Nuri Bilge Ceylan’ın İran’da Film Festivaline Katılması Neden Büyük Tepki Topladı?

Nuri Bilge Ceylan, İran’da düzenlenen Fajr Film Festivaline katılması nedeniyle tartışmaların odağında. Peki NBC neden eleştiriliyor? Eleştiriler haklı mı?
Nuri Bilge Ceylan’ın İran’da Film Festivaline Katılması Neden Büyük Tepki Topladı?
Haber: Nuri Bilge Ceylan, İran’da düzenlenen Fajr film festivaline jüri üyesi olarak katıldı. Bu karar, özellikle İran’da baskı altında yaşayan ve sürgünde olan sinemacılar tarafından tepkiyle karşılandı. NBC ise katılımının bir destek eylemi olmadığını, genç sinemacılar ve öğrencilerle etkileşim için bir fırsat olduğunu ve sanatı tamamen siyasete kurban etmenin doğru olmadığını belirtti.

sanat her zaman içinde üretildiği maddi koşulların, iktidar ilişkilerinin ve ideolojik aygıtların bir parçasıdır. dolayısıyla sanatı siyasetten ayrı tutma fikri, ilk bakışta soylu ve bağımsız görünse de aslında egemen ideolojinin bağımsızlık yanılsamasına hizmet eder.

şüphesiz ki sanatı siyasetten ayırma söylemi ideolojik bir konumdur.

nuri bilge ceylan'ın "siyasi nedenlerle katılmayı reddetmek bana sanatı siyasete feda etmek gibi geliyor." sözleri görünürde sanatın özerkliğini savunuyor amaapolitiklik bir tarafsızlık değil, mevcut iktidarın konumunu yeniden üretmektir, bunu nasıl göz ardı eder anlaşılır şey değil. sanatın gösterildiği festival, o festivali düzenleyen rejimin politik pratikleri, festivalin uluslararası arenada yaratmayı amaçladığı meşruiyet imajı daha nice çabası politik bir alanın parçasıdır. bunu anlamamış olması mümkün değil. dolayısıyla sanatçı siyasete karışmayarak aslında siyasal işlevli bir platforma katkıda bulunmuş olur.

iran rejiminin kültürel alanı bir ideolojik aygıt olarak kullandığı aşikar, kaldı ki yüzlerce sanatçının sürgünde olduğunu cümle alem biliyor da bir nuri bilge ceylan bilmiyor anlaşılan. kültür - sanat kurumları da birer ideolojik aygıt işlevi görür, bunu o çok imrendiği andrey tarkovsky'den, ingmar bergman'dan öğrenememiş olması kabul edilemez.

fajr festivali gibi organizasyonlar, otoriter rejimlerin kendilerini medeni, kültür üreten, halkıyla barışık, uluslararası görünürlüğe sahip göstermeleri için kullanılan bir vitrin değildir de nedir? nuri bilge ceylan'a sormak lazım bunu. nuri bilge ceylan'ın katılımı, bu vitrinin parçası haline gelmek demek değil midir? oraya gidip rejimi ve mollaları eleştirmişse dinleyip görelim ve tutumunu takdir edelim.

sanatçı, bastırılmışların çığlıklarının duyulmadığı bir yerde, sessizliğin estetik hâline mi katkıda bulunur, yoksa o sessizliği kırmayı mı seçer? bu soru çok kıymetli bana kalırsa, ki filmlerinde ana karakterleri her zaman bir soru ya da belirsizlik ile yön ararken, nuri bilge ceylan'ın teslim olması filmlerindeki alt metinle de çelişmiş oluyor. sanatın üs politik bir alan olduğu iddiası burjuva estetik ideolojisinin ürünüdür, bunu unutmamak gerekir. "sanat siyaset üstüdür." derken bu söylemin, çoğu kez burjuva liberalizminin sanat anlayışı olduğuna dikkat çekmek gerekir. bireyin özerkliği, estetiğin kendine yetmesi, sanatın dünyevi çatışmalardan arındırılması bunlara delalet değil midir nuri bilge ceylan?

sanat, sınıfsal koşullardan ve iktidar ilişkilerinden bağımsız bir ada değildir, kim olursak olalım, hangi görüşten beslenirsek beslenelim, bu hepimizin içine dahil olduğu bir sonuçtur. nuri bilge ceylan'ın kullandığı söylem, istemeden de olsa, sanatın kapitalist ve modernist özerklik mitini yeniden üretir. bu da onu, eleştirdiğini sandığı siyasal alanın dışında tutmaz, tam içinde ve işlevsel bir yerinde konumlandırır.

sanatçının etik ve siyasal sorumluluğu var mıdır? bu soru da çok kıymetli, "yeaaa banane kardeşim, ne bok yerseniz yiyin, benim sanatın bağımsız.." falan demeyle işin içinden çıkılmış olunmuyor. etik tarafından bakarsak özellikle antonio gramsci'den bu yana, sanatçıyı organik bir entelektüel olarak görüyoruz. (acaba okudu mu nuri bilge ceylan, pek sanmıyorum ama belli olmaz tâbii, o daha çok çehov okuru.) bu konum sanatçının baskı altındaki halklarla dayanışma ilişkisi kurmasını, sessiz bırakılanın sesi olmasını bekler. haa takdir sanatçının tâbii ama tarih çektiğimiz filmleri pek unutmuyor, illa birileri didik didik etmiş oluyor. bu nedenle eleştiriyi tekrar formüle edelim. nuri bilge ceylan'ın “sanatı siyasete feda etmeme” gerekçesi, aslında sessizliğin siyasetine ortak olmak riskini taşır, evvelâ bunu kabul edelim. çünkü bazan sessiz kalmak, söz söylemekten daha güçlü bir politik eylemdir ama bu güç iktidarın lehine çalışabilir.

nuri bilge ceylan'ın festival kararındaki gerekçesi ideolojik olarak naif bir özerklik anlayışına dayanıyor anlaşılan. apayrı duran sanat söylemi, siyasal sorumluluğu kültürel alana havale ederek etkisizleştiriyor. katılım, iran rejiminin kültürel meşruiyetine dolaylı bir rıza üretir. dolayısıyla eleştiri, kişiye değil konuma yönelir. sanatı siyasetten ayırdığını söyleyen sanatçı, farkında olmadan egemen siyasetin parçası olur.

sanatın etiği, estetiğin siyaseti değil midir nuri bilge ceylan? etik, estetik, politika ekseninde her zaman bir müdahale yok mudur? gezi direnişi'de politik duruşumuz vardı da mollalar söz konusu olunca sanatı feda mı etmiş oluyoruz, başka bir yere mi varıyoruz?

sanat hiçbir zaman yalnızca estetik bir faaliyetten ibaret olmadı. her estetik tutum, ister reddetsin, ister benimse-sin, etik bir pozisyonun ve politik bir konumlanmanın içinden konuşur. bu nedenle sanatı siyasetten ayırdığını iddia eden her söylem, aslında etik sorumluluktan kaçmanın estetik bir maskesidir. bu salt görüntü değil, tarihsel bir kategoridir. estetiğin burjuva kanonlarında inşa edilen kavramsal çerçevesi, sanatı saf, özerk, içsel, politikadan bağımsız bir alan olarak tanımlar bu tanım görünüşte özgürlükçüdür, gerçekteyse hegemonik ideolojinin görünmez biçimde işleyen bir aygıtıdır. güzellik ya da ifade daima bir sınıfın ürettiği duyumsama biçimidir, tarihsel bir koşulun içinden doğar, bir iktidar ilişkisi taşır, dünyayı algılayışın politik bir örgütlenmesidir. dolayısıyla bir festivalde film göstermek, yalnızca sanat sunmak olmuyor, tarihsel bir ilişki ağına dâhil olmak, bir iktidar mekânında estetik bir pozisyon almaktır.

eylemsizliğin dahi politik olduğu bir alanda etik, estetiğin görünmez omurgasıdır. bunu nasıl inkâr edebiliriz? bir sanatçının etik sorumluluğu, yalnızca içerikle olmaz, bağlamla da belirlenir. bir sanatçı "sanatı siyasete feda etmek istemiyorum." diyorsa aslında "etik sorumluluğumu estetik özerklik mitine feda ediyorum." demiş oluyor. sanatçının politikayı reddetmesini bir masumiyet olarak ele alamayız, mevcut iktidara yönelik sessiz bir bağlılık biçimi olarak okuruz. tıpkı ülkemizde yaşanan sanat, sanatçı ve politik tavır meselesinde olduğu gibi.

kim konuşamıyor, kim baskı altında ve siz hangi sahnede yer alıyorsunuz nuri bilge ceylan? eğer o sahne, başkalarının susturulduğu bir rejim tarafından kuruluyorsa, sanatçının estetik tercihi, etik bir ortaklık anlamına gelir. dolayısıyla estetik duruş bir politik duruş hâlini alır, öyle zaman zaman "yaşasın özgür filistin, yaşasın türkiye'de ezilen herkesin direnişi." derken iran'ı bunun dışında tutarsak bu çelişki bizi çürütmez mi?

hâlbuki estetik yönelim her zaman bir ontolojik tavrı, epistemolojik çerçeveyi, bir duyumsama rejimini, bir kültürel konumlanmayı yansıtır. kusurlu mu düşünüyorum? sanatın siyasal değil estetik olduğu iddiası, estetiğin siyasallaştırıcı gücünü görmezden gelir. estetik, insanın dünyayı algılayış biçimidir evet, algı ise politik olarak üretilir, bunun aksini söylemek mümkün değil. bu nedenle, nuri bilge ceylan'ın tavrı da estetik olmak şöyle dursun, derin bir politik duruşun ama görünmez, örtük, sessiz bir duruşun tam kendisidir. bu duruş, sanatın etik yükünü estetik bir nötrlük perdesiyle bastırır.

sanatın özerkliği kavramı, tarih boyunca özellikle moderniteyle birlikte, burjuva ideolojisinin en meşhur araçlarından biri oldu. bu özerklik ekonomik altyapıdan, siyasal iktidardan, toplumsal çatışmadan bağımsız değildir. tam aksine onların ürettiği bir kurgu olarak doğdu, doğmaya devam edecektir. otoriter bir rejim, bu kurguya başvurduğunda "bizimle aynı sahnede görün, çünkü sanat siyasetin üstündedir." diye seslenir aslında. günümüz türkiye'sinde bunu mevcut iktidar ile deneyim ediyoruz. dolayısıyla iran rejiminin bu çağrısı siyasal şiddetin estetik bir örtüyle meşrulaştırılmasıdır. sanatçı bu örtünün altına girdiğinde, estetiği siyasetten ayırmış olmaz. siyaseti, estetiğin içine sindirilmiş bir görünmezlik formuna dönüştürmüş olur aksine.

sanatta etik, yasaklayıcı olmamalı elbette, bu kabul edilemez, yaratıcı olmalıdır. etik estetiği sınırlamaz, onun hakikatini açığa çıkarır. şüphesiz ki estetik biçim etik bir sorumluluk taşır. etik tavır politik bir bilinç taşır. dolayısıyla politik bilinç sanatsal yaratının yönünü belirler. sanatın büyüklüğü, siyasal karanlıkla arasına mesafe koymakta belirmez, o karanlığın iç yapısını görünür kılmakta yatar. sanatçı iktidarın gölgesine sığınarak yaşayamaz, o gölgeyi estetize etmeden ifşa ederek tarihsel bir anlam kazanmış olur.

sanatçı estetik bir figür değildir, etik bir faildir aslında..

sanatın etik boyutu, estetik kaygıyı da ortadan kaldırmaz. aksine ona tarihsel bir derinlik, toplumsal bir damar, politik bir bilinç kazandırır. bu nedenle "sanatı siyasete feda etmemek" söylemi, etik bir duyarlılık olarak da ele alınamaz, siyaseti estetiğin sessizliğinde boğan bir kaçış stratejisi olarak değerlendirilir. sanat ancak etikle birleştiğinde politik bir özgürleşme alanı yaratır hâlbuki ve bu alan hiçbir otoriter vitrine sığmaz.