MFÖ'nün Bütün Albümlerinin En Kötüden En İyiye Doğru Ayrıntılı Bir Sıralaması
gain'de yayınlanan ele güne karşı belgeselini zevkle izledim. aslında daha arşivci bir anlayış ile grubun hikayesini kronolojik olarak baştan sonra çekmelerini tercih ederdim. ama memlekette bu işler hakkı vererek pek olmuyor. o yüzden mfö'nün arka planını, konser öncesi ve sonrası bizim göremediklerimizi, turne maceralarını, albüm kayıtlarını, grup üyelerinin hobilerini anlattıkları oldukça kişisel bir çalışma olmuş. özellikle grup üyelerinin kendi aralarındaki tartışmaları açık açık göstermeleri çok güzel çünkü bu tarz şeyler genelde "kol kırılır, yen içinde kalır" mantığı ile gizlenir. grup üyelerinin müziklerini anlatmaya pek fırsatı olmasa da grubun baştan sonra tüm diskografisinden farklı farklı bir çok şarkıyı dinleyebiliyoruz. e bu şarkıları duyunca içimden mfö'nün diskografisi üstünden şöyle bir geçmek geldi.
şöyle yaptım: mfö'nün tüm şarkılarını en iyiden kötüye sıraladım. en kötü şarkıya 1 puan vererek yukarı doğru ilerledim. en sonunda her albüm için şarkıların aldığı puanları toplayarak, albümdeki şarkı sayısına bakarak bir ortalama çıkardım. ortalamayı medyan ile de karşılaştırdım, kişisel düşüncemi sonuçtaki sıralamaya yansıttım. böylece bazı sonuçları beni de şaşırtan bir liste ortaya çıktı.
11 - ve mfö - 2011
grubun en kötü albümü için "ve mfö"yü söylemek durumundayım. 2010'lu yıllara girerken mazhar alanson, sosyal medya ile tanışmıştı ve yeni şarkılarını buradan dinleyicilere ulaştırıyordu. ondan önce de mazhar olmak kitabında şarkılarını yine akustik gitarı ile kendince yorumlamıştı. ama anladığımız kadarıyla bu şarkılarla solo albüm çıkarmak isteyen mazhar alanson'a "hadi bunu mfö albümü yapalım" denmiş ve fuat güner ve özkan uğur'un solo şarkılarıyla da albüm oluşturulmuş. albüm elektronik altyapılı pop havasıyla bir önceki albüm agu'nun devamı gibi. ancak daha az özgünü. düzenlemelerin çoğunu bora uzer yapmış. sorma'da çok iyi bir iş çıkarsa da gerisi pek iyi değil. mesela bu aşk olur mu aslında çok tatlı bir akustik şarkı iken düzenleme şarkının güzelliğini geri plana atıyor. ancak çoğu zaman şarkının kendisi de çok güzel değil. yamuk mu var, dedikodu medikodu, sensiz olamam ve milenyum süvarileri dörtlüsü çok kötü. fuat güner'in şarkıları mfö tarzından çok uzak ve kendi solo albümüne girecek havadalar. zaten fuat güner bestelerinin hiçbirini bora uzer'in düzenlememesi de hem bu kopukluğu hem de grup içindeki bir uyumsuzluğu ortaya çıkarmakta. "sarı laleler"in başarısını devam ettirmeye çalışıp yine de kendi havasını bulmayı başaran hep yaşın 19 ve elektronik hava ile mfö bilgeliğini buluşturan sorma albümü taşıyor. bu aşk olur munun naifliği ile masal'ın görkemli düzenlemesine de ayrı değinmek lazım. ancak mfö'yü genç tutmaya çalışırken ruhunu öldüren, söz ve beste olarak da zayıf bir albüm bu.
10 - agannaga rüşvet - 1992
raks müzik ile anlaşan grup, 1992 yazında daha bir önceki albümleri "dönmem yolumdan" çıktıktan sadece birkaç ay sonra "agannaga rüşvet" ile ortaya çıkıp kafa karışıklığı yarattı. bu kafa karışıklığı bir kenara grup bu albümde daha pek yapmadığı ve de sonra hiç yapmayacağı bir şey yaptı ve politik/eleştirel yönünü ortaya çıkardı. fikret kızılok ile beraber kötü kaydedilmiş, şakacı taşlamalar ekolüne katkıda bulundular. ama mizaha abanmak ile ortaya da aşırı şakacı bir çalışma çıktı. her şeyin fazlası zarar tabii. gerçi bence albümün en güçlü şarkısı olan deneylere doğru bu şakacı havanın dışında. sözlerindeki "ülkece bir yere gidiyoruz ama artık hayırlısı" havası ve müziği ile insanın içine ağırlık çökerten, çok dramatik bir eser. sami özer'in sesi ile destek verdiği rüşvet ve belediye nerede de albümün ağır toplarından. öte yandan melodisi tatlı olsa da sözler itibariyle olacak o kadar tarzı yaz tatili, manasız borsazede, çakma "anında görüntü" agannaga gibi çok zayıf şarkılar da dikkat çekiyor. patlamalar ve idare edip gidiyoruz aşırı tiyatral havası ile dikkat çekip, iyi mi kötü mü olduğuna bir şey diyemediğim bir eser. ülkeyi, politikayı, ekonomiyi, yolsuzluğu eleştirmesi takdir edilir ama bunları çok iyi yapamıyorlar. kayıtlar tüm albüm boyunca çok kaliteli diyemem. içinde insanı kalpten vuracak, duygusal bir eser olmaması büyük eksiklik. mfö standartlarından sıkılanlar için "lan adamlar neler denemiş" demek için geri dönüp ziyaret edilebilen bir eser olsa da "gideyim de mfö'den memleketin trajikomik durumunu öğreneyim" diyen hiç kimse olmadığı için alıcısı olmayan bir albüm. kapak tasarımının da çok iç açıcı olduğunu söylemek mümkün değil.
9 - dönmem yolumdan - 1992
1992'nin diğer albümü dönmem yolumdan, agannaga rüşvet'ten biraz daha iyi diyebilirim ki aslında bu entry'yi yazmadan tam tersini düşünüyordum çünkü bence mfö'nün en kötü iki şarkısı komşu kızı ve telif hakkı bu albümde bulunmakta. "komşu kızı" taverna şarkısı gibi başlıyor, sözler ve konu saçma. "telif hakkı" da kamu spotu gibi abuk sabuk bir çalışma. ayrıca bu albümün o dönemki plak şirketleri mmy'den ayrılmak için hızla hazırladıklarını biliyoruz. zaten grup elemanlarının şarkı sözü olarak bu kadar az katkıda bulunduğu başka bir çalışma yok. bunun yanında kapak dizaynı rezalet. peki tüm bunlara rağmen nasıl oluyor da mfö'nün en kötü iki albümünden biri değil? çünkü bu iki ciddi kötü şarkı ve aslında eleştirel konusu ve tiyatrallığı ile agannaga'ya girmesi gereken vasat zam dışındaki şarkılar fena değil. bir kere albümde hep böyle sev var. aslında 1988 tarihli arkadaşım şeytan filminde ilk kez duyduğumuz şarkı belki de albüm doldurma kaygısı olmasa yayınlanmayacaktı ancak mfö'nün tek sözsüz şarkısı olan "hep böyle sev" muhteşem gitar melodisi ve tatlı geri vokalleri ile albümün zirvesi. bunun yanında peter murphy'nin söylediği zevkli rock şarkısı don't wanna see it (ki aslında kaç tane türk grubu, yurtdışında isim yapmış bir sanatçı ile şarkı yapma şansına erişebiliyor ki?), grubun manevi yüzünü çok tatlı bir melodi ve düzenleme ile sunan dönmem yolumdan, ipucu beşlisi döneminden orijinalinin yerini tutmasa da oldukça sağlam bir rock şarkısı heyecanlı dikkat çekiyor. bunların dışında kalan eserler ise yavaş tempolu ama klasik romantik mfö şarkıları yerine daha derinlikli sözleri olan, farklı slow parçalar. grup, bu albüm ile her ne kadar kendini sabote etmeye çalışsa da "ve mfö" ve " agannaga rüşvet" gibi kötü albümlerin bir tık üstüne çıkarak fena olmayan bir albüm yaratmış.
8 - m.v.a.b - 1995
aslında kayıtları bu kadar leziz bir albümün listemde bu kadar aşağıda yer alması beni de üzüyor. sonuçta koskoca erdal kızılçay tarafından paris'te kaydedilmiş canavar gibi prodüksiyon var. fahir atakoğlu ile yapılan ve klavye ağırlıklı üç albüm sonrası canlı enstrümanlar ile çatır çatır kayıt yapılmış. öte yandan mazeretim var asabiyim ben ve sakın gelme gibi grubun klasiği haline girmiş ve de söz ve beste olarak da grubun en iyi şarkılarından ikisini içeren bir albüm bu. ama sorun albümdeki şarkı kalitesinde. bu iki şarkı sonrası benim için rüyalar, ağlamadan ve allah allah geliyor. bunlar bir klasik olmasa da dinlemekten zevk aldığım şarkılar. diğerleri ise "eh" ile "meh" arasında gidip geliyor. özellikle zorlama hareketli şarkılar benim için albümü dinlemeyi zor kılıyor. şarkıların sözleri de genel olarak bu albümde ortalama. bir yandan çıkardığı iki hit ile mfö'yü doksanlarda girdiği girdaptan bir süreliğine çıkaran çok iyi ambalajanmış bir çalışma. öte yandan ise mfö'nün şarkı yazarlığında duraklama dönemine girdiği, eğlencesi ve de hüznü pek olmayan, tatsız tuzsuz bir eser. zaten kayıtlar sırasında da çok didişen grup elemanları bu albüm sonrası kendi işlerine odaklandılar ve grup dağılmanın eşiğine geldi. mazhar alanson'un o dönem çıkardığı solo çalışmaları çok ilgi görünce de "ya adamlar grup olarak çalışmaktan amma bıkmışlar da kendi yollarına gidince bir rahatladılar" demekten kendini alamıyor. satış olarak çok tutmasa da fuat güner'in m.v.a.b sonrası çıkan solo albümü birl bence bu albümden kat be kat daha iyi. ama "mazeretim var" da ne şarkı be.
7 - agu - 2006
agu, mfö'nün geri dönüş albümü olmuştu. m.v.a.b sonrası 11 senelik bir ara vermişler gibi gözükse de aslında grup, aydın doğan'ın müzik piyasasını da ele geçirmek için kurduğu dmc'ye geçip 2003'te collection albümü ile geri dönmüştü. bu toplama albümde nispeten daha az bilinen şarkılarını seçmesi hayranları sevindirecek bir hamleydi. böylece agu içi beklentiler arttı. ancak agu'da mfö'nün müziğinin evrildiğini görüyorduk. bu, klasik mfö dinleyicisine belki ters geldi ama benim için albümü çok ilginç kılıyor. bir yandan ercan saatçi düzenlediği aşırı akılda kalıcı ve de ud ile bir an klasik türk müziğini gidip getiren sarı laleler, iskender paydaş düzenlemesi ile elektro rock denebilecek hale sokulan milli park, turhan yükseler'in yumuşacık düzenlemesi ile tam bir slow rock klasiği vurgun yedim, alanson'un kankası cem yılmaz'ın düzenlemesine katkıda bulunduğu acayip bir kafası olan muaf, albümün dört atlısı. birbirinden çok farklı ama hepsi çok iyi. albümün biraz soru işareti yaratan kısmı içinde bulunduğu olduramadım sendromu. g.o.r.a soundtrack'inde yer alan, filmde de oynayan özkan uğur'un solo çalışması "olduramadım" ciddi bir hit olunca, albümde "olduramadım"ın yeni versiyonu yanında o neydi o ve amanın aman gibi benzer havada özkan uğur besteleri eklenmiş. bir tane iyi de fazlası zarar. "olduramadım" albümde yer alınca alanson da "benim neyim eksik" diyerek bir zamanlar fırtınalar estirirdim'i benzer bir düzenleme ile ne bileyim ben adıyla albüme almış. çok gereksiz bir hareket. fuat güner'in diğer besteleri de eh kıvamında. yine de sanatsal bir çabası olan, ilginç ama benim beğendiğim bir albüm ortaya çıkmış. muaf'ın düzenlemesine verdiği katkı ve iki soundtrack şarkısının albümde yer alması yanında albümün adını da kendisinin koyması ile albümün gizli kahramanının cem yılmaz oldugunu da tekrardan belirtmek gerek.
6 - kendi kendine - 2017
aslında "agu" ve "kendi kendine" benim hesaplarıma göre çok benzer puan almışlar. hava olarak birbirinden bu kadar kopuk iki albümün benzer puan almaları çok şaşırtıcı. aslında "kendi kendine", "agu" ve "ve mfö"nün antitezi gibi bir albüm. bu albümlerde kendi ruhlarını kaybettiklerini düşünen grup, "kendi kendine" ile tamamen akustik bir albüm kaydedip grubu tüm çıplaklığı ile sunmak istedi. bunu da uzun süre beraber çalıştıkları ve grubu çok iyi tanıyan turhan yükseler ile yaptılar. kısa kısa bir çok şarkının yer aldığı samimi ama iddiasız bir albüm. aşkın kenarından klasik olacak kadar güçlü, neden bana aşk şarkısı yazan çıkmaz hafiften ilahimsi, etkileyici bir müziğe sahip iki başarılı eser. güzel şeyler de oluyor ve ruh halim yerlerde albümün gizli bombaları. öte yandan da ellerinde ne varsa koydukları için zayıf şarkılar da var. özellikle duygulu eserler yerine eğlendirmeye çalıştıkları senin hatırına ya da maalesef böyle oldu gibi eserler işlemiyor. albümün ilginç bir yönü de son iki şarkıda rotasını bir anda anadolu'ya kırması. acıyı bal eyledik bence işe yarıyor ama 70'lerde besteledikleri türküz türkü çığırırız'ın milliyetçiliği bir tık arttırılmış bu versiyonu mazhar fuat plağındaki naifliğinden uzak. grup, sanki albümün üstüne çok gitmedi. ya da artık grubun vakti geldi geçti de çok ses getirmedi. bilmiyorum. ama bence grubun 1990'dan sonra en iyi yaptığı iş oldu.
5 - no problem - 1987
e artık klasiklere başlama vakti geldi. 1980'ler biterken gelen no problem ile mfö kalitesini devam ettirdi, bir yandan da garo mafyanın dokunuşları ile doğmakta olan türk popu ile bir bağ da kuruldu. no problem albümü denince akla ilk gelen eser benim için her zaman yalnızlar garı olmuştur. sözlerdeki şairlik, erkan oğur'un cayır cayır elektro gitarı ile birleşince ortaya mfö'nün en özel eserlerinden biri çıktı. o sene eurovision elemelerinde başarısız olsa da bir mfö klasiği olan no problem, peter schön düzenlemesi ile önceki albümlerin havasına en yakın eser. tam ortasındayım, muhabbetler sana doğru ve uç oldum, mfö'nün en dingin ve vurucu eserlerinden biri. aşkın nur yengi'nin geri vokalleri ile dikkat çeken niyet neydi akıbet ne oldu da albümün bir diğer eseri. bazı bazı da çok sevimlidir mesela. bağlama gibi gitarı ile, kaşık gibi bir perküsyon ile çok farklı tınlıyor. bu albümün 80'lerdeki diğer albümler kadar başarılı olamamasının en büyük sebebi ise bulamadım senin gibisini ve sen sarhoş olunca gibi iki çok kötü, garip, alaturka şarkının yer alması. genel olarak kayıt kalitesinin de zamana bir miktar yenik düştüğünü söylemek lazım.
4 - geldiler - 1990
90'lara girerken mfö de yeni bir plak şirketi, yeni bir prodüktör (fahir atakoğlu) ve de yeni bir anlayış ile kariyerine devam etme kararı aldı. şarkılarındaki mizah dozu ve bununla birlikte düzenlemede de pop hava arttırıldı. öte yandan hem sufi öğeler kendini daha göstermeye başladı, hem de başka şairlerin, yazarların ve bestecilerin eserlerine kapılarını daha çok açmaya başladılar. bu bakış açısı "kendi kendine" albümüne kadar devam etti denebilir. bazı albümlerde işe yaradı, bazen yaramadı. ancak kendilerini yeniledikleri "geldiler" bence grubun saygıdeğer işlerinden biri oldu. öncelikle ali desidero ve anında görüntü gibi iki tane bomba ile açılması bir kere çok iyi. bu şarkıların türk müziğinde hikaye anlatımı ve argo kullanımında bir devrim olduğunu söylemek abartı olmaz. bunun yanında türkçe popüler müziğine rap'i getirmesi de çok devrimci bir harekettir. ama burada kalmıyor. sude ve ateş-i aşka ile dinleyiciyi transa sokuyor. bitir ve geçiniz ile hipnotik bir hava yaratıyor. mecburen ile hayatın rutinlerini gülümseyerek karşılıyoruz. neredeyiz ile sıcacık oluyoruz. bana hep sude'nin çakması gibi gelen ik ben ve hiç ısınamadığım alaturka'nın yerine daha iyi, insanın yüreğine dokunabilecek iki şarkı olsa mfö'nün belki de en iyi albümü olurmuş. ama bu haliyle bile grubun değişen zamanlarda bile ayakta durabildiğini gösteren bir albüm.
3 - peki peki anladık - 1985
grubun eurovision albümü desek yeridir. mfö, ta kaygısızlar zamanından beri aslında ingilizce şarkılar yazıp, avrupa'ya kapak atmak için bir istek duyuyordu. ancak 1985 yılında grubun eurovision'a katılması sayesinde bu işi ciddiye aldılar. hem türk dinleyicilerine hem de eurovision'da kendilerini gösterdikleri avrupalı dinleyiciye yaranmak için de yarı türkçe yarı ingilizce olan "peki peki anladık" çıktı. yarısının ingilizce olması nedeniyle biraz kayıp bir albüm olarak görülebilse de bence grup bunda çok da kötü bir iş çıkarmamış. hatta bence race ve why don't you call me anymore şarkıları 80'ler ruhunu çok iyi yansıtan, çok kaliteli besteler. dönemi genç işi modern talking'ine göre elbette daha az enerjik ama belli bir yaş üstü pop dinleyicisinin bence çok seveceği eserler. bu şarkıların iyi olmasının en büyük nedeni albümün prodüktörü olan peter schön. grubu eurovision'a hazırlayan schön, bu ingilizce şarkılarda da hollanda'da yaşayan müzisyenler ve şarkı yazarlarını devreye sokarak grubun sound'unu çok iyi bir seviyede tutmuş. mesela diday diday day aslında sözleri ve mantığı çok basit, nakaratı çocukça bir şarkı. türkiye eurovision elemelerindeki garo mafyan düzenlemesi çok tatsız. şarkının temsil hakkını nasıl kazandığı muamma. ancak peter schön, öyle bir el atmış ki şarkı en tatlı mfö şarkılarından biri haline dönmüş. vamos ve barcelona ise biraz daha "eh işte" şarkılar. bu iki şarkının da ispanya ile bağlantısı olması ilginç. bunun 1985'te türkiye jürisinin ispanyol şarkısına 12 puan vermesi, diday'ın da ispanya'dan 3 puan alabilmesi ile bir alakası olsa gerek. ama albümün tabii ki en güçlü anları türkçe yüzü. peki peki anladık, "sen neymişsin be abi" lafı ile artık sloganlaşmış, muhteşem eğlenceli bir eser. new york sokakları'ndaki o hüzünlü yabancılaşma hissi ve de ona tamamen zıt bir anda başlayan salsa, inanılmaz güzel. ama mfö'nün mihenk taşlarından biri buselik makamı albümün zirvesi. sözlerin güzelliği, müziğin alıp götürüşü, özellikle son kıtada mazhar alanson'un sesi, geri vokaller derken, insanı maddiyattan alıp üç buçuk dakika boyunca bambaşka bir boyutta maneviyatını sorgulattırıyor. muazzam bir ilk albümden sonra mfö'nün tek atımlık barut olmadığını gösteren çok iyi bir çalışma.
2 - vak the rock - 1986
sadece çok çok az bir fark ile ikinci sırada bulunan "vak the rock" çok özel bir albüm. "peki peki anladık"ta olduğu gibi peter schön ile çalışılan bu albümün adı ve adından ilhamla kapağa konulan disney karakterleri ile albümün ilk bakışta lay lay lom bir çalışma gibi algılanabilir. ama tabii ki değil. mazhar alanson'un söz yazımında kendini ne kadar geliştirdiğini gösterdiği, sade düzenlemesi ile gözyaşlarımızı bitti mi sandın başta olmak üzere ağır toplar var. keza "bodrum'a gidemez oldum, yıldızlar şahidim, yıldızlar uzak, anlatmak zor" sözleriyle aklıma kazınmış, fuat güner'in soft rock düzenlemesi ile parlayan, olgun bir kelimeler kâfi delip geçiyor. grubun en ciddi eserlerinden ve özkan uğur'un en iyi performanslarından bazen, sait faik abasıyanık'tan uyarlama ve de alanson'un yumuşacık vokali ile masal gibi gelen sanatçının öyküsü, müziği ile içimi gıdıklayan lay lili lili lay ile bence b yüzünde boş olmayan ve de b yüzü a yüzüne göre çok daha iyi olan ender albümlerden biri. birinci yüzü de hiç fena değil. "sanatçının öyküsü"ne başka bir perspektiften bakan vak the rock grubun rock'n'roll yüzünü başarı ile gösteriliyor. adımız miskindir bizim ile başka diyarlara götürülüyoruz. diğer şarkılar da iyi ama o kadar da güçlü değil. yine de onları "ele güne karşı"nın görece zayıf şarkılarına göre daha çok severim. "ele güne karşı"nın bir basamak geride kalmasının en büyük sebebi o albümdeki kadar çok ikonik şarkı çıkarmaması ve de üçüncü albümde artık gruptan bu kadar iyi şarkıların çıkmasının sürpriz olmaması diyebiliriz.
1 - ele güne karşı yapayalnız - 1984
e bu albüm listenin başı olmak zorundaydı. bir çıkıntılık yapıp "vak the rock"ı bir numaraya koymak istemedim değil. ama yıllardır müzik yapmalarına rağmen ilk albümünü çıkaran bir grup olduklarını unutmamak lazım. rock dendiğinde hala akla protest anadolu rock gelen bir dönemde gitarını ve basını funky çalmaktan çekinmeyen, o dönem arabesk ile herkes ağlarken ve isyan ederken, "deli deli kulakları küpeli" diyerek eğlenceli ve mizahi şeyler söylemekten çekinmeyen, pop müzikte aşk şarkıları oldukça basit sözlerle sunulurken "hep yalnızlık var sonunda, yalnızlık ömür boyu" diyerek insanın hislerine daha geniş bir açıdan yaklaşan muazzam bir müzikal ve edebi duruş var. enstrümanlar albüm boyunca konuşuyor. yalnızlık ömür boyu'ndaki gitar armonileri, ele güne karşı'daki kıpır kıpır bas gitar yürüyüşü, bodrum'un taner öngür imzalı mandolini, güllerin içinden ve bu sabah yağmur var istanbul'da insanı uçuran erkan oğur'un perdesiz bası, deli deli'de fuat güner'in saksafonist yalçın ateş ile beraber attığı sololar, sen ve ben'in yumuşacık klavye melodileri, olmuyor olamıyor'un elektro gitar tonu derken insan müziğe doyuyor. albümde tek büyük soru işaretim ondan şikayet bundan şikayet açıkçası. bu şarkı grubun kariyeri boyunca standart şarkı modelinden zaman zaman çıkıp, daha deneysel işler yapacağını gösteren bir simge. ancak dinlemesi çok zevkli gelmiyor bana. ama tüm albüm, türk müziğinin 80'lerde girdiği sıkıntıda başka bir alternatifin mümkün olduğunu gösteren çok önemli bir çalışma. kapağı ile, kayıtları ile, şarkı sözleri ile, düzenlemeleri ile dönemin yapay popüler müziğine tokat gibi inen, heyecan verici bir albüm. işte bu yenilik 30'lu yaşlarının ortalarındaki bu müzisyenleri, aslında pop müzik için geç bir yaş olsa da, gençlerin sevgilisi bir popstar haline getirmelerini sağladı. anlatacak ve çalacak çok şeyi olan grubu tüm yönleri ile tanımak için çok iyi bir albüm.
bu arada grubun geri planda kalmış birkaç güzel şarkısını (her bir grup üyesi için birer sembolik solo çalışma da ekleyerek) bu playlist'e ekledim. şöyle de size sunuyorum...