Plan Sekans Çekilen Disney+ Yerli Filmi Umami'nin İncelemesi

Başrollerini Burak Deniz ve Öykü Karayel'in paylaştığı Umami, dünya standartlarında bir film olmuş mu yoksa The Bear gibilerin arkasında mı kalmış? İzleyelim.
Plan Sekans Çekilen Disney+ Yerli Filmi Umami'nin İncelemesi

sahra çölü için yağış neyse, yaratıcılık da o güzel ülkem için. özellikle son 10 yılda durum böyle. bunu her alanda görebilirsiniz. müzik özenti, filmler özenti, diziler özenti, yaşayış özenti, hatta gastronomi bile özenti.

biliyorsunuz yurt dışında gordon ramsay gibi, anthony bourdain gibi meşhur, medyatik ve işlerinde de başarılı yıldız şefler var. (gordon ramsay'in verdiği püf noktaları uygulayın hakikaten yaptığınız yemeklerin çehresi değişir, bourdain ise şefliğinin yanında hem derin bir kültürel iç görüye sahipti, hem muhteşem bir anlatıcıydı, hem de tam bir rockstar ışığı vardı.)

son zamanlarda bizde de böyle şefler ortaya çıkmaya başladı. ancak o iş ne kadar tuttu çok emin değilim. evet çok iyi restoranlara denk geldim ama bunlar ya çok nadir ya da buradaki şeflerin yıldız olmak gibi bir derdi yok. onlar sadece işlerine odaklılar.

yıldız olmaya çalışan ya da kendisinin öyle olduğuna inanan şeflerin restoranlarından ise açıkçası pek memnun ayrıldığımı söyleyemeyeceğim. hadi olsun yüzde 5 - yüzde 10. kimse alınmasın ama gerisi instagram'da azıcık meşhur olayım da 50 - 100 liraya mal ettiğim tabağın kaşesine 800 yazayım derdinde gibi geliyor bana. ki dünya çapında restoranlar için bile bir tabak yemeğin 21 - 22 euro olması çok fazla. enflasyon, çalışan giderleri falan demeyin içeride kime ne kadar ücret ödediğinizi de biliyoruz.

şimdi orada yıldız şefler var, burada da bir özenme var. orada şeflik ve mutfak üzerine filmler diziler başladı, ben de diyordum burada ne zaman bir kopya çabası olacak diye, o da umami ile tamamlanmış oldu.

birazdan filmi yerden yere vuracağım gibi olacak ama yazıyı okuyun, haklı olduğumu anlayacaksınız

şimdi birincisi eğer seyirciyi dalgalı olduğunu iddia ettiğiniz bir denize atma fikriniz var ise ilk yapmanız gereken şey, izleyicinin tutunup bazen yolunu bulacağı bazen de birlikte batıp çıkacağı bir ana karakter yaratmaktır.

bunu nasıl yaparsınız?

açılışta ana karaktere hayran bıraktıracaksınız izleyiciyi. mesela bakın the bear'daki carmy'e herif new york'ta çalışmış. çalışanlarına mesafeli ancak onlardan yetenek olarak kat be kat önde. adam sabah geliyor yemek yapıyor, boş zamanında tabak tasarlıyor, gece eve gidince yemek programı karşısında uyuyor. yaptığı şey sağlıklı değil, hiçbir insana da bunu önermem ama bir karakter olarak saygı duyarım çünkü adam tereyağının nereden geldiğine bile kafayı takmış durumda.

bu filmdeki sözümona yıldız şefimizin tanıtımında ise problem var. abi açılışta geliyor, içkisini dikiyor, sigarasını içiyor, şefim prep bitmedi diyorlar umurunda değil, restorana geç kalmış falan. ben şimdi bu karakterin yıldız şef olacağına nasıl inanayım?

mesela pirzola siparişi vermeyi unutmuş eleman. tamam carmy de bir şeyleri unutuyordu ama adam temizliğe, her gün değişen menüye, masanın sallanmasına bile o kadar takmış durumda ki buzdolabının kapağını tamir ettirmeyi unutunca normal karşılıyorsunuz. çünkü adam tüm yükü kendi sırtına almaya çalışıyor. buradaki şefte ise öyle bir hava yaratamamışlar.

böyle bir film için ikinci nokta: ana karakterin de sırtını yaslayacağı bir karakter olması lazım

o da normalde kimdir öykü karayel'in canlandırdığı sous chef'tir hikaye mekaniği açısından.

ben öykü karayel'in oyunculuğuna da beğeniyorum ancak normalde baskın, dediğim dedik, kontrollü ve biraz da dengeli olması gereken bu rol, onun oyunculuk yelpazesinin dışında kalmış.

neden diyecek olursanız, birincisi ses tonu çok kısık kalıyor. ikincisi yüz ifadesi çekingen görünüyor. aslında arka planda esip gürlemesi gereken bu karakter esiyor ancak kendi yarattığı rüzgarla birlikte gözden kayboluyor. bu nedenle ne siz, ne de ana karakter olan şefimiz kendisine bir dayanak bulabiliyor.

osman sonant'ın canlandırdığı renzo karakterini ise tam anlayamadım. normal bir insandı da ünlü olduğu için mi yapmacıklık yapıyor, yoksa karakteri inanarak mı böyle yaptılar da o yapmacık durdu emin değilim.

eğer ilk söylediğim gibi bir çaba var ise o tartışma anında normal haline dönüp bir an kendisini göstermesi gerekiyordu ki biz karakterin içindeki o imaj yaratma çabasını fark edelim. e böyle de olmayınca izleyici haliyle ikinci tarafta gibi düşünüyor o da ağızda fazla kaçırılmış zahter tadı bırakıyor haliyle.

garson pelin, barmen, işletme müdürü, sinirli baba, risotto'daki şaraptan ötürü problem çıkaran tiplere ise hiç girmek istemiyorum. çünkü bir süredir türk filmi ya da dizisi izlemiyordum. bana yazılan karakterlerin ne kadar tek boyutlu ve yüzeysel olduğunu hatırlattılar. teşekkür ederim.

yazıyı kapatmadan önce iki teknik meseleden de bahsetmek istiyorum

birincisi tempo ile alakalı. bunu chef bir arkadaşım söylemişti. dedi ki abi biz de normalde sinir küpü insanlar değiliz. evet belli bir stres seviyesiyle ve vücuttaki yorgunlukla uğraşıyoruz ama mutfakta iki olay var ki insanın sinirini birken beşe ona çıkarıyor.

bunlardan ilki alanın dar olması. bana söylediğine göre restoran ne kadar büyük olursa olsun, mutfaklar o kadar küçük yapılıyor ki ortalık iki dakikada kirleniyor, sürekli sağından solundan birileri geçiyor. haliyle insanın içi sıkılıyor demişti.

ikinci mesele ise sıcaklık. ki buna hak veriyorum. illaki profesyonel mutfağa girmenize gerek yok. siz de 2 saatlik periyot içinde mutfağa girip 2 soğuk meze, 2 ara sıcak, bir ana yemek, bir ikinci tabak bir de tatlı hazırlamaya çalışın. mutfağın kapısını kapatın içerisi normalden birazcık daha sıcak olsun. hakikaten bir yarım saat sonra insan sıcaktan gordon ramsay'e dönüşüyor. (kedime durup dururken idiot sandwich demişliğim var)

burada kullandıkları mutfakta ise hiç öyle bir hava yok. o da neden çünkü arka mutfakta soğuk renkler kullanmışlar, ayrıca içeride çok az insan var. sen bana o kalabalığı, darlığı, ortamın sıcaklığını vereceksin ki ben filmin stresine gireyim. yoksa ortam benim evdeki mutfak kadar rahatsa ben atmosfere giremem maalesef.

son bahsedeceğim teknik konu ise filmin tek plan çekimi oldu. eskiden olsa filmi durdura durdura izler nerede kesme hilesi yapıldığını yakalamaya çalışırdım ama bunda madem yönetmen böyle tercih etmiş böyle devam etsin diye çok o toplara girmedim. ancak mizansen ve kameranın akışı olarak ben bu teknik çabayı başarılı bulduğumu söylemeliyim.

sonuç olarak

belli bir çaba var. belki ilk defa deneniyor olsa filmi beğenirdik ancak dünya bu kadar bağlantılı haldeyken ve hepimizin her yapılan işten haberi varken, bu filmde açıkçası öne çıkacak bir çalışma göremedim ben.

o nedenle belki izlenebilir derim ancak daha iyi örnekleri varken zaman ayırmak ne kadar mantıklı o da biraz tartışmalı.