Sadece Askerde Karşılaşılabilecek Türden Bazı Komik Olaylar
kanopi
çömezken tek başıma kalmışım koca uçuş hattında. elde telsiz dolanıyorum ama için için de "ya birşey olmasın uçuşlarda da bitirip gidelim hayırlısıyla" diyorum kendi kendime. sabah bitiyor ve sarı sıcak öğleden sonrasına hakim olurken sessiz sakin devam ediyoruz işlerimize. fakat telsiz bir anda patlarcasına canhıraş seslerle doluyor. n'oluyor yahu demeye kalmadan bizim makinistleri şu şekilde köhne hat minibüsümüze doluşurken görüyorum.
ben de koşturanlara karışıp bir anda kendimi minibüste buluyorum ve kulakları çınlasın direksiyondaki astsubay arkadaş "amirim boku yedik xxx numara inişe gelirken kanopi atmış, uçağı da atacaklarmış ne yapacağız?!" diye bana soruyor. ne diyebilirim ki o anda "yahu birincisi kanopi neden atılmış biliyor musun ikincisi uçağı da atacaklarsa ne yapalım altına geçip düşen uçağı tutacak halimiz yok ki sen sür piste!" diye panikle bağırıyorum bir yandan da elimdeki programa bakıp uçakta yük ne, hangi göreve kalkmış, içindekiler kim diye göz atıyorum. oh uçakta silah yok, çömez eğitimine kalkmış. önde oturan yeni teğmen, biraz dağınık bir tip. arkadaki ise azıcık gıcık ama bilekli bir öğretmen yüzbaşı. yok ya bu yüzbaşı uçak muçak atmaz diyorum kendi kendime ama bir yanda da telsizden yavaşça son bakımlarına bakın, dosyaları çıkarın diye tüyoyu veriyorum hangardakilere her şeye karşı hazırlıklık olalım diye. o arada bir anda kanopi aklıma geliyor: "lan bu sakın şehir tarafından iniş yaparken mi kanopi attı. ulan eşşek kadar kanopi ağır mı ağır, şehir üzerinde attıysa kanopiyi yerde birinin evine, arabasına ya da daha kötüsü kafasına düşmez inşallah, tüh be" diye endişelenmeye başlıyorum.
bir minibüs paniklemiş adam paldır küldür varıyoruz pist sonuna ama orası zaten ana baba gününe dönmüş. kurtarmacılar, filodan pilotlar, harekat komutanı, bakım komutanı, yangıncılar, üs komutanı dahi herkes gelmiş elde telsiz kuleden haber bekleniyor.
neyse ki bizim xxx numara şehir tarafından değil de tarlaların olduğu arazi tarafından sallana sallana geliyor. yukarıda allah var bizim çömez teğmen güzel de indiriyor kanopisiz uçağı. bir gaz geliyor uçak, önümüzde duruyor ve hasarı görüyoruz. önde oturan teğmenin kanopisi yok. usül gereği hemen kurtarmacılar hücum ediyor uçağa ve teğmeni çıkartmaya başlıyorlar uçaktan. teğmen sersemlemiş, şaşkın bir vaziyette... birkaç kurtarmacı arkadaki yüzbaşıya da davranıyorlar ama yüzbaşımız yakası açılmadık küfürleri bas bas bağıra bağıra kendisi çıkıyor kokpitten. o anda farkediyoruz ki kendisi zaten çözmüş bağlarını, kurtarmacıların çoğu öndeki teğmeni çıkarırken kokpitten zaten yarı beline kadar uzanmış, şu halde diğer kurtarmacıların arasında çırpınıyor, bıraksalar gidip dövecek.
manzara feci komik ama olay ciddi gülemiyoruz da. o sırada üs komutanına gözüm takılıyor, deneyimli adam elbette çözmüş mevzuyu. bıyık altından gülüyor, hemen alın götürün uzaklaştırın teğmeni diyor. bizim teğmen kaşla göz arası bir arabaya bindirilip götürülüyor. o sırada yüzbaşı azıcık sakinlemiş vaziyette üs komutanının yanına geliyor. elbette havada atılan kanopi sonucu kokpite dolan yüksek süratli havadan ötürü yüzbaşı geçici olarak biraz sağırlaşmış ve normal konuştuğunu düşünüyor ama aslında son ses bağırarak "ya ben buna iniş takımını indir dedim sonra bir anda uçak bom etti kanopi uçtu. zaten sonrasında getirdi indirdi, ses duyurmak mümküne değildi komutanım ama ben onu elime geçirirsem şöyle yapacağım böyle yapacağım." diye devam ediyor. hemen sandalyeciler uçağa koşuyor, bakıyoruz ki hakikaten de teğmen dalgınlıkla kanopi fırlatıcı kolunu çekmiş. "tamam." diyor üs komutanı "hadi git sağlık amirliğine de baksınlar bir durumunuza" diyerek yüzbaşıyı da gönderiyor.
hepimiz oh çekiyoruz ama akıllarda tek bir soru; fırlatılan kanopi nerede?
yanıtını çok geçmeden alıyoruz; birkaç gün sonra jandarma minibüsle çamur içindeki kanopiyi getiriyor. gariban bir köylünün tarlasına düşmüş. adamcağız da tarlayı sürmeye gittiğinde görmüş kocaman kanopiyi paniklemiş. uçak mı düştü diye hemen jandarmayı aramış. kanopiyi getiren başçavuş kıs kıs gülüyor: "ehehehe komutanım sizden düşmüş galiba, bulduk getirdik. uçaklarda eksik gedik var mı bir bakın hele ehehehe" diyerek :)
fırça
mesleğe yeni başladığım günler. ilk birliğe atandım, bazı durumlar oldu gittim hemen katılış yaptım ama beni aynı gün farklı bir şehirde kursa yolladılar. kimseyle tanışamadan kursa gittim biraz uzun bir süre kursta kaldım. kurs bitti gerisin geriye döndüm hangara adımımı attım, 5 dakika geçmedi yanımda makinist bir başçavuşla tanışırken döküntü bir hat minibüsü zınk dedi önümüzde durdu. aracın direksiyondan müthiş öfkeli bir binbaşı atladı ve doğrudan bize bakarak küfür kıyamet bir fırça salvosuna başladı ama ne fırça, emre itaatsizlikler, mahkemeler havada uçuşuyor. fırçanın konusu ise sıradan işler, aslında mahkemelik bir durum yok ama adam kızmış işte bir defa... ben "nereye geldik yahu, bu kim, inşallah bana bulaşmaz" diye içimden geçirirken bizim başçavuş fırçanın istikametini dağıtmak için bir anda "bakın binbaşım lantirn teğmenim de yeni geldi hattımıza" deyivermesin mi...
"o sen misin lan?!" diyerek binbaşı fırçayı bir anda bana doğru döndürdü. ne askerliğimiz kaldı ne usül erkan bilmezliğimiz. binbaşı "sen nasıl olur da bana görünmeden kursa gidersin, kimsin lan sen" diyor basıyor kalayı. hayır araya da giremiyorum "ya komutanım ben geldiğimde sen yıllık izindeydin nasıl görüneyim sana" diyemiyorum. bastı fırçayı gitti binbaşı ama başçavuş yanda kıs kıs gülüyor. "takma kafana, o öyledir unutur" diyor. neyse bir zaman geçti farklı bir ortamda binbaşıya "komutanım bana fırça attınız ama ben izinde olduğunuzdan size görünemedim, zaten elimde emir de vardı hemen katıl kursa gel diye." dedim. ben hadi ya tüh kusura bakma gibi bir dönüş beklerken bu sefer de "ne biçim subay olacaksın sen, hakkını ne diye savunmuyorsun en haklı olduğun anda!?" diye fırça yedim.
fırça-2
ilk atandığım yerde gecenin körüne kadar hangarda kalıyor, her şeyi öğrenmek için kasıyordum. e bekarlık, ev bark da yok. işime de geliyordu. hem acayip de mutluydum uçakların dibinde olmaktan. birkaç hafta böyle gitti. sonra hat komutanım yüzbaşı beni kenara çekti; "oğlum ne ayaksın sen, hasta mısın evine gitsene. sabah akşam burdasın sıkıldım seni görmekten. her sorduğuma tak diye yanıt veriyorsun, evin yok mu senin" diye fırça attı bana, "nöbet haricinde akşam 5'ten sonra görmeyeceğim seni hangarda" dedi. bayağı da takip etti bunu. yediğim en ilginç fırçalardan biriydi.
güreş
hangarlara kamera sistemi döşendi, her yer bbg evi gibi oldu. bir gece nöbetteyken baktım gecenin bir saati, bakım komutanı, yanında bir tane nöbetçi astsubay ile kameraların yansıtıldığı ekrana bakıyor ama kıs kıs da gülüyorlar, belli ki acayip bir durum var. beni gördü bakım komutanı, "gel lantirn gel sen de bak" dedi. gittim ekrana baktım. 2 tane eleman hangarın ortasında güreşiyor. başta kavga ettiklerini sandım ama yooo bildiğin geleneksel güreş müsabakası. birkaç kişi de etraflarında, belli ki tezahürat yapılıyor pehlivanlara. yani feci derecede komik bir durum ama müdahale de etmek lazım, hangar görüntülerini bizden başkaları da görüyor çünkü. bakım komutanı hangarı aradı, çıkan elemana "telsizi al, sesini sonuna kadar aç, güreşenlerin yanına git, bekle orda" dedi. eleman da dediğini yaptı, telsizi aldı gitti ekibin yanına. sonra bakım komutanı güreşenlerden birinin adıyla hitap ederek "xxx şefim kolay gelsin, maç kaç kaç" diye doğrudan telsizden sordu. yani ben hayatımda o ana dek o kadar hızlı bir şekilde dağılan başka bir grup görmedim :)
sebze bahçesi
üs komutanını uçuruyoruz. geldi, klasik kontroller yapıldı, sorun yok. aldı gitti uçağı komutan. biz de minibüse doluştuk, abort ederse ya da başka bir şey sormak isterse kalkış öncesinde diye 10 kişi peşinden gidiyoruz. pist başlarında son şans noktası denilen bir yer vardır. bir baraka vardır noktada, orada son emniyetler alınır, nihai bir göz kontrolü yapılır ve pilot uçuşa karar verir. üs komutanı da durdu burada. emniyetler alındı, göz kontrolü yapıldı ama bir anda kanopi açıldı. "aha" dedim "yandık, abort ediyor şimdi işin yoksa fırça ye dur." son şans noktasındaki astsubay koşar adım kokpite yanaştı, portatif merdiveni indirdi kokpite tırmandı üs komutanıyla konuştu biraz sonra atladı aşağıya, merdiveni toparladı, kanopi kapandı hooop üs komutanı kalktı gitti. koştuk yanına haliyle astsubayın, "hayırdır ya ne oldu, ne sordu" diye. "sakin olun yok bir şey" dedi astsubay ve devam etti; "biz şurada barakanın yanına salatalık, domates, karpuz falan ektiydik. komutan görmüş, elinize sağlık bana da şöyle karışık bir torba yapın dönünce alırım dedi bana".
şöyle bir göz attım uzaktan, hakikatten ne kadar da güzel görünüyordu o salatalıklar, domatesler, karpuzlar...
intikal-1
ilk intikalime gideceğim; konya anadolu kartalı. beni bir üsteğmenle birlikte görevlendirdiler. hazırlıklar yapıldı ama tam gideceğimiz gün bir şeyler oldu bizi götürecek c-130 gecikti. o sırada da yoğun bir gün nedense sürekli kargo uçakları inip kalkıyor ama bizim uçak ortada yok daha. beklerken bir tane c-130 sallana sallana geldi indi. terminalci astsubay "bu ne ya nerden çıktı bu, programda da yok ki" diye söylenirken "aha abi bu bizim uçak olmasın bak programda da yokmuş." diye üsteğmene söyledim. o da "dur bakalım, olabilir pilotlar insin gidip bir sor" dedi bana. ben gittim uçağın dibine kokpit ekibi insin diye bekliyorum. yalnız inenler bir garip, sakalları uzamış falan. "yahu bunlar kaç gündür havada, bu traşsızlık ne iş" diye düşünürken uçağın komutanı yüzbaşı indi aşağı ama böyle yorgun, bezmiş, bitkin bir yüz var adamcağızda. ben toy teğmen halimle koştum hemen yanına "abi hoşgeldiniz, siz mi götüreceksiniz bizi konya'ya" deyiverdim.
yüzbaşı bir anda alev alan dinamit gibi patladı; "ne konyası lan, kimi götüreceğim konya'ya. ben gitmem oğlum konya'ya monyaya. benden başka adam mı yok lan filoda, yeter be canımız çıktı zaten kaç gündür, sen kimsin" diye fırçaya başladı. o arada arkasındaki çömez üsteğmene döndü, "oğlum ne diyor bu teğmen ne konyası! havadayken konya mı dediler bize. ben yakıtımı alır kalkar giderim kayseri'ye kimse de beni tutamaz..." diye ona da patladı. afallayan ve en az yüzbaşı kadar bitkin görünen şaşırmış üsteğmen de "yok abi ne konyası, yok öyle bir şey, sen kimsin abicim kim dedi sana konya?" diye bana yüklenmeye başladı.
o sırada koştu geldi beni yanına verdikleri üsteğmen, "gel lan gel naptın sen" diye çekiştirdi beni ekibin yanından. bu bana "git bir sor" dedikten sonra rahat etmemiş, terminalcilerle konuşmuş. meğersem c-130 ekibi afrika'nın bilmem neresine yardım götüren bir ekipmiş. çok sıkıntılı bir görev olmuş, tonla iş gelmiş başlarına, uçağın içinde yatıp kalkmak zorunda kalmışlar, günlerdir de bir oraya bir buraya uçmuşlar canları çıkmış. o günde sabahın köründe afrika'dan kalkmışlar yeni gelmişler daha. ben de gidip yüzbaşıya "konya'dan geçer mi" diye otobüsçüye sorar gibi sorunca haklı olarak dellenmiş adam. o kadar kızdırdım ki adamı uçağın yakıt alması bitip de ekip yeniden uçağa binerlerken yüzbaşı hala söyleniyordu "ulan benden başka adam mı kalmadı hala konya konya diyorlar!" diye.
intikal-2
yine bir intikal. bu defa tek başımayım.
ekipçe toplandık, hazırlıklar bitti. ufak bir iş, 4 uçak gideceğiz 2 gün kalıp geri geleceğiz. yanımızda bu defa 2 tane de er var, elemanlar daha önce hiç uçağa binmemişler acayip korkuyorlar.
geldi kargo uçağı. yüklendik biz. malzeme, ekip, bindi indi derken hadi hop yallah geldik gene konya'ya.
yalnız bir gariplik var, etrafta bizden başka intikal ekibi yok. o değil bizim uçuracağımız uçaklar da bizden sonra gelecekler ama onlar da gelmedi. "allah allah ne oluyor yahu" diye söylene söylene gittim, aradım benim komutanı. "ya lantirncim siz kalktınız, 15 dakika sonra emir geldi intikal iptal" demesin mi. "abi" dedim 20 kişiyiz, üstelik 2 tanesi şaşkın er. yığınla malzeme var nasıl geriye döneceğiz." dedim "valla biz de bilmiyoruz bakıyoruz işte uçak ayarlamaya, sen denk getirebilirsen birine atlayın gelin" dedi kapadı telefonu. yoldan geçen minibüs mü çevireceğiz, nasıl denk getireceğiz kargo uçağı diye düşünüyorum ama yeniden açıp soramıyorum da, fena fırça yeme tehlikesi var çünkü.
kaldık mı konya'da dımdızlak.
birkaç saat bekledik, yok haber. arıyorum bekleyin diyorlar. bekle bekle de millet acıktı, mızmızlanmalar başladı, bir yandan gözüm bizim 2 şaşkın erde. tüymesinler, kaybolmasınlar diye bakıyorum sürekli arkalarından. o sırada baktım bir tane c-130 iniyor. dedim ben bunu denk getireceğim bir şekilde. gittim terminalciye "nereye gidecek bu?" diye sordum, demesin mi eleman geldiğiniz yere gidecek diye. "allaaaaaah" nidalarıyla aldım yanıma en tatlı dilli iş bitirici başçavuşu da koştum gittim uçağın yanına. babacan bir yüzbaşı indi, "abi eline düştük aman yardım et" dedim. yüzbaşı gülerek "hayırdır yahu n'oldu?" dedi. anlattım durumu, acıdı adam. bize baktı, mülteciler gibi yayılmışız etrafa, " tamam geçin, yalnız uçak ağzına kadar malzeme dolu artık oraya buraya sıkışırsınız, rahatlık beklemeyin" dedi. valla gözüm o sırada hiçbir şey görmüyor, bir an önce geri gidelim derdindeyim "yok yok sıkışırız biz" dedim. ekip bir anda doluştuk uçağa. hakikaten uçak tepeleme malzeme dolu, götünü koyacak yer bulan oturuyor oraya. hatta bizden birileri kokpite filan sığındı. bir ara baktım bizim 2 er nerede diye. bu iki salak tepeleme yüklü malzemelerin en üstüne çıkmışlar, ayaklarını aşağı sallamışlar sırıta sırıta "ehehehe la bak olm ne büyük uçak leeee" diye goygoydalar. "lan düşeceksiniz ordan, kafanız gözünüz yarılacak" diye indirdik bunları aşağıya. neyse ki kimseyi geride bırakmadım, sağ salim döndük yuvamıza.
baklava
bir iş için uçak yollayacağız x üssüne. o sırada da bir durum oldu, o x üssünde bizim bir uçağımız arıza yaptığından birkaç gün kaldı ve o üssün ekibi faal edip uçağı geriye yolladı bize. hattımızın baş makinisti başçavuş abimiz iyiliğin altında kalmayı seven biri değildi. o x üssüne uçak gideceğini duyunca tatlıcıdan on kilo mu ne baklava aldırmış. uçağın başına geldiler elleri kolları baklava paketi. "yahu ne yaptın kargo uçağı mı bu, f-16 ile on kilo baklava mı gider" diyorum "ya amirim dur bi sen bak çok ayıp olur göndermezsek, adamlar sabahladılar bizim uçak için. hem ben ikna ederim pilotu." diyor başka da bir şey demiyor. neyse pilot geldi, şansına bizim başçavuşu seven bir binbaşı. "ooo şefim hayırdır baklavalarla mı karşılıyorsunuz beni ehehehe" diye gülerek kokpite geçti. bizim başçavuş uyanık elbette: "ya binbaşım bak al şu 2 kilo baklavayı, varınca filoya gidin, hep birlikte yiyin afiyet olsun ama bizim bakım ekibi xxx numara orada kalınca çok uğraştı, şunları da hayrına götürüver." diye paketlerce baklavayı doluşturmaya başladı kokpite. bu arada f-16 tek kişilik c modeli ve kanat altına takılı, pilotun eşyalarını koyduğu seyahat podu haricinde bir şey koyacak yer yok:
ben o kadar paketi nereye koyacaklar acaba diye bakınırken bir baktım bizim başçavuş pilotla kakara kikiri yaparken çaktırmadan paketleri kanopinin açılan yerinin arkasında kalan ve nispeten düz bir yer olan ufak camlı kısmın oraya tıkıştırmaya devam ediyor. binbaşı da gülüyor; "yahu şefim naptın, allah korusun atlar matlarsam her yerim baklava olacak ehehehe" diyor. neyse doldurdular baklavaları f-16'ya, kalan paketler de seyahat poduna, bizim pilotun eşyalarının arasına sıkıştırıldı. neyse pek bir olumlu yankısı oldu o baklavaların. aramayan kalmadı kesenize bereket diye :)
lastik
bir ara çalıştığım üste bakım komutanı ile aram feci bozuktu. adam beni gördüğü her yerde fırça atıyor, çiğ çiğ yiyecek gibi bakıyor. frekanslarımız tutmadı, ben de pek lafımı sakınmam tahammül edemediklerime karşı, neticede oldu bir şeyler aramızda. neyse bayağı bozuğuz yani karşılıklı.
bir gün bir yere uçak gönderdik. hava çok yağışlı varacağı yerde. uçağın iniş haberini beklerken bir anda pistte lastik patlattığını duyduk uçağın. e bakım komutanına gün doğdu. önce telsizden beni bir güzel fırçaladı herkes duysun diye. sonra yanına çağırdı odasında fırçaya devam etti. diyorum ki "lastik patlar normaldir." bana diyor ki "hayır patlamaz, doğru düzgün iş yapmıyorsunuz siz. ondan patlıyor bu lastik" hayır lastiğin bakımı da yok ki ne yapacağız lastiğe. en son aklıma geldi "ya bana bağırıyorsunuz ama hydroplaning olmuştur bu lastik, tek iniş takımı üzerine piste vurunca ağırlığı çekememiş, patlamıştır lastik." deyiverdim amaaaannn.... siktir git lan odadan gözüm görmesin diye kovdu beni anında.
neyse ben siktirdim gittim o anda. akşam oldu telsizden bana çağırı yaptı yeniden, "odama gel" diye de ekledi. hadi bakalım ne oldu acaba diye gittim odasına, kapıyı çaldım, gel dedi. kapıyı açmamla odanın ortasındaki sehpanın üzerine konmuş kocaman ve kenarı yarık lastiği görmem bir oldu. lastiğin etrafında da lastiği değiştiren ekip var, böyle 4-5 kişi dizilmişler ortalarında sehpa üzerinde kocaman jantlı lastik, hepsi puta tapan kabile mensubu gibi beni bekliyorlar, son duayı edeceğim ben de herhalde. yani güleceğim ama gülemiyorum bakım komutanı fena kızgın durumda. "aha senin lastik, anlat hydroplaning nasıl olmuş, neresinden anladın!" diye hemen girişti konuya. içimden dedim ki fazla uzatmaya gerek yok bu her türlü fırçasını atacak, uzatmadım hiç "komutanım ben söyleyeceğimi söyledim, fabrikaya gönderelim incelesinler, çıkacak rapora göre verirsiniz cezamızı." dedim kestirdim attım.
lastik fabrikaya gitti. hava ve pist durumları alındı. pilotların ifadeleri falan da girdi olayın oluş şekline dair işin içine. birkaç hafta sonra rapor çıktı, sonuç: hydroplaning.
sabah toplantısında "komutanım rapor geldi, fabrikada hydroplaning demiş." dedim başkada bir şey söylemedim. o andaki bakışı fenaydı bana, yani elinde bir sopa olsa kesin pataklardı beni. "her boku çok biliyorlar" dedi, orada kapadı konuyu.
bir şey bilmeyen, insanlara saygı göstermeyen kişilerin neden yetki sahibi yapılmaması gerektiğini öğrenmenin yolu bu olmamalı bence...
final
bir bahar günü, öğleden sonra hangarda oturuyorum. oda 2. katta ve havuz dediğimiz, uçakların parkettiği geniş bir alanı görüyor. şöyle bir 200 metre ötede birkaç tane 1000 librelik uçak bombası getirmişler, bir tane de uçak çekmişler bombaların yanına yaklaşan denetleme için bomba yükleme eğitimi yapıyorlar. silahçılar bombayı yükleyiciye koydular ve kanat altına doğru ilerlemeye başladılar.
benim defalarca gördüğüm bir iş olduğundan pek ilgimi çekmiyordu ama göz ucuyla baktığımda hemen az önce bombayla ilerleyen adamların bir anda neden uçağın aksi istikametine doğru son sürat koştuklarını ve yerde yuvarlanan yeşil silindiri gördüğümde konu bayağı bir ilgimi çekmeye başladı. meğerse bomba yükleyiciye konulduktan sonra ne olduysa yükleyicinin taşıyıcı kolu aşağıya inivermiş ve dengesini kaybeden bomba yere düşüp 2 parçaya (kuyruk + ana gövde) ayrılıp yuvarlanmaya başlamış. her ne kadar bomba tapalanmamış olduğundan çok fazla bir patlama riski olmasa da yine bölgeden uzaklaşmak en akıllıca seçenek böyle durumlarda :) neyse çok geçmeden eod/eor ekibi geldi, müdahale edip bombayı alıp götürdüler.
neyse... burada bırakayım. bugünlerde canım çok sıkkın, azıcık eski defterleri karıştırmak, yazıp kafayı dağıtmak istedim aslında.