı tavsiye ederim :)
ünlü bulvar sunset bulvarı'nın bir kısmı da hollywood'da
bu bulvar üzerindeki ünlü olan yer sunset strip bölgesi ve bu bölge malesef hollywood içinde kalmıyor, beverly hills içinde kalıyor. bulvarın hollywood içinde kalan kısmında amoeba music isimli bir dükkan var. müzikle ilgilenen biriyseniz harika bir yer. dünyadaki her türlü müzik ve neredeyse her şarkıcının albümlerini bulabilirsiniz. çokça sayıda plak da satılıyor. konumu ise sunset bulvarının vine caddesi ile kesiştiği yere 2 dakika yürüme mesafesinde. sunset ile vine'in kesiştiği yere giderseniz amoeba yazısını görürsünüz. sunset strip bölgesine gitmek isterseniz sunset bulvarı üzerinden 2 numaralı otobüse binebilirsiniz. ucla'e doğru gider bu otobüs. hep sunset bulvarı üzerinden devam eder. sunset strip bölgesine geldiğinizi anlamak için etraftaki binalara bakmanız yeterli. baktınız ki gece kulübü, bar ve lüks otel sayısı artıyor, bilin ki sunset strip'tesiniz.
vaktiniz çoksa hollywood'da ünlü bir mezarlık olan hollywood forever cemetery'ye gidebilirsiniz. santa monica bulvarı ile vine caddesi'nin kesiştiği noktadan santa monica bulvarı üzerinde doğuya doğru yürürseniz 5 dakika içinde ulaşırsınız. açıkçası burası hakkında pek bilgim yok ama mezarlık çok güzel yanı daha güzel bir mezarlık olur mu bilmiyorum. ben meksikalı bir adamın cenaze törenine denk geldim adamlar gitar falan çalıp şarkı söylüyorlardı adamın ölmesine seviniyorlar mı üzülüyorlar mı belli değil :d belki de onların gelenekleri öyledir. bu mezarlığa hollywood bulvarı üzerinden yürümeye kalkarsanız yarım saat civarı sürer. fakat güzeldir, ilginç bir mezarlıktır, vaktiniz olursa tavsiye ederim görmenizi.
hollywood'un en çok fotoğrafı çekilen yerine gelelim, hollywood yazısı
öncelikle yürümeyi sevmeyen biriyseniz araba kiralayacaksınız. bu yazıya toplu taşıma ile ulaşım yok. toplu taşıma ile bir yerde inip en aşağı 1 saat yürümeniz gerekecek. yazının 100-150 metre kadar yakınına yaklaştırıyorlar. yazının arka kısmındaki tepeye de çıkabilirsiniz. fakat ben o kadar dibine gidilmesine gerek olmadığını düşünüyorum. ben hollywood bulvarı üzerinden 222 numaralı otobüse bindim. bir yerde indim ve dağların eteğine kurulmuş çok güzel mahalleler içerisinden geçerek yaklaşık 1,5 saat yürüdüm. harika bir deneyimdi çünkü içinden geçilen mahalleler çok güzeldi. daha sonra vardığım lake hollywood park isimli parktan harika görünüyor yazı. burada bir sürü fotoğraf çektim. bu yazıya ulaşmanın birçok yolu ve uzaktan da olsa güzel görünümünün olduğu birçok yer var. benim tercihim lake hollywood park'a gitmekti. tavsiye ederim. daha sonra brezilyalı arkadaşların ısrarıyla yazının tepesine kadar gittim. tepesinden çok güzel bir los angeles manzarası görüyorsunuz. tepesine gitmek için sunset ranch hollywood'a gideceksiniz. buradan sonra her yer toprak. arabanız olsa da buradan sonra yürüyeceksiniz. yaklaşık 1 saatlik yürümeyle yazının tepesine ulaşabilirsiniz. yanınıza bolca şu ve güneş kremi almayı unutmayın. eğer fantastik bir deneyim isterseniz at kiralayabiliyorsunuz. malum at çiftliği sonuçta orası.
hollywood'da bir diğer turist atraksiyonu griffith observatory
buraya ulaşım için sunset bulvarı üzerinde 2 numaralı otobüse bineceksiniz. bu otobüs bir yerlerde adını hatırlamadığım metro istasyonunun dibinden geçiyor. o metro istasyonunun orada inince haftasonları sağlanan shuttle mevcut. hafta içi buraya ulaşım nasıl olur bilmiyorum. hafta sonu dash isimli shuttle servisi mevcut. bu shuttle servisi 50 cent sadece fakat herkes bahşiş de olsun diye 1 dolar veriyor. bu gözlemevinden los angeles'a bakabilirsiniz. çok güzel görüntüler elde edebilirsiniz. gözlemevini de gezebilirsiniz. giriş ücretsiz. içinde ılgın şeyler var. galileo'nun teleskobu falan var. bir odada da her elementten bir parça toplayıp kaba koydukları bir bölüm var, epey ilginç. güneş sistemi hakkında bilgiler veren, gezegenleri anlatan bir sürü yer mevcut. içinde bir yerde de kilise çanı gibi sağa sola sallanan bir top var. bunun ne olduğunu orada görevli birine sormanızı tavsiye ederim çünkü ben unuttum :d shuttle servisiyle ilgili uyarayım: ben tam 45 dakika servis bekledim. başka bir gün giden alman arkadaşım da 40 dakika beklemiş en sonunda şehre kendisi yürümüş. los angeles'ta toplu taşımanın bu içler acısı hali beni üzüyor :/
bir diğer aktivite ise runyon canyon park'a gitmek olabilir. bu park hollywood bulvarı'na çok yakın. bu parkta tepeye kadar yürüyebilirseniz los angeles'ı tepeden izleyebilirsiniz. bana kalırsa burada göreceğiniz görüntü griffith observatory'de göreceğinizden daha güzel. güneşli bir günde gitmenizi tavsiye ederim. aynı zamanda spor da yapmış olursunuz. parka spor amaçlı gelen bir sürü insan var.
ayrıca hollywood bulvarına çok yakın "magic castle" diye bir yer var, ilginç bir yere benziyor fakat ben gitmedim. neden gitmedim onu da bilmiyorum hala.
he bir de madame tussauds müzesi var. giriş için öğrenci indirimiyle 25 dolar ödemiştim. müze çok güzeldi, fakat 25 dolar ödemeyi hak ediyor mu bilmiyorum. yine de turist atraksiyonu dedik gittik. ayrıca çıkmadan önce de 4 boyutlu sinema izliyorsunuz, yaklaşık 20 dakika sürüyor ve bunun için ek ücret alınmıyor. müze biletine ödediğiniz paraya dahil. şimdi ne yalan söyleyeyim, bu müzeyi görün hakkaten beğendim ben. çok da üzülmüyorum verdiğim paraya. hatta şimdi düşündüm de, hak ediyor lan o parayı. verin gitsin abi.
eğer "film endüstrisinin kalbine gelmişim, bir film izleyelim los encilista zaten süper ingilizce biliyoruz, altyazısız da anlarız biz o filmleri" diyorsanız bildiğim iki sinema var. biri dünyanın en ünlü sineması olan tcl chinese theatre, diğeriyse archlight. archlight'ın bir numarası yok ama buna film izlemeye giden arkadaşım steven gerrard'ı görmüş yan koltuğunda. adamla film arasında 15 dakika konuşmuş. herif bildiğin 1,5 ay sıkılmadan tekrar tekrar bunu anlattı amk. kusasım geldi artık, "sikerim gerrard'ını" diye isyan ettim defalarca.
ben iki kere tcl chinese theatre'da film izledim. film bileti 20 dolar. yani 60 lira. hatta bugünün dolar kuruyla 80 lira ediyor. şimdi diyeceksiniz "bir film için 80 lira mı verilir amk" diye, haklısınız, verilmez aq. ama orası los encilis ama orası holivud. ülkene döndüğünde arkadaşlarına "ben dünyanın en ünlü sinemasında tom kuruz filmi izledim" diyerek hava atacaksınız ehehehehe
alman arkadaşımla gittik, filme girdik. salon abartmıyorum, 1000 kişilik falan. hiç abartmıyorum. wikipedia'dan bakın. salonun tasarımı harika, çok güzel, süper.
dalyarrağın teki geldi, yarım saat teşekkür etti bu sinemada film izlediğimiz için sonra sinemanın tarihini anlattı, ayrıca dünyada sadece 5 tane sinema salonunda bulunan özel bir teknoloji ile filmi izleyecekmişiz, teknolojinin adı şöyle: "imax laser 3d"
bildiğin altın rengi kaplama bir gözlük veriyorlar girişte. ama gözlüğün camları da altın rengi bir filmle kaplı. gözlüğü takınca bilimkurgu filmlerinde gözlerini kaybetmiş, son teknolojiyle yapılmış bilgisayarlı termal gözlük takmış adamlara benziyorsun.
film başladı, ben anlamadım neresinde lazer var diye. film boyunca bildiğin 3 boyutlu filmden hiçbir farkını göremedim. yok lazermiş yok dünyada sadece 5 sinema salonunda varmış vs vs.
siktir olm, bir sik yok senin o pazarlama harikası olan güzel tasarımlı, sik kadar perdesi olan ti si el çaynııızz tiyedırında.
ha bir de bu amerikan halkının dangalakça bir özelliği var, filmde espri geçince alkışlıyorlar. he tamam kardeşim o perdenin arkasında yönetmen bekliyor zaten senin alkışlarını da duyup çıkışta kapıda bekleyip sana teşekkür edecek.
uçak inince pilotu alkışlayan adamlar bile bunlardan daha mantıklı.
hollywood kısmı bu kadar, şimdi gelelim universal city'ye
buradaki iki atraksiyon var, biri universal city walk denen alışveriş bölgesi, diğeriyse universal studios.
universal studios bana kalırsa açıkça para israfı. ben bileti indirimle 77 dolara almıştım, o zaman dolar kuru 2.6 idi ve hayatım boyunca verdiğim en boş paraydı. bu parka eğer hollywood film sektörüne inanılmaz bir ilginiz yoksa gitmeyin.
ha "ben paramı çöpe atmayı seviyorum bizde para bok" diyorsanız, o zaman tam bir gününüzü buraya ayırmanız lazım. biletler eskiden 85 dolardı, şimdi artmış olabilir. evet, tek günlüğüne burayı gezebilmek için vereceğiniz para bugünün kuruyla 85x4=340 lira.
tam 340 lirayı, bu sikimsonik parkta bir gün geçirebilmek için vereceksiniz (ki bilet fiyatı artmış da olabilir, bilemiyorum).
340 liraya avrupa'ya gidiş dönüş uçak bileti alırsın olm?!?! neyse.
bu parka ulaşmak için metronun kırmızı hattına binip universal city istasyonunda inmeniz gerek. iner inmez çok yakında parka giden bedava shuttle var. buna bineceksiniz.
park sabah 8 civarında açılıyor. eğlence parklarına mutlaka sabahtan gitmeniz gerekiyor. dünyanın neresinde olursa olsun. yoksa 1 dakikalık eğlence için 2,5 saat (abartmıyorum) sıra beklersiniz. ha ben beklerim derseniz orası ayrı. fakat beklemeyi seçerseniz yanınıza güneş kremi bolca alın. kavrulacaksınız çünkü.
sabah 8'de park açılır açılmaz giderseniz ilk yapacağınız şey stüdyo turuna katılmak olacak. bir otobüsle stüdyoyu gezdirecekler. filmlerin çekildiği yerleri gösterecekler, sahte new york'un içinden falan geçeceksiniz. sahte meksika kasabalarından, kovboy filmlerinin çekildiği yerlerden geçeceksiniz. daha sonra otobüs bir tünele girecek ve platformun üzerine çıkacak. burada size otobüse binmeden önce verilmiş 3d gözlüklerinizi takacaksınız ve king kong izleyeceksiniz, otobüs de bu platform üzerinde oynayacak. ilginç bir 3d deneyiminiz olacak. daha sonra hızlı ve öfkeli atraksiyonu var. otobüs yine bir platforma çıkacak ve 3d olarak hızlı ve öfkeli filminin içinde olacaksınız. bu da ilginç bir deneyim. fakat 77 dolar etmez.
daha sonra farklı atraksiyonlara gidebilirsiniz. parktaki bazı atraksiyonlarda single rider bölümü var. illa ki ailenizdeki insanlarla yan yana gitme gibi bir isteğiniz yoksa ve farklı vagonlara binmeyi kabul ederseniz single rider bölümünde çok az sıra bekleyerek binebilirsiniz. biz arkadaşlarla böyle yaptık. yoksa o kadar sıra siksen çekilmez abi.
atraksiyonlardan jurassic park'ta çok ıslanacaksınız. baştan aşağı her tarafınız su olacak. ona göre gidin. ıslanmayı azaltmak istiyorsanız binişte yağmurluk gibi bir şey veriyorlar. biz maalesef olay bitince fark ettik.
the simpsons ilginç bir atraksiyon. olduğunuz yerdeki koltuk oynuyor sadece ama roller coaster'da gidiyormuşsunuz gibi hissediyorsunuz.
en hızlı roller coaster the mummy, o da çok kısa ve ''hızlı'' değil. ancak 5 yasındaki çocukları korkutur herhalde.
ayrıca şimdi harry potter atraksiyonu da açılmış. o ilginç olabilir bak. ayrıca ben gittiğim zaman harry potter'in hediyelik eşya dükkanı da vardı. harry potter filmlerindeki neredeyse her malzeme var burada, fakat ateş pahası. örneğin aşa almak isterseniz 36 dolar, çapulcu haritasından isterseniz 30 dolar, anahtarlık alayım deseniz en ucuzu 20 dolar civarı vs. parayı saçmak isteyenler için güzel mekân.
yalan da değil şimdi, bir ara çok gaza geldim dedim "ulan şu asadan alayım" diye, tam gidip 36 dolar bayılacakken arkadaş dedi "olum o tahta parçasına 100 lira vereceksin, emin misin" diye. vazgeçtim anasını satıyım.
kitabın hardcore fanı olan brezilyalı arkadaşa baktım, adam gitmiş asa almış, harita almış, atkı almış, hırka almış. adam bildiğin gidip 200 dolar harcayıp çıktı dükkandan. vay babasını... gerçek fan dediğin böyle bir şey oluyor herhalde.
shrek 4d için çok fazla sıra beklersiniz. bildiğiniz 3 boyutlu sinema arada bir yüzünüze su fışkırtıyorlar. bana kalırsa bununla vakit kaybetmeyin. ultra boktan. buna girerseniz çıkınca harcadığınız vakit için muhtemelen ağlayacaksınız. çocuk sayısı epey fazla olduğu için bu atraksiyon için en aşağı 50 dakika sıra bekleyeceksiniz.
waterworld isimli atraksiyon ise sinema şeklinde tiyatro. bu güzel işte. ingilizce biliyorsanız çok güzel, bilmiyorsanız da tavsiye ederim.
bir atraksiyonda ise sinemadaki özel efektlerin nasıl yapıldığını anlatıyorlar. ilginç, fakat beklemeye değmez diye düşünüyorum. ayrıca iyi düzeyde ingilizceniz olması gerek. yoksa bi sik anlamazsınız.
parka bol bol su getirin. bir şişe su 4 dolar. evet, bildiğiniz 500 ml pet şişe su için bugünün dolar kuruyla 16 lira para ödeceksiniz. yemek yemek isterseniz en aşağı 15-16 dolar.
bu parktan çıkıp aynı gün tekrar girmek isterseniz biletinize damga bastırmanız gerek çıkışta. çıkınca yakında olan üniversal city walk denen bölgeye gidip mağazalar gezebilirsiniz.
bence tamamen vakit kaybı. sinemaya, filmlere çok çok özel bir ilginiz yoksa ve çocuğunuz yoksa gitmeye değmez. fakat çocuğunuzu eğlendirmek için gidebilirsiniz.
kişiden kişiye de değişir tabii. ben roller coasterları seviyorum, böyle yavaşça giden veya olduğu yerde oynayan çakma roller coasterları değil. belki de siz seversiniz ama çokça para ödeyeceksiniz aklınızda bulunsun.
şimdi gelelim valencia'ya
diyeceksiniz "bu bölgede ne var" diye, bu bölgede şu ana kadar gittiğim en güzel, en harika, en efsane eğlence parkı var dostlar.
gelip de "ama o roller coasterlarda can güvenliğin yok, çok tehlikeli onlar, nasıl biniyorsun onlara yeeeeaaaa, olursun abi yeeaa sakin yeeeaaa" diye böğürecekler sıktırsın. onlar kaydırsın aşağıya.
parkın ismi "six flags magic mountain"
evet kardeşim, o parktaki en korkunç roller coaster da dahil olmak üzere hepsine bindim.
hayatımda gittiğim en iyi eğlence parkıydı. şu ana kadar universal studios hollywood ve disneyland paris'e gittim. ayrıca küçük çaplı birkaç tane daha eğlence parkına gittim. six flags'ten daha iyisi olabilir mi hayal bile edemiyorum. efsane.
en güzel özelliği, bilet fiyatı ucuz. verdiğin paranın hakkını fazlasıyla alıyorsun. bilet fiyatı 35 dolar idi yanlış hatırlamıyorsam.
universal studios için çöpe attığım 77 dolardan sonra buna ödediğim 35 dolardan sonra "500 dolar da olsa ödenir" dedim.
hayatım boyunca ödediğin paranın hakkını bu kadar veren bir atraksiyon dünyanın hiçbir yerinde görmedim.
bu parkın tek dezavantajı biraz fazla uzakta olması. los angeles'ı ben hep ikiye ayırırım, dağların arkası ve önü diye. dağların onu dediğim yer şehrin bilinen yerleri, hollywood, beverly hills'in falan kaldığı taraf. dağların arkası ise hiçbir turistik özelliği olmayan normal mahalleler. işte six flags de dağların arkasında epey uzakta valencia denen şehirde kalıyor. ulaşım çok zor. mutlaka araba kiralayın. kiralayamazsanız downtown'dan otobüs kalkıyor fakat ulaşım zor.
her eğlence parkına gibi buraya da sabah en erken saatte gelin. öğle saatinde gelirseniz 1.5 dakikalık roller coastera binmek için 2.5 saat bekleyebilirsiniz ve bu yüzden her şeyi deneyemeyebilirsiniz.
parkın açılma saati 10 idi yanlış hatırlamıyorsam. açılış saatini öğrenin ve açılışta kapıda olun. buna rağmen kalabalık göreceksiniz. bolca güneş kremi alın yanınıza. güneş acayip yakacak.
şort giyin, kot giyerseniz acayip zorlanırsınız. mümkünse çanta getirmeyin.
çanta getirirseniz çoğu roller coasterda binmeden önce koyacağınız bir yer bulunuyor. bunlara oradaki görevliler sahip çıkıyor ama ne kadar güvenilir bilemem. bazı yerlerde locker var. bir saatten sonrası paralı. onlara da koyabilirsiniz.
cebinizde mümkünse telefon olmasın, roller coasterların %90'ı ters dönüyor. cebinizden düşebilir.
şimdi parktaki roller coasterları arkadaşlarımla birlikte bindiğimiz sıraya göre sayacağım. bunlar tamamen benim fikirlerimdir. benim sevdiğim bir tanesini siz sevmeyebilirsiniz veya sevmediğimi çok sevebilirsiniz.
panik atak hastasıysanız veya kalp probleminiz varsa sakin gitmeyin. tüm roller coasterlarda en önemli kural, boynunuzu olabildiğince geriye doğru bastırın. boynunuzu düzgün yaslamazsanız zarar görebilir ve hiç de iyi olacağını düşünmüyorum.
başlayalım;
superman
parka girer gitmez buna gittik. yaklaşık 7-8 saniye sürüyor. parka açılır açılmaz giderseniz buna binin. onun dışında olur da parka geç giderseniz gitmeyin. toplam 6-7 saniyelik bir şey için 1 saat sıra beklemek çok saçma. değmez. ha ben illa beklerim derseniz orası ayrı.
yaklaşık 170 km hıza çıkıyor. geriye doğru gidip tepeye çıkıyor sonra tepeden yine 170 km hızla aşağıya düşüyor. boynunuzu çok sıkı yaslayın.
biz bu roller coaster'a ilk binenlerdik. hiç sıra falan yoktu. sürüş bittikten sonra alet bozuldu ve yerimizden kalkamadık çünkü bizi koltuğa kilitleyen tutan şeyler açılmıyordu. bu yüzden 15 dk civarı bekledik. en sonunda küfür etmeye başladık ki bize istediğimiz herhangi bir roller coaster'a hiç sıra beklemeden binebileceğimiz söylendi. harika oldu. herhangi bir roller coaster sırasında 2.5 saat beklemektense burada oturarak 15 dakika beklemeyi kim tercih etmez ki. istediğimiz saatte istediğimize gidebileceğimiz söylendi ve isimlerimiz alındı.
ninja
ilginç bir deneyim. oturduğunuz koltuk yukarıdan tutuluyor. güzeldi.
tatsu
harika harika harika inanılmaz süper. başka kelime bulamıyorum. açık ara parktaki en iyi olan. koltuğa oturduktan sonra koltuklar sizi yere bakacak şekilde duruyor. anlatılacak gibi değil, yaşamak gerek.
apocalypse
uzak durun. parkın en boktan yerinde olması ve önünde az kişinin beklemesi boktanlığını gösteriyor. berbat ötesi. boyun yaslanacak bir yer de yok. boynum kırılacak sandım. buna sakın sakın sakın binmeyin. inanılmaz derecede berbat.
revenge (veya böyle bir şeydi, ismini tam hatırlayamadım)
yeşil renkli bir roller coaster. çok ilginç. ben binemedim. bel fıtığı olanlar denemesin yazıyordu. o yüzden korktum ama sonra çok pişman oldum ulan ne olabilir ki en fazla keşke binseydim diye. bunun özelliği ayakta gidiyor olmanız. evet ayakta gittiğiniz roller coaster. ne kadar korkunçlu değil mi? :d (bkz: korkunçlu)
batman
şimdi bunu sevenler illa ki olacak. açıkçası ben sevmedim, berbattı. fakat vaktiniz bolsa deneyin.
scream
harika. bildiğin normal roller coaster, birkaç kez de ters dönüyor. epey zevkli ve korkunçlu :d sırada beklerken bundan çıkan iki araba "nasıldı?" diye sordum, "so fuckin horrible don't do it" dedi ama kim durur ki :d korkmaya geldik zaten parka. harikaydı. mutlaka deneyin.
twisted colossus
buna binmedim. yeni açılmış. binen arkadaşlar uzun sürdüğünü(3-4 dakika) ve güzel olduğunu söyledi
x2
en korkunçlu olanı. parkta bundan daha çok korkutan yok. harika. sıra beklemeden binme hakkımızı buna kullandık. iyi ki de kullanmışız. en çok sıra beklenen roller coaster buymuş. inanılmazdı.
her ne kadar korkmam ben diyorsanız deyin, buna binince ne kadar korkusuz olsanız da korkacaksınız. oturduğun koltuk takla atıyor yahu. hayatımın en korkunç ve aynı zamanda en eğlenceli, en iyi bir dakikasıydı. başlayınca ilk 15 saniye sorun yoktu, geri geri yavaş yavaş tepeye çıkıyordu. en sonunda tepeye çıktı. dedim nolcak. oturduğum koltuk takla atıp yere düşmeye başladı içimden "ha siktır böyle roller coaster mı olur lan" diyip bildiğim tüm küfürleri ederken yine takla attı. hakkaten ilk başta acayip korktum ama öyle böyle değil aynı zamanda da inince inanılmaz eğlendiğimi hissettim. ilk takladan sonra küfür ederken aynı zamanda da eğleniyorum böyle bir duygu yok yani nasıl anlatsam bilmiyorum yaşanır ancak. korkarken eğlenmek ancak böyle bir parkta öğrenilir. inince hayatımın en iyi bir dakikası olduğuna karar verdim.
full throttle
parkın en ünlü roller coaster'ı. epey hızlı. gayet de iyi. fakat x2 dan sonra hiçbir korkunç yani yok, sadece eğleniyorsunuz korkma tarafı yok :d süperdi. deneyin.
revolution
denemeyin. çok eski. kimse yok sırasında da zaten. frenleri bir garip. ne kadar güvenli bilemem. hızlı desen çok hızlı değil (olmasın da zaten). ani fren yapabiliyor çok sinir bozucu.
sonuç olarak mutlaka deneyin diyeceklerim;
full throttle, x2(mutlaka mutlaka), tatsu ve scream
denemeyin diyeceklerim;
revolution, apocalypse(sakın ha) ve batman(deneyebilirsiniz de, bence denemeyin).
eğer kaliforniya'ya geldiyseniz ve bu parka gitmezseniz çok şey kaybetmiş olursunuz. bir sağlık sorununuz yoksa mutlaka ama mutlaka gidin.
gelelim dünyaca ünlü beverly hills`e
dünyanın en pahalı bölgesi. hele burada bulunan rodeo drive dünyanın en pahalı alışveriş caddesi.
şimdi buraya nasıl ulaşılır? harita gerekecek. telefonunuza indirin veya harita edinin.
hollywood`daysanız santa monica bulvarı üzerinden 4 veya 704 numaralı otobüse binip cıvıc centera gelince inin. yakın zaten hollywooda, çok uzun sürmüyor.
otobüsten inince civic center bölgesinde beverly hills city hall`u görürsünüz. türkçesi belediye binası. yapı ilginçtir, etrafında fotoğraf çekinebilirsiniz.
burada 9/11 anıtı vardır. 11 eylül olaylarında yıkılan bir binadan parça vardır. bununla fotoğraf çekinen insanlar vardı. altı üstü bir demir parçası neyiyle bu kadar fotoğraf çekinilir anlayamadım. parçanın dibinde saldırıda ölen insanların bir kısmının adı yazar.
buradan sonra gezilecek yer rodeo drive'dır. beverly hills'te evsiz sayısı çok çok azdır. bir tane ya görürsünüz ya görmezsiniz. o da sokakta yatmaz, dilenir sadece. sokaklar inanılmaz temizdir.
rodeo drive`a doğru yürüyün. bu caddeye gelince havayı hissedeceksiniz. pahalı arabalar, lüks marka mağazaları doludur. bu caddede bir mağazada el yapımı telefonlar dikkatimi çekti. tanesi $25000 civarıydı yanlış hatırlamıyorsam. ayrıca bir mağazanın vitrininde gördüğüm yüzük (ki vitrindekilerin en ucuzlarındandı) tam $195000 idi. görünce vay anasını diyor insan. bu caddenin mimarisi de çok güzeldir. tamamen avrupada hissedersiniz kendinizi.
bu caddenin bir kısmının birebir aynısı gta 5'te de modellenmiş. gta 5'teki ilk soygun görevi burada hatta. bir mücevher dükkanını soyuyorsunuz. oyunda görülen sokaklarda dolaşmak süper bir his. eğer bir gta fanıysanız bu caddeye uğramanız gerek.
burada epey vakit geçer. mağazadan bir şey almayacaksanız bile bakın. alışverişten nefret eden ben bile erkek halimle vitrinden milyar dolarlık kadın yüzüklerine baktım. ilgisini çekiyor insanın bu kadar pahalı şeyler.
ilginizi çeker mi bilmiyorum da beverly hills`te çok ünlü cupcake yapan yer sprinkles cupcake vardır. burada cupcake atm var. görünce yuh dedim cupcake`in bile atm sini yapmış adamlar. ekrandan seçiyorsunuz, kartınızı okutuyorsunuz sonra raftan seçip veriyor. çok orijinal bir fikir. epey yağlı olsa da tadı çok güzel. herhalde bir tanesinde 800-900 kalori vardır. fakat denemek gerek. tanesi $4.25.
buradan sonra gidilecek son yer beverly hills yazısıdır. rodeo drive`a yakındır ama 10 dakika civarı yürümeniz gerek. burada herkes fotoğraf çekinir. benim çok ilgimi çekmedi ama tabi geri kalmadım çekindim ben de fotoğraf.
beverly hills`te bir şeyin farkına varacaksınız. santa monica bulvarı üzerindeyken kuzeye doğru giden tüm yollar sağa doğru kıvrılır. yani hiçbir yolun sonunu göremezsiniz. bize beverly hills`i gezdiren adam bunu ünlülerin evlerinin bağlantısını tamamen normal dünyayla kesebilmek için yaptıklarını söyledi. bu yolların üzerinde milyar dolarlık evler vardır. ünlülerin evlerini gezdiren turlar satan insanlar var. bence çok gereksiz. ünlünün kendisini görmek istersin anlarım da evini görmek istemeyi aklım almıyor. bunun için para ödemeyi hele.
zaten şans eseri başka bir gün sunset bulvarı üzerinde ilerlerken steven spielberg`ün evini (onun evi olduğunu amerikalı arkadaş söyledi) gördüm ve zaten çalılıktan ve kapılardan ev çok az görülüyor. yani bu turlara para dökmek gereksiz bence. yine de kafaya koyduysanız yapın tabii. fakat hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz.
bir de malibu bölgesinde bulunan malibu sahili var
çok ünlü, neden bu kadar ünlü hiçbir zaman da anlamadım. oraya toplu taşıma ile ulaşım çok zor, muhakkak araba lazım. ben gitmedim, fakat giden arkadaşlarım pek bir numarası olmadığını söyledi. yine de gidip de çok beğenen, öve öve bitiremeyen bir kitlenin mevcut olduğu da göz ardı edilemez bir gerçek.
westwood isimli bölgede de görülebilecek tek yer eğer ilginizi çekiyorsa ucla (university of california at los angeles). çok güzel mimarilere sahip binalarla dolu epey büyük bir kampüsü var. fakat westwood'da bunun dışında göreceğiniz bir yer yok. westwood biraz ingiltere'yi andırıyor, öğrencilerin yaşadığı bir bölge genelde. hatta westwood'a kapalı havanın olduğu bir gün giderseniz kendinizi ingiltere'de sanabilirsiniz, o derece. eğer üniversite görme gibi bir hedefiniz yoksa direkt atlayın westwood'u.
şimdi santa monica ve venice beach'e gelelim
burası sahil bölgesidir. santa monica ve venice beach alt alta. fakat santa monica'dan venice beach'e yürümek isterseniz yaklaşık 1 saat sürüyor. ben tavsiye ederim. venice beach için otobüse binmek gereksiz bence. sahil kenarından yürüye yürüye gitmek daha zevkli.
downtown`dan buraya ulaşmak isterseniz 704 veya 4 numaralı otobüslere binin. bu otobüsler hollywood'dan da geçer. fakat 4 numaralı otobüs ile downtown'dan gitmeye kalkışırsanız en aşağı 2.5 saat sürer. abartmıyorum. mümkünse 704 numaraya binin. downtown`dan tahmini 1.5 veya 2 saate yakın sürer. hollywood`dan binerseniz 1 saate varırsınız.
santa monica`yı benim arkadaşlarım çok seviyordu. ben açıkçası çok da fazla sevmiyorum. tamam sahil deniz falan iyidir de bana kalırsa venice beach daha eğlenceli.
santa monica`da gezilecek tek yer var. third street promenade isimli ünlü bir alışveriş caddesi var. epey de uzun. burada epey vakit harcanır zaten. daha sonra isterseniz sahile gidersiniz.
burada dikkat edilecek bir şey var, sahil bölgesinin havası iç kesimlerden genelde 10 dereceye kadar soğuk olabilir. örneğin hollywood'da hava 30 dereceyse santa monica'da 25'ten fazla değildir, 20'den de az değildir.
santa monica`da bir de iskele var. bu iskele üzerinde forrest gump filminden hatırlayacağınız bubba gump shrimp co. var. inanılmaz kalabalık oluyor. gidecekseniz rezervasyon yaptırın. başka türlü yer bulamazsınız. iskelenin oralarda dönme dolap da var.
genelde iskelenin girişindeki santa monica yazısı altında fotoğraf çekiniyor insanlar. bu iskele chicago'dan başlayıp los angeles'ta biten route 66`in sonu. bu yüzden burada bunla ilgili bir sürü buzdolabı magneti ve anahtarlık satılıyor.
bu iskelenin birebir aynısı gta: san andreas ve gta 5'te de var. hatta san andreas'taki bir yarış görevi burada bitiyor. bilgisayar oyunlarından gördüğüm yerleri gezmek çok güzel bir duygu :)
daha sonra venice beach`e yürüyün. venice beach çok güzel bir yer. fakat fazla turistik. etrafta yerel insan yok. herkes turist ve aşırı kalabalık. yolda bir sürü manyak var fakat eğlenceliler. bazıları el hareketi çekerek geziyor bazısı bağırarak şarkı söylüyor. burası hediyelik eşya için en uygun yer fakat aşırı derecede pahalı. sörf dersi almak isterseniz sörf dersi veren dükkanlar da var. parasını ödüyorsunuz size tahtayı verip grup halinde sörf dersi veriyorlar. burada ilginç bir nokta da muscle beach. burada spor aletleri mevcut. bir de basketbol sahası var (american history x filminden hatırlarsınız burayı). çok ünlü basketbol takımlarının scoutları ara sıra buraya oyuncu avına geliyormuş. burada keşfedilmiş ünlü basketbolcular varmış.
yakınlarda kaykaycıların artistlik yaptığı bir yer de var. fakat o biraz sahilin iç kısmında yani kuma girmeniz gerekecek.
sahilde işiniz bitince haritadan kanalli bölgenin neresi olduğuna bakın. venice canals diye geçer. bu bölgede hep kanallar vardır ve üzerinde de evler vardır. kısa ve küçük köprüler doludur. çok güzel bir yer. fotoğraf çekinmek için özellikle. genelde insanlar yazlık olarak kullanıyorlarmış bu evleri. haliyle fiyatları da pahalı.
şimdi de downtown bölgesine gelelim
bu bölgeyi çok fazla sevmiyorum. los angeles havası yok burada. hafiften new york`u (ki nefret ederim) andırıyor. binalar hep büyük binalar ve bir sürü gökdelen var. los angeles`ta gökdelen bulunan tek bölge burası.
burası şehrin kalbi denebilir. çoğu otobüsün son durağı bu bölgede. çok ünlü union station da burada.
los angeles şehrinin bir merkezi yoktur ama merkez derseniz direkt downtown anlaşılır, ki bu bölge 3 milyon nüfusu olan, başlı başına bir şehirdir. daha önce dediğim gibi, los angeles denilen yer 88 tane şehrin birleşimi.
eğer los angeles geziniz iki günlük falan olacaksa buraya gelmekle uğraşmayın derim. hollywood, beverly hills, santa monica ve venice beach`ı gezseniz yeter. fakat zamanınız bolsa gezebilirsiniz.
buraya hafta sonu gelmeyin. çok işsiz oluyor. etrafta da hep tehlikeli görünen zenciler ve evsizler dolanıyor. hafta sonu bir kez gittim buraya ve los angeles`ta kendimi güvende hissetmediğim tek yerdi. hafta içi de gittim fakat hafta içi normaldi, kalabalıktı. dolayısıyla hafta içi gidilmesini tavsiye ederim.
tehlikeli olmasının nedeni inanılmaz derecede pis, evsizlerin yaşadığı ve çok tehlikeli insanların bulunduğu skid-row bölgesinin burada olması. downtown`dayken bu bölgeye sakin gitmeyin, uzak durun. los angeles içinde gelişmemiş bir afrika ülkesine gelmiş gibi hissedersiniz.
bu bölgede hotel cecil isimli bir otel var. bu otelin lanetli olduğu söyleniyor. nedeni ise bu otelde kalan bazı insanların garip şekillerde ölmüş olması. örneğin bunlardan en ünlüsü elisa lam'ın ölümü. youtube'a yazarsanız videosu hemen çıkacaktır. onun dışında öldürüldükten sonra ağzına batman filmindeki joker gibi gülen yüz şeklinde kesikler açılan biri de olmuş. bunun dışında 1-2 ölüm daha gerçekleşmiş. özellikle elisa lam'ın esrarengiz ölümü sebebiyle bu otelin lanetli olduğuna inananlar var. fakat otel şu anda tamamen başka insanlar tarafından işletilmekte ve yenilenmiş. üstelik çok da ucuz, geceliği 50-60 dolar civarı. los angeles'ta bulabileceğiniz en ucuz otel diyebilirim. fakat ben olsam kalmazdım, downtown bölgesindeki bir otelde kalmak yanlış diye düşünüyorum, şehirdeki turist atraksiyonlarına olan uzaklığı ve hafta sonu olan korkutuculuğu nedeniyle.
bu bölgede sözde bir sürü turistik atraksiyon var ama hepsinin içi boş. nedenlerini yazacağım. sırayla başlayalım:
union station
bana kalırsa bir numarası yok, sıradan bir tren istasyonu fakat birçok filmde gözüktüğü için insanlar burayı ziyaret ediyor. eğer çok ilginiz varsa görün fakat fotoğraf çekilecek bir yanı yok. los angeles`tan kalkan trenlerin kalkma noktası burası. bazı otobüslerin de son durağı burası.
olvera street
los angeles`ın en eski caddesiymiş. bana kalırsa çok şişirilmiş bir yer. bir kere cadde inanılmaz kısa. caddeyi baştan sona geçmek 15 saniye ya sürüyor ya sürmüyor. içinde bir sürü hediyelik eşya dükkanı var. ayrıca restaurantlar mevcut. bir tane de kilise koymuşlar. bana kalırsa kilise dışında gezilesi bir yeri yok. orada birkaç fotoğraf çekmelik yer var. gerisi boş.
little tokyo
işte burası ilginç ve gezilesi. burada japanese american national museum var. giriş $15. ben gezmedim. onun dışında turistlere ayrılmış bir cadde var. içinde çok ilginç şeyler japon oyuncakçısı, manga satan yerler vs. burada yaklaşık 1.5 saat harcadım. buraya gelmeye çalışın mutlaka.
burayı gezenlerin %90`i japon turistler. japon turistler dışında gezen çok az. diğer ülkelerden gelen turistlerin çok ilgisini çekmiyor herhalde. bence mutlaka görülmesi gereken bir yer.
chinatown
seyahat rehberlerinde turist atraksiyonu olarak geçiyor diye yazdım. bomboş. içinde hiçbir ama hiçbir şey yok. çok çirkin binalarla dolu bir yer. vakit harcamayın derim.
grand central market
bildiğiniz bizdeki pazar. bu ülkede insanlar ve buraya gelen avrupalı turistler pazar görmediği için burası ilginç geliyor. burada sakın taco yemeyin. yedim az kalsın kusuyordum hayatımda yediğim en mide bulandırıcı şeydi. artık yağından mıydı neydi bilmiyorum tadı iğrenç ötesiydi.
burada çok ilginç şeyler var. kiloyla kurutulmuş karides falan satıyorlar mesela.
gidip görülesi bir yer. fakat gitmezseniz de bir şey kaybetmezsiniz.
staples center
burası basketbol hayranlarının gezeceği yer. ben içine giremedim, maç var dediler bileti olmayanı almıyoruz dediler. normal geziliyor mu onu da bilmiyorum.
the last bookstore
çok güzel ve ilginç bir kitapçı. iki katlı bir yer ve ikinci katı harika. mutlaka ama mutlaka gidin. çok eski kitaplar satılıyor. hem de sıfır. örneğin adamlar 1960`ta basılmış bir dergiyi olduğu saklamış satıyorlar. ikinci el değil yani. çok ilginç şeyler mevcut.
echo park (tam downtown sayılmaz aslında fakat çok yakın)
los angeles`taki en güzel yerlerden biri bana göre. tabii kişiden kişiye göre değişir. benim sevdiğim şey bu parktan downtown`daki gökdelenlerin güzel bir görüntü oluşturması. yani parktan bakınca downtown çok güzel görünüyor. eğer los angeles`ta çok uzun süre kalacaksanız uğrayın, yoksa vakit kaybı.
şimdi şehirde birbiriyle alakasız birkaç yeri art arda yazacağım;
long beach
gezmezseniz bir şey kaybetmezsiniz. bunu dememin sebebi, şehrin diğer turistik yerlerine çok uzak, yani gidebiliyorsanız gidin ama gidemezseniz bir şey kaybetmezsiniz. turistik bir yer değil zaten. yine de gidecekseniz, gezilecek iki yer var,
waterfront bölgesi (burada dünyanın en büyük yolcu gemisi queen mary 2 vardır, queen mary 1 nerede derseniz onu da hamburg limanında görmüştüm)
naples island
bana kalırsa ikisi de güzel yerler fakat naples island çok daha güzel. italyan mahallesi olsa gerek etraf italyan bayrağı dolu. naples da zaten bizim napoli diye bildiğimiz şehrin ingilizcesi. güzel bir yer naples ısland.
burada second street vardır. kanalları gezdikten sonra bu cadde üzerinde dolanabilirsiniz. fakat ubercinin dediğine göre akşamları burası harika oluyormuş. gündüz takılınca çok eğlenmeyebilirsiniz. bu cadde üzerinde harika bir italyan dondurmacısı var. porsiyonları inanılmaz büyük. gaza geldim büyük alayım dedim bitirmek 1 saate yakın sürdü ve çatlayacaktım neredeyse. paylaşayım arkadaşla desem paylaşılacak bir şey değil :d kürek gibi elim bile küçük kaldı yanında.
pasadena
burası şehrin doğusunda kalıyor. buraya toplu taşımayla ulaşmak zulüm gibi. hollywood`dan 180 veya 181 numaralı otobüse binerseniz 1.5 saat sürüyor. eğer 780`e binerseniz daha çabuk varırsınız. metro en mantıklısı, hollywood'dan kırmızı hatta binip union station'da inip altın rengi hatta geçeceksiniz. yine uzun sürüyor.
burada görülecek üç yer var: birincisi pasadena city hall. pasadena belediye binası yani. güzel bir yapı. ikincisi ise old town bölgesi. burada cadde üzerinde alışveriş yapabilirsiniz. pasadena`nın en ünlü yeri ve insanların buraya gelmesinin tek nedeni bu cadde. üçüncü ve en güzel yer ise huntington library and gardens. aslında burası san marino bölgesinde ama ben pasadena'dan yürüyerek geçtim, pasadena sayılır aslında. buraya hafta içi öğrenci için 19 dolar hafta sonu ise öğrenci için 21 dolar verip girebiliyorsunuz. çok güzel ama çiçekler bitkiler ilginizi çekiyorsa gidin. en ilginç bölümleri desert garden ve japanese garden. hatta bonzai sergilenen bahçesi bile var. epey büyük bir yer. çok güzel.
hayvanat bahçesi
hayvanat bahçesi seviyorsanız gidin. çok da bir özelliği yok. ulaşım nasıl hiçbir fikrim yok. biz arkadaşla uber kullanarak gittik. giriş ücreti öğrenci $20. bana kalırsa değmez o paraya ama çocuğunuz falan varsa gitmek isterse gidilir ancak diye düşünüyorum.
hayvanat bahçesindeki hayvanların normalinden çok yavruları dikkatimi çekti. hangi hayvan olursa olsun yavrusu acayip sevimli :d
bu hayvanat bahçesi hayatımda gittiğim ilk hayvanat bahçesiydi diyebilirim. yaklaşık 5 yasındayken atatürk orman çiftliğine de gitmiştim ama hatırlamıyorum bile hiç.
buraya gittikten sonra hayvanat bahçelerine olan fikrim tamamen değişti. buralar bildiğin hayvan hapishanesi. bir daha siksen gitmem böyle yerlere.
e şimdi "bunu baştan akıl edemedin mi" derseniz, insan merak ediyor be kardeşim...
california science center
buraya gri hat gidiyor. otobüsün gri hatlısına bineceksiniz downtown`dan. burası ilginç bir yer uzaya gönderilen endeavour roketini sergiliyorlar. çok ilginç şeyler var fakat bence en ilginci imax. burada israil`in kudüs şehriyle ilgili 45 dakikalık imax belgeseli izledim. çok güzeldi. bu imax deneyimini yaşayın derim. çok da ucuz zaten, müzeye giriş ücreti dahil $6 mi ne tuttu.
santa catalina adası
bu adaya ben gitmedim. çünkü bu adaya gidebilmek için san pedro denen şehre gitmek lazım. hollywood şehrinde yaşayan biri için de san pedro ebesinin amında kaldığı için ve ayrıca bu adaya gitmek çok maliyetli olduğu için vazgeçtim.
adaya gitmek için yaklaşık 150 doları gözden çıkarmanız lazımmış. san pedro'dan feribotla veya küçük uçakla geçiş yapabilirsiniz. uçak elbette ki çok daha pahalı.
adayı isviçreli arkadaşlar bisikletle gezmişti. fotoğraflarına baktım, pek bir numarası yok gibiydi. gitmediğime pişman değilim.
bildiğin bizim bodrum'a benzeyen bir yer. hatta bodrum'un meksikalılaşmış versiyonu diyeyim, en güzel öyle ifade edilir :p
gezi rehberi kısmı bu kadar. şimdi de los angeles, kaliforniya ve amerika hakkında birkaç ilginç bilgi vereyim
- bu ülkede sağlıklı beslenmeyi unutun. amerika demek; yağ, tuz, şeker demek. her şey inanılmaz derecede yağlı tuzlu veya şekerli. obezite oranına hiç şaşırmamak gerek.
- amerika'daki her şeyin bedeni büyük. örneğin türkiye'de large t-shirt giyerken amerika'da aldığım t-shirtler genelde medium beden idi.
- çoğu restaurantta "fountain soda" vardır. yani istediğiniz kadar doldurabilirsiniz. bitince gidin tekrar doldurun, utanmayın. bir kez parasını verdikten sonra isterseniz 100 bardak alın bir şey diyemezler. tabi yanınıza şişe götürüp şişeye doldurmayın :d
- bazı tuvaletlerde (çoğunda) pisuvarlar arasında duvar yoktur. görünce çok şaşırmayın.
- herhangi bir restauranttan içecek istediğinizde genelde bardağın yarısını buz ile doldururlar. eğer içececeği kendiniz dolduruyorsanız şanslısınız.
- starbucks'larda su bedavadır. susadığınız zaman herhangi bir starbucks'a girip şu istediğinizde verirler. eğer suyunuz bol olsun istiyorsanız buz eklenmemesini belirtin. yoksa bardağı buz ile doldurup iki yudumluk su koyuyorlar.
- restaurantlarda bahşiş vermek gerekiyor. işin ilginci, bahşişi kredi kartıyla ödeyebiliyorsunuz fakat bunu belirtmeniz gerek. tam emin değilim de garsonlar maaş almadıkları için bahşiş vermek gerekiyormuş. vermezseniz bir şey olmaz herhalde de ayıp olur ya da arkanızdan küfür falan edilir :d zaten fatura önünüze geldiği zaman verilecek bahşiş miktarı bile yazıyor. örneğin %15 bahşiş vermek isterseniz şu kadar para verin, %20 bahşiş vermek isterseniz şu kadar para verin şeklinde. garson da bu bölümü (bazı yerlerde) yuvarlak içine alır ve "thank you" yazar. bahşiş vermeyi ihmal etmeyin. vermeyince ne oluyor bilmiyorum. şu ana kadar 4-5 kez bahşişli yerde(yani restaurantta) yedim.
- amerika'da kredi kartlarına şifre sorulmaz. adam alır kartınızı direkt geçirir, siz üzerine verilen fişe imza atarsınız. bu imzayı da her zaman attırmazlar. örneğin 25 dolara kadar olan alışverişlere genelde imza attırılmaz. daha fazlasına attırılır. mesela starbucks'a gittiniz diyelim. yaklaşık 5-6 dolarlık içecek aldınız. kasiyer sizin kartınızı geçirir hemen size verir. şifre de girmezsiniz imza da atmazsınız. san francisco'dayken $373 dolarlık otel ücretini kartla ödedim ve yine şifre sorulmadı, sadece imza attırdılar. yani bu amerika'da pos cihazında şifre sormak diye bir şey yok. belli bir miktarın üzerindeki harcamalara imza attırıyorlar sadece.
bu yüzden restaurantlarda güvenilir yerler değilse kredi kartınızı garsona vermeyin. bazen garson sizin kartınızı alır, parayı çekip kartınızı size geri getirir. fakat o kartı alan garson kartınızın fotoğrafını çekerse yandınız. o yüzden güvenilir yerler hariç sakin kartınızı garsonla göndermeyin.
demem o ki, amerika'da sizin kartınızı ele geçiren kişi istediğini alabilir. yani kredi kartınıza dikkat edin. kaybederseniz sonuçları çok kötü olabilir. çalınan kartınızdan harcanan paraları geri almak için hırsızın attığı imzaların sizin imzanız olmadığını falan kanıtlamanız gerekebilir. kısacası basınız derde girer. kartınıza çok dikkat o yüzden. kaybederseniz hemen arayıp iptal ettirin.
- amerika'da 3-4 dolarlık şeylere bile kredi kartı uzatmaktan çekinmeyin. ayıp falan olmaz. marketten aldığı 1 dolarlık suyu bile kredi kartıyla ödeyeni var.
- subway'de yemek yiyecekseniz, $20 doların üzerindeki banknotları kabul etmiyorlar. haberiniz olsun. buraya gidip de $50 uzatırsanız almazlar.
- yanınızda $100'lik banknot sakın taşımayın. gideceğiniz yerlerin %90'ınında bu parayı bozamayacaklarını söylerler. çok az yerde bozarlar. ben amerika'ya giderken yanımda $500 götürmüştüm ve 5 tane $100 banknot halindeydi. bunları bozdururken çok sıkıntı çektim. bizim ülkedeki gibi düşünün, 200 tl'lik banknotu her yer bozuyor mu kolay kolay? burada da birebir aynı durum.
- los angeles yaz mevsiminde brezilyalı doluyor. bizim ülkede nasıl tatillerde bodrum'a gitmek meşhursa bu brezilyalılar için de los angeles'a gitmek meşhur herhalde. öyle böyle değil her taraf brezilyalı dolu.
- los angeles'ta tüm şehir dümdüzdür. dağların yamaçları sadece, doğal olarak, dağlıktır. onun dışında şehir içinde downtown bölgesi hariç yokuşa rastlama olasılığı çok düşüktür.
- burada otobüs şoförlerinin %90'ı kadın. hep kadın şoföre denk geliyorum erkeğe iki kez denk geldim. ülkemizde tüm taksi, otobüs, dolmuş, servis şoförleri erkek olduğu için biraz ilginç geliyor :d hiç mi hiç tacize uğrama durumu falan da yok. çünkü insanlarda polis korkusu var. bizdeki gibi kadınları kolay kolay taciz edemezler. ayrıca otobüslerde kameralar var ve otobüs şoförüne saldırmanın en aşağı $10000 para cezası ve hapis cezası olduğu yazıyor.
- karşıdan karşıya geçerken dikkat edin. los angeles'ın "arabaların insanları en fazla ezdiği şehir" olma rekoru var. araba çarpması yüzünden ölen insan sayısında dünya lideri. karşıdan karşıya geçerken tedbirli olmakta yarar var.
- etraf psikolojik problemleri olan insanlarla dolu. yolda kendi kendine bağırıp çağıran mı dersin gelene geçene küfür eden mi dersin kendini büyücü sanan mı dersin her çeşit deli mevcut.
- evsiz sayısı çok fazla. ben doğma büyüme ankaralıyım, çok dilenci gördüm ama evsize, sokakta yatıp kalkana çok az rastladım. gerçi kesin vardır ankara'da da ama ben rastlamadım. burada her sokakta garanti 5-6 kişi var. los angeles'ın güzel iklimi sebebiyle buraya dolduklarını düşünüyor insanlar. sokakta yatıp kalkan bir insan için kuzey daha zor olurdu tabii. evsizlerden bazılarının psikolojik sorunları var. yanından geçerken bağırıp çağırabilir veya "çantanı nerden aldın" falan gibi sorular sorabilir. hiç cevap vermeyip geçin. çoğu yaşlı insan ve zararsız. eğer bir evsiz sizi takip etmeye başlarsa yolunuzu değiştirin ve kalabalık caddelere gidin. bazı evsizlerin çok orijinal yazıları var. mesela bir tanesi "eski karımın daha iyi bir avukatı vardı" yazmıştı gördüklerimin en orijinaliydi. evsizlere para verip vermemek size kalmış ama ben tavsiye etmiyorum. nedeni ise şu: bir evsize para verdikten sonra biraz ileride başka bir evsiz "ona var da bana yok mu" diyor. biraz ileride yine aynı durum. yani bir tanesine para verince eve dönene kadar hepsine para vermeniz gerekebilir çünkü sizi takip edip ısrar edebilirler, arkadaşımın başına geldi.
- ünlü bulvarlarda ünlü olmaya çalışan insanlar göreceksiniz. genelde zenci rap şarkıcılar bunlar. sizin elinize kendi albümlerini tutuşturmaya çalışacaklar. sakın almayın. bedava derlerse de almayın, sonra para istiyorlar.
- burada 1 centleri(yani pennyleri) hediyelik eşyaya dönüştürebilirsiniz. yol üzerinde küçük makineler var bazı yerlerde. 25 cent koyuyorsunuz bir de penny koyuyorsunuz makine o penny'yi ezip üzerine değişik şekiller basıyor. penny'ler hiçbir işe yaramadığı için böyle bir şey icat etmişler.
- hollywood bulvarı üzerinde bir sürü süper kahraman kılığına girmiş, sizinle fotoğraf çekinmek isteyecek insan var. en aşağı $3 veriyor insanlar. belli bir ücreti yok, ne kadar verirseniz. bazıları ücret belirleyebiliyorlar. önceden sorun. en çok da spider-man var. çoğunun kostümü yırtık ve eski. ışıklarda bekleyip karşıdan karşıya geçen spider-man görünce gülüyorum nedense komik geliyor sanki filmdeki gibi ağ atıp uçması gerekiyor gibi hissediyor insan :d gerçi ağ atacak uzunlukta bina yok burada :d
- los angeles deprem bölgesi olduğu için evlerin binaların %90'i tahtadan. şehirde çok az gökdelen var. bu yönü en sevdiğim yani. new york gibi gökdelen dolu yerlerden nefret ediyorum. binaların hepsi kısa, çoğunun boyu 4 metreyi geçmiyor. gökdelen ararsanız downtown bölgesinde 20 tane falan var. en uzunu us bank tower. gta 5 oynadıysanız orada maze tower diye geçiyor bire bir aynısı.
us bank tower isimli gökdelen, tüm amerika kıtasının en uzun gökdelenlerinden biri, hatta abd'nin batı yakasının en uzun gökdeleni. ben gittiğim zaman yoktu ama şimdi üs bank tower'in tepesine bir gözlem balkonu/terası açmışlar. yani bu gökdelenin tepesinden tüm şehri izleme imkanınız mevcut. ayrıca bir de kaydırak yapmışlar, belli bir kata kadar çıkıyorsunuz, sonra o kattan cam bir kaydırakla binanın dışından bir alt kata kayıyorsunuz. anlatması çok zor, o yüzden youtube videosu vereceğim.
- internette çok abartılmış çok tehlikeli çok tehlikeli yok bir şeyin çalınacak yok uzaylılar kaçıracak seni hamile bırakacak vs. korkacak hiçbir şey yok. batı los angeles'ta, santa monica, venice beach, beverly hills, hollywood gibi yerlerde (ki turist atraksiyonların %95'i bu bölgelerde) ve doğu los angeles'ta; pasadena'nın old town'a yakın yerlerinde çok rahat gezebilirsiniz. akşam vakti hollywood'da biraz dikkatli olun da yine de buralar los angeles'ın diğer kısımlarına göre çok daha güvenli. los angeles'ın başka kısımlarına giderseniz sokakta insan görmezsiniz. sadece evsizler olur. bu bölgelerde arabasından çıkıp da sokakta yürüyen insanlar görebilirsiniz. hele santa monica'daki 3rd street promenade ve hollywood bulvarı insan kaynıyor. güneyde olan compton bölgesi los angeles'ın en tehlikeli bölgesi, uzak durun. gta san andreas'taki grove street, compton'da gerçek bir cadde. gitmeyi çok istedim ama compton çok tehlikeli olduğu için cesaret edemedim. otobüste deliler bağırırsa size anlarsanız bile anlamamış gibi yapın bir süre sonra vazgeçerler bağırmaktan. önemli bir uyarı; eğer otobüste çok az insan (2-3 kişi falan) varsa binmeyin. otobüste güvenlik kamerası var ama otobüse binen tipler çok korkutucu tipler. genelde evsizler ve tehlikeli adamlar kullanıyor otobüsü. yani illa ki basınıza bir şey gelecek diye bir şey demiyorum ama sadece bir uyarı, başınız rahat olsun diye. metrodan da gece geç saatlerde uzak durmak gerek diye düşünüyorum. otobüsteki gibi çok az insan ölüyor akşam vakti, sorun olabilir.
yani öyle bir şehir düşünün ki içinde milyon tane ruh hastası ve evsiz var ve toplu taşımayı kullananların %99'u da bu insanlar. bu yüzden bu konularda uyardım. los angeles tam bir araba şehri. bizim ülkemizde asgari ücretle çalışan herkesin arabası olduğunu düşünün. yani burada araba acayip ucuz bir şey ve herkeste var. bizim ülkemizde bmw 3.20 parasıyla burada 4.20 hatta 5.20 alabiliyorsunuz. honda civic parasıyla, hatta daha ucuza, üstü açık ford mustang alabiliyorsunuz.
- los angeles'taki en uyduruk arabalar honda, toyota ve hyundai'lerdir. bizim ülkemizde normal sınıfta nitelendirilen arabalar. etraf ford mustang doludur. ondan sonra en popüler araba tesla ve jaguar markalardır. çok sayıda maserati de görürsünüz. beverly hills'e giderseniz ferrari, lamborghini dolu görürsünüz.
- los angeles'ta şehrin yarısı parmak arası terlikle geziyor. film galalarında bile üzerlerine elbise giyip altına parmak arası terlik giyiyorlar. siz de gitmeden mutlaka terlik ve şort götürün. kot ve normal ayakkabıyla dayanılmaz bu şehirde.
- yolda normal gözükmeyen biri size bir şey sorarsa, sizinle konuşmaya çalışırsa konuşmayın, cevap vermeyin, ısrar ediyorsa yolunuzu değiştirin.
- herkesin evcil hayvanı vardır. hatta evsizlerin bile var.
- abd'de karşılaştığım fantastik şeylerden birkaçını yazıyorum: metro istasyonunda mastürbasyon yapan kadın görmek, otobüste seyahat ederken yarım saat sohbet ettiğim meksikalı adamın kendini büyücü zannedip belli hareketlerle bana büyü yapmaya çalışması, otobüsün içerisinde kimseyi siklemeyip esrar içen zenci (en çok buna gülmüştüm), sokaktan geçen herkese el hareketi çeken zenci, iğrenç sesiyle santa monica'da mikrofon ile uptown funk şarkısını söyleyerek insanların kulaklarını siken zenci, sokakta yürürken bana durduk yere threesome teklif eden kızlar (en harikası buydu ehehehe), taco bell'de otururken travestilerden tek gecelik ilişki teklifi almam (merak etmeyin arkadaşlar, direkt türkçe sıktır çektim bunu duyunca), bana sokakta durduk yere "you fuckin motherfucker" diye defalarca bağıran cadı kılıklı yaşlı teyze ve daha yaşadığım fakat buraya şimdilik yazamayacağım binbir çeşit fantastik olay.
- "amerikalıların hepsi obez" diye dalga geçmenin lüzumu yok. bu ülkede yaşayan her insanda obez olma potansiyeli var. ancak çok iradeli biri olup ağzınızı tutacaksınız ve az yiyeceksiniz veya benim gibi günde minimum 2.5 saat yürüyüş yapacaksınız da obez olmayın.
- los angeles'ta kaldığım süre boyunca hava hiç sektirmeden sabah 15 derece, öğlen 35 derece, akşam da 24-25 dereceydi. akşamları hava harika. öğlen biraz rahatsız ediyor çok sıcak. sadece 2 gün yağmur yağıp fırtınalar koptu onda da san francisco'daydım zaten.
- insanı çok sıcakkanlıdır. özellikle de meksikalılar. bizim hani söyleyip söyleyip vicdan mastürbasyonu yaptığımız bir şey vardır: "150000 tane ülkeye gittim ama türk insanı kadar sıcakkanlı, yardımseverini görmedim" diye. herkes kendi içinde bunun %100 yalan olduğunu bilir fakat aşırı milliyetçi hatta ırkçı duyguları izin vermez buna inanmaya. türkler kadar ayrışmış, birbirinden nefret eden insanlardan oluşan başka bir ülke varsa bana söyleyin. afrika'daki kabileler bile böyle ayrışmamıştır lan. bu sözü duyunca otomatik siktiri çekiyorum.
- sohbet ettiğim bir arap bana "namaz kılmıyorsan kâfirsin" demişti. iki hafta sonra bu çocuğun las vegas'ta kulüp kulüp gezdiğini, uyuşturucunun kökünü kuruttuğunu duydum. isviçreli bir çocuk da "sen dün gece ne içmiştin dostum kafan iyiydi" dedi. bu arap, hayatımda gördüğüm, bir insanın yobazlıkta gelebileceği en son noktaydı. dalyarrağın 4 tane kız arkadaşı varmış hepsine de "en çok seni seviyorum" diyormuş, böyle de mal mal hayatını anlatıyordu.
- arada bir ortalıkta bağıra bağıra türkçe küfür eden veya kadınlar için "şu göte bak oysh" diye bağıra bağıra sapıklık yapan çakallara rastlayabilirsiniz. ne de olsa insanlar türkçe anlamıyor diye bağıra bağıra söylüyorlar bunları. uzak durun. onun dışında normal türkler de çok fazla. özellikle santa monica'da bir sürü türk turiste rastlayabilirsiniz.
- los angeles havalimanı'na indiğim zaman bavulumu beklerken yanımda ahmet çakar'ı gördüm. dört hafta sonra tanıştığım bir türk ile muhabbet ederken muhabbet döndü dolaştı şuraya geldi:
ben: havalimanında ahmet çakar'la karşılaştım.
arkadaş: ben de dwight howard'ı gördüm.
burada yaşadığım ezikliği anlatamam hahahahhasksahldakjiadlkjlkj yarım saat güldüm bu diyaloğun üzerine :d
- bilmem kaçınız denemişsinizdir, hani hanımeli bitkisinin ucunu kopartıp içinden çıkan bal içilir ya, işte onu yapayım dedim. çok sevdiğim bir şey çünkü. güzel bir hanımeli görünce üzerinden 3-4 tane kopartıp balını içtim.
brezilyalı bir çocuk videoya almak istedi bu olayı.
meksikalı olan da "zehirleneceksin" dedi.
etrafta da minimum 4-5 kişi sanki tarihin en büyük sihirbazlığını yapıyormuşum gibi izledi.
bu da böyle bir anımdır :d
- los angeles'taki son haftamda hollywood bulvarı üzerinde michael jackson kılığına girmiş, insanlarla fotoğraf çektiren bir adamla tanıştım. ismi "jovan" idi. hatta internet sitesi de vardı.
bu abimiz harvard üniversitesi'nde tiyatro bölümünü okumuş, aslen haitili fakat 9 yasındayken taşındığı miami'de büyümüş biri. üniversite sayesinde hem ingiltere'de hem de rusya'da uzun zaman geçirmiş, yanlış hatırlamıyorsam 1 yıl civarındaydı.
fakat kadere bak sen, adam harvard mezunu olmasına rağmen doğru düzgün bir iş bulamıyor. hem de los angeles gibi sinema endüstrisinin kalbi olan, sokaktan adam çevirerek "filmimde oynamak ister misin?" diye sorular sorulan bir şehirde... şu ana kadar sadece çok küçük yapımlarda çalıştığını söyledi.
her gün yaklaşık 6-7 saat hollywood bulvarı üzerinde michael jackson kılığında gelen turistlerle fotoğraf çektiriyor. ben tabii ki de bedava çektirdim adamla samimi olduğum için :d
her gün yaklaşık 2 saatini makyaj yapmaya harcıyormuş.
adamla muhabbet epey samimileşti. yaklaşık 2-3 saat muhabbet ettik. en sonunda dayanamadım sordum, "bunu birine sormak ayıp ama bu işi yaparak ne kadar para kazanıyorsun?" diye. adamın cevap vermeden önce "hiç ayıp değil, sana söyleyeyim" dedi.
adam günde yaklaşık $300 para kazanıyormuş. yani bir ayda $9000... bugünün kuruyla aylık 36000 türk lirası... adam üzerine dedi ki "şu karşıda gördüğün dükkanlarda çalışan insanların hepsinden daha fazla para kazanıyorum. üstelik sadece fotoğraf çektirerek"
adamın bir emek harcadığı yok. cadde üzerinde duruyor, insanlar gelip fotoğraf çektirmek istiyor, fotoğraf başına $3 ücret alıyor. adamın yaptığı tek şey fotoğraf çekinmek.
işin ilginç kısmı ne biliyor musunuz? adam mutlu değil... yaptığı işten nefret ediyordu. tek isteği bir an önce kurtulmaktı.
buradan çıkarılacak hayat dersi: ayda 36 bin tl para kazanıyor olsanız bile sevmediğiniz bir işi yapıyorsanız mutsuz olursunuz.
bu yüzden eğer bu yazımı okuyan henüz üniversiteye geçmemiş arkadaşlarımız varsa onlara önerim ilerideki mesleklerini, okuyacakları bölümü dikkatli seçmeleri. sevmediğiniz bir bölümü seçerseniz hem okuması zor olur, hem de mezun olduktan sonra yapacağınız işte mutlu olamazsınız.
ek olarak şunu da söyleyeyim. ben bu adamı çok sevmiştim. adama aynı bulvar üzerinde kedi kadın kılığında gezinen bir kıza aşık olduğumu söylemiştim. fakat kızı los angeles'tan ayrılmadan önce bir daha görememiştim. adam kıza instagramımı vermiş, bir de artık üzerine neler söylemişse kız benim instagram'da attığım her fotoğrafı beğeniyor :d adamın dibisin be jovan... :d
şimdi konudan çok saptık herhalde, biraz da amerika'da yemekten bahsedelim
umami burger
çok da süper değil. hamburger epey küçük ve pahalı. patates kızartması aşırı derecede tuzlu. çatalları çok ağır ve garip bir şekilde kalın, tutması kullanması zor oluyor. ayrıca pahalı ve restaurant olduğu için bahşiş de bırakmanız gerekiyor.
puanım: 5/10
in n out burger
bunun için direkt (bkz: in-n-out burger/@capetonian)
puanım: 10/10
juicy burger
hollywood bulvarı üzerinde vasat denebilecek bir yer. fiyatı normal, 8-9 dolar civarı.
puanım: 4/10
hard rock cafe
buna san francisco'da gittim. epey pahalıydı. yemeğin pahalılığından çok bahşiş garip geldi. los angeles'ta %15 bahşiş isterlerken burada %20 istediler. menüleri güzel. içinde et olan bir şey söyleyecekseniz iyice pişmiş olmasını belirtin. biz türkler için bunların et anlayışı çok ters. neredeyse çiğ yiyorlar eti. patates kızartması hayatımda yediğim en güzel patates kızartmasıydı. chilli fries istedim ben acı biberli baharatlı çok güzel bir kızartma geldi. çok pahalı ama böyle bir yeri de denemiş oldum. dünyanın birçok yerinde bu kafeden var ve standartlarının değiştiğini düşünmüyorum. her yerde aynı güzelliktedir yani. içinde hediyelik eşya dükkanı da var. uğrayın derim.
puanım: 7/10
mc donald's
berbat. berbat ötesi berbat. bizim ülkemizdeki mc donald's'lar çok çok çok daha güzel. mc donald's kendi memleketinde nasıl bu kadar berbat oluyor anlamadım. insanlardan kime sorsanız mc donald's'tan nefret ediyor.
fakat çok ucuz. yaklaşık 2.5 dolara 3 köfteli çizburger yiyebilirsiniz. tabii mideniz dayanırsa.
puanım: 1/10
el pollo loco
buna benzer bir markayı breaking bad'den hatırlıyorum. ismi los pollos hermanos idi galiba. türkçe anlamı "çılgın tavuk". çok ucuz değil. yaklaşık 8 dolara tavuklu salata almıştım. tadı epey güzeldi ama salata malzemeleri ne kadar yıkanmıştır bilmiyorum. yine de yedim, güzeldi. hep tavuk satıyorlar. bir sürü ürünleri var.
ilginç bir sipariş sistemi var. in n out'taki gibi içeceği kendiniz dolduruyorsunuz fakat burada polis yok. evsiz biri girip içecek çalabilir rahatça. siparişi verince elinize bir alet veriyorlar. o alet şarkı çalmaya başlayınca siparişiniz hazır anlamına geliyor. biraz ürkütücü şekilde titriyor. masaya bıraktım aleti 3 dakika sonra birden titremeye başladı aşırı titriyor tırstım :d tüm masa titredi :d mümkünse elinizde tutun :d
puanım: 7/10
cheesecake factory
millet buraya niye oluyor bitiyor bir türlü çözemedim. yani ne özelliği var anlayamıyorum ki. buradan çok daha güzel restaurantlar var ama hangi şehirde bu restaurantın önünden geçtiysem önünde kilometrelerce kuyruk olduğunu gördüm. inanılmaz olsa gerek herhalde. hem los angeles hem san francisco hem san diego'da önünden geçtim, durum aynı. burada normal yemek yemedim (normal yemekleri inanılmaz herhalde). sadece cheesecake yemek için gittim. san francisco'dakine gittim. rezervasyon yaptırmak gerekiyor. telefonda rezervasyon kabul etmiyorlar. gidip yaptırmanız gerekiyor. uygun masa bulununca da telefonunuza mesaj gönderiyorlar. cheesecake`i çok geç getirdiler. bir dilimi 7 dolar. çok da numarası yoktu. yani normal bir cheesecake idi. inanılmaz pahalı. sırf buraya gelmişken bunu da dene dedi arkadaşım diye gittik beraber.
puanım: 5/10
taco bell
direkt (bkz: taco bell/@capetonian)
puanım: 7/10
subway
bizim ülkemizdekilerden farklı olarak burada domuzlu sandviçler çokça var. dana etli olan da var ama az, çok az. müslümansanız tavuklu sandviçe kalıyorsunuz. pahalı biraz. en küçük sandviç 6 inch ve fiyatı 8 dolar. bir içecek alsanız 2 dolar. fakat subway'i neredeyse her yerde bulabilirsiniz. çok fazla var. tavuklu sandviç dışında bir müslüman'ın yiyebileceği doğru düzgün bir şey olmadığı için çok sevmedim burayı. türkiye'deki subwayleri daha çok seviyorum.
not: ingilizceniz kötüyse tavsiye etmem. hamburgercilerde direkt menü adını söylüyorsunuz adam veriyor ama burada bin çeşit soru soruluyor uzunluğu ne kadar olsun ısıtayım mı içine sundan bundan koyayım mı ne koyacaksam şöyle gibisinden. hele sandviçi hazırlayan aksanı berbat meksikalıysa durum vahim.
sushi q
burası meşhur bir yer değil. los angeles'a gelirseniz sunset bulvarı'nın cassil place ile kesişimine çok yakın. çin yemeği restaurantı. bizim dil okulundakiler çok seviyor burayı. ben de sevdim. çalışanları güleryüzlü yemekleri güzel.
ilk kez susi yedim burada. tavuk susi yedim. çok da fena değildi ama çubukla yemek zor oldu. çatal istemeyi unutmuştum eve gelince paketten çubuk çıktı. zorlandım. bunların çok yenen beef bowl diye bir yemeği var. bildiğiniz bizim pilavın üzerine doğranmış dana eti konulmuş. üzerine de soya sosu dökmüşler. tadı çok güzel. bir türk'ün rahatça yiyebileceği bir yemek. etli pilav yani. tavuklusu da var. acı sos dökünce daha da güzel oluyor.
fiyatı da çok pahalı değil. restaurantta bedava su var. o yüzden içecek almayın derim. yine de içecek alırsanız beef bowl yaklaşık 8 dolar tutuyor.
not: ben buradan yediğim yemekten dolayı bir kere zehirlendim, 3 gün ölümüne kustum, 4 kilo verdim 3 günde. hayatımın ızdırabını çektim. he nereden biliyorsun oradaki yemekten zehirlendiğini diyecek olursanız 7/24 benle takılan alman kankam da o gün zehirlendi.
lakin yaptıkları yemeklerin hakkını vermek lazım, zehirlenme ihtimalini de göz önünde bulundurup gidilebilir ehehehehehe
puanım: 8/10
new york pizzacıları
şimdi herkesin zevki farklıdır. ben peynirden nefret ederim. yediğim zaman da olur, mesela hamburgerin içinde. mesela salatanın üzerine az biraz serpilmişse. bu yüzden bu çok meşhur olan new york-italyan pizzacılardan nefret ediyorum. acayip de pahalı üstelik. bir kez gittim bir daha ölsem gitmem. genelde koca bir dilim pizza satıyorlar. çok meşhurlar. pizzanın üzerindeki malzemelerin %90'i kokan yağlı yağı akan kaşar diğer %10'u da diğer malzemeler. iğrenç ötesi. ben kıymalı biberli sandviç aldım 9 dolar tuttu ve 2 ısırıkta biten bir sandviç. çok pahalıydı. pizzalarının da %90'i domuz etli, üzerinde dana eti olan pizzalar yok hiç. ya domuz etli ya da full kaşar dolu pizzalar var. bir koca dilim 7-8 dolar herhalde tam emin değilim. yağlı kaşarlı pizza seviyorsanız tavsiye ederim. ben kokan yağlı peynirden nefret ettiğim için sevmiyorum. peynirin kokusu 5 metreden geliyor buruna, iğrenç.
bunlardan her yerde görürsünüz ve çok pahalıdırlar. çalışanları genelde italyanlardır.
puanım: 2/10 (herkes nefret edecek diye bir şey yok. seveni çok var.)
smoke's poutineries
buraya gidene kadar poutine ne demek bilmiyordum. poutine; herhalde fransız yemeği olsa gerek, patates kızartmasının üzerine gravy sos ve peynir dökülmüş bir yemek. dolayısıyla burada da bu yapılıyor. yani patates kızartmasının üzerine gravy sos döküyorlar ve peynir koyuyorlar. bu en standart menü. mesela ben chicken infierno aldım. infierno ispanyolcada cehennem demek. epey acılı bir şey yani. patates kızartmasının üzerine gravy sos+peynir(koydurmadım)+mangal tavuk+jalapeño+acı sos+kırmızı biber koyuyorlar. fiyat olarak çok pahalı değil, orta boy 8 dolar tuttu. tadı epey güzeldi çok beğendim.
hayatım boyunca yediğim en sağlıksız şey budur herhalde. bir daha gitmeyi düşünmüyorum açıkçası. patates kızartması zaten sağlıksız, üzerine gravy sos koyunca ekstra sağlıksız bir şey oluyor. ha tadı harika orası ayrı. denemenizi tavsiye ederim. 9 tane poutine alırsanız onuncusu bedava.
puanım: 7/10
urban masala
hollywood bulvarı üzerindeki müthiş hint restaurantı. hollywood bulvarı üzerinde doğuya doğru ilerlerseniz göreceksiniz. hint yemekleri çok baharatlı oluyor. ben baharatlı yemeklere bayıldığım için çok seviyorum burayı. tavuk köri isterseniz pilav üzerine köri soslu tavuk koyup veriyorlar. harika bir tadı var. fakat çok baharatlı yemekleri çok sevmiyorsanız bulaşmayın derim. harika ötesi yeşil renkte (herhalde yeşil biberden yaptıkları için) bir acı sosları var. hem çok acı değil hem de değişik bir aroması var.
fiyat los angeles şartlarına göre çok pahalı değil. bir şişe şu ve tavuk köri alırsanız 9 dolar tutuyor. los angeles şartlarına göre gayet uygun.
puanım: 10/10
mel's diner
yemekhane usulü bir yer. tepsi alıyorsunuz, tezgaha dizilmiş yemeklerden istediğinizi seçiyorsunuz ve kasada ödüyorsunuz. tam amerikan tarzı restaurant paso hamburger patates kızartması falan var. soğan halkası epey güzel. çok değişik, ilk başta yanlışlıkla kalamar mı aldım zannettim. çok güzel, gerçek soğan halkası.
fiyatı çok pahalı. yaklaşık 13-14 dolardan aşağı bir şey alamazsınız. bir şişe su bile 3 dolar.
puanım: 6/10
california pizza kitchen
vasat diyebileceğim bir restaurant. fiyatları aynı tarz restaurantlarla aynı, yani çok lüks veya çok kötü bir yer değil, orta. burada acılı tavuklu pizza yedim ve giderseniz de bundan yemenizi tavsiye ederim. güzeldi. limonatası da iyiydi.
puanım: 7/10
johnny rocket's
hamburgerci. burada yemek yemediğim için yorum yapamayacağım. ben sadece oreolu milkshake denedim. gayet de güzeldi. fiyatı 6 dolardı. fakat burada bahşiş de bırakmanız gerekiyor. fast-foodcu ama restaurant tarzında, garson falan var yani. kıbrıs'ta da bir şubesi varmış, fakat türkiye'de yok malesef.
puanım: 7/10 (milkshake`i için)
calle tacos
los angeles'ta yayınlanan bilmemne dergisi/gazetesi tarafından los angeles'ın en iyi balık tacolarını yapan mekan seçilmiş. hollywood bulvarı üzerinde yolun sağ tarafında şehrin doğusuna doğru yürüyün görürsünüz. urban masala'nın biraz ilerisinde. önünden zibilyon kere geçtim, dedim "ulan bi deneyelim burayı da" diye.
bilmiyorsanız söyleyeyim, her meksikalının söylediği bir söz vardır: "gerçek taco sokak tacosudur" diye. yani tacoyu en iyi yapan yerler genelde arabalarıyla sokak sokak gezen seyyar tacoculardır. bu mekan da biraz o havayı vermeye çalışmış. dükkanın içinde otobüs bozması bir mutfakları var.
birkaç kere gittim buraya. her gittiğimde başka şeyler yedim. ilk gittiğimde üç tane dana etli taco aldım. açıkçası etler inanılmaz kuruydu. kayış gibiydi. üzerine bir ton salsa sos dökünce ancak boğazdan gidiyor. fiyatını hatırlamıyorum ama los angeles şartlarında makul fiyatları olan bir restaurant.
ikinci gittiğimde balık taco alayım dedim. madem los angeles'ın en iyisi seçilmiş deneyeyim dedim. parmesanlı balık taco geldi. tadı güzeldi, fakat ben peyniri pek sevmeyen biri olarak zor bitirdim. hani parmesan konduğunu bilsem parmesansız isterdim ama bir şekilde yiyip bitirdim. fakat balığı güzeldi yalan yok.
bir kez daha gittiğimde bu kez nachos yiyeyim dedim. nachos bildiğiniz üzere peynirli olur. hatta epey peynirli. peynirden nefret eden biri olarak sırf her şeyi denemiş olmak için bunu da deneyeyim dedim. tadı süperdi :d peyniri kokmuyordu. farklı renklerde cips parçaları, tavuk parçacıkları ve bilimum malzeme vardı içinde. porsiyon da çok büyüktü. hepsini bitiremedim, o kadar söyleyeyim yani.
bu mekanda yiyeceğinizi aldıktan sonra bir de küçük bir masa üzerinden sos alabiliyorsunuz. orada salsa sos var, guacamole sos falan var. açıkçası ben bu sosları yediğim yemeklerden daha fazla seviyordum.
bir de jarritos diye bir içecekleri var. iki üç farklı çeşidi var ama ben en çok hint hurmalı jarritos'u sevdim. gidince "tamarindo jarritos" derseniz verirler. tamarindo meyvesi türkçeye hint hurması veya demirhindi diye çevriliyor. bu içeceğin tadını çok seviyordum. mutlaka nachos+tamarindo jarritos yiyin burada.
puanım: 8/10
yogurtland
yoğurt deniyor ama yoğurt değil bildiğin dondurma. buraya girdiğinizde bir kap alıyorsunuz içine istediğiniz aromalı dondurmadan istediğiniz kadar dolduruyorsunuz üzerine de bir şeyler serpiyorsunuz ve kasada kabınızın ağırlığına göre para ödüyorsunuz. harika bir yer. yarım kap dondurma alsanız fiyatı 5 dolar falan tutuyor. fakat epey güzel. kabı ağzına kadar doldurursanız 9 dolar tutuyor. tabii kabı ağzına kadar dolduramam bitirmek ayrı bir başarı :d
puanım: 9/10
ihop
buraya los angeles'tan ayrılacağım gün kahvaltıya gideyim dedim. los angeles'taki ilk günlerimde araplar tavsiye etmişti. fakat pahalıdır diye hiç gitmedim, zaten kahvaltıyı paso corn flakes yiyerek geçiriyordum. dedim bari bu güzel şehirdeki son günüm, güzel bir kahvaltı edeyim ne kadar pahalı olursa olsun.
fiyatı epey tuzluydu, fakat kahvaltı güzeldi. hatta 10 numara diyebilirim fakat çok ağır. yani mideniz kaldırmayacaksa hiç bulaşmayın derim.
ayrıca rezervasyonla gidiliyor. rezervasyonsuz giderseniz "git 15 dakika dolan sonra gel şimdilik boş masa yok" diyorlar. hatta girişinde bekleme salonu bile yapmışlar insanlar masa boşalmasını beklesin diye.
yaklaşık 10 dakika bekledim, sonra masa boşaldı. tek kişi olunca daha çabuk masa bulursunuz fakat kalabalıksanız biraz daha beklersiniz.
restaurant tarzı olduğu için garsona bahşiş bırakmak zorundasınız. benim yediğim şeyi söyleyeyim: krep ve bir bardak portakal suyu.
yani krep + bir bardak portakal suyu + bahşiş toplamda 20 dolara yakın tuttu. türk parasıyla 60 lira bayıldım kahvaltıya ama hakkını vereyim çok güzeldi bir de "kaç kez gelecem buralara" mantığıyla gittiğim için parası çok içimi acıtmadı.
krep derken öyle sıradan krep değil. inanılmaz kalorili. beyaz çikolatalı krepler düşünün. bu beyaz çikolata parçacıklı kreplerden 4-5 tane üst üste konulmuş, üzerine ahududulu sos dökülüp bir de krem santi sıkmışlardı. çok ağır bir kahvaltıydı, hatta hayatımda yaptığım en kalorili kahvaltıydı diyebilirim. bitirmekte zorlandım, öyle söyleyeyim.
fakat servis biraz yavaştı, geç geldi. bir portakal suyu istedim getirmeleri 10-15 dakika sürdü. oradan 1-2 puan kırılır belki.
kısacası: paranız varsa gidin, kaçırmayın. güzel mekan.
puanım: 9/10
doner king
rezalet ötesi bir mekan. los angeles'ta hollywood bulvarı üzerindeydi. bu kadar ünlü bir bulvar üzerinde türk lokantası görünce gireyim dedim. hatta yabancı arkadaşlarımı da götüreyim dedim. toplam 4 kişi gittik 2 brezilyalı bir alman bir de ben.
brezilyalılardan biri döner almak istemedi. nugget aldı. çok beğendi. diğer brezilyalı da ne aldı hatırlamıyorum ama döner almadı. yediğine de "eh işte" dedi. alman olan da tavuk döner aldı "kötü" dedi. haklıydı da.
içeri girer girmez baktım kasiyer kız türk'e benziyor, hemen türkçe konuştum. kız mısırlıymış meğersem. anlamadı ne dediğimi, sonra ingilizce "ben türkçe bilmiyorum ama buranın sahipleri türk onlar biliyor" dedi.
ben de döner pilav aldım.
çok kötüydü. döner dediğin şey döner falan değil. türkiye'de marketten alınan dönerden bile daha kötü. pilav desen pilav değil, bildiğin %95'i yağ olan tam haşlanmamış sert pirinç tanelerinden oluşan bir lapa.
bir de çok pahalı yahu. yaklaşık 14 dolar mı ne para bayılmıştım. ağlayacaktım neredeyse.
böyle şeylerin bizim ülkemizi, türk yemeklerini en güzel şekilde temsil etmesi gerekirken bu nedir? zaten dükkanda müşteri de yoktu başka. bu gidişle zor bulur müşteri.
kısacası: uzak durun.
puanım: 2/10 (iki puanı da brezilyalı arkadaşımın nuggetları çok beğenmesine veriyorum)
sea side grill
santa monica'daydı bu da. bir savurma yiyeyim dedim. iğrençti. tavuk etinden yapılmış savurma yoktu bir kere orası bir eksi. mecbur dana etinden yapılmışı aldım.
et kayış gibiydi, çiğnenmesi zordu ve kıkırdak gibi şeyler vardı üzerinde artık ne olduğunu bilmiyorum. midem bulandı bitiremedim.
inanılmaz da pahalıydı aferdersiniz ama kol gibi girdi desem yeridir. savurma tabak + kola 20 dolar mıydı neydi. çıkarken ağlayacaktım neredeyse ödediğim para için. döner king bile daha iyiydi dedim daha sonra. hayatımda hiçbir paraya o kadar üzülmemiştim.
uzak durun.
puanım: 1/10 (en azından tabaktaki salata güzeldi)
rock bottom restaurant & brewery
long beach'te gittik buna da alman kankamla.
daha çok içki mekanı, bar havasında ama yiyecekler de iyi. hamburger söyledim, 14 dolar tuttu. fiyat pahalı ama hamburger güzeldi. garson kız güleryüzlüydü.
fakat mekanın eksiği var: arkada sürekli bir müzik çalıyor ve repertuar berbat. yani bilmiyorum rock müziği de çok severim aslında ama bunlar bula bula en kötü müzikleri bulmuşlar. yemek yerken eziyet çektim resmen, o kadar kötü.
hamburger güzeldi ama hani inanılmaz değildi. lezzetliydi ama çok abartmamak gerek. bir burger bar ya da in n out burger değil tabi. repertuardan puan kırıyorum.
puanım: 8/10
kitchen & grill
hollywood bulvarı üzerindeki yunan restaurantı.
bunun ırkçılıkla alakası yok, yanlış algılanmasın ama bu yunanlar bizim her şeyimizi çalmış lan. markete gidiyorsun, yoğurt desen "yunan yoğurdu", cacık görüyorsun "tzatziki" yazan bir şey, dönerciye gidiyorsun yunan döneri, baklava görüyorsun yunan baklavası, lokma tatlısı görüyorsun "lokmatus" diye isim koymuşlar yunan tatlısı diye yediriyorlar.
çal babam çal bu nedir yahu? sinirini bozuyor insanın bir süre sonra.
peki bunları dememe rağmen bu restauranta niye gittim? alman arkadaşım "ben denemiştim güzeldi" dedi, o an da açtık ve değişiklik olsun diye bir kereliğine deneyeyim dedim. yunanlar nasıl yapıyor acaba bakayım dedim.
sadece et döner ve içecek aldım. fiyatını hatırlayamıyorum malesef ama 10 dolardan pahalı tutmuştu.
ne yalan söyleyeyim, adamlar güzel yapmıştı. hele doner king'in yanında bu adamları alkışlarım, o derece.
adamlar çalıyor ama güzel yapıyor en azından. kendinizi bir yabancı olarak düşünün. hem döner king'de hem de burada döner yeseniz dönerin kime ait olduğunu düşünürsünüz? ben olsam yunanlara ait olduğunu düşünürdüm.
her neyse, dönerin altındaki pide (ingilizcede "pita" diyorlar) çok kalındı. hani bildiğimiz lavaş değil, çok daha kalını ekmeğe yakın yanı. fakat üzerine döktükleri kendilerince cacık sandıkları sos iyiydi.
üzerine cacık döktüklerini sanıyorlar ama daha çok mayoneze sarımsak az biraz yoğurt ve dereotu katılmış gibiydi. cacık dediğin sıvı olur, bu kadar katı olmaz. bir de içinde hıyar olur, bunda o da yoktu.
dönerin eti de lezzetliydi, kalın kesilmişti.
yani bir kereliğine denedim. açık fikirli bir insanımdır çünkü, adamlar her şeyimizi çalıyor diye gitmem diye de düşündüm aslında birkaç kere ama arkadaşım ikna edince gideyim dedim.
puanım: 8/10
frog
yogurtland ile aynı mantık. fakat daha pahalısı. bana kalırsa yogurtland çok çok daha güzel. aroma çeşidi yogurtland`de daha bol ve daha ucuz.
puanım: 7/10 (yogurtland`ın iki katı pahalı olduğu için)
şimdiyse los angeles'taki bildiğim marketler hakkında birkaç genel bilgi vereyim
öncelikle amerika'da poşetler paralıdır. bu yüzden sürekli kalacaksanız kendinize kumaş bir market torbası almanızı öneririm. her seferinde ayrı ayrı poşet parası vermeyin.
amerika'da çoğu markette self check-out denen şey vardır. yani kasiyerle hiç uğraşmazsınız, direkt makineler mevcut oradan aldıklarınızı kendiniz okutursunuz, makineden de parasını ödeyip gidersiniz. bizim ülkemizde de migros'ta görmüştüm böyle bir şeyi. migros dışında hiçbir markette görmedim.
içinde domuz bulunduran şeyler almak istemiyorsanız aldığınız şeyin üzerindeki "ingredients" bölümüne bakın. bunun için burada küçük bir sözlük yazayım:
ham: kıyma olarak çekilmiş domuz eti. (hatta "hamburger" kelimesini kullanırken dikkat edin. ham domuz eti kıyması olduğu için hamburger deyince, düşük ihtimal de olsa, insanlar sizin domuz etinden yapılmış hamburger istediğinizi düşünebilir. bunun yerine "burger" kelimesini kullanın. hoş, amerika'da hiçbir yerde köftesinde domuz eti olan hamburgere denk gelmedim ama illa ki vardır bir yerlerde.)
bacon: domuz pastırması
canola oil: kuzey amerika'da yetişen bir bitkinin yağı. yani yağ olarak bundan yazıyorsa domuzla bir alakası yok. türkiye'de de kullanılıyormuş zaten.
vegetable oil: isminden de anlaşılacağı üzere bitkisel yağ. domuzla bir alakası yok.
olive oil: zeytinyağı.
gelatin: kimsenin farkına varmadığı şey. herkes direkt yukarıda yazdığım kelimelere bakar ama buna hiç dikkat etmez. genelde kahvaltılık gevreklerde, şekerlerde ve marshmellowlarda görürsünüz bunu. jelatin isminden de anlaşılacağı üzere. kesin bir şey diyemeyeceğim ama bu jelatin büyük olasılıkla domuz jelatinidir. yani dindar biriyseniz bunlara hiç bulaşmayın derim.
amerika'da marketlerde satılan şeyler bizim ülkemizdekilere oranla ekstra yağlı, tuzlu veya şekerlidir. buna da dikkat edin. amerika'daki ilk günümde bir fıstık ezmeyi alayım dedim, türkiye'deyken yediğim fıstık ezmesinden 10 kat daha yağlı çıktı, yiyemedim. o kadar yağlı yani düşünün.
cips seviyorsanız çok şanslısınız cips cennetine düştünüz. cipslerin binbir çeşidi mevcut. bizim ülkemizde en pahalı cips olan pringles burada en ucuz cips konumunda. ayrıca binbir çeşit turu var. geçen gün "tavuk taco" aromalısını yemiştim. tadı güzeldi. ülkemizde niye bu değişik çeşitler satılmıyor merak ediyorum. pringles cipsler genelde $2 civarındadır yani 6 tl ediyor bugünlerin kuruyla. diğer cipsler genelde $3 dolar civarlarındadır. çok pahalı gelebilir, fakat paketlerin boyutunu görünce anlayacaksınız. "kettle brand" isimli markanın üzerinde "tuzlu ve biberli" yazan versiyonunu denemeden dönmeyin.
bu ülkedeki suların da tadı ve kokusu çok farklı. bana kalırsa iğrenç. fakat susuz yaşayamayacağınız için mecbur içeceksiniz. burada herhangi bir marka, hiç fark etmez, ilk kez şu içtiğinizde tadı kötü gelebilir. fakat korkmayın, birkaç kereden sonra tadına alışıyorsunuz. hiç fark etmiyorsunuz bir süre sonra. marka olarak lüks marka evian vardır fakat ben ülkemizde de bulunan aqua fina ve nestle markalarını tercih ediyordum. bunların tadı biraz daha normal. amerika'daki yedinci haftamda zehirlenmiştim ve vücuduma çok şu almam gerekiyordu. zehirlendiğim için de midem inanılmaz bulanıyordu, bir şey içesim de gelmiyordu. bu suları her içtiğimde ardından kusuyordum. yani anlamıyorum neden ama bu ülkedeki suların tadı çok çok kötü. hasta olduğum zaman suların kokusu bile midemi bulandırıyordu. düşünün, suyun kokusu var yani. herkesin damak tadı farklıdır, kimisi suyun tadını bile fark etmeyebilir, orası ayrı. fakat suyun tadı iğrenç gelirse anarşiniz beni.
meyvelerin çoğu taneyle satılır. görünce şaşırmayın. öyle bizdeki gibi alayım kiloyla poşete doldurayım olayı yok. eğer kiloyla almak isterseniz file içinde satılanlardan alın.
gazeteler marketlerde satılmaz, sadece walgreens'te gördüm. alacaksanız ya walgreens'ten alacaksınız ya da sokaklarda yürürken yol üzerinde gazete satan otomat gibi şeyler vardır, oralardan alırsınız. bu şeylere parasını atarsınız ve size aşağıdan gazete verir.
trader joe`s
genelde herkes seviyor burayı. ürünlerinin tazeliğinden ve ürünlerini genelde kendisi ürettiğinden dolayı. pahalıdır. bir sürü çeşit limonatası var, deneyin derim. limonata yapmayı biliyorlar hakkaten. en sevdiğim ahududulu limonata oldu. narlı limonata ise iğrençti. kahvaltılık gevrekleri de süper. en harikası çikolata ve bademli olanı. onun dışında vanilyalı olanı da güzel. kahvaltılık gevrek alacaksanız kesinlikle buradan alın. pahalıdır fakat tadı diğer marketlerdeki gevreklerden çok çok daha güzel.
bu marketten meyve alırken dikkatli olun. gece gündüz fast-food yediğim için bir kere de kursağımdan faydalı bir şey geçsin dedim ve buradan bir elma alayım dedim. aldığım 1 tane elma tam $1 idi. yani bir elmaya 3 tl verdim. bizde o paraya 1-2 kilo elma alırsın.
pavilion's
burası en çok gittiğim market. mecburiyetten. ürün çeşidi fazla ayrıca hem inanılmaz büyük hem de diğer marketlere nispeten daha ucuz. ürünlerinin tazeliği hakkında iyi bir şey diyemeyeceğim. geçen koskoca bir rafta son kullanma tarihi geçmiş tortillalar gördüm. buradan bir şey alırken son kullanma tarihine çok dikkat edin. birkaç kez yanlışlıkla tarihi geçmiş ürün alınca aklım başıma geldi. amerika'daki son günlerimde fark ettim ki bu markette satılan şeylerin %80'inin tarihi geçmiş. bir de bu tarihi geçmiş şeylerin bazılarını indirime sokup satıyorlar. çok dikkatli olun.
bu markete çok geliyorsanız "club card" alın. bu kart ile ürünler çok indirimli oluyor. örneğin bir ürün alana ikincisi %50 bedava gibi. kart ücretsiz tamamen.
rite aid
burası meksika marketi herhalde. emin değilim tam. çalışanların hepsi meksikalı. müşteri kitlesi de genellikle meksikalı. eczanesi de mevcut. fiyatları pavilion's ile aşağı yukarı aynı. para bozdurma ihtiyacınız olursa buralara uğrayın. hiç mırın kırın etmeden para bozan tek bu marketi gördüm.
walgreens
çok pahalı. ürün çeşitliliği çok. eczanesi mevcut, büyük avantaj. donmuş yoğurt falan da alabiliyorsunuz dondurma gibi istediğiniz aromalardan sıkıp kasada ödüyorsunuz. içecek de aynı. bardak alıyorsunuz içine istediğiniz içecekten doldurup kasada ödüyorsunuz. "frozen raspberry lemonade" yani dönmüş ahududulu limonatasını mutlaka denemenizi tavsiye ederim. fantastik bir şey, hem asitli, hem ahududu aromalı hem de çekilmiş buzlardan oluşan bir limonata. çok değişik orijinal bir şey. pastanesi de var. buraya sabahları giderseniz harika taze doughnutları var. buradan doughnut alırken bir kadın bana "taze doughnut yiyorsun, amerika'da çok kolay bir şey değil bu" dedi. doughnut nedir bilmeyenlere de şöyle anlatayım, inanılmaz yağlı ve çok şekerli bir küçük simit gibi düşünün. bunun çok güzel aromalıları var, çikolatalısından tut içi ahududu sosla dolu olana kadar.
san francisco'da market street üzerinde ön metrede bir bunlardan var. nasıl bir anlayış aklım almadı. bir marketi yaparsın, bir cadde üzerine birden fazla koyarsın tamam da 10-15 metrede bir aynı marketten koymak nedir? içeriği farklı olsa neyse diyeceğim, hepsi birbirinin aynısı. amerikalılar 10 metre fazla yürümesin mantığıyla yapmışlar herhalde.
ürün çeşitliliğinin fazla olması nedeniyle gittim çok kez. genelde kalabalık olur.
7/11
bu marketin ismi sabah saat yedide açılıp gece on birde kapanmasından geliyor. burası da walgreens ile aynı mantık (içecek olayı falan) fakat eczanesi olanını görmedim. fiyatlar normaldir.
whole foods market
amerika'da gördüğüm en pahalı market. her şey ateş pahası. bu markete sadece çok sevdiğim izlanda yoğurdu skyr'i almak için girdim çoğu kez. bazı şubelerinde yiyecek içecek de satılır. mesela san francisco'dayken market street üzerindeki bir şubesine sabah girmiştim ve taze sıcak sıcak çorba satıyorlardı. kaba alıp kendiniz koyuyorsunuz, kasada ödüyorsunuz.
ürünleri çok tazeymiş, öyle diyorlar. yine de acil işiniz yoksa uğramayın derim. aşırı pahalı. fakat her şeyin en güzelini bulabileceğiniz yer burası.
son olarak, amerika'da bir sürü market var. ben sadece kendi gittiklerimi saydım. bu saydıklarım los angeles'ta en ünlü olan marketlerdir. bir sürü başka markete denk gelirsiniz, fakat bunlardan alışveriş yaparsanız yazdıklarım umarım işinize yarar.
şimdi de los angeles'ın kanayan yarası toplu taşımadan bahsedeceğim. bunun yanında uber ve taksiye de değineceğim
los angeles'ta toplu taşıma çok kötü. mümkünse araba kiralayın, yaşınız tutuyorsa. araba kiralamak için 21 yaş sınırı var. ayrıca 25 yaşın altındaysanız bazı şirketler ekstra ücret uygulayabiliyor. genelde mustang kiralama çok meşhur.
los angeles'ta toplu taşıma neden kötü? çünkü herkesin arabası var. şehrin nüfusu 18 milyon ve şehirdeki araba sayısı 18 milyon. kişi başına bir araba düşüyor. araba ucuz, benzin ucuz ve bu sayede herkesin arabası var. örnek vereyim, bizim ülkemizde bmw 3.20'nin en özelliksiz modelini (hiçbir şey eklenmemiş halini) alabileceğiniz paraya burada v8 motorlu üstü açılan (ülkemize arada bir galerilere gösterim amaçlı getiriyorlar, fiyatı 300 küsür bin lira civarı) ford mustang alabiliyorsunuz.
bizim ülkemizde bmw, mercedes, audi veya porsche sahibi insanlara zengin gözüyle bakarız. burada bu arabalara (her modeli değil tabii) sahip olmak bizim ülkemizde honda, opel sahibi olmak gibi. normal sayılıyor. burada üst düzey arabalar sokaklarda bolca görebileceğiniz maserati, lamborghini ve ferrarı gibi ultra lüks arabalar. jaguar da çok popüler. benim en sevdiklerim ise maseratiler. tek kelimeyle harika araba. bir tanesini kazadan sonra gördüm arabanın sahibi kadar içim sızladı güzelim arabaya.
kimlerin arabası yok? evsizlerin, ehliyet alacak yaşa gelmemiş gençlerin ve turistlerin. bu yüzden otobüslerde evsizler, ehliyet alacak yasa gelmemiş gençler ve turistler dışında başka insan görme olasılığınız düşük olur genelde. çok kalabalık otobüs hatlarında meksikalılarla dolar otobüs. geneli ülkede kaçak yaşamaktadır ve bu yüzden araba alamamaktadır. meksikalıları tipinden çok rahat anlayabilirsiniz, bir kişi çekik gözlü ve esmerse %99.99 meksikalıdır. ha güneydoğu asyalıdır falan diyen olur, onların tipi daha farklı, meksikalılar o kadar çekik gözlü değil.
şimdi deneyimlerimi paylaşayacağım, herkese aynı şey olmak zorunda değil. bu satırdan sonra yazacağım her şey tamamen kendi gözlemlerimle ulaştığım genellemelerdir.
los angeles'ta toplu taşıma kullanmak için tap card almanız gerek. bu kartı metro istasyonlarından alabilirsiniz. kartın fiyatı 1 dolar ve içine yükleyip yükleyip kullanıyorsunuz. cimrilik etmeyin, ben parayla öderim demeyin. kartı alın. parayla ödemek istediğinizde makine para üstü vermez. örneğin 5 dolar sokarsanız otobüs şoförüne $3.25 bahşiş vermiş olursunuz. ayrıca kartınız olmadan metroyu kullanamazsınız, ki bana kalırsa metro otobüsten daha iyi bir ulaşım şekli.
toplu taşıma ücreti genelde $1.75'tir. otobüse ve metroya binince ödeyeceğiniz para bu. epey pahalı yani.
bir haftalık sınırsız kullanım olan tap card almak isterseniz $25 fiyatı var. metro kullanırken 2 saat içinde tekrar kart basarsanız aktarma oluyor. bu iyi bir özellik. örneğin hollywood'dan pasadena'ya gidecekseniz o kadar uzun yolu sadece $1.75'e kat etmiş oluyorsunuz.
otobüs
otobüsün iki turu vardır. rapid ve local. eğer rapid olanına binerseniz (kırmızı renktedirler) gideceğiniz yere çok daha hızlı ulaşırsınız, çünkü çok az dururlar. eğer local olanına binerseniz (turuncu renktedirler ve rapidlere göre sayıca çok daha fazladırlar) gideceğiniz yere varmak zulüme dönebilir çünkü dakika başı dururlar.
örnek vereyim: santa monica bulvarı üzerinden sahile gideceksiniz diyelim. hollywood yakınlarındaysanız 4 numaralı turuncu otobüse (local) veya 704 numaralı kırmızı otobüse (rapid) binmeniz gerek. eğer 704'e binerseniz sahile gitmek tam bir saat sürüyor. trafik normalse tabii. eğer 4'e binerseniz 1.5 saat veya daha fazla sürüyor.
çok yoğun olan hatların otobüsleri genelde 20 dakikada bir geçer. diğerleri 40 veya 45 dakika. yakıcı güneşin altında 45 dakika otobüs beklemek nasıl bir eziyet anlatılmaz yaşanır. tam 3 kere yaklaşık 50 dakika otobüs bekledim. yapacak bir şey yok. otobüsü kaçırdınız mı yandınız. bu yüzden los angeles'ın toplu taşıması berbat. ankara'da bir otobüs kaçırırsın maksimum 15 dakika olağanüstü durum olsa yarım saat beklersin. burada 20 dakikadan az otobüs beklerseniz şükredin. tam zamanında durağa varmışsınız demektir.
otobüslerde manyaklar dolu olur. size bağıran çağıran olabilir, aklı dengesi yerinde değildir. cevap vermeyin, bakmayın da. çok az insan olan otobüse binmeyin.
metro
otobüse nazaran daha iyi bir ulaşım şekli. metroyu 15 dakikadan fazla beklediğimi hatırlamıyorum. şimdi metronun iki türlüsü var. biri yerin üstünden gidiyor (tramvay yani) diğeri yerin altından. bazısı hem yerin üstünden hem altından gidiyor.
metro hatlarında çok bir tehlike hissetmedim. hatta hiç mi hiç tehlike hissetmedim. gayet güvenli gibi gözüküyor. tehlikeyle ilgili tek uyarım var. mavi renkli hatta binmeyin. çünkü bu hat los angeles`ın en tehlikeli, suç oranı çok yüksek ve tehlikeliliğiyle ün salmış bölgesi compton`dan geçiyor. ben hiç binmedim, bunu uyarı üzerine size aktarıyorum. belki de o kadar tehlikeli değildir.
arada bir metroya binen bazı zenciler $1`a küçük su satmaya çalışıyorlar. almayın, çünkü aynı suyu markette yarısı fiyatına alabilirsiniz. ben satın alanını da hiç görmedim ama satabiliyorlar demek ki deniyorlar.
ocak 2016'da hollywood'dan santa monica'ya metro hattı açıldı. los angeles'a gidecek turistler için bayram gibi bir şey bu. çünkü otobüsle hollywood'dan santa monica'ya bir saatten çabuk ulaşmak imkansız.
bazı metro istasyonlarında turnike yoktur. bu istasyonlar tramvay istasyonları veya yerin üzerinden giden (viyadük gibi) trenlerin istasyonlarıdır. burada kartınızı basıp basmadığınızı kontrol eden yok fakat evsiz adam bile kartını basıyor. bu çok dikkatimi çekti. ne kadar fakir olsalar da, hatta çoğu aklı dengesi bozuk olsa da dürüst en azından. türkiye`de böyle bir şey olsaydı istismar edilirdi diye düşünüyorum.
taksi
şimdi bu şehirde bizim ülkemizdeki gibi taksi durakları yok. şehirde taksi görmek de zor zaten. şehirde taksi duraklarını (durak derken bizdeki gibi durak binası falan yok, sadece 3-4 taksi yol kenarında arka arkaya dizilmiş) sadece çok ünlü bulvarlarda (örneğin akşamları hollywood bulvarında ve wilshire bulvarının beverly hills`te kalan kısmında) bulabilirsiniz. bu yüzden bu şehirde taksiyi sizin aramanız gerek. ingilizceniz kötüyse biraz zorlayabilir diye düşünüyorum. ben hiç taksi kullanmadım, fakat ingilizcesi kötü olan ve taksi kullanan arkadaşım oldu.
taksilerde kredi kartıyla ödeme yapabilirsiniz. fiş de veriyorlar. bir de buradaki taksicilerin hepsi gps kullanıyor. taksiler genelde taksicilerin değildir, taksicilere kiralanmış arabalardır. üzerinde yazıyor.
taksiler inanılmaz pahalıdır. örneğin hollywood bulvarı`na yakın bir yerden havalimanına gitmek $56 tutuyormuş. yola haritadan baktık 26 km gösteriyor. yani 26 km yola $56 bugünün kuruyla yaklaşık 168 lira verilir mi yahu. tamam burası yurt dışı şehir pahalı ama başka alternatifler var. örneğin uber, aşağıda yazdım. aynı zamanda burada belirteyim, havalaanına lax flyaway isimli shuttle var. kredi kartıyla ödeme yapıyorsunuz. nakit kabul edilmiyor. fiyat $8. fakat bu shuttle`i bir kez kullandım (san francisco dönüşü) ve hiç memnun kalmadım çünkü 1 saate yakın gecikti. yaklaşık 1 saat bekledik havaalanında. union station ve van nuysa gideni çok sık geçiyor ama hollywood'a geçeni nedense gelmedi bir türlü.
taksilerde bir de bahşiş vermek zorundasınız. dünyanın en saçma en geri zekalıca işi bana kalırsa. restaurant desen garson senin işini görüyor, yemek parası restauranta gidiyor sonuçta. bahşiş verirsin, anlarım. takside bahşiş nedir ya? adam orada araba sürüyor, araba sürdüğü için yaktığı benzinin 150 katı kadar para veriyorsun, paranın %90`i zaten adama kalıyor bir de üzerine bahşiş veriyorsun.
sonuç: taksiye binmeyin. ha ultra süpersonik zenginseniz ve parayı çöpe atmak isterseniz binin tabi. fakat o kadar zenginseniz aşağıda anlatacağım uber ile mercedeslere binmek daha akıl karı.
uber
uber bir taksi şirketi. fakat birbirinden bağımsız sürücüleri var. los angeles`taki toplu taşıma ızdırabından bazen kurtarıyor. çok iyi bir şey. telefon uygulaması. internet gerektiriyor. bu yüzden eğer internet paketiniz yoksa denemeyin derim. sanırsam ülkemizde istanbul`da da varmış.
uber`in özelliği, taksinin çeyreği fiyatına olması. harika. şimdi telefonunuza bu uygulamayı indiriyorsunuz. kredi kartı numarası da girmeniz gerek. uygulamayı indirince hemen kullanmayın. uygulamayı daha önceden indirmiş birini bulun. veya internetten araştırın. uygulamaya sahip olan herkesin bir promo kodu vardır. bu kodu kullanırsanız, uber`i ilk kullanışınızda $20 bedava kazanırsınız. örneğin gideceğiniz yere $30 tutuyorsa sizden $10 kesilir. fakat sadece ilk kullanım için. ayrıca sizin kodunu kullandığınız kişi de $20 bedava kazanır.
benim promo kodum: basue89
ben uber kullansam da kullanmasam da siz bu kodu girince $20 bedava kazanacaksınız. ben türkiye'de olduğum için bana gelecek $20`in bir özelliği olmayacak ama en azından siz kullanabilirsiniz.
promo kodunu kullandıktan sonra aracı seçiyorsunuz. eğer iki kişiyseniz uber pool seçeceksiniz. gideceğiniz mesafe aşırı uzun değilse. eğer 2-5 kişi araşıysanız uber x, eğer 6 veya 7 kişiyseniz uber xl seçeceksiniz. daha fazlasını alıyorlar mı bilmiyorum. fakat gideceğiniz mesafe çok uzunsa iki kişi de olsanız uber x seçeceksiniz. eğer lüks araba gelsin mercedes`e falan bineyim derseniz uber lux.
aracı seçince konumunuzu seçiyorsunuz ve gitmek istediğiniz adresi giriyorsunuz. uber pool ise ödeyeceğiniz fiyatı request butonuna basmadan gösterir. sizi alan araba hangi yoldan giderse gitsin bu fiyatı ödersiniz. fakat uber x veya diğerleri ise fiyatı göstermez, gittiğiniz yolun uzunluğuna göre fiyat belirlenir.
request butonuna bastıktan sonra sizi gelip alacak şoför ve arabasının marka modeli ve plakası görünür. bundan sonra aracı bekleyeceksiniz.
bence gayet güzel bir sistem. havaalanına taksi $56'a giderken uber $13'a gidiyor. inanılmaz.
defalarca kullandım, şoförler genelde güleryüzlü ve sohbeti güzel. hele san francisco`da bir tanesine bindim, koltuklarına masaj aleti koymuş müzik çalarken bir yandan sırta falan masaj yapıyordu, çok iyiydi :d
uyarı: uber pool seçince siz iki kişi binseniz bile şoförün yol üzerinde başka birini daha alma hakkı var. yani acil bir işiniz varsa kesinlikle pool seçmeyin. başka yolcu alırsa yol uzayacak çünkü. uber x daha pahalı olur ama gecikmezsiniz.
şimdi diyeceksiniz bunlar varken taksiciler isyan etmiyor mu? ediyor. hem de çok isyan ediyorlar. örneğin los angeles'ın havaalanı uber'e izin vermiyordu eskiden, fakat çok istek olunca daha sonra izin verdi. artık havaalanında uber kullanabiliyorsunuz. fakat havaalanı da kar etsin diye ek ücret kesiliyor. yani havaalanına giderken ek ücret yok fakat dönüşte ek ücret ödeyeceksiniz.
arabada (uber arabasında) giderken diğer yolcu "hala taksi kullanan var mı?" deyip güldü :))
alman arkadaşım hamburg`da bir ara uber yüzünden taksicilerin çok isyan ettiğini ve uber`in kaldırıldığını söyledi. fakat sonra yine uber kullanımına izin vermişler. orada komik olan şey ise uber sürücüsü olabilmek için taksici lisansı gerekiyor dedi. yani uber normal insanların sürücüsü olduğu bir şey. normal biri neden işi gücü bırakıp mesleği taksicilik değilken lisans almakla uğraşsın ki. bu da uber`i yasal olarak bitirmenin bir yolu herhalde almanyada. umarım amerikada hep uber böyle kalır :))
türkiye'de de yasaklandı bildiğim kadarıyla taksiciler isyan etti diye.
veeee los angeles hakkında eksi sözlük tarihinin en ayrıntılı yazısında/entrysinde sona gelmiş bulunmaktayız. hatta bu eksi sözlük tarihinin yazılmış en ayrıntılı şehir rehberi bile olabilir. yazarken kıçımdan ter aktı, orası ayrı. yine de birilerine yardımcı olabilecekse bu yazı, emeklerim boşa gitmemiş demektir.
birkaç kişiye bile faydası dokunursa ne mutlu bana. soruları olanlar özel mesaj ile bana ulaşabilir, fakat dediğim gibi eğer sorunuzun cevabı burada varsa entry'ye yönlendirilirsiniz, emeğe saygı biraz. biz yazdık siz de okuyun.
edit: @deucehigh nickli yazar arkadaşımız bana birkaç ekleme yaptı, onları da buraya koyayım:
lax'te uber kullanmak mümkünmüş. siz yolcu olarak los angeles'a geldiğinizde alt kattan, yani gelen yolcu katından çıkıyorsunuz. oraya uber çağırılamıyor. fakat üst kata, yani giden yolcu katına çıkarsanız oraya uber çağırmak mümkünmüş.
ayrıca compton hakkında: "compton : gündüz çok da korkulacak bir yer değil. ilk geldiğim zamanlar eşimle bir dükkan ararken yanlışlıkla daldık buraya. dükkanın yeri buradaymış aslında. gündüz pek bir sıkıntısı yok, yaşlı zencilerle geyik falan yapabilirsin ama akşam nasıl olur bilemem. aynı şekilde inglewood'da gündüz görülebilir ama gece kesinlikle uzak durmak gerek. ilk geldiğimiz zamanlar zenci bir arkadaşa anlatmıştım compton ve inglewood gezimizi adam direk "dostum ben burada doğdum ama ben bile hayatımda hiç gitmedim" demişti. :). ayrıca blue line'i bir ara her hafta sonu kullandım compton'dan 2-3 durak önce iniyordum ama yine de bir sıkıntıyla hiç karşılaşmadım. "
market olarak da ralphs, meksika marketi food4less ve rakı bulabileceğiniz ermeni marketi jon's'u önerdi.
ekleme 2: araba kiralamak için alamo.co.uk sitesi de uygunmuş