Profesyonel bir Dublaj Çevirmeninden: Alt Yazı ile Dublaj Arasındaki Farkın Sebepleri

Sinema, televizyon ve hatta Netflix veya Disney+ gibi dijital platformlarda bir film izlerken aynı sahnedeki alt yazı ile dublajın tutmadığına denk gelmişsinizdir. Sebeplerini açıklıyor bir çevirmen.
Profesyonel bir Dublaj Çevirmeninden: Alt Yazı ile Dublaj Arasındaki Farkın Sebepleri

şu aralar sapık gibi disney'de dublaj çevirisini kendi yaptığım bir diziyi alt yazı ve dublaj açık şekilde izleyip karşılaştırma yapıyorum. konuyla alakasız, narsistçe bir not düşmek adına benim çevirim alt yazıdan daha iyi ve kaliteli olmuş bence. şaka bir yana birkaç yerde çok ciddi hatalar ve tercih yanlışları yapmışım, gerçi bunların bir kısmı açıklamalar yapıp tercihi stüdyoya bıraktığım yerler. yani demem o ki alt yazıyla dublaj bu dizide de elbette farklı. bu iki çeviriyi iki farklı insanın yapmasından daha da temelde, bu zaten böyle olmak zorunda. kendi metnimi alt yazıya çevirmem istense yine bir sürü değişiklik gerekirdi. çünkü bu iki çevirinin amaçları ve teknikleri farklı.


dublaj çevirisini görece iyi bilen biri olarak bu sebepleri aklıma geldiği oranda toparlamaya çalışayım

öncelikle hiç alt yazı çevirisi yapmadığım için o konuya yeterince vakıf değilim fakat alt yazıdaki en önemli kısıtlama yanılmıyorsam alt yazının ekranda görüneceği sürede gözün okuyabileceği maksimum karakter sayısıyla ilgilidir. yani alt yazı çevirmenleri özellikle uzun repliklerde belirli bir karakteri geçmemeye özen gösterirler. ve yanılıyor olabilirim ama benim gördüğüm kadarıyla tam da bu sebepten alt yazı çevirmenleri sadece uzun replikleri değil daha genel manada kısaltmaya meyilliler. dublaj çevirisindeyse uzunluk uzun kısa bütün replikler için çok önemlidir ve biz birebir o konuşma süresini tutturmaya çalışırız. yani sonuç itibariyle aktör sustuğunda dublaj sanatçısının hala konuşmaya devam etmiyor olması gerekir. aynısı tam tersi durum için de geçerli. bu da doğal olarak birebir çeviri yapmayı çok zorlaştıran bir şey, çünkü bir dilde uzun ifade edilen bir durumun diğer dildeki karşılığı kısa olabiliyor. bu durumlarda bazen kelime tercihlerini değiştirerek, ya da türkçedeki bir kalıbı değil başka bir kalıbı kullanarak, yahut anlatım şeklini değiştirerek kısaltma-uzatma yapabileceğimiz ilk şey. ama bu her zaman yetmez o durumlarda yazdığım cümle kısa kalıyorsa anlamı çok değiştirmeyecek bazı dolgu kelimeleri atarız. mesela "eve geldiğimde evde değildin" gibi bir cümleye şu an tamamen kafadan atıyorum, "bu sabah eve geldiğimde evde değildin" gibi eklemeler yaparız, yapmak zorundayız. tabii yani bu örnek tamamen attığım bir şey de bağlama göre anlamı çok değiştirmeden uzatıyoruz ve tabii ki doğal olarak bu da orijinalinden bir sapma yaratıyor. keza tersi durumlarda da elimizden geldiğince kırpıyoruz. "seni çok seviyorum" yerine "seni seviyorum"a dönüşebiliyor cümle. elbette bu iki cümle çok farklı ama bir müdahale yapılması gerektiğinde tabii ki gözümüze ilk olarak çok'u kestiriyoruz.

bu örneği daha ekstrem bir noktaya taşıyayım hatta

şu an elimde tek bir kelime dahi bilmediğim bir dilden bir içerik var. metinler bana ingilizce alt yazı olarak geliyor. ben bilmediğim hatta türkiye'de bileni bulmanın da çok zor olduğu bu tip dillerden dublaj çevirisi yapmak konusunda görece tecrübeliyim. ama yine de çok zorlanıyorum. ve kaynak metnim de alt yazı olduğu için yukarıdaki paragrafta verdiğim örneğin çok daha ekstrem durumları oluşuyor. karakter 10 saniye boyunca konuşuyor ama alt yazıdaki cümleyi birebir çevirdiğimizde 5 saniyelik bir konuşma çıkıyor, artık orası dolgu kelimelerle dolduramayacağın bir noktaya geliyor, orijinal repliği de anlayamadığın için çevirmen kısaltmış mı onu da bilemiyorsun. işte mesela o durumda yine bağlama göre anlamı çok değiştirmeyecek cümleler uyduruyorum. muhtemelen bütün dublaj çevirmenleri böyle yapıyordur çünkü çok bir alternatifin yok. yukarıda cümle üzerinden gideyim yine. "eve geldiğimde evde değildin." şeklindeki repliği, "eve geldiğimde evde değildin. seni göremeyince çok endişelendim." gibi bir şeye çeviriyorsun. cümleler saçma olabilir lütfen kusura bakmayın şu an uydurduğum şeyler ama zaten muhtemelen hepiniz dublaj dili ve edebiyatına az çok hakimsinizdir :)


dublaj konusunda ikinci en önemli teknik kısıtlama da eslerdir

her dilin kendine göre cümle yapısı ve vurgu mekanizmaları olduğu için karakterlerin es verdiği yerleri ayarlamak da dublaj çevirmeninin çevirisini farklılaştırmasına, tekrar elden geçirmesine yol açar. eğer cümle müsaitse cümlenin öğelerinin yerini değiştiririz, vurguyu başka yere kaydırırız ya da cümle buna müsait değilse de bağlama göre yine bazı dolgu kelimeleriyle ayarlamaya çalışırız. tekrar yukarıdaki cümle üzerinden örneklendirirsek, orijinal cümleyi "eve geldiğimde evde değildin." şeklinde çevirdik ama repliği dinlediğimizde karakter eve kelimesini söylüyor ve duraklıyor. "eve, geldiğimde evde değildin" gibi okunacak stüdyoya girdiğinde e doğal olarak bu da kötü bir dublaj olur. bu örnekte cümlenin öğelerinin yerini değiştirmek de işe yaramayacağı için oraya tercihen iki hecelik bir dolgu yapman gerekir. türkçede özne kullanımı diğer dillere göre çok daha az olmasına rağmen bu tip durumlarda en çok özne yerleştirilir. dublajlardaki özne kullanımındaki gereksizlik biraz da bu durumdan kaynaklanır. "ben, eve geldiğimde evde değildin" gibi ya da işte iki heceye çıkarmak için "şey ben," veya "aa ben," gibi tamamen lüzumsuz ama çok da zarar vermeyen dolgu heceleri eklenebilir. ben mesela bu durumlarda bağlaçları çok kullanıyorum hem uzunluğu hem de esleri ayarlamak için. çünkü özneden sonra es vermek bir vurgu dışında türkçede sırıtan bir şey, zaten özne kullanımının kendisi sırıtıyor, ama bağlaçlardan sonra es vermek en azından benim kulağımı tırmalamıyor. mesela bu durumda bağlama göre iki heceli bağlaçlardan neyse, veya, ama gibi tercihler yapılabilir. "ama, eve geldiğimde evde değildin." ya da yine bağlama göre şöyle bir şey de olabilir: "bugün (ya da sabah), eve geldiğimde evde değildin." ama böyle yazdığımızda da iş bitmiş olmayabilir. şimdi orada iki hece eklediğimiz için cümlenin yeni uzunluğu uymayabilir, o zaman da cümlede biraz kırpma yapmak gerekir. örneğin, "sabah, eve geldiğimde sen yoktun" gibi. kendi çalışma şeklim de şöyle: önce metinden cümleyi okurum ve kafamda bir çeviri oluştururum. sonra repliği dinleyip kafamdaki cümlenin o repliğe uzunluk ve esler açısından uygunluğunu test ederim. eğer uymuyorsa ve cümle uygunsa cümleyi yeniden kurgularım yahut yukarıda örneğini verdiğim gibi dolgular veya kırpmalar yaparım. hani bu çok uzun bir süreç gibi gelebilir ilk okunduğunda da artık bir yerden sonra otomatikleşiyor ve daha hızlı bir hale geliyor.

aslında dublajın hece sayılarak yapılması gerekir ama hem tek tek hece sayırsak zaten kazanmıyorken hiçbir şey kazanamayız (bunun programı var yanılmıyorsam bu arada ama her dile ne kadar uygun bilemiyorum.) hem de her durumda da uymaz. mesela gandalf'ın efsane "you shall not pass" repliğini türkçe seslendirmesinde istemi betil "buradan asla geçemezsin" olarak yine efsane bir şekilde okumuştu. tabii bu çevirmenin mi (ki yüzüklerin efendisinin çevirmenine bayılırım "nicedir hemşireme bakarsın" gibi müthiş cümleler vardı sanırım) yoksa istemi betil'in mi tercihiydi bilemiyorum. ama bana gelse bu cümle armut gibi "ge-çe-mezsiiin" şeklinde çevirirdim. benimki hece olarak birebir tutuyor ama oradaki eslerle çok salakça duruyor sanki. ama kullanılan hali çok dikkatli izlenmediğinde bayağı oturuyordu yanlış hatırlamıyorsam. hah işte, bunun gibi dublaj dediğimiz işte direkt bizim yazdığımız metin de okunmuyor. stüdyo sürecini bilmesem de gerek sanatçılar gerek yönetmenler eklemeler çıkarmalar yapıyor. mesela az önce yukarıda bahsettiğim dizinin bir beş on dakikasını açıp yazdığım metinle karşılaştırdım. mesela 4-5 yer benim metnimle birebir aynı değildi, küçük dolgu eklemeleri yapmışlar ya da kırpmak için ben miş'li geçmiş zamanın hikayesini mi ne kullanmışım, onlar di'li geçmiş zamana dönmüşler falan...

işte yukarıda anlattığım bu iki konu dublajın doğası gereği, iyi yapıldığı her yerde yapılması gereken müdahaleler

bu yüzden dublaj doğası gereği orijinal repliklerden uzaklaşmaya meyillidir. iyi dublaj çevirmeni-kötü dublaj çevirmeni farkı da sanırım aslında burada yatıyor, orijinal metni-durumu mümkün olduğunca koruyarak bu teknik gereklilikleri yansıtabilmekte yani. yaklaşık 4 yıllık, on binlerce dakikalık yüzlerce içeriklik tecrübeme dayanarak dublajda birebir çeviri diye bir şeyin mümkün olmadığını söyleyebilirim. ama işte sadece bunlar da değil, başka türlü müdahaleler de olabiliyor. mesela geçenlerde başıma ilk kez bir şey geldi. çeviri kalitemi, türkçe kalitemi vs tartışabiliriz ama ben bu senkron yani dudağa uyumluluk konusunda fena değilim, genelde yazdığım cümleler ağza oturur, esler uyumludur, çok uğraşmadan okuyup geçiyorlar anladığım kadarıyla ya da tabii bir metin olsun da ayarlarız kafasında da olabilirler fakat şu ana kadar hiç senkronla ilgili olumsuz geri dönüş almamıştım. işte geçen bir işle ilgili senkron sorunları olduğunu söylediler, çok şaşırdım ama sonradan anladım ki hızlı konuşan karakterleri normal konuşma hızına döndürmem isteniyormuş. çok şaşırdım çünkü hem daha önce duymamıştım hem de bana kalırsa karakter hızlı konuştuğunda dublaj sanatçısı da hızlı, yavaş konuştuğunda da yavaş konuşmalı. kötü durduğunu söylediler bilmiyorum, belki gerçekten kötü duruyordur ya da, stüdyonun, sanatçıların, yönetmenin tecrübesizliği/yetersizliğiyle ilgilidir. bilmiyorum ama bu da metni oldukça değiştirmeye yol açtı.


keza bunun dışında şu hepinizin dalga geçtiği "lanet olsun dostum" meselesi var

bu çok eleştirilen ama gereksiz eleştirilen bir konu, hiçbir çevirmenin bile isteye dur şu küfürleri sansürleyeyim dediğini sanmıyorum. bana kalsa ben her şeyi mümkün olduğu oranda koruyarak çevirmek gerektiğini düşünüyorum ki zaten olması gereken bu. ama bu tip şeyler çevirmenin, sanatçının, yönetmenin inisiyatifinde değil. rtük diye bir kurum var, yaş sınırlamaları var vs. bu yüzden platformlardan yahut stüdyolardan bize direktif gelir. geçen mesela bir filmin çevirisinde "s*çayım" yazmıştım duruma uygun olduğunu düşünerek, değiştirilmiş ve bana da kullanmayalım diye geri dönüş yapıldı. ya da bazen marka isimlerini sansürlememiz istenir vs.

ama bu konudaki en komik deneyimim şeydi... iş verdiğim platformlardan biri sansür konusunda aşmış bir noktadaydı. 30 maddelik falan bir sansür ve kullanılacak/kullanılmayacak kelimeler listeleri vardı. örneğin tapınak yerine mabet kullanılmasını istiyorlardı, vs. bir sahnede karakter tanrı heykelinin önünde tanrıyla kavga ediyordu, tehdit ediyordu. ama platform bu tip durumları talimatnamesinde özellikle belirtmişti. rezalet bir durum tabii bu ama onu geçtim, çok hareket alanın da yok. adamın karısı kaybolmuş, tapınağa gidip sinirli sinirli tanrıyla konuşuyor, garip hareketler falan yapıyor. burada olsa olsa bu duyguyu bedduaya çevirebilirim, bu tehditleri karısını kaçıranlara yöneltebilirim diye düşündüm. orijinalinde karakter tanrıyla kavga edip tanrıyı tehdit ederken, türk izleyiciler adamın karısını kaçıranlara ettiği bedduaları, onları yakaladığında neler yapacağını falan dinledi :)

ha bir de son olarak kimseden duyduğum, öğrendiğim bir şey değil ama benim çeviri yaparken dikkat ettiğim noktalardan biri de okuma/dinleme farklılığı. sonuç itibarıyla, alt yazı ve dublaj arasındaki en temel farklardan biri de izleyicinin birini okuyor diğerini dinliyor olması. ve doğal olarak okuduğun şeyle dinlediğin şeyi algılama oranımız aynı değil. ya da çok bilinmeyen kelimeleri, çok bilinmeyen özel isimleri okumakla, duymak aynı şey değil. bu o kadar büyük bir fark yaratmıyordur ama yine de cümlelerimi kurarken dinleyen için çok karmaşık olmamasına, dinlendiğinde anlaşılmayacak durumlar oluşmamasına bir nebze dikkat ediyorum. çok basitleştirmek doğru değil ama, yine de alt yazıya nazaran biraz daha açıklayıcı ve anlaşılır olmak zorundayız gibi geliyor bana.

şimdilik aklıma gelenler bunlar, satırlarımı bitirirken hem gerek bu yazıda, gerek ekşi'deki diğer yazılarımda ve daha önemlisi çevirilerimde yaptığım türkçe yanlışları için kendime, hem de siz kıymetli okuyuculara ve sevip de kavuşmayan herkese en sevdiğim türkçe dublaj repliği gelsin:

"dilimizi *r*spu çocuğu biliyor musun?"