Ruhun Asla Kaybolmadığını Savunan Spiritüalizm Nedir, Ne Değildir?

Spiritüalizm nedir, nasıl ortaya çıkmıştır? Öte alemcilik ve tinselcilik olarak da adlandırılan spiritüalizmi masaya yatırdık.
Ruhun Asla Kaybolmadığını Savunan Spiritüalizm Nedir, Ne Değildir?

nedir bu?

spiritüalizm ya da öte âlemcilik terimi latince “ruh” anlamına gelen “spiritus” sözcüğünün sıfatı “spiritualis” sözcüğünden türetilmiş olup ruhçulukanlamında kullanılmaktadır. türkçe'de tinselcilik olarak da adlandırılmaktadır. günümüzde dinsel, mistik ve felsefi alanlarda pek çok akım, ekol ve gruplar kendilerine spiritüalist adını vermekteyse de aralarında ilke, görüş ve kavram bakımından önemli farklar bulunmaktadır. aralarındaki temel ortak nokta, ruh denilen manevi bir unsurun varlığını kabul etmeleridir. fakat bunlardan bir kısmı, ruhun orijinal ve kendine özgü olduğunu kabul etmez, bir kısmı ruhun sürekli gelişim içinde olduğuna karşıdır, bir kısmı ise ruhun sürekli olarak tekrar bedenlendiğini kabul eder.

detaylandıralım

spiritüalist anlayışa göre insanın fiziksel ölümüyle canlılığını yitirmeyen ruhu ölümsüzdür. her ne kadar fiziksel dünyayla bağlantısı kesilmiş olsa da bu ruhun bilinci yitirdiği anlamına gelmez. ruhun bilinçli bir bölümü ölümden sonrada yaşayanlarla (belli nesneler vasıtasıyla) iletişime geçebilir. bazı medyumlar ve parapsikologlar, trans durumunda veya uykuda gezme durumunda ölülerle iletişime geçebildiklerini iddia ederler. ruhların yaşayanlarda daha üstün güçlere ve yeteneklere sahip olduklarına inanırlar. bu üstün güç sayesinde bazen ruhlar veya ölüler geçmişten ya da gelecekten haber verdiklerine inanırlar. bu inançtan yola çıkan bazı medyumlar, ruh çağırma seanslarıyla ya da farklı yöntemlerle ruhlarla (ya da başka ruhani varlıklar) bağlantı kurmaya çalışırlar.

günümüzde mistik birçok akım kendilerine spiritüalist adını verse de aralarında temel olarak birçok farklılık bulunmaktadır. aralarındaki temel ortak nokta ise ruhun varlığına inanmaları ve ruh kavramına verdikleri manevi anlamdır. spiritualizmle ilgili eksik bilgileri olan insanlar mesela kendisini spiritüalist diye tanımlayan her akımın reenkarnasyonu inandığını düşünebilir. ancak neredeyse her spiritüalist akımın ruha verdiği anlam ve ruh inanışları farklıdır. bir kısmı ruhun orijinal ve kendine özgü olduğuna inanmazken, bir kısmı ise ruhun sürekli tekrar tekrar bedenlendiğine (reenkarnasyon) inanır.

bu anlayışa muhalif bir görüş

spiritüalizm, ruhçuluktur. biri bir yalan uydurmuş, o yalan dönmüş dolanmış kendi kulağına gelmiş de, anlatan da kendi uyduruğu oldugunu hatırlayamamış, inanmış söylenene ya; işte böyle bir ideolojidir ruhçuluk.

bilinen en eski inanç olmasına rağmen bu koca süre zarfında ne varlığına ilişkin bir delil ne de inanmaya yöneltebilecek bir gerekçe bulunmuştur ruh için lakin insanlar ısrarla ruh, ruh diyip dururlar. şimdilerde enerji, elektrik gibi kelimeler almış olsalarda da ruh kelimesinin yerini inanışın temeli aynıdır. (bkz: evrende serbest halde dolaşan enerji) (bkz: elektrik alamadım senden) binlerce insan ruh çağırma seanslarını profesyonel gözlemciler önünde bir kez daha tekrarlamaya çağrılmış, çoğu böyle bir şeye yanaşmamış, yanaşanların da foyaları ortaya çıkartılmıştır kolayca; ama tabi siz gene de ruha inanın.

gök gürültüsünü, sebebini bilmedikleri için tanrıların savaşı zanneden insanlar, kendileri ile dağlar, taşlar arasındaki farkı açıklamak için ruh diye bir şey uydurmuşlar; gökgürültüsü kolaymış, zırvaladıkları anlaşılmış da insan ile taş arasındaki tek farkın tarif olduğu bir türlü anlaşılamayınca ruhun varlığına inanç da bir türlü azalmamış.

bir ruhçu ile tipik bir diyalog da şöyle gelişir:

- ruhun olmadığını kanıtlayabilir misin?
- tabi. bir şeyin olmadığı nasıl kanıtlanır söylerseniz hemen kanıtlarım. mesela kretimiopsi'nin olmadığını kanıtlayarak başlayın.
- nedir o, hiç duymadım?
- ben de hiç duymadım. ruh gören, işiten de duyrmadım. bu varolmasına engel değil ama, engel mi.
- saçmalıyorsun.
- ama siz koç gibi beni bırakıp beş bin sene önce yaşamışların saçmalıklarını tercih ediyorsunuz.
- ufff. inanıyoruam ben tamam mı. gitsene sen işine.
- peki.

bonus: hirevî hazretlerinin "menâzil-üs sâyirîn" kitabında ve şerhinde şöyle yazar

tecrübe ile anladım ki, marifet sahibi olanların feraseti, allahü ehli olabilecek kimselerle olamayacak kimseleri ayırt etmektir. allahü teâlâyı zikredenlerin ve cem’ makamına kavuşanların yaradılışlarındaki potansiyeli tespit etmektir.

marifet sahiplerinin feraseti budur. açlıkla ve insanlardan uzak durarak çile odasında yalnız yaşamakla nefslerini saflaştıran ama hak teâlâya yaklaşmayı başaramayanların ferasetleri ise cisimleri ve maddeyi keşfetmek; mahlukatın gaybını(bilinmeyen yönlerini) haber vermektir.

bunlar yalnız mahlukattan haber verirler; haktan haber veremezler. çünkü hak teâlâ ile aralarında perde vardır. marifet sahipleri ise allahü teâlâdan kendilerine gelen marifetlere kavuşurlar. hep allahü teâlâdan haber verirler.

insanların ekserisi allahü teâlâdan uzak olduklarından ve hep dünyayı düşündükleri için, maddeyi keşfedenlere, mahlûklardan bilmediklerini haber verenlere değer verirler. onları büyük bilirler. onları evliyâ ve allahü teâlânın seçilmiş kulları sanırlar. hakikatten haber verenlere dönüp bakmazlar. bunların allahü teâlâdan bildirdiklerine inanmazlar. "bunlar evliyâ olsalardı, bizim hallerimizden ve mahlukatın hallerinden haber verirlerdi. mahlukatın hallerini bilemeyen kimse, bundan daha yüksek olan şeyleri nasıl bilebilir?" derler.

bu bozuk kıyasları ile evliyayı inkar ederler, doğru sözü görmezler ve işitmezler. böylece allahü teâlânın o büyükleri cahillerin gözünden korumuş olduğunu, onları kendisine ayırmış olduğunu, onları kendisinden başkaları ile meşgul olmaya bırakmadığını idrak edemezler.

bunlar mahlukata ve maddeye saplanıp kalsalardı, hak teâlâ ile yakın olmaya uygun olmazlardı. böyle hak adamlarından birinin maddeye az bir nazarla, başkalarının anlayamadığı şeyleri keskin ferasetleri ile anladıklarını biz çok gördük. bunların feraseti hak teâlâdan olan ve onun yakınlığından doğan bir ferasettir. nefslerini saflaştıranların mahlukata ve maddeye olan feraseti(görüş gücü), hak teâlâyı ve ona yakın olanları göremez. bu kıt görüş gücü, kimi müslümanlarda olabileceği gibi, hristiyanlarda, yahudilerde ve başka din mensuplarında da bulunabilir. çünkü maddeyi keşf ve görüş gücüne allah değer vermez; şartları yerine getiren herkese ayırt etmeden verir.

(293. mektuptan, mektubat-ı rabbani)