Metallica'yı Komple Rock Efsanesi Haline Getiren The Black Album'un İncelemesi
"metallica, davayı sattı" dendiğinde belki akla ilk gelen albüm load ama bu muhabbetin asıl başladığı nokta 1991'de yayınlanan metallica adlı metallica albümü. nam-ı diğer "the black album" içerdiği büyük başarı kazanan single'ları ile, klipleri ile, sound'u ile, şarkı uzunlukları ile eski albümlerinden farklı bir tecrübe sunuyordu. bu albümle metallica treninden inen de olmuştur ama metal müziği geniş bir kitleye tanıtmak gibi hiç de görmezden gelinemeyecek bir iş de yapmıştır. bunu yaparken daha kısa ve kompakt şarkılar kullansa bile en azından metal duruşundan büyük ölçüde taviz de vermemiştir.
metallica'nın piyasada kendini gösterme durumu aslında bir önceki albümü ...and justice for all ile başlamıştı
80'lerde müzik piyasasında kontrolü ele geçiren müzik videosu kanalı mtv'de bir klibin rotasyona girmesi, o albümü coşturuyordu. özellikle dönemin görselliğe önem veren glam metal grupları video kliplerin sefasını sürerken, kot pantolonları ve düz t-shirtleri ile herhangi biri gibi gözüken metallica üyeleri ise bu tarzın antitezi olarak dikkat çekerken açık açık mtv'ye klip çekmeyeceklerini söylüyorlardı. ancak dayanamayıp 1988'de one'a klip çektiler ve 1989 yılı başında bu klip yayına girdi. hem şarkı güzel, hem de klip manalı olunca bu sahici ve sert gruba ilgi arttı. öyle ki grup, ilk kez hard rock ve metal dalında bir ödül veren grammy müzik ödüllerinde bu şarkıyı canlı yorumladı. ancak herkesin beklentisi aksine grubun albümü o sene grammy alamadı. 1990 yılın grammy'lerinde ise grup aynı albümden one ile ilk kez ödül kazandı. bir nevi grubun hakkı kendilerine iade edildi.
one sayesinde grup belli bir seviye atlasa da aslında grup elemanları müzikal anlamda kendilerinden pek memnun değillerdi. son albümleri ...and justice for all, bas gitarın neredeyse silindiği prodüksiyonu ve çiğ kaydı ile eleştiri toplarken, gitgide uzayan ve kompleks hale gelen şarkıların konserlerde her zaman beklenen tepkiyi almaması grup elemanlarını rahatsız ediyordu. öte yandan glam rock/metal tayfasının şarkıları grubu etkilemese de albümlerindeki sound'un kalitesi grubu özendiriyordu. bu nedenle bon jovi ve aerosmith'in mikslerini yaptıktan sonra 1989'da mötley crüe'nun dr. feelgood albümünün prodüksiyonu ile dikkat çeken bob rock'ın kapısı çalındı. rock da metallica'nın konser sound'unu çok sevse de albümlerinde bunu yansıtmadıklarını düşünen biriydi. bu nedenle bu meydan okumayı kabul etti. ancak 20'li yaşlarının ortasındaki metallica üyeleri tüm bu başarıya rağmen halen yeterli mental olgunluğa erişememişlerdi. bu nedenle kendileri bob rock'a gitmiş olsalar bile rock'ın şarkılara ve kayıtlara bu kadar dahil olması zaman zaman gerginliklere neden oluyordu. hatta grubun rock'ın istediklerinin aslında ne kadar mantıklı şeyler olduğunu tam olarak anlaması ancak albüm çıkıp büyük bir başarıya şahit olmaları ile gerçekleşti. zaten bunun ardından da uzun süre rock ile çalıştılar.
rock, grubun ayrı ayrı kayıtlar yapmasını değil büyük bir alanda hep beraber kayıtlarda bulunmalarını istedi ve böylece takım ruhunu albüme yansıtmaya çalıştı. ayrıca her bir grup üyesinin kendi içindeki potansiyelini ortaya çıkartmak asıl amacıydı. özellikle james hetfield'i kendine daha çok güvenen bir şarkıcı haline getirdi. zaten güçlü bir metal vokalisti olan hetfield, artık duygularını da daha öne çıkarıp vokalini belli bir sınırda tutmaya son verdi. bu albümde de gerçekten çok usta işi bir vokalist dinliyoruz. gitarlara baktığımızda muhteşem bir gitar tonu var. james'in ritm gitarı duvarları sarsacak kadar güçlüyken kirk hammett'ın soloları çok akılda kalıcı ve inanılmaz melodik. lars ulrich'in performansı bir önceki albüme göre daha az komplike. şov yapmak dışında davulu ekonomik kullanmayı öğrenen lars ulrich'in de davul sound'u oldukça temiz. böylece ulrich, olması gerekeni doğru bir sound ile sunmakta. jason newsted ise her şeyden önce bir albümdeki fiyaskodan sonra bas gitarını duyurabiliyor. bu da albümün gücünün artmasına neden oluyor.
1990 yazında grup beraber stüdyoya girerek yeni şarkılarını ardı ardına çalarak, zaman zaman bob rock ile tartışarak prova ettiler ve 1991 yılına geldiklerinde artık daha kısa ve vurucu şarkılarla hayranlarının karşılarına çıkmaya hazırdılar. bu sırada grubun estirdiği rüzgar dinmiyordu. 1990'da queen'in stone cold crazy'sini bir toplama albüm için kaydetmişlerdi. 1991 grammy'lerinde bu şarkı en iyi metal performans ödülü kazanmıştı ki bu kısacık şarkı, jüri tarafından megadeth'in rust in peace'i ve de judas priest'in painkiller albümlerinin aday olduğu bir yerde bu ödülü kazandı. bu da jüri üyelerinin metal ile metallica'yı özdeşleştiriyor olmasındandı. sadece burada değil, genel olarak metal müzik ve metallica, ismin de bence büyük bir etkisiyle, herkes tarafından beraber algılanıyordu. grup, ilgiyi üstünde topladığı bu ortamda, kolayca akılda kalacak ve ilk dinleyişten sevilecek enter sandman ile albümu tanıtan metallica, turnayı gözünden vurdu.
1. Enter Sandman
enter sandman, metal dünyasının en akılda kalıcı şarkılarından biri. herhalde az buçuk müzik dinleyen herkes bu şarkıyı hayatlarının bir noktasında duymuştur. ayrıca albüm için yazılan ilk şarkılardan biri olup albümün de yolunu açmakta. şarkının asıl mimarı, gitar rifini bulan kirk hammett ama bunu dinleyiciye nasıl sunmak gerektiğini de tespit edince rifin bir anlamı oluyor. bu işlerden de çok iyi anlayan lars ulrich, hammett'ın rifini ikiye bölerek ilk kısmını üç tekrarla verdikten sonra ikinci bölümü çaldırarak muazzam bir iş ortaya çıkarmış. olayın güzelliği burada bitmiyor. bu rifi önce clean gitar ile azıcık dinletip, daha sonra lars ulrich'in davulu üstüne distortionlı gitar ile alıştıra alıştıra dinletip sonra da "oh be en sonunda" dedirten bir şekilde şarkıya girmişler. çalması basit bir şarkı. sadece gitar rifi değil, davul ritmi de çok basit bir eser. ancak hammett'ın attığı gibi bir solo atmak kolay değil. aynı şekilde şarkıyı hetfield gibi söylemek de zor. sözlerde kurduğu atmosfer de çok önemli. "exit light / enter night / take my hand" basit sözler gibi gözükse de şarkının tamamına bakınca babasının huzurla uykuya yatırdığı çocuğun rüya gibi başlayan gecesinin kabusa dönmesini anlatan sözler bir korku filmi gibi hafiften hafiften geriyor. şarkıya adını veren sandman, çocukların uykuya dalmasına yardım eden bir masal kahramanı iken bu şarkıda "bir gözün açık uyu" sözü ile beraber bir kabus yaratan kötü bir karaktere dönüyor. başta masum gibi gözüken baba da gitgide şeytani bir hale geliyor. şarkının en özel yerlerinden biri solodan sonra duyduğumuz dua kısmı. baba, oğluna dua etmeyi öğretir gibi bir kompozisyon var. buradaki çocuk vokal bob rock'ın oğlu mick rock. grup, 9 yaşındaki mick'i bu performansında ötürü teşekkür etme amacıyla ingiltere'ye bir konsere uçurmuş. bu mizanseni daha da etkileyici yapan bu duanın gerçek bir dua olması. yani eski zamanlarda küçük bir çocuk dua okurken "eğer uyanmadan ölürsem, tanrı'ya ruhumu alması için dua et" gibi bugün baktığımızda çocuk psikolojisine hiç de uymayan bir şey diyordu. bunu bir kültür ya da din eleştirisi olarak görmek mümkün. yani bir sandman'e ihtiyaç duymadan kendi kendimize yarattığımız cümleler ile kabuslara yol açabiliyoruz. ılginç bir trivia olarak şunu da söylemek gerek ki metallica'nın nemesis'i megadeth de aynı duayı aynı sene çıkan go to hell adlı şarkısında kullandı. hatta yanlış bilmiyorsam megadeth'in versiyonu metallica'dan az bir süre önce çıktı. tabii megadeth bu şarkıyı ne zaman yazdı bilmiyoruz. öte yandan metallica enter sandman'i 1990 yazında kaydetmeye başlamıştı. artık bir tesadüf müdür yoksa "kuşlar" iki gruba birbirinin stüdyoda neler yaptığı konusunda bilgi mi uçuruyorlardı, bilemem. sadece bu dua kısmını başka bir şarkıda duymuyoruz. "off to never never-land" sözü de aslında başka bir metal şarkısında geçiyor. bu ise metallica'nın bir sonraki albümde yayınladığı king nothing'ten başkası değil.
2. Sad But True
enter sandman'in akılda kalıcı havası sad but true ile devam ediyor. onun da basit sayılabilecek ama enter sandman'a göre çok daha ağır kaçan bir gitar rifi var. hatta şarkının genel temposu çok hızlı değil. ilginç olan şu ki şarkının ilk versiyonunda grup, bu şarkıyı daha hızlı tasarlamış ancak bob rock şarkının temposunu biraz yavaşlatıp yumruk gibi bir şarkı ortaya çıkmasına vesile olmuş. şarkının rifi çok iyi ama bunun veriliş tarzı da çok karizmatik. grup bu güçlü rifi vermeden önce şarkıya ufak bir intro yazmış. bu intronun sonunda bir kaç saniye duraklama ve de ulrich'in davul atağı ile şarkının ana rifini dinleyiciye çok gaz bir şekilde sunmuş. benzer bir numarayı solo öncesi de yapıyorlar. böyle güzel bir solo öncesi de beklentilerin arttırılması güzel. şarkının kulağa bu kadar sert gelmesinin bir nedeni şarkının tam bir ton daha pes akort edilen gitarlarla çalınması. bu da bob rock sayesinde olmuş. grupla tanışan rock, onlara "sizin niye bütün şarkılarınız mi'de?" diye sorduğunda james, "e gitarın en pes notası mi" cevabını vermiş. rock da kendilerine gitarın akort düzenini değiştirerek daha pes tonlar elde edebileceklerini öğretmiş. yani beşinci albümünü kaydeden, grammy kazanmış bir grubun, hem de sevdikleri gruplar bu tekniği uzun zamandır kullanırken, gitarı daha pesleştireceklerini bilmemesi bana çok acayip geliyor. sonuç olarak sax but true'yu bob rock yarattı desek yalan olmaz. şarkının sözleri ikonik. "sad but true" tabiri daha şarkının kendisi yokken hetfield'in kafasında varmış. bu kelime öbeği etrafında da şarkıyı şekillendirmiş. sözlerde, şarkının ağır ve karanlık tonuna uygun olarak, insanın içindeki karanlığın kişinin kontrolünü ele geçirmesi anlatılıyor. yani sandman sonrası başka bir karanlık figür şarkının konusu ama bu sefer insanın kendisi bu kötülüğün kaynağı. tüm bu karanlığı verirken nakaratta arkaya eklenen gitar efektleri şarkının havasını daha bile karanlık kılıyor. keza james'in üst üste yaptığı "i am your dream, i am your eyes, i am your pain" vokalleri de belli bir gerginlik yaratıyor.
3. Holier Than Thou
holier than thou sanki biraz bu albümde arada kaynıyor gibi hissediyorum ama aslında çok güçlü bir şarkı. enter sandman ve sad but true'nun kolay algılanabilirliği sonrası aslında yine basit ama metal müzik anlayışından taviz vermeyen bir eser. ya da büyük ölçüde taviz vermeyen desek daha iyi. keza şarkının daha başında aslında metallica'nın, bon jovi ile özdeşleşen talkbox'u kullandığını görüyoruz. zaten wah pedallı hammett gitarını daha da öne çıkaran bir tercih bu. hammett'in soloları ve gitar bölümleri çok iyi bu arada. jason newsted'i de nakarat sonrası tek başına bir süre duyuyor olmak da zevkli. sözlerde james hetfield, kendisini herkesten üstün görüp etrafındaki suçlamaktan başka bir şey yapmayan birisini incil'deki "başkasını yargılamayın ki, siz de yargılanmayasınız. çünkü nasıl yargılarsanız öyle yargılanacaksınız" sözünü referans alarak eleştiriyor. bilenler bilir, bu ayete bob marley de judge not ve could you be loved şarkılarında referans vermişti. hem incil'den referans alması hem de "holier" tabiri ile bu şarkı hep din adamlarına bir eleştiri gibi gelmiştir ama şarkı sözlerinin ucu biraz daha açık bırakılmış. şarkıyla ilgili diğer bir klasik hikaye de bob rock'ın bu şarkıyı vuruculuğu nedeniyle ilk single olarak tercih etmesi. ancak metallica ısrarla enter sandman'i tercih edip başarılı olunca bu tutmayan tahmini hep rock'ın başına kakmışlar. james aslında şarkıyı hiç sevmemiş. hatta 1991 yılında sadece beş kez konserde çalıp sonra uzun süre rafa kaldırmışlar. ancak 2000'li yılların ortalarından itibaren bir barış yaşanmış ki grup şarkıyı halen ara ara konserlerinde çalıyor.
4. The Unforgiven
geldik bir metallica klasiği olan the unforgiven'a. bu şarkı daha ben hiç dinlemeden benim çevremde bir efsaneye dönüşmüştü bile. bunun en büyük nedeni daha sonra the unforgiven ii adlı bir devam şarkısı yapmalarıydı. bu da çok sık rastlanan bir şey değildi ve benim için kesinlikle bir ilkti. o nedenle büyüklerimiz tarafından "ya işte the unforgiven öyle bir şarkı ki grup bile dayanamadı ikincisini yaptı" diye yüceltiliyordu. o nedenle kasedi aldığımda bir yandan şarkıları zevkle dinlerken bir yandan da unforgiven başlasın diye heyecanla bekliyordum. ılk kez dinlediğimde de hayran kaldım. sırasıyla gidelim. bir kere yedi saniye bile sürse intro'ya bir deginmek lazım. uzaklardan gelen trompetin fade in ile gitgide güçlenmesi yetmezmiş gibi davulun da işin içine girmesi ile epik bir başlangıç yapılıyor ki insan herhalde büyük bir patlama geliyor derken (ki the unforgiven ii'da bu patlama gerçekleşiyor) şarkı ters köşe yapıp daha sakin bir moda giriyor. ama o sakinliğe değinmeden bu sesin aslında bir sample olduğuna değinmek lazım.james hetfield, günümüz ağzıyla "telif yememek" için bu sesi bir western filmden aldıklarını ama tersten kullandıklarını söylüyor. bazı kaynaklar bu filmin aynı isimli western film the unforgiven olduğunu iddia ediyor. bazısı ise for a few dollars more filmi olduğunu iddia ediyor. film müziklerini metallica'nın çok sevdiği morricone yaptığı için bu daha mantıklı. hatta bu filmden il colpo şarkısında böyle bir gittikçe güçlenen bir trompet bölümü var. çok büyük ihtimalle oradan alıp üstünde biraz oynayıp şarkıya eklemişler. şarkının clean introsunda da the ecstasy of gold'dan bir esinlenme duyuyorum. benzer bir akustik gitar teması üstüne, güzel bir solo atılıyor. davul ritmi ve diğer perküsyonlar da açıkçası bir western havası içeriyor. kıtalara geldiğimizde ise bir anda distortion dahil oluyor. hetfield, klasikleşen "yavaş kıtalar sonrası sert nakarat" formülünü tersten kullanmak istediğini söylüyor. bu basit ama nadir tercih de şarkıyı unutulmaz kılan başka bir özellik. hetfield'in distortion'lı gitarı ve sert vokalinin nakaratta bir anda yumuşaması çok ilginç. gitar solosunda ise tam tersi bir durum var. hammett, gitar solosuna clean başlıyor. hatta pena kullanmadan finger picking ile burayı çalıp, elektro gitar solosuna giriyor. solonun iki bölümü de efsane. çok dikkat çekmeyen bir özellik şu ki elektro gitar solosu altında aslında ufak bir çello desteği var. bu da metallica için çok yeni bir numara. sololar dışında şarkının sonundaki tekrarlar arasında da çok tatlı gitar lickleri var. son olarak da şarkının sözlerine değinmeden olmaz. şarkı, bir insanın doğumundan ölümüne kadar onu belli kalıplara sokmak isteyen toplum ile mücadelesini anlatıyor. bu hikaye, şarkının siyah beyaz klibinde tek başına bir şeyler yapmaya çabalayan ve de gitgide yaşlanan kişi ile anlatılmakta. bu çabası nafile olan kahramanımız da nakaratın sonunda tüm o insanlara "affedilmez" yaftası yapıştırıyor. böylece kendisini hep yaftalayanlardan bir nebze de olsa intikam alıyor. hikayesiyle, düzenlemesiyle dört dörtlük bir şarkı. yıllar geçse de değerinden hiçbir şey kaybetmedi.
5. Wherever I May Roam
ancak beni daha da vuran şarkı wherever i may roam. gitar öğrenmeye çalıştığım ve de klasik olarak "akdeniz akşamları", "fabrika kızı" vs. çalıştığımız bir gün orada gitarda bizden daha ilerde olan bir arkadaş biraz sıkılıp hocaya ve bize bu şarkının introsunu göstermişti. şarkıyı hiç dinlememiştim ama introyu (ki orijinal intronun çok ama çok sadeleştirilmiş versiyonuydu) çalmayı öğrendiğimde çok sevinmiştim çünkü artık gitarda metallica çalabiliyordum. sonra şarkının kendisini de dinledim, beğendim. ancak kısa süre sonra yatılı okul günleri başlayıp haftasonları yollarda geçmeye başladığında sözler bir ayrı vurdu. şarkının başında yolun bir kişiselleştirilmesi durumu var. kahraman ve yol arasındaki ilişki artık birbirlerine sırtlarını dayamış bir çifte dönüşmüş oluyor. öyle ki artık yol kişiyi geliştirmeye başlıyor. bu kişi zaman içinde her şeye adapte olabiliyor. bu da kendisinin ağır bir yükten kurtulmasına sebep oluyor. en önemlisi özgürleştiriyor. benim en sevdiğim iki söz de şu: "kafamı koyduğum yer evdir", "mezar taşıma kazınmış; vücudum yatıyor ama ben hala dolanıyorum". tabii bu sözleri yazdıran şey grubun kendini yollara vurması ki bu albüm sonrasında uzun turnelerine çıkıp daha da yola bağlanacaklar. müziğe baktığımızda ilk dikkatimizi çeken şey intro oluyor yine. şarkının ana melodisini hammett, elektro sitarda çalarak bir doğu havası estiriyor. ondan önce aslında gong duyuyoruz. bu gong'un yarattığı etkiyi şarkının girişinde devam ettiren bir ses var. onu da 12 telli bir bas gitar kullanarak yapmışlar. bunlar ve diğer kullanılan perküsyonlar da uzak doğu havası estirmekte. gitar solosunda da benzer bir doğu havası bulmak mümkün. şarkıyı bu kadar benimsememin belki de başka bir nedeni bu dokunuşlar. hatta yetmiyor şarkının sonundaki tekrarlarda da hammett'in vokal üstüne bol bol solo yazmasına fırsat verilmiş. şarkı fade out ile biterken bile sololar akmaya devam ediyor. yani her ne kadar şarkı yazarları arasında yer almasa da hammett'ın şarkıya katkısı büyük. bunun dışında intronun sert çalınmış versiyonu olan ana gitar rifi çok gaz. nakarattan bile daha gaza getirici. şarkının kıtaları ise ulrich'in davullarının yarattığı gerginlikle şarkıyı nakarata başarı ile taşıyor. hetfield'in vokali yine mükemmel. hiçbir falsosu yok. albümün efsanelerinden.
6. Don't Tread On Me
don't tread on me'yi anlatmaya herhalde bu tabirin ne anlama geldiğini anlatarak başlamalı. albüm kapağında silüet olarak gördüğümüz çıngıraklı yılan aslında abd'li muhafazakar milliyetçilerin kullandığı gadsden bayrağından alıntı. bu bayrağın altında da normalde "dont tread on me" (evet, kesme işareti olmadan). sembole az çok aşina olsam da aslında hakkında ne kadar az şey bildiğimi bu sene başındaki capitol baskını sırasında farkettim çünkü birçok trump destekçisi bu bayrakla oraya gitmişti. benim içinse bu yılan the black album, altındaki tabir de bir metallica şarkısı anlamına geliyordu. aslında bu söz, amerikan devrimi sırasında amerikalıları gaza getirmek için söylenen bir söz: "üstüme basma". biliyoruz ki yılanın üstüne basar da ölmezse büyük sıkıntı var. bu tabirin ve yılanın bazı versiyonlarında "liberty or death" de yazıyor ki o da aynı dönemin başka bir sloganı. bu da şarkının intro sonrası ilk sözü. yani şarkı da oldukça militarist ilerliyor. hatta "sev ya da terket" sözü bile geçmekte. tabii şarkıda bariz bir şekilde "ırmağının akışına olurum amerikam" demiyor ve de genel bir tehdit tonu içermesi ile şarkı her amaç için kullanılabilir ama bu kadar yılan ve motto referansı ile anlatmak istediği belli. bu da bir önceki albümde one gibi barış yanlısı bir şarkı yazan grup için ilginç. hatta bu şarkıda "barışı sağlamak için savaşa hazır olmalı" gibi bir söz var. yani barışçıl olan bile bir militan olmak zorunda. şarkının körfez savaşı sırasında çıkması da sanki şarkı savaştan etkilenilip yazılmış gibi hissettirse aslında çok daha önce yazılan bir eser. müzik olarak bahsettiği tehdidi gösterebiliyor. girişteki gitar ritmi ve de kısa melodi zaten bir marş havasında. çok fazla ilginç numaralar yapmadan, tak tak tak çalıp kaydetmişler. hammett'ın gitar solosu dışında vokallerin arasına girip attığı lickler çok iyi. james'in ikinci kıtada "the eyes, they never close" derken sesine verilen efekti hep çok ilginç ve rastgele bulmuşumdur. albümün zayıf şarkılarından olsa bile belli bir sertliği ve güzelliği var. grup ise çok beğenmemiş ki yıllar yıllar sonra tüm albümü çaldıkları zaman ancak bu şarkıyı konserlerinde çalmış oldular. o zamana dek yüzüne pek bakılmamıştı belli ki. bence müziğinin standard olması yanında sözlerin de hayata bu kadar milliyetçi bir pencereden bakmasından grup biraz pişman oldu. yine de o dönem promo single olarak yayınlandığına da dikkat çekmek gerek.
7. Through The Never
through the never ile kasedin b yüzüne geçiyoruz. bu şarkı da enerjisi bol, sertliği yerinde, mesajını gereksiz uzatmadan veren bir şarkı. eskiden daha çok fişek gibi bir metal şarkısı olması daha çok hoşuma gitse de açıkçası sözleri benim için müziğin önüne bile geçti çünkü uzayın sonsuzluğu içinde küçücük oluşumuz ve bu küçüklüğümüze rağmen durmadan bir şeyleri sorgulayıp anlam arama çabamızı anlatıyor. bu da bir metal şarkısı için çok felsefik geliyor. zaten "through the never" tam olarak ne demek ki? (hiçliğin içinden canım, koşarak koşarak gel bana gel) a yüzünün ilk şarkısı enter sandman'da da "off to never never-land" demekte. yani hetfield'in, özellikle yıllar sonra grubun çektiği film/konser videosu projesinde de aynı ismi kullandığını düşününce, "hiçlik" ile bir derdi var gibi. şarkının bolca uzay referansı vermesiyle de insanın aklı astronomiye de kayıyor bir yandan. şarkının tabii dikkat çeken yerlerinden biri solo sonrası, temponun bir miktar düşüp şarkının daha bir marş gibi olması. buradaki sözler ve vokal tarzını da düşününce bir bilinmeze doğru kürek çeken insanlar akla geliyor.
8. Nothing Else Matters
ve nothing else matters. yani bu şarkı hakkında daha ne demeli bilmiyorum. girin herhangi bir tab sitesine, en çok tıklanan metallica şarkısı budur. dünyada her saniye biri bu şarkının introsunu gitarında çalıyor olabilir. bunun da nedeni bence ilk altı notası. bunu çalmak için sol eli kullanmaya gerek yok. sol elinle istersen kahve iç, ister top sektir, farketmez. o nedenle bu şarkının tabine bakmayan küçücük bir çocuk bile eline bir gitar alsa yanlışlıkla şarkının ilk mezurunu çalabilir. peki bunu james, insanlar kolay çalsın diye mi böyle yazmış? hayır. manitası ile telefonda konuşurken elde gitar olduğu için boşta kalan eliyle böyle bir şey çıkarmış. bu demek değil ki intro kolay. biz de tabii ilk mezuru duyunca "kolay lan bu" diyerek bu çukura düştük ama hemen pull-off'lar, beşinci perde ile ikinci perdeye aynı anda basmalar, bareler, harmonics derken aslında oldukça komplike bir intro ortaya çıktı. ama kulağa muhteşem geliyor, bu da james hetfield'in başarısı. bu introda ufaktan bir "spanish romance" esintisi olduğunu düşünüyorum. iki şarkı da benzer notalardan geçiyor ve iki şarkı da 3/4'lük vals ritminde. introda'in (michael kamen) orkestral düzenlemesini ilk kez duyuyoruz ama orkestra asıl kendini daha sonra gösteriyor. şarkının sonlarına doğru daha da öne çıkan orkestra özellikle nakarata bağlanışlar ve nakarat çıkışlarında çok güçlü. metallica'nın bir orkestra kullanması acayip cesur bir hareket. burada da bob rock'a teşekkür etmek lazım. grup ve kamen'in kimyası çok iyi uyunca zaten daha sonra bu dostluk s&m projesini doğuruyor. bu nedenle bile bu şarkıya şükran borçluyuz. orkestranın en güzel duyulduğu yer ise herhalde sakin gitar bölümü. bir de daha sert bir solo var ki bu soloyu hetfield kaydetmiş. peki hammett ne yapmış? hiçbir şey. kirk hammett'in hiçbir katkıda bulunmadığı bu şarkıda tüm gitarlar hetfield tarafından çalınmış. grubun aşk şarkısı dense de aslında sözleri çok da aşk şarkısı gibi gelmiyor bana. hatta hetfield şarkıyı hayranlarına ithaf ediyor ki bana da şarkıdaki "herkese rağmen beraber" mesajı, belki istenmeden bile olsa, daha çok bu açıdan yazılmış gibi geliyor. hayranlar da bu mesajı benimsedi. zaman zaman bu şarkıdan belki bayıyoruz ama eminim de en koyu metallica'cıların bile, özellikle de konserlerde, bu şarkıya zaafı vardır. hetfield de aslında şarkıyı korka korka ortaya çıkarmış. albüme girmesine ulrich'in baskısı neden olmuş. albümün çıkış partisinde hetfield'in aklı hep bu şarkıdaymış ki çok iyi bir tepki almış. halen de efsane statüsünü koruyor, hakkıdır da.
9. Of Wolf And Man
ismini of mice and men'den aldığını düşündüğüm of wolf and man, albümün diğer şarkılarına göre biraz daha zayıf kalan bir eser. yine de sevdiğim özellikleri çok. öncelikle james hetfield'in vokalindeki yırtıcılık dikkat çekici. sözlerdeki av hissiyatını dinleyiciye yansıtıyor. başka güzel bir özellik de jason newsted'in oldukça koyu bas gitar tonu. kulağım hep ona kayıyor şarkıyı dinlerken. sözleri de açıkçası ilginç. uzaktan bakınca bir kurtadamın avlanmasını anlatarak, korkunçluk yaratma peşinde gibi gözükseler de gerçek hayatta da avı çok seven ve hatta bu hobisi nedeniyle eleştirilen hetfield'in avı hayatın döngüsü için bir gereklilik olarak anlatması daha taze bir bakış açısı. bu nedenle "kendi içindeki kurdu ara" mesajı bence ilginç. bu mesajın verildiği bölümdeki kurt ulumaları da sözleri daha somut kılıyor. burada hetfield'in bir spoken word performansı var. burada ise aklıma direkt eski grup arkadaşı dave mustaine geliyor. bu bölümü çok acayip okurmuş. hatta şarkıyı hızlandırsalar ve daha çok gitar numarası ekleseler süper bir megadeth şarkısı olacağından da şüphem yok. şarkıyı diğer eserlerden daha az etkileyici bulmamın nedeni ise müzikal olarak çok da fazla bir şey olmaması. var olan müzikal fikirler de çok akılda kalıcı değil. sözlerdeki bakış açısını beğensem de albümün diğer şarkıları kadar kişisel ya da vurucu gelmiyor.
10. The God That Failed
james hetfield'in annesi dini inançları gereği hastalığının tedavisini reddedip ölüme yürürken hetfield'in onda gördüklerini anlatan the god that failed, bu konusu ile ağır bir şarkı. covid 19'da da aşıları ya da tedaviyi reddedip ölüme bile bile yürüyenlerin hikayelerini duyduğumuz bu dönemde de hikaye güncelliğini koruyor. müziği de benzer bir ağırlığa sahip. albümün sad but true'dan sonraki en kalın şarkısı çünkü enstrümanlar yarım ton pes akort edilmiş. şarkının rifinin başta kesik kesik sol ve sağ taraftan sırayla verilmesi, bence james'in kafasının içinde sağdan soldan gelen iç sesi temsil ediyor. james hetfield'in vokali yine çok iyi. kendini bu albümde vokal konusunda serbest bırakan hetfield, bol bol da "yeah", "mmh" gibi küçük vokal dokunuşları da ekliyor. hammett'in solosu aşırı güzel. hatta solo bitecek gibi yaptıktan sonra hammett'a "hadi biraz daha çal" demişler gibi solo devam ediyor. jason newsted, introda sazı eline alıyor. şarkı içinde de bir önceki şarkıda olduğu gibi müzikteki ağırlığı başarı ile ortaya çıkaran bir bas performansı göstermekte. nakarat çok akılda kalıcı. şarkının sonunu çok iyi bağlamışlar bir de. davulun kendini daha da gösterdiği ve de gitarın melodik takıldığı bu bölümde şarkı güçlü bir final yapacak gibi gözükürken bir anda gitar arpeji ile bitiyor. bu bir eksiklik hissiyatı verse de öykü tamamına eremeyen bir hayal kırıklığı öyküsü olduğu için bence bu final çok başarılı.
11. My Friend Of Misery
my friend of misery, hayranı olduğum şarkılardan biri. unforgiven ya da nothing else matters gibi bir ballad değil ama kendine has bir melankolisi var. şarkının mimarı jason newsted bu şarkıyı aslında enstrümantal bir şarkı olarak düşünüyor. o zamana dek metallica'nın her albümünde bir enstrümantal şarkı var ve de bunlarda cliff burton'ın önemli bir imzası var. anesthesia pulling teeth zaten neredeyse tamanen tek bir bas gitarla çalınmış bir burton bestesi. the call of ktulu, bas gitarın çıkardığı acayip efektlerle coşan bir enstrümantal. orion, zaten burton'ın enstrüman yeteneği dışında bestekarlığını da gösteriyor. to live is to die da burton'ın son rif fikirlerini içeren ve ona bir tribute haline gelen bir eser. e burton'ın yerine gelen newsted de bu basçı geleneğini devam ettirmek istiyor. lakin biraz daha ana akıma kaymak isteyen hetfield ve ulrich, bu albümde bir enstrümantal şarkı olması konusuna sıcak bakmıyor ve de newsted'in şarkısının ana rifi üstüne yeni bir şarkı kuruluyor. bu da newsted için büyük bir hayal kırıklığı. şarkının demoları üstünden gidersek grubun newsted'in melodilerini bir şarkıya çevirme konusunda biraz uğraştıklarını görüyoruz ama sonuç güzel. bas gitarın kaydı cillop gibi. bas gitara destek veren gitar melodileri çok uyumlu. nakarata girerek gitarların yarattığı hava değişiyor ve şarkı nakaratta daha az melankolik bir hale giriyor. vokal bu değişimi biraz daha dengeliyor ama nakarattaki bu farklılık hep ilgimi çekmiştir. gitar solo öncesi her şeyin sakinleşince bas gitar üstüne eklenen gitar efektleri metallica için çok farklı denemeler. bunu takip eden harmonik kirk ve james solosu müziğe doyuruyor. bu da yetmezmiş gibi bir de üstüne kirk hammett'tan bir solo dinliyoruz. bir de şarkı biterken bir solosu var hammett'ın, o da çok gaz. bunun da sonunda lars ulrich, öyle bir davul ritmine başlıyor ki sanki enter sandman'ı tekrardan dinliyoruz. aslında böyle bir döngü ile albümü bitirmek çok ilginç olabilirmiş ama albümün bitmesine bir şarkı daha var. sözler şarkının asıl melankolik melodisi ile uyumlu. tüm dünyanın yükünü sırtına bindirip tek başına ayakta kalmaya çalışan yalnız bir adamı anlatan sözler, james'in agresif sesi ile birleşince çok etkili. dinlemekten hiç sıkılmadığım, önceleri sadece bas gitarına odaklansam da elektro gitar anlamında da çok dolu bir eser olduğunu sonra sonra fark ettiğim çok özel bir şarkı.
12. The Struggle Within
the struggle within ile şöyle bir anım var: bu albümü arkadaşın kasedinden dinlemiştim ilk kez. iyi hoş, döndüre döndüre dinliyoruz da kasedi geri vermek lazım. hemen eski bir kasedimi aldım, üstüne bantları yapıştırdım. albümü o eski kasedin üstüne kaydetmeye başladım. iyi güzel de my friend of misery'nin bitmesine yakın kaset bitti. the struggle within'e yer kalmadı. bu nedenle de şarkı benim için albümde hiç yokmuş gibi oldu. sonra mp3'ler, streaming platform'lar patlayınca arada dinlesem de diğerlerinden kopuk kaldı. the struggle within'in 30 saniyelik introsu davul ritmi ve gitar melodisi metallica'nın önceki albümlerinden fırlamış gibi. bu arada lars ulrich'in seçtiği davul ritminin bana 20th century fox'un tanıtım müziğini andırdığını da söylemem lazım. sonrası ise metallica'nın özellikle garage inc ile daha derinleştireceği punk etkileşimli hard rock/heavy metal tadında. hatta bu kadar prodüksiyona dikkat edilen bu albümde james "so many things" derken şarkıya yanlışlıkla erken girip tıslayarak s sesini uzatmaya çalışmasının albümde tutulması da grubun bu punk havasını yansıtmayı ne kadar istediğini gösteriyor. fazla dur kalk içeren bir yapısı olsa da enerjisi oldukça yerinde bir eser. geri vokaller ile james'in paslaşmaları da eğlenceli ve yine eski albümlere götürüyor beni. yine de albüm kapanışı olarak zayıf bir eser buluyorum. buna rağmen kolayca dinlenebilen, yormayan, tadında bir şarkı.
the black album, metallica'yı sadece metal dünyasının değil, rock dünyasının bir megastar'ı haline getirdi
albüm, abd albüm listelerine bir numaradan girip dört hafta boyunca liste başı kaldı. bu inanılmaz bir rakam. daha da inanılmazı bu albümün albüm listelerinde 629 hafta yer bulması. bundan daha iyi bir performans gösteren sadece üç tane albüm var: pink floyd - dark side of the moon, bob marley - legend, journey - journey's greatest hits. yani best of olmayıp albüm listelerinde en uzun süre geçiren ikinci albüm bu çalışma. elbette 1992'de en iyi metal performansı ödülü de bu albüme gitti. bu sırada da grup uzun bir turneye başladı. ağustos 1991'de şarkıları sahnede çalmaya başlayan grup monsters of rock festivali ile avrupa'da birçok yerde sahne aldı ve de 28 eylül 1991'de 1.6 milyon kişi önünde sscb'de efsane bir performans gösterdi. sadece bir ay önce bir darbe girişimi yaşayan ülkede, bu kadar kişinin batıdan gelen gruplara bu kadar ilgi göstermesi ve özellikle metallica konserindeki görüntüler, sadece birkaç ay sonra resmen dağılacak sovyetlerin son dönemini temsil eden en özel anlardan oldu. 29 ekim 1991'de ise turneleri resmi olarak başladı. bu turnenin ikinci bölümünde 25 haziran 1993'te türkiye'ye de geldiler. turne 21 ağustos 1994'te bitti. yani adamlar üç sene boyunca neredeyse durmadan konser verdiler. james'in vokali artık geri dönüşü olmayacak kadar yıpranmıştı. bu nedenle yeni albüm kayıtlarında gitarın akortu yarım ton pese çekilmiş, konserlerde ise artık her zaman bu daha pes tondan çalınmaya karar verilmişti. gruptaki tek değişiklik bu olmadı. grup elemanlarının saçları kısaltılmış, yeni şarkılar thrash metal'den daha çok hard rock/alternatif rock tadına dönmüş, grup yeni bir logo kullanmaya başlamıştı. bu değişim başka bir yazının konusu. the black album, grup hayranlarının çok mutlu olmadığı bir değişimin en önemli adımlarından biri olsa da prodüksiyonu ve şarkılarıyla muhteşem bir metal albümü olarak dikkat çekiyor. kişisel olarak ben hala master of puppets ve ride the lightning'i (ve hatta moduma göre kill 'em all'u) daha beğensem de bu albümün de bir mihenk taşı olduğunu kabul etmem gerek.
4,5 / 5 verdim gitti.
albümü en iyi anlatan şarkılar: enter sandman, the unforgiven, the god that failed