Ressam Yönünün Yanında Masal Diyarı Gibi Evler Yaratan Mimar: Friedensreich Hundertwasser
1928'de viyana'da doğmuş, şubat 2000'de ölmüştür.
tasarımını yaptığı ilginç binalar nedeniyle yaygın olarak mimar diye anılsa da, aslında ressamdır.
"hundertwasser" adını 1949'da almış, yine bu yıl, ömrü boyunca sürecek olan sık ve yoğun gezilerine başlamıştır. resmin yanısıra, çevre, barış, ekolojiye uyumlu mimarlık gibi konular başlıca ilgi alanlarını oluşturmuş, yaşamı boyunca bu konularda birçok aktiviteye katılmış, eserlerinde de bu konuları yansıtmıştır. yine resimlerinin yanısıra, çeşitli ülkeler ve birleşmiş milletler için pullar ve bayraklar tasarlamış, avusturya'nın otomobil plakalarının özgünlüğünün ve bunlarda yansıtılan milli kimliğin korunması için kampanya başlatıp, bu amaca yönelik plakaların da tasarımını yapmıştır.
binaların doğaya ve insana uyumlu olması gerektiğini savunmuş, tasarımını yaptığı binalarda da bunu yansıtmıştır. hundertwasser'e göre, insan 3 deri katmanına sahiptir; ilki kendi derisi, ikincisi giysileri ve üçüncüsü de içinde bulunduğu binaların duvarlarıdır; bu nedenle binalar, insanın yapısına ve doğal gereksinimlerine uymalıdır. doğada hiçbir şeyin katı ve düz çizgileri olmadığından hareketle ve alışık olduğumuz düz duvar ve yerlerin, mimarların insan doğasına uymayan bir icadı olduğunu söyleyerek, binalarının gerek duvarlarını, gerek içini çeşitli engebeler, yamrı yumruluklarla donatmış, her yerini rengarenk mozaiklerle kaplamış, mümkün olduğu kadar çok bitki ve kendi deyimiyle "ağaç kiracılar" yerleştirmiştir. viyana şehri yönetiminin girişimiyle inşa edilen ve "ekolojik bir bina" olması amaçlanan hundertwasser haus, ilk mimarı projesidir, 1983 ile 1985 arasında yapılmıştır.
tasarımını hundertwasser yapmış olmakla birlikte, mimarı peter pelikan adlı başka bir zat-ı muhteremdir. son derece sevimli, eğlenceli, rengarenk, asimetrik bir binadır, bana gaudi'nin binalarının daha naif, daha renkli ve oyuncu bir versiyonu gibi gelmişti. binanın teras ve balkonlarına çok sayıda bitki ve ağaç dikilmiştir, yanlış hatırlamıyorsam ağaçların sayısı 200'ün üzerindedir. konut olarak yapıldığı ve içinde oturanlar, ziyarete gelen çok sayıda turistten zaten fena halde muzdarip olduğu için, oturanlardan birini tanıma şansına sahip değilseniz içini görmek ne yazık ki mümkün değildir. benim gibi bu şansa sahip olamayan fanilerdenseniz, binanın içi konusunda fikir edinmek için, hemen karşısında yer alan, yine hundertwasser'in tasarladığı minik çarşıyı gezebilirsiniz. hatta daha iyisi, hundertwasser haus'a yürüme mesafesinde olan kunsthaus'u görmektir bence. böylece, hem yerleri engebeli, pencereleri asimetrik, farklı renk ve şekillerde kocaman seramik parçalardan oluşan sütunlara sahip şirin bir binada bulunup, hafif debelenerek de olsa dolaşma deneyimini yaşayabilir, hem de hundertwasser'in birçok eserinden oluşan kalıcı sergiyi ve değişen diğer sergileri gezebilirsiniz. içinde ufak şirin bir de kafe var, vakit azlığından ben oturup birşeyler içememiştim ama aklım kalmıştı.
pek çok insanın binaların duvarlardan oluştuğu iddasının aksine, binaların pencerelerden oluştuğunu söyler.
pencere diktatörlüğünden ve pencere haklarından bahseder. değişik binaların pencerelerinin değişik ırklardan oluştuğuna ve kimi zaman aynı sokağa bakan pencereler arasında ırksal bir ayrım olduğu iddasındadır. hatta ırkçılıkla ilgili tüm kavramları bir sokağa bakan pencereler arasında (belki de analoji yaparak) açıklar.
bu ırksal ayrımın ve nefretin sona ermesi gerektiğini söyler. her insanın penceresinden sarkıp hayatı kucaklamaya ve elinin yetişebildiği noktaları boyamaya, kendini tüm sokağa ifade etmeye hakkı vardır. böylelikle herkes o özgür pencereden, içeride yaşayan özgür, baskıdan kurtulmuş, standardların dışına çıkmış insanı görebilir.
mimarlık ansiklopedilerinde mimarlığı gözden düşürülmek istenircesine kısa geçilen ve ressamlığı vurgulanan ve plastik sanatlarla ilgili her türlü kitapta ise adından ve ressamlığından hiç bahsedilmeyen, benim her iki açıdan da en büyük sanatçılar arasında gördüğüm bir ressam-mimar. bu ilgisizliğin nedeni araştırılabilir. bence her iki dalda da meslekten olmaması (emin değilim) nedenlerden biridir. sanatta da kast sistemi var ya!
mimarlığa mimarlık sanatının uçsuz bucaksızlığını sokmuştur. konum olan resme gelince; onun vahşi ve acı-şiddetli renkleri çok özgündür. tüm resim yüzeyinin renk ve biçimselliklerle dolu olması ise avrupa resminde az rastlanır bir olgudur. primitif ve 'doğu'sanat anlayışına uygundur. resimlerinde doğa, şehir ve insan öyle girift bir şekilde içiçedir ki insanın bunları yapan olsa olsa bir büyücüdür diyesi gelir. bir sanatçı hem bu kadar entellektüel olsun hem de bu kadar naif kalsın, inanılmaz bir şey! art book (sanat kitabı) içinde bahsedilen 500 sanatçı içine sokulmamasını anlayabilmiş değilim. diğer sanat kitaplarında da. sanıyorum onun resminin avrupa resmi ölçütlerine uymaması nedeniyle ki sanatta ölçü olmaz ama demek ki batı sanat piyasasında var, her piyasada olduğu gibi.