Nefretin Zıttının Aşk Değil, Kayıtsızlık Olduğu Gerçeği

Aşk veya nefret birbirine dönüşen şeyler değil gibi... Biz değil bilim böyle söylüyor.
Nefretin Zıttının Aşk Değil, Kayıtsızlık Olduğu Gerçeği

insan zihninin ikili (binary) düşünme tembelliğinden kaynaklanan, ontolojik ve psikolojik açıdan temelsiz, devasa bir yanılsamadır. zira nefret, aşkın zıttı değil; olsa olsa onun hırçınlaşmış, deforme olmuş, ancak hala aynı enerjiden beslenen karanlık ikiz kardeşidir.

konuyu biraz derinleştirelim

nefret, doğası gereği yüksek debili bir duygulanımdır. birinden nefret edebilmek için o özneye dair hala ciddi bir libidal yatırım yapmanız, zihinsel mesai harcamanız ve ruhsal enerjinizin hatırı sayılır bir kısmını ona kanalize etmeniz gerekir. freud'un ambivalenz kavramı tam da bunu işaret eder, aşk ve nefret, aynı nesneye yönelen iki kutuplu bir yüklenmenin farklı dışa vurumlarıdır; biri olmadan diğeri var olamaz.

nöronların sessiz itiraflarına kulak verdiğimizde, tutkulu bir aşığın beyni ile gözü dönmüş bir nefretin beyni, fmri cihazlarında benzer bölgeleri (özellikle insula ve putamen) aydınlatır. yani teknik olarak, nefret eden kişi için öteki hala sahnededir, hala başroldür; sadece senaryonun türü romantizmden psikolojik gerilime evrilmiştir.

aşkın diyalektik ve mutlak karşıtı ise, eylemsizlik/kayıtsızlık halidir.

bir ilişkinin klinik ölümü, kavgaların bittiği, tabakların havada uçuştuğu an değil; nöronlar arasındaki sinaptik yolların budandığı, duygu akışının kesildiği o sessiz andır. gottman'ın evlilik araştırmalarında stonewalling (taşlaşma) olarak tanımladığı bu durum, ilişkilerdeki en güçlü boşanma prediktörüdür; öfke değil, sessiz sedasız çekilme, muhatabı artık kavgaya bile layık görmeden geri adım atma, enerjinin o kişiden tümüyle geri çekilmesidir.

bu, muhatabın bir “özne” olmaktan çıkıp fonun bir parçasına, herhangi bir nesneye, hatta bir nesneye bile değil, nesnesizliğe dönüştüğü andır. nietzsche'nin uçurumuna bakmak değil, uçurumun orada olduğunu bile unutmaktır. beynin o kişiyi yakıcı dosya kategorisinden çıkarıp gereksiz veriler çöplüğüne, tozlu arşiv raflarına kaldırmasıdır. buna duygusal nötrizasyon diyebiliriz. (bkz: emotional neutralization)

bir insan size bağırıyor, öfke kusuyor, sizi suçluyorsa; paradoksal biçimde sevinebilirsiniz, çünkü o zihnin sahnesinde ayaktasınız demektir. egonuz zedelenebilir ama varoluşunuz onaylanmıştır. karşınızdaki sizinle savaşıyorsa, sizi halihazırda savaşılmaya değer görüyordur. lakin, size baktığında yüzünde bir yabancıya bakar gibi o donuk, o buz gibi ifade beliriyorsa; işte o zaman yok oluşunuz tescillenmiştir. hegel'in tanınma diyalektiğinde efendi-köle ilişkisi bile bir bağdır; kayıtsızlık ise o bağın ontolojik olarak hiç kurulmamış sayılmasıdır.

nefret, “seni yok etmek istiyorum” çığlığıdır ve bu bir bağdır; tahrip etmek istediğiniz şeyin var olduğunu kabul etmenizi gerektirir. kayıtsızlık ise “sen benim için hiç var olmadın ki” sessizliğidir ve insanı asıl çıldırtan, ruhunu asıl kanatan bıçak, nefretin sıcaklığı değil, kayıtsızlığın o mutlak sıfır noktasıdır.

elie wiesel, nobel konuşmasında nefretin karşıtı aşk değildir, kayıtsızlıktır derken tam da bunu kastetmiştir. nefret en azından bir tanıklıktır; kayıtsızlık ise tanıklığın reddidir.

bu denklemin tartışmaya yer bırakmayan, en yalın ve sarsıcı sonucu şudur ki; en keskin veda, kapıların çarpıldığı değil kapının usulca kapatıldığı ve bir daha o kapının arkasında ne olduğunun merak bile edilmediği vedadır. gerisi sadece gürültüdür.

kaynak 1
kaynak 2