Plan Sekans Çekimleri ve Psikolojik Altyapısıyla Beğenilen Yeni Netflix Dizisi: Adolescence

13 yaşındaki bir çocuğun, sınıf arkadaşını öldürmekle suçlanması gibi sıradışı bir konuyu ele alan dizi neyin nesidir, bir bakalım.
Plan Sekans Çekimleri ve Psikolojik Altyapısıyla Beğenilen Yeni Netflix Dizisi: Adolescence
Uyarı: Spoiler içerir.

tek plan tekniği sayesinde gerçek zamanlı bir anlatım sunarak hikayenin gerilimini stresini kat be kat arttırarak izleyicinin tüm süreci bizzat yaşamasını sağlayan, olağanüstü bir yapım. görünenin aksine başrol karakterin, çocuk değil baba olması ise ayrıca dikkate değer bir nokta. bütün hikaye 4 bölüme ayrılarak travmanın 4 sürecine ayna tutuyor. şok, inkar, suçlama, kabul.

ilk bölümde baba, oğlunun işlediği cinayeti büyük bir sarsıntıyla karşılıyor ve hemen onun böyle bir vahşeti yapmayacağı fikriyle evladını savunmaya geçiyor. çünkü onun çocuğu bir katil olamaz, olmamalı.

ikinci bölümde katile hiç yer verilmeden, akranlarının eğitim sistemi perspektifinden kendi ebeveynleriyle çatışmaları gösterilerek meselenin münferit bir çocuk cinayetinin ötesinde bir sistem sorunu olduğu anlatılıyor.

ebeveynlerinin iletişim yoksunluğuyla baş etmeye çalışan çocukların; iç dünyası, çağın güncel akışı, öğretmenler ve ebeveynler tarafından görmezden gelinerek, kuşaklar arasında gitgide açılan uçurum inkâr ediliyor. sistem kurucuları ve yöneticileri tarafından bilinçsizce oradan oraya sürüklenen çocuklar arasında vahşi bir hayatta kalma savaşı başlıyor. gücü yeten yetmeyeni zorbalıyor. zorbalanan çocuk herhangi bir gruba kabul edilmeyeceğinden ya kendi içine odasına kapanıyor yahut da başka bir dışlanmışla kendi sosyal bağını oluşturuyor. gerçek dünyayla kurduğu bu yegane bağ bir anda ortadan kalktığında ise zorbalanan, bu acımasız koca dünyada yapayalnız kalıyor. yalnızlık ve dışlanmışlık suça itiyor. odaya kapanmak sanal dünyanın türlü tehlikesine kapı açtığından suça itiyor. içine dönüp dış dünyayla bağlantıyı kesmek suça itiyor. hiçbir seçenek olmadığından toplumun diğer dışlanmışıyla, arızalısıyla, başkalarının bir arada olmak dahi istemediğiyle zoraki bağ kurmak suça itiyor. ilgisizlik, değersizlik hissini de beraberinde getirdiğinden empatiyi acıma duygusunu köreltiyor. çocukta doğal bir savunma kalkanı oluşturup içten içe tüm dünyaya karşı hınç arzusu uyandırıyor. sonuç olarak suça itiyor.

ebeveynle çocuk arasındaki yabancılaşma öyle bir hal alıyor ki sonunda kullandıkları dil bile tamamen farklılaşıyor.

üçüncü bölümde çocuk için bir adaptasyon var

içinde olduğu koşullara uyumlanmış, içindeki öfke saldırganlık potansiyelini göstermekten çekinmeyen, kendinden ve ailesinden başka herkesi suçlayan üstenci bir özgüven izliyoruz. psikolog’un çocuğun feodal kodlarına odaklanması da benzer bir suçlama temeli üzerine kuruluyor. yönetmen, işlenen cinayetin sorumlusu olarak izleyiciye ebeveynleri işaret ediyor. böylece çocuktan başka herkes ebeveynleri suçlamış oluyor. çocuk ise babanın alt bilincini temsil ettiği için onu her koşulda savunuyor.

dördüncü bölüm kabulleniş ve kefaret

çocuk ebeveynlerinin yarattığı bir sonuç olarak kendini olduğu gibi kabul ediyor ve cinayeti itiraf etme kararı alıyor. bu karar bir teslimiyetten ziyade korkunç potansiyeliyle yüzleşme ve kendisini ortaya koyma metodu olarak seçtiği acımasızca yok etme tipolojisini sindirme eylemine benziyor. bu kabullenmenin altında vicdani bir teslimiyetten ziyade, kimliğiyle barışma eylemi görülüyor. o öyle biri ve bu konuda yapabileceği bir şey yok.


babaya gelince

baba cinayeti işleyen kişinin kendisi olduğunu içten içe biliyor. suçun kendisinde olduğunu. çocuğuna doğru bir ebeveyn olamadığını, hatalar yaptığını ve bu hataları fark etmekte çok geç kaldığını olabilecek en acı biçimde öğreniyor. kasabayı terk etmekte direnerek, orada hayatı boyunca taciz edileceğini, hayatının zehir olacağını adı gibi biliyor ancak gitmiyor. cinayetin gerçek suçlusu olarak, devamlı aşağılanarak, korku içinde, huzursuz bir hayatı kendine ceza olarak belirleyip kefaretini ömür boyu ödemeyi seçiyor.

insanların diziyi izlerken sıkıldığını okuyorum. sıkılmak! çocuğun gözaltına alınıp sorgulanması, senaristin devamlı saati hatırlatmasından ve bölüm süresinden anlıyoruz ki altı üstü 1 saat. çocuğun sağlık muayenesi 5-6 dakika. ama izleyiciye saatler sürmüş gibi geliyor. neden! çünkü rahatsız oluyoruz. bunları görmek, en ince detayına kadar bu prosedüre şahit olmak sinirlerimizi bozuyor. istiyoruz ki her şey hızlıca geçmiş olsun biz bir anda çocuğu karakoldan girerken sonra da ranzasında yatarken görelim. neden! o çocuğun yerinde kendimiz, çocuğumuz, yeğenimiz, kardeşimiz olabilirdi diye aklımızdan geçiriyor olabilir miyiz acaba!

son olarak

özellikle 4. bölümde ailenin bireysel olarak ruh halini birbirine belli etmeden, kendi içlerinde yaşadıkları acıyı ızdırabı suçluluk duygusunu ve öfkeyi göstermeme çabaları insanı derinden yaralıyor. öyle bir ev ki herkes güçlü görünmek zorunda. kimsenin kaçıp saklanma, içini boşaltma, avaz avaz ağlama isyan etme sövme şansı yok. sanki biri çözülse herkes çözülecek ve böylece ailenin kalanı tuzla buz olup geri dönülemez biçimde yok olacak. öylesine kırılgan bir hal almış, öylesine yıpranmış ki bu aile, her şey normal gibi görünse de olayın üzerinden aylar geçse de en ufak bir saldırı, küçücük bir sarsıntı bu kartondan insanları yıkıp devirmeye yetiyor. hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. bu, insanın kalbini kırıyor.

dip: genel olarak hikayede hiçbir fantastik öge bulunmaması, tamamen gerçekçi bir yapıda yaratılıp gerçek zamanlı olarak da izleyiciye sunulması, oyuncuların -özellikle çocukların- uzun diyaloglara rağmen inandırıcılığını hiç kaybetmemesi, izleyiciye muazzam bir deneyim kazandırıyor. tiyatro akışına benzetenler olmuş. ben bu benzetmeyi bu işe hakaret olarak sayarım. ortada en ufak bir es, en ufak lüzumsuz bekleme veya acele, oyunculuklarda tiyatral bir abartı görmedim. resmen böyle bir olay sahiden yaşanıyor da biz de görünmez bir kamerayla olan biteni izliyormuşuz gibi bir kurgu var. böyle işleri gördükten sonra türk dizi sinema sektörünün alması gereken yolu düşünüyorum da... neyse vazgeçtim. bunu hesaplamaya ömür yetmez. bizdekiler 50 yaşındaki adamı protez saçla gençleştirip, 40 yaşındaki kadını da at kuyruk yaparak 18’e çekerek paçalardan sızdırmalı melodram hacetine devam etsin.