Ridley Scott'ın Çektiği Napoleon, Neden Sinema Tarihine Büyük Bir Hezimet Olarak Geçti?

en sonda söyleyeceğimi en başta söyleyeyim de içimde kalmasın: berbat
the last duel'u izlediğimde ridley dedenin hala atacak kurşunu var diye sevinmiş, "bonaparte filmi çekiyor" denince de evde kendi kendime soca dans yapmıştım. çünkü hem bir napolyon filminin vadettiği her şeyin hakkını verebilecek gezegendeki birkaç kişiden biri hem de cv'si bu tür filmlerle dolu (the duellists, gladiator, the last duel, kingdom of heaven vs.) lakin filmin bitmesini bile beklemeden büyük bir hayalkırıklığı ve üzüntü duydum.
ilk olarak filmin tonu, tarzı, dokusu arızalı. parodiyi andıran sahnelerden, courtroom dramaya, cinsel gerilimden saha savaşına sürekli bir ayar bozukluğu içinde. akordu bozuk enstrüman gibi, doğru akoru bassan da ses dandik çıkıyor. hiçbir sekans geçişi uyumlu, sürükleyici, manalı değil. ridley sete az uğraşmış veya süreç boyunca telefonuyla oynamış gibi.
napolyon bütün film boyunca mal değneği gibi ortalıkta dolanan, stoik bir suratla etrafına bakan, hemen hemen her şeye aynı mimiklerle tepki veren, hiçbir şeye yön veren değil tam tersi bir şeyler olurken oralarda olan bir adam haline gelmiş. tarihsel kronolojiyi unutalım, filmin bize verdiği bilgiden gidelim; "ben hırslı değilim! kimseye henüz savaş bile açmadım!" diyor. yanındaki adam "öyle deme sen tarihin gördüğü en büyük lidersin!" diye gaz veriyor. pardon? neden? ne gördük de buna inanalım? daha ortada austerlitz, jena, ispanya, italya zaferleri falan yok. toulon'da sarhoş ingiliz baskınından başka ne gördük ki buna okey diyelim?
"bize imparator, bir kral, bir reis artık ne lazımsa sen anladın, o lazım, sen ol" diyor. okey diyor. neden lazım? niye bonaparte olmalı? ne özelliğini gördük de memleketi bu yönetsin? yok. biz de joaquin gibi "tamam" diyoruz.
filmin hiçbir noktasında "bu adam tarihin gördüğü en büyük 3-5 kumandandan biri" deme şansın yok. iletişimi zayıf, mırmır garip garip triplere giren, içine içine konuşan mal gibi bir şey. ol de ölelim diye peşinde binlerce km yol tepen, sürgünden sonra bile davasına inanıp peşine düşen ölüme yürüyen adamları hangi karizmasıyla kendine çekmiş, kanına girmiş? bize verilen hiçbir bilgi, görsellik, bir an yok. konuşmayan, helyum çekmiş akşamdan kalmış gibi kısık sesle içine içine konuşan adamdan komutan mı olur? bütün avrupa'ya savaş açmış adam kükrer lan!? kükrer yani, titretir. ilham verir. gaza getirir. bize vadedilen ne? napolyon bonaparte. gösterilen: mal değneği.

josephine işi de ayrı berbat. büyük aşka, büyük tutkuya saygım var ama bari ikisinin arasındaki diyaloglar manalı, izlemeye değer, enteresan olsun ya? kadına desin ki "beni hakir görüyorlar, korsikalısın köylüsün diyorlar, değilim, hepsinin anasını s..." falan. desin ki "ben buralara sığmam, dünya bana yetmez!" bize adamın niyetini, motivasyonunu, içindeki ateşi gösterecek diyalog verin yatakta veya doggy yaparken bile olsa. bi gıdım karakter verin ya? o da yok.
boşanacağım seninle dedi izledik. ardından boşanma sahnesini kesti. tokat attı, imzalattı, boşandılar. burdan geç artık başka bir zaman, mekana, konuya. hayır! 3. kesme hatunun yazlık evine ziyaret, seni arada göreyim, mail atayım, cam açayım mı? niye arka arkaya bunu izliyoruz dede ya? konuyu kapatmışsın, josephine boşandı! tamam. tamam da? baydın zaten, tüy dikme.
filmlerde klişe kullanılmasına karşı değilim zira çarkların dönmesini sağlayan yağ gibidir çoğu zaman. bir buçuk saat josephine göstereceğine siyasi tiplerin entrika sohbetini göster anlayalım arka planda ne dönüyor. iki tane sansar tipli siyasiye masada bir köşede " ya adama askerleri allah diye tapıyor! bu herifi karşımıza almayalım" falan dedirt ki anlayalım bu adam başka bir adam. napolyon'a doğru dürüst diyalog ver de anlayalım adamın içinde kopan fırtınayı, ateşi, onu moskova'ya yürüten benzini. askerler önüne geçip "geçemezsin" deyip musketleri suratına doğrultunca iki çift karizma laf ettir, bi iki askere adıyla hitap ettir, ailesini sordur. asker desin ki "lan adam beni hatırlıyor! ben bunla ölüme giderim!"
mısıra gidip sfenkse bakıyor. attan bir in, toprağı avucuna al, ez iki elin arasında özlü bi söz et? yok. mumyayı açtırıyor, burnunu dayıyor. dönüyor arkasına adamlarına; içimden diyorum ki "bu topraklardan sezar geçti, iskender geçti, hepsi kum oldu toz oldu, mumya efendi ölümsüzlük kendini paketletmek değil, benim ölümsüzlüğümü zaferlerim yazacak!" falan bak şurda g*tümden bişey uydurdum iki çift laf etsin ya? orada olmasının bize ne faydası, ne exposition'ı, kattığı ne var? mal gibi baktı mumyaya sfenkse, s*ktirdi döndü fransa'ya.
bakın bu önerdiğim her ekleme klişenin allahı ama çalıştırıyor sahneyi. mana yaratıyor. ridley klişe olmasın orijinal olsun diye tatsız tutsuz bişey çıkarmış. ne fransa'nın sosyal, ekonomik, siyasi durumu hakkında iki çift laf duyuyoruz adam gibi, ne liderin liderliğini görüyoruz, ne aşkı aşk gibi izliyoruz.
ben kendime veya müşteriye bir video içerik hazırlarken belki 100 kere izliyorum. montajında ayrı, sesinde ayrı, müziğinde ayrı. her izlediğimde bir hata görüyorum, nasıl daha akıcı yaparım diye aydınlanma yaşıyorum. ridley gelmişin seksen küsür yaşına, şunu izlerken hiç mi sıkılmadın ya? hiç mi "lan bu galiba olmadı, batırdık mı la?" demedin?
austerlitz ve waterloo muharebeleri o kadar iyi ki filmi resmen ezmiş. tartının bi tarafına ne kadar ağırlık varsa koymuşsun da diğer tarafı havaya dikmiş gibi. fazla gelmiş filmin geri kalanına.
velhasıl yazık olmuş. keşke spielberg'in napolyon'unu izleme şansımız olsaydı. belki daha duygusallı daha gevrek bir adam izlerdik ama bir şey izlerdik en azından.

Biraz daha vuralım
napolyon, boomer yönetmenlerin hala tarihi istedikleri gibi değiştirdiklerini gösteren bir garip film. wikipedia'nın, her şeyi en ince detayına kadar anlatan youtube kanallarının olmadığı 90'lar ve 2000'ler de yaşasak bir noktaya kadar yiyeceğiz de 2023 yılında hangi cesaretle tarihi bu şekilde değiştirebiliyor bu yönetmenler, anlayamıyorum.
filmdeki bütün tarihi saptırmaları geçtim, napoleon'un hayatında büyük önem arz eden insanlar yok; kardeşleri yok, o kardeşlerden biri ispanya, biri hollanda, biri de italya kralı, generalleri yok, o generaller kız kardeşleriyle evli ve savaşta bağlılıkları ve cesaretleriyle napoleon'a savaş kazandıran (bazen kaybettiren) adamlar. kim var? belki de en nefret ettiği talleyrand var.
tamam 2.5 saatte bütün avrupa'nın kaderini etkileyen bir kariyeri sığdıramazsın, ama sığmayacağı için de tek film olarak çekme o zaman? "nasıl olsa sığmaz" diye gidip kıta avrupasının en önemli anlaşmalarının yapıldığı yerleri atlayamazsın. kaldı ki josephine'le koltuk muhabbetlerine zaman var ama bir peninsular war, war of the fourth coalition'a zaman yok? bir de azıcık gemi sahnelerinin çoğunda h.m.s victory modelini kullanmışlar ama battle of trafalgar yok?
Uyarı: Spoiler içerir.
bütün italya seferini atlamışlar mesela. kardeşim adamın kariyerinin esas başladığı yer orası; tuğgeneral olmasına rağmen parasızlıktan bilardo salonunun arkasında kiraladığı odada (zaten o dönem ortam sirk gibi, devrimci meclis herkesi general yapıyor) ortada hiç bir görev ya da emir yok iken, sırf antik roma merakından italya'nın dağ, tepe, ova her yerini inceleyip haritalamış, güney ordusunun başına geçtiğinde o kadar hazır ki, geçilmez denilen alp dağlarında unutulmuş geçitleri kullanıp hızıyla düşmanı şaşırtıyor. papa'yı anlaşmaya zorlaması bile film konusu: "italya'ya 20 bin (perperişan) askerle girdim ancak dağların arkasında bekleyen iyi tahkimli 40 bin askerim daha var" diyerek korkutuyor ama dağların arkasında asker falan yok, blöf yapıyor ve o anlaşmaya imzayı attırıyor.

bir de mısır seferi sırasında piramitlere ateş ederken göstermişler, ayıptır ulan, napoleon'un mısır seferi, antik mısır'ın anlaşılmasını, hiyerogliflerin çözülmesini sağlayan seferdir, napoleon bilim adamlarını bizzat kendi gemisinde birer aristokrat gibi ağırlayarak çıkmıştır o sefere. ayrıca josephine aldatıyor diye dönmüşlüğü falan yok, amiral horatio nelson fransız donanmasını yenilgiye uğratarak fransız ordusunun bütün tahkim hatlarını kesiyor, napoleon'un dönme kararı bu yüzden, zaten mısır'a giderken yanında paris'in çok ünlü opera sanatçısı olan metresini de getiriyor, josephine'e mektup atmaya devam ediyor ancak yana yakıla aşık olduğu italya seferi dönemlerinden çok farklı artık işler.
hırsım geçmedi bak, ekleyeyim dedim: austerlitz savaşı neredeyse tamamen fantezi olmuş. savaş karlı bir ortamda gösterilmiş. kimse tüfekle ateş etmiyor. herkes amaçsızca süngü hücumuna kalkıyor. sonrasında bütün avusturya ordusu donmuş gölün üstünde kalmış gibi gösteriliyor.
gerçeğinin bununla alakası yok, bir kere ortamda kar yok, yaklaşık 12 kilometreye yayılan bir alanda oluyor, beyoğlu'ndan zeytinburnu'na kadar bir alan gibi düşünün.napoleon'un savaştaki stratejisi, pratzen tepelerine konuşlanmış koalisyon kuvvetlerini bilerek zayıf bıraktığı (ve davout'un geleceği zamanı doğru hesaplayıp güçlendireceği) sağ kanadına doğru çekmek, bu sırada ana kuvvetleriyle pratzen tepelerine saldırıp, merkezi ele geçirmek. netekim savaş napoleon'un tam da hesapladığı şekilde gerçekleşir; davout zamanına gelerek zayıf sağ kanadı tahkim eder, napoleon ana kuvvetleriyle merkezde pratzen tepelerini ele geçirir ve sonrasında sağ kanadı çembere alır. işte bu sağ kanadın bir kısmı güneye doğru geri çekilirken, donmuş gölün ortasından geçmeyi dener, bu sırada top atışlarıyla kırılan buzun içinde 200 kişi kadar ölür. yani öyle bütün ordu falan kalmaz. austerlitz'in sonrasında olanlar daha da önemlidir ama şimdi üşendim yazmaya...
kısacası yine napoleon sinema perdesine sığmamış, biyografi izlemeye geliyoruz, yönetmenin kafasında canlandırdığı, gerçeğiyle hiç ilgisi olmayan garip bir karakter izliyoruz. otur sıfır!