Osmanlı Döneminde Ramazan Ayı Nasıl Geçerdi?
osmanlı imparatorluğu'nda ramazan ayı nasıl geçerdi?
bu ayın başladığı nasıl anlaşılırdı?
hangi gelenekler hâlâ devam etmekte?
tenbihnâme nedir?
arife çiçeği deyimi nereden gelmektedir?
hicri takvimin 9. ayı olan ramazan'da oruç tutmak tüm müslümanlara farzdır. devlet, halka ramazan ayı'nın geldiğini ilan ettiği vakit bu oruca başlanır.
ramazan'ın ilan edilmesi için ahâlî ve bazı devlet görevlileri (bunlar kadıefendilerin hizmetkârları olurlardı genelde) hilâli gözetlemeye koyulurlardı. bunun sebebi ise hz. muhammed'in, "hilâli görmedikçe ramazan orucuna başlamayınız, hilali görmedikçe bayram etmeyiniz!" şeklindeki hadis-i şerifidir. aslında osmanlı'da bu da bir gelenek olarak devam etmiştir çünkü astronomi ve takvimcilik osmanlı'da o dönemlere göre gayet gelişmiştir. zaten ramazan yaklaşırken devlet tarafından tenbihnâme denilen bir yönetmelik yayımlanır ve tüm vilâyetlere gönderilirdi.
tenbihnâme, adından da anlaşılacağı üzere uyarı mektubu anlamına gelmektedir. devlet, ramazan ayı boyunca uyulması gereken kuralları, yapılacak etkinlikleri ve kurallara uymayanların alacakları cezaları bu tenbihnâmeler ile halka ilan etmiştir.
bu tenbihnâmelerde neler yazıldığına dair bilgi vermek gerekirse
esnafın, ramazan ayı boyunca ürünlere zam yapmaları yasaklanmış,
idareciler, bulunduğu bölgelerde yaşayan halkın et sıkıntısı çekmemeleri için hazırlıklı olmaları konusunda uyarılmış,
fırıncılar saraya gelerek ramazan boyunca yapacakları ekmeklerden numuneler getirerek padişaha tattırmışlardır. padişah, beğenmediği ekmek olursa o fırıncılara diğer fırıncıların tariflerine uymalarını emretmiştir.
her vilayette birkaç cami sadece kadınlar için tahsis edilecektir.
ahâlîden mazereti olmayanların özellikle yatsı namazını camilerde kılmaları istenmiş, teravih vaktinde sokaklarda, dükkanlarda oturanların para cezası alacakları söylenmiştir.
gündüz, gayr-i müslimler de dahil olmak üzere kimsenin halka açık mekanlarda yiyip içemeyeceği bildirilmiştir.
normal zamanda padişahın önünden selam vermeden geçmek yasak iken tenbihnâmelerde ramazan ayı boyunca bunun serbest bırakıldığı bildirilmiştir.
dükkanının ve evinin önü pislik içinde olanlar cezalandırılacaktır.
kılıç, bıçak taşımak ve askeri kıyafet giymek kesinlikle yasaktır. (oruç sebebiyle millet asabî olduğundan kavgaların kolayca büyüyebileceği endişesinden olsa gerek.)
fatih sultan mehmet ve dördüncü murat döneminde tutulan şeriyye sicillerinde ramazan ayı içerisinde yasak olduğu hâlde ekmeğe zam yapan iki fırıncının idam edilerek fırınlarının kapısında ibret-i âlem için halka teşhir edildiği görülmektedir.
yine kanunî döneminde ekmeğe zam yapan ve dul bir kadına eski fiyattan ekmek vermeyen bir fırıncının eli kesilmiştir.
elbette davulcular da ilk sahurdan itibaren son geceye kadar ahâlîyi maniler söyleyerek uyandırmaya başlarlar idi. lâkin tıpkı günümüzdeki gibi davulculuk yapabilmek için belge almaları gerekiyordu. bunun için kadıefendi, dizdar ya da subaşı tarafından onaylanmaları gerekiyordu davulcu adaylarının.
sesi daha güzel ve gür olanlar, daha çok mani bilenler ve davulu daha iyi çalabilenler davulcu olarak seçiliyorlardı. bunlara ramazan ayı boyunca maaş bağlandığı gibi bayramda bahşiş de topluyorlardı.
ahâlî o dönem de fatih, eyüp sultan, ayasofya, süleymaniye, sultanahmet camiilerinde toplanıyordu daha çok. daha sonra ise çeşitli yerlerde etkinlikler düzenleniyordu. bunlar günümüzde de az da olsa devam eden karagöz oyunu, ortaoyunu, meddah gibi etkinliklerdi.
1900'lü yılların başında son bulan semavî kahvehanelerinde de ilahiler okunup sohbet ediliyordu.
hırka-ı şerif gibi kutsal emanetler ziyarete açılır ve normal zamanlarda buraları gezmesi çok zor olan kadınlar için ramazan ayında sadece onlara mahsus olarak salı, çarşamba ve perşembe günleri ziyaret günü olarak belirlenirdi. bu günlerde erkeklerin gelmesi yasak idi.
zimem defteri (borç defteri) denilen güzel bir uygulamadan da bahsetmek gerekir.
varlıklı kişiler, rasgele mahalleri dolaşır ve buradaki bakkal, manav gibi esnafın tuttuğu veresiye defterlerinde borcu bulunan yoksul kişilerin borçlarını kapatırlardı. borcu ödeyen ismini falan söylemez; esnaf da ona kim olduğunu soramazdı.
burada bir zimem defteri örneği görüyorsunuz:
günümüzde de devam eden mahya geleneği, osmanlı'da da vardı. padişah ikinci selim döneminde istanbul'a gelen alman seyyah schweigger'in seyahatnâmesindeki çizimlerde bir mahya tasviri de açıkça görülmektedir:
padişahlar ve devlet erkânı tarafından desteklenen vakıflar aracılığıyla toplu iftarlar da düzenlenmekteydi. özellikle yoksulların ramazan ayı boyunca daha iyi yemekler yiyebilmeleri için düzenlenen bu iftarlarda sofralar iki aşamada kuruluyordu. ilk anda sofralarda zeytin, hurma, peynir, bal gibi kahvaltılıklar bulunmakta idi ki bunlara iftariyelik denilmektedir. daha sonra ise akşam namazı topluca kılınır ve ahâlî geri döndüğünde sofralarında asıl yemeklerin servis edildiğini görürdü.
yine günümüzde unutulan bir âdet olarak diş kirası geleneği bulunmaktaydı osmanlı'da.
ramazanlarda iftara gidilen konaklarda misafirlere verilen hediyelere diş kirası denilmekteydi. yani zenginin, fakiri hem doyurup hem de hediye ile sevindirmesi durumudur bu.
fatih sultan mehmet döneminde saraya çağrılan ahali için hazırlanan pilavın içine altın konur ve kimin tabağına altınlar denk gelirse sevinirlerdi. diğerleri de "yine bu sıfatına s...ğımınına çıktı altın" deyu kıskanırlardı. yani ben olsam kıskanırdım.
bu gelenek ikinci meşrutiyet'e kadar devam etmiştir lâkin artık gerek sarayın halka dair bu tarz iyi şeylere para vermek istememesi, gerek bu geleneğe bağlı konak sahiplerinin azalması üzerine yok olup gitmiştir.
peki neden ismi diş kirası, onu da açıklayayım
ev sahibi hediyeleri vermeden önce misafirlere dönüp "bana sevap kazandırmak için evime geldiniz. yemeğimizden yemek için dişlerinizi yordunuz. bu hediyeler diş hakkıdır." dermiş de ondan.
bir de günümüzde artık unutulan arife çiçeği deyimi vardı bu dönemde kullanılan.
bayrama bir gün kala bayramlıklarını giyip heyecanla mahallelerde dolanan çocuklar için kullanılan bir deyimdi bu. çocuklar, yarın el öpüp bahşiş toplayacaklarını ilan ederlermiş bir nevi. cicili bicili kıyafetler içindeki bu çocuklara da arife çiçeği denirmiş.
güzel bir deyim.
asıl ismi tekniye orucu olan ama halk ağzında tekne orucu hâlini almış bir osmanlı geleneği de günümüzde hâlâ devam edenlerden. çocukların da anne babaları gibi oruç tutmak istemeleri üzerine ortaya çıkan bu gelenekte çocuklar sabah ile öğle arasında oruç tutarlar ve mahalle imamı tarafından " sizin orucunuz bu kadar " denilerek öğle vaktinde oruçlarını açmalarına izin verilirdi. tabii ulemânın cevaz verdiğini gören çocuklar da inanırlarmış bu olup bitene.
ve cerre çıkmak denilen bir uygulama da osmanlı döneminde uygulanmıştır.
üç aylar dediğimiz recep, şaban ve ramazan aylarında medreseler tatil edilir, medrese öğrencileri çeşitli vilâyetlere gönderilir ve halka dinî konularda ders verirlerdi.
aynı zamanda ahâlînin varlıklı kişileri de bu öğrencilere dolayısıyla medreselere maddî yardımda bulunurlardı.
ziya gökalp'in, "osmanlı'nın çöküşü medresenin çöküşü ile başlamıştır" sözünü de göz önünde bulundurursak bu uygulama hem halkın ilmî seviyesini artırmak hem de medrese öğrencilerine burs kaynağı sağlamak için çok güzel bir sistemdir. lâkin osmanlı'nın son döneminde bu sistem de bozulmuş, herhangi ilmî bir birikimi olmayan öğrenciler, halktan para istemek için dolanır olmuşlardır.
son olarak huzur derslerinden bahsetmek gerekir ise
padişah üçüncü mustafa döneminde sistemli bir şekilde başlayan ve hilafetin kaldırılışına kadar devam eden bu uygulama, ramazan aylarında padişah huzurunda yapılan tefsir derslerine verilen isimdi.
cuma günleri hariç öğle ve ikindi vakitleri arasında yapılan bu derslerde, bir ders anlatıcı ( genellikle şeyhülislam ) ve padişah ile birlikte 7 ila 15 arası sayıda da ders dinleyici olurdu. daha sonra bu kişiler ilmî mevzularda tartışıp dersi tamamlar idi. son huzur dersini son halife abdülmecid efendi vermiştir.
tüm islâm alemine bereketli ramazanlar; tüm insanlığa sağlıklı ve bir arada yaşanılan huzur dolu ömürler dilerim.