Ölümsüzlük Arzularken Gözden Kaçan Detay: İnsanlığın Ölümle Var Olması

Ölümsüzlük, kulağa cazip gelse de insanı insan yapan her şeyin kaynağı aslında ölümün varlığı.
Ölümsüzlük Arzularken Gözden Kaçan Detay: İnsanlığın Ölümle Var Olması

ölümün yaşama kattıklarını çok hafife alıyoruz. denilebilir ki; bugüne kadar sahip olduğumuz ve bundan sonra da sahip olacağımız tüm değer, anlam ve yaşam sistemleri, ölüm var diye var olabildi, mümkün olabildi. felsefeye, dine, bilime, sanata, tarihe, teknolojiye bakın. eğer dikkatlice bakılırsa, bu alanlarda yaratılan ne varsa, insan türünün ölüm ile * kurduğu anlamlı ve kadim bağ sayesinde yaratıldığı görülecektir. neredeyse her adımımız, bilinç düzeyinde veya bilinç ötesinde, ölümün farkında olarak attığımız adımlardır. bir çeşit ona hazırlanma ritüelidir. istediğiniz kadar düşünün, ölüme içkin olmayan, onunla sınırlanmayan, onunla anlam bulmayan hiçbir şey yok gibidir.

mesela başlıkta denilmiş ki, nüfus patlaması olurdu. mantıksız. çünkü nüfus patlaması için türün yok olmasından korkan, türün devamı için doğal ve kadim bir dürtü olan üreme dürtüsüne sahip tür üyelerine ihtiyaç vardır. bu da ancak ve ancak ölüm diye bir hakikat varken mümkündür. ölümsüzlük var olsaydı eğer, canlıların üremeye ihtiyaç duymadığı, dahası üreme mekanizmalarına sahip olmadığı bir gerçeklikte yaşıyor olacaktır. sadece üreme değil; beslenme, spor, uyku, üretim, çalışma, dinlenme sistemlerimiz bile bugün bildiğimiz şeklinden apayrı, bambaşka şeyler olacaktı. bu kavramlara biçimini ve anlamını veren şey bile ölüm.

mesela "çok uzun zamanlar yaşadığımız için bilgelik artardı" denmiş. bilgelik dediğimiz şeyin kendisi acaba insandaki bir tür ölüm farkındalığı olabilir mi? kısıtlı zamanda*, sonsuz bilgi arasından en işlevsel ve o güne kadar yarattığımız anlam ve etik dünyasına en uygun bilgilere yönelik bir farkındalık kazanma kapasitesi, bilgelik. zihinsel ve entelektüel dinamizmi ölüm sayesinde kazanıyoruz. mesela bizim gündelik yaşamda da en dinamik, en üretken, en girişken, en yaratıcı ve yapıcı olduğumuz anlar, genelde zamanımızın sınırlı olduğu anlardır. en pasif, en yıkıcı, en parazit, miskin, en tembel, en plansız, en düşüncesiz, en boş olduğumuz anlar ise bol zamana sahip olduğumuzu idrak ettiğimiz zamanlar oluyor. bizi, bunu bir tür refleksi olarak yorumlamaktan alıkoyacak ne var? bir şey yok. o halde bilgelik için şartlar az çok belli gibidir; kısıtlı zaman+sonsuz bilgi= insanın hiçbir şeyin sonsuz olamayacağı idraki. ölümsüzlük ise daha en baştan, denklemin eşittir'den sonraki kısmını çiğnemiş oldu, yaşam sonsuzdur! bilgelik dediğimiz mevzu burada intihar eder işte. doğayı seven ve anlamaya çalışan bilge/bilgin, doğanın sonlu olduğunu bildiği için bu uğraş içindedir. bilge insan, kaynakların sonlu olduğu bilgisine*, her canlının bunda payının olduğu hakikatine *, bunun için üstüne düşeni yapması gerektiğine * ikna olmuş kişidir. çok basit bir yolda, kaynakların, yani yaşamın sınırlı oluşunun bilgeliğe kaynak oluşturduğu sonuca varabildik. sonsuz yaşam, sonsuz kaynak anlamına geldiği için insani donanımlarimiz arasında bilgelige yer olmayacaktı belki de. insan ilişkilerinde bile yapıcı olan bilge kişi, zamansal kisitin farkında olup yapiciligi bir tarz haline getirmiyor mu? ölümden dönen zorbanın, eskisinden çok daha bilge birine dönüşmesine dair o meşhur hikayelere hepimiz aşinayız. işte o, yaşamdaki sonluluğun farkına varan insanın dönüşümüdür. bundan uzaklaştığımiz ölçüde bilgelikten de uzaklaşıyoruz.

tum disiplinler, ölümün farkındalığının ürünü. dinlerin tanrıyı arama ve ona uyma arayışınin nedeni, ölüm ve sonrası. felsefenin sorgulama, arama sistemlerinin tamamı bundan beslenir. voyager plağıni uzayın derinliklerine gönderme nedenimiz, ölümün idrakinden beslenir. bizi bugünlere getiren alet kullanma sebebimiz bile kısıtlı zamanda, çok iş yapabilme arzusundan beslendi, oradan beslenmeye devam ediyor. tekerleği,.arabayı, uçağı icat ettik, ışınlanmayı arıyoruz, aramak zorundayız çünkü zamanımız az, çünkü ölüm var.

ölümün olmadığı bir senaryoda bugünkü anlam, bilim, etik, maddi, manevi, korku, düşünce, sanat, üretim sistemlerimizin hiçbiri, bugün bildiğimiz ve aşina olduğumuz anlamıyla ve biçimiyle var olmayacaktı, hatta belki de var olmayacaktı. ölümün varlığı yani yaşamın ve kaynakların sonluluğu bilgisi, bugün sahip olduğumuz istisnasız her şeye anlamını ve şeklini verdi. bu da bizim düşünme ve hissetme kapasitemizi belirledi ve biz bu belirlenimin sınırları içinde durmuş, ölümsüzlüğe dair senaryolar üretiyoruz. bir balık için sahra çölü bile bizim için ölümsüzlükten daha tanıdık olabilir. bu yüzden, eğer ölümsüzlük mümkün olsaydı, biz bugünkü anlamıyla insan değil; devinimsiz, amaçsız, üretimsiz, pasif, durgun, iletişimsiz mikroorganizmalar olacaktık belki de.