Martin Scorsese'nin Gizli Başyapıtlarından After Hours'ın Bir Rüyayı Andıran Ayrıntıları
Uyarı: Spoiler içerir.
öncelikle film mesai bitiminden başlayıp mesai başlangıcında sona eriyor, yani film bir geceyi anlatıyor. filmin bana bir rüyayı anımsatmasının nedeni sürekli aynı kavramların (20 dolar, heykel, berlin bar vs.) filmde dönüp dolaşması -ki rüyalarda da neredeyse aynıdır-.
rosanna arquette'in canlandırdığı marcy karakterinin bacağındaki "yara izi" aslında bir kurukafa dövmesiydi, aynı dövmeden barmenin kolunda da vardı ve fotokopici deli kadının kemerinin tokası da kurukafaydı.
kafasına sik yağan başkarakter paul, marcy'nin odasında onunla sevişeceğini düşünürken arkasındaki binada sevişen bir çift görüyoruz. paul hırsız avından kaçıp yangın merdiveninde saklanırken ölmekten korkuyor ve yine arkasındaki binada sevgilisini öldüren bir kadın görüyoruz. bilinç ve bilinçaltının birbirine karıştığı yer burası. tıpkı uyku ile uyanıklık arasında görülen rüyalardaki gibi, dışardan gelen etkiler ya da o andaki korkular/istekler görülen rüyada beden buluyor.
yine son sahnede ofis yaşamında karşılaşılması imkansız olayların yaşandığı gecenin sabahında karakterimiz paul kendini gündoğumuyla beraber ofisteki masasında buluyor ve gördüğü ilk şey bilgisayarın ekranında yazan "günaydın paul" yazısı.
neticede bunların hepsi bana bu filmin aslında bir rüyayı anlattığını anımsatıyor.
berlin bar'daki mohawk gecesinde üst kattan dans pistine ışık tutan adam yönetmen martin scorsese diyelim, tam olsun.