Osmanlı Döneminde Fuhuş Mevzuları Nasıl İlerlerdi?
istanbul'un tarihini biraz eşelediğimizde osmanlı istanbul’unda fuhuş sektörünün her daim var olduğu görülmektedir
mesela 16. yüzyılda fuhuş sektörü esir ticaretiyle şekillenmekteydi. esir pazarlarında sergilenip satılan kadınlar, kimi tüccarlar veya simsarlar tarafından satın alınarak bu sektöre sokulmaktaydı. yeniçeriler, bu sektörün en gözde müşterilerinden olurken, bekar odaları, meyhaneler, genelevler fuhşun yoğun olarak yaşandığı yerlerdi. 16. yüzyıldan latifi, evsaf-ı istanbul adlı eserinde, ''şehr-i dilara'' olarak tanımladığı galata’nın şarap ve fuhuşta rakipsiz bir yer olduğunu ve buraya giren sağlam bir müslüman erkeğin darmadağın bir halde çıktığını anlatmaktadır.
17. yüzyılda istanbul’a yolu düşen seyyah william lithgow, şehirde hem müslüman hem de hristiyanlara ait yaklaşık 4.000 genelevin bulunduğunu belirtmiştir. lithgow’un verdiği bu sayı her ne kadar abartılı ve tartışmalı olsa da şehirde bu sektörün oldukça yaygın olduğunu göstermektedir. buna karşılık osmanlı hükümetinin, illegal olan bu sektöre olan genel yaklaşımını ise 'aleniyet ve özel bir gerekçe olmadıkça karışmamak' şeklinde özetleyebiliriz. ancak elbette ki istisnalar bulunmakta, kimi padişahların bu sektörle mücadele ettiği de bilinmektedir. özellikle üçüncü selim (1789-1807) fuhuşla en çok mücadele eden padişahtı. (bkz: üçüncü selim'in kaymakam paşa'ya attığı fırça) ancak bu sektör hiçbir zaman ortadan kaldırılamamıştır.
osmanlı imparatorluğu’nun iyice güçten düştüğü ve ekonomisinin iflasa sürüklendiği 19. yüzyıla bakıldığında fuhşun gitgide yayıldığı ve bu sektörde bir patlamanın yaşandığı görülmektedir. bunun en büyük göstergelerinden biri, zührevi hastalıklar alanındaki sağlık kurumlarının ilk kez bu dönemde açılmasıdır diyebiliriz. şehirde cinsel ve bulaşıcı hastalıkların iyice yayılması sonucunda osmanlı hükümeti 1879 yılında emraz-ı zühreviye nizamnamesi'ni yayımlayarak, genelevlerdeki sağlık koşullarını düzenlemek ve bulaşıcı hastalıkların yayılmasını önlemek için bazı önlemler almak istemiştir. bu nizamnameye göre, devletin görevlendirdiği memurlar düzenli bir şekilde genelevleri denetleyecek ve genelevlerde çalışan kadınlar düzenli olarak beyoğlu’nda açılan kadınlara has zührevi hastanesi olan nisa hastanesi’nde muayene edilecekti.
osmanlı'nın son demleri de diyebileceğimiz 20. asırda ise iş iyice zıvanadan çıkmıştır
zira bu dönemde iyice tırmanan sosyal ve ekonomik krizler, bitmek bilmeyen savaşlarda erkeklerin sürekli askere alınmasıyla aile bağlarının zayıflaması, yoksulluk, sefillik, fakirlik osmanlı kadınlarını alenen sokağa itmiştir. mesela o dönemden ahmet rasim, 1922 yılında tefrika edilen fuhş-i atik'inde ahlaki çöküşten, fuhuş ve hastalıkların iyice yayılmasından dert yanıp, bunun nedeninin birinci dünya savaşı'nın toplumda yarattığı tahribat olduğunu düşünmektedir.
devrin bir diğer tanığı olan ve eserlerinde sıklıkla toplumdaki ahlakî çöküşü irdeleyip, bu durumu yansıtmak isteyen refik halid karay da eserlerinde bu sektöre sıklıkla değinmiştir. mesela sonuncu kadeh isimli romanındaki bir tespiti şöyledir: ''ben o yaşta iken birinci dünya harbi felaketi omuzlarımı çökeltmemişti, çökkünlük ortasında açlığın azdırdığı fuhuş ilk defa müslüman evlerinden yavru kapıyordu. gizli piyasayı dolduran kızlar artık isimli olmuştu; simsarlar onları övünürcesine öne sürmekteydiler.''
fuhuş sektörünün istanbul'un işgal yıllarında (1918-23) yaşadığı dönüşüm için (bkz: istanbul'da işgal yılları/@epistula)
velhasıl, bu tarihsel süreç gösteriyor ki osmanlı yönetimi yasal olmamasına rağmen bu sektörün önüne hiçbir zaman geçememiş ve fuhuş, devletin güçten düştüğü dönemlerde, toplumsal ve ekonomik krizlerin bir yansıması olmuştur.
son söz: ahmet rasim, fuhşu bir kilide, alkolü de bu kilidi açan anahtara benzetmektedir. (bkz: fuhş-i atik)