Orhun Abideleri'nin 18. Yüzyıldan Başlayan ve Avrupa'da Çok Ses Getiren Keşfedilme Hikayesi
orhun abidelerinin filmlere konu olabilecek bulunuş hikayesi ve avrupa bilim çevrelerinde yarattığı olağanüstü şaşkınlık ufku açan şeylerden biridir. merakı olan dostlarımın okumasını şiddetle tavsiye ediyorum. elimden geldiğince akıcı bir dille aktarmaya çalışacağım. kahveleri hazırlayın...
ön bilgi: hepimizin bildiği üzere orhun abideleri dilimizin ilk yazılı eseri olma ünvanına sahiptir. ms 8.yy'da dikilen bu bengü taşların bulunuşu türk dili tarihi için eşi benzeri olmayan bir keşif olmuştur.
efendim, senelerden 1721'dir. johan von strahlenberg adlı alman kökenli bir isveç harita subayı uçsuz bucaksız yenisey vadisi civarında keşif-gözlem yapmaktadır.
esasında poltova savaşında ruslara esir düşmüş ve sürgün olarak da bu ıssız yere gönderilmiştir. tam 45 yaşındadır ve 12 senedir de sürgün hayatı yaşamaktadır. artık yorgun adımlarla yürümektedir strahlenberg. faydalı birkaç bitki bulurum ümidiyle tabir-i caizse her taşın altına bakmaktadır. böyle devam ederken yanına uzun süredir çevrede dolaştığı için kendisini tanıyan bir kazak köylüsü gelir. ona bey nehri kıyısında, çarkov köyü yakınlarında üç metre yüksekliğinde yazılı bir taş bulduğunu söyler.
strahlenberg işi gücü bırakır, köylüyle birlikte oraya doğru yol alırlar. köylü doğru söylemektedir. evet! gerçekten de üzerinde tuhaf yazılar olan bir kaya parçası vardır. bu taş yenisey yazıtlarından üçüncü uybat yazıtıdır. strahlenberg ertesi günlerde bölgede birkaç tane daha yenisey yazıtı keşfeder. taşlarla ilgili notlar alır. tuhaf alfabeyi elinden geldiğince kopyalar. bu isveçli tutsak subayın, yazıtların kimin eseri olduğuna dair o an kafasında hiçbir fikir yoktur.
1722 yılında strahlenberg'in esaret hayatı sona erer ve nihayet memleketine döner.
1730 yılında meşhur eserini bastırır ve bu eserde belgeli ve kanıtlı olarak yenisey vadisindeki tuhaf alfabeli yazıtlardan bahseder. bu haber avrupa'da şimşek etkisi yaratır. herkesin dikkati bir anda bölgeye yoğunlaşır. tuhaf fikirler vardır. kimisi eserlerin ilk ruslara, kimisi gotlara, kimisi moğollara, kimisi germenlere, kimisi vikinglerin atalarına, kimisi de romalılara ait olduğuna dair görüş bildirmektedir. biri de yazıtların türklerin yaşadığı bölgede bulunduğunu fakat eserleri türklerin vermediğini bunun ilk avrupalıların eseri olduğunu belirtir. neticede insanlık tarihini aydınlatacak çapta eserlerdir bunlar. alfabenin bir an önce çözülmesi gerekmektedir. 1730'dan 1889 yılına kadar birçok bilimsel heyet ve bilim adamı bölgeye akınlar düzenler. bilimsel gezi faaliyetleri ardı ardına düzenlenir. bu sayede çokça yenisey yazıtı ve dikili taş bulurlar. fakat taşlar asla kendisinde kullanılan dile dair ipucu vermemektedir. heyecan ve bekleyiş onlarca yıl sürer.
nihayet 1899 yılında nikolay mihailoviç yadrintsev adlı bir rus arkeolog orhun vadisi kıyısında çok önemli bir keşfe imza atar.
ulan bator'un 400 km kadar batısındaki koşo-çaydam gölü yakınlarında kaplumbağaya benzer bir taş heykelin yanına uzanmış 3.75 metre boyunda beyaz mermerden olan ve köl tigin'e ait olduğu sonradan anlaşılan bengü taşı bulur. yadrintsev, bir kilometre ötede üç parçaya bölünmüş hâlde bilge kağan abidesini de bulur. aynı yıl konuyla ilgili rapor hazırlar ve avrupa bilim çevrelerine yollar.
avrupa'da şimşekler bir defa daha çakar.
nitekim, bulunan bu iki yeni yazıt diğerleri gibi üç-beş satırdan ibaret değildir. devasa bir hacmi vardır ve her yüzü ayrı ayrı yazılıdır. işe son noktayı koymak, artık yazıtların kime ait olduğunu bulmak için finliler ve ruslar ayrı ayrı bilim heyetleri oluştururlar ve bölgeye gönderirler. gönderilen heyetler bengü taşların muhteşem fotoğraflarını çekerek üç ay içinde geri döner. o esnada bu büyük meseleye iki büyük bilim adamı el atmaya karar verir. yaklaşık on dil bilen vilhelm thomsen ve hayatını dil bilime adamış olan wilhelm radloff... hala yazıtların kime ait olduğuna dair en ufak ayrıntı yoktur. taşlar ser vermekte fakat sır vermemektedir. hatta metinlerin, sağdan sola mı, aşağıdan yukarıya mı, yani ne şekilde yazıldığı bile belli değildir. bekleyiş sürmekte, heyecan devam etmektedir.
thomsen derhal işe koyulur. günlerce kafa patlatır.
radloff da aynı şekilde uğraşır uğraşır... thomsen metinlerde sık tekrarlanan bir harf yakalar. bunun ünlü bir ses olan "i" olabileceği tahmininde bulunur. sık kullanılan bir harf kümesini daha gözüne kestirir. bunun bir özel isim olabileceği tahmininde bulunur. bir sürü kombinasyon dener. en sonunda, nihayet ve nihayet o mukaddes ilk kelimeyi bulur. "tengri"... orhun yazıtlarının okunan ilk kelimesi "tengri" olmuştur. thomsen'ın elinde şimdi t,e,nazal n, r ve i olmak üzere beş harf vardır. arkası çorap söküğü gibi gelir.
bilge kağanın 732 yılında türk milletine seslenirken kullandığı ilk cümle, 1893 yılında avrupa başkentlerinden birinde, vilhelm thomsen'in çalışma odasında, bir defa daha sonsuzluğa doğru yankılanır.
"tengri teg tengriden bolmış türk bilge kaganım, bu ödke olurtum"...
thomsen büyük şaşkınlık içerisindedir. bilim dünyasını onlarca yıldır merak içinde bekleten yazıtlar türklere ait çıkmıştır. avrupa çalkalanır. yazıtlar okunup tercüme edildikçe durum kesinleşir. bilge kağan türk milletine seslenmekte, onlara " türk milleti açlık tokluk bilmezsin, bir doysan açlığı düşünmezsin" demektedir...
alfabeyi çözmekte thomsen'e yenilen radloff iyice geri kalmamak için 1895 yılında yazıtların tamamını neşreder. gramatik kaidelerini belirtir. böylelikle orhun abidelerinin bulunuşu ve okunuşu tamamlanır.
bize ise bu haber ne yazık ki eserler bulunup yayınlandıktan, avrupa karıştıktan üç sene sonra gelir. ikdam gazetesinde alelade bir köşe yazısında necip asım tarafından türk okuyucusuna anlatılır. birkaç ünlü edebiyatçı dışında pek kimsenin ilgisini de çekmez. radloff'a çok daha sonraları, abdülhamid tarafından, türkoloji'ye katkılarından ve orhun anıtları üzerinde yapmış olduğu araştırmalardan dolayı mecidiye nişanı ile taltif edilmiştir.