Platon'un Gerçekliği Sorgulayan Mağara Alegorisi ile İlgili Ufuk Açan Filmler
The Truman Show (1999)
ed harris ve jim carrey'nin oyunculukları, senaryo, yönetim, tüm yapım harika. izlediğim en tam filmlerden, hiçbir yeri için şu şöyle olsaydı keşke demedim, ben uzman değilim tabii ama tahmin ediyorum hayatını sinemadan kazananlar da takdir etmişlerdir.
sonra acaba dedim oscar almış mıydı bu muhteşem film, imdb'ye baktım ki a dostlar, aday bile olamamış en iyi film için, ve o yıl kazanan da shakespeare in love. hey maşallah deyip geçtim. gönlümün akademisinin bütün ödüllerini verdim gitti sana truman. canım benim.
THX 1138 (1971)
70'lerin dünyasındaki bakış açısıyla toplumsal değişimi ve sistemi irdelemek amaçlı yapılmış, gelecekte geçen bir film. bundan 30 sene öncesine ait bir olmasına karşın günümüz toplumu içinde hala geçerliliğini kaybetmemiş.
ilk gösterime konmak istediğinde büyük stüdyolar pek yanaşmamış. film francis coppola'nın; mevcut corporate studio sistemi dışında, bağımsız, toplumsal eleştirileri serbest bi yaratıcılıkla sunabilecek filmlerin yapımını ve gösterimini sağlamak amaçlı kurmuş olduğu american zoetrope tarafınca yapılıp gösterilmiş.
The Matrix (1999)
geçenlerde sabahın 4'ünde eve geldim. çok uykum vardı ve direkt yatıp zıbarmanın hayallerini kuruyordum. üstümü değiştirip yatağa yattım ama tv açık olmadan uyuyamama hastalığımdan dolayı tv'yi bir alışkanlık olarak açtım ve açmamla cnbce'de karşıma çıktı ve ben şöyle iki saniye önümdeki sahneyi izleyeyim derken öyle bir kitlenmişim ki farkında olmadan filmi bitirdim. işte böyle muhteşem bir filmdir matrix.
Dark City (1998)
sanatta geçmişi basamak olarak kullanma olayına sinema açısından verilebilecek en iyi örnek dark city'dir sanırım. matrix bu filmin fikrini almış, açıklarını (ki bunlar; çevirildiği tarih ve diğer imkansızlıklar göze alınarak teknolojik açık, imajsal açık, duygusal açık, markasal açık vs) gayet yerinde kapatarak (duygusal açık konusunda hepimiz şüpheliyiz aslında) bir efsane yaratmıştır. dark city'nin değerini bilenlere ve matrix'in önemini kavrayanlara duyrulur...
Stranger Than Fiction (2006)
kurabiye güzeldir diyen film. trajediler etkileyicidir, ama bu yüzden onlara saplanmaya gerek yok; kurabiyelere, küçük, güzel, sevimli, huzurlu anlarımıza tutunabiliriz. daha az vurucu, ama güzel işte. belki de ilgisi yok. ama güzel film.
bir de şey var. insan öleceğini gerçekten anlayınca, gerçekten yaşamaya başlıyor sanki.
El Laberinto del Fauno / Pan'ın Labirenti (2006)
masal ile gerçek arasında gidip gelen, gerçeği gerçeğin ta kendisi olarak, tüm çıplaklığı ile gösteren film. gerçek dünya o kadar ağırdır ki masalın "insanların dünyasını merak eden prenses, bir gün şatodan kaçarak yeraltından yeryüzüne çıkar" kısmında bir an durup "niye çıkıyorsun ki prenses, kal orda işte!" dedirtiyor. nitekim gözleri bu dünyanın acımasızlığına alışkın değildir, hiçbir şey göremeden eriyip gider.
The Village (2004)
seyircinin dışarıdan, ormanın dışından izlediği film. ve o içerideki dünyayı yaratan da, koruyan da (filmin içinde, bizzat) yönetmen night s. shyamalan'ın kendisi. ve belki de ormanın dışından, bize tuhaf gelen bir şeyi izlediğimiz için, ve filmin sonunda aslında 'şimdi ve burada' olduğumuzu anladığımız için, bazı insanların kötüleyebileceği film. ama unutmayın, bazen yapmak istediğimiz anlaşılmasın diye, bazı şeyleri yapmayız, bu filmi sevmek gibi. shyamalan'ın lars von trier'e cevabıdır bu ve en az dogville kadar iyi bir filmdir.
Last Action Hero (1993)
orijinal senaryosu ile, hem türün klişelerini bir bir açıklayıp dalgasını geçen, hatta bununla yetinmeyip bu klişeleri de başarı ile kullanan, izlemesi pek bi zevkli pek bi keyifli olan, film içinde bir filmdir.
Strangers on a Train (1951)
patricia highsmith'in ilk romanı, 1951'de alfred hitchcock tarafından filme uyarlanmıştır. başarılı bir mimar (filmde tenisçi) olan guy, bir trende bruno ile tanışır. bruno'nun planına göre guy onun babasını, bruno da guy'ın başına bela olan eski karısını öldürecektir... ve olaylar gelişir.
filmin amerikan versiyonunda homoseksüellik teması içeren sahneler çıkarılmıştır. dolayısıyla avrupa versiyonu izlenmelidir.
Synecdoche, New York (2008)
sinemadansa evde yatar vaziyette izlenmesi gereken charlie kaufman filmi. biraz izleyip karşısında uyuyakalınmalı, sonra uyanınca biraz daha ve biraz daha ve de bu işlem birkaç kere tekrarlanmalı. filmin sıkıcı olduğunu söylemiyorum ama sinemada izlemek için fazla yorucu.
herkesin kendine göre çıkarımlar yapmasını sağlıyor ayrıca. hakkında konuştukça yeni bir şeyler fark ediyorsunuz.
Shutter Island (2010)
filmin sonunu tartışmak için değil, filmin size yaşattığı deneyimsel tecrübe etmek için izlemeniz gereken bir filmdir. o karanlık dünya, bakış açısı, müzikler, sesler, mekan seçimleri. sinema sanatından haz edenlerin unutmayacakları bir deneyim kısacası. ben anlarım, ben zekiyim diye filmin kendisiyle sidik yarışına girenleri ignore eden cool da bir duruşu var. o tip konuşanlar kenarda "ben bildim, ama ben ben" şeklinde küçülüp kalıveriyorlar eserin büyüklüğü karşısında. respect!
Interstellar (2013)
“ben fizikçiyim, ölümden değil zamandan korkuyorum” sözünü hayatıma kazandırmış etkileyici christopher nolan filmi.
They Live (1988)
uzaylı ayağıyla düpedüz kurulu düzene başkaldırı var bu filmde. isyanın destansı ya da bilim-kurgusal hali denebilir. hollywood 'da hiç görülmedik biçimde üstü örtülü düzeni eleştirme cesareti var. gözlük sahnesinin uzatılmasındaki amaç: insanların gerçekleri görmeye karşı dirençlerinin betimlenmesi var.
The Lego Movie (2014)
ilk shrek'ten sonra sahnelerini tekrar tekrar sarıp izlediğim ilk animasyon. shrek zamanında esprilere ve o zaman için muhteşem olan gerçekçiliğinden tekrar tekrar izlemiştim. bu sefer de aynı şekilde ama teknik yönü daha ağır basıyor. ciddi anlamda bazı sahneleri tekrar tekrar izliyorsunuz çünkü eldeki standart lego parçalarından nasıl görsel öğeler yaratılır bunun dersini vermişler adamlar.