Lost'taki En Haklı Karakterlerden Biri Neden Man in Black'ti?
man in black yani meşhur siyah duman dizideki en mantıklı, en haklı karakterlerden biriydi. tek suçu, jacob gibi biat etmemekti.
--- spoiler ---
lost’un en haklı, en gerçek, insan doğasına en yakın, en dürüst karakter oydu. çünkü o, gözünü kırpmadan itaat etmek yerine, “e iyi de neden?” diye sormayı seçti. man in black’ın hikayesi dizideki diğer karakterlerden çok daha derin ve felsefi. daha çocukken bile, yaşadığı yerin bir hapishane olduğunu fark eden bir çocuk bu. küçük yaşta gökyüzüne bakıp, “başka bir dünya olmalı” diye düşünen özgür bir ruh. sadece özgür olmak istiyor. yani kimseden emir almadan, etrafı denizle çevrili olmayan bir adada, sınırların olmadığı bir yerde kendi hayatını yaşamak istiyor. ama karşısında jacob gibi körü körüne biat eden, “annem öyle dediği için doğru olan budur” diyerek hareket eden bir adam var. jacob hiçbir şeyi sorgulamıyor. tıpkı dinlerin insanlardan istediği gibi. ne bir “neden” sorusu, ne bir “başka bir yol var mı acaba” düşüncesi. tek yaptığı, kendisinden önce gelen otoritenin yani annesinin dediklerini yapmak. bu açıdan baktığında, jacob aslında bir dogmanın ta kendisi. kuralların kölesi.
ama man in black öyle değil. o, en baştan yani çocukluğundan beri sistemi sorgulayan, “neden burada hapisiz?”, “neden kendi yolumuzu seçemiyoruz?”, “neden sadece bu adaya mahkumuz?” diye soran biri. bu yönüyle o, aslında çok insani bir karakter. çünkü biz insanlar olarak çocukluğumuzdan itibaren hep bir şeyleri sorgulamaz mıyız? “bu böyle olmak zorunda mı?”, “hayat sadece bundan mı ibaret?” deriz. işte man in black de bunu yapıyor. lost’un merkezindeki en büyük çatışma jacob ile man in black arasında. bu ikili, sadece iki kardeş değil; aynı zamanda iki felsefi görüşün temsilcisi. jacob, düzenin, kuralların, kaderciliğin simgesiyken; man in black özgürlüğün, sorgulamanın, bireyin temsilcisi. aslında bu çok ciddi bir çatışma ve dizi boyunca tıpkı john locke ve jack arasındaki "mantık vs kader" çatışması gibi, bu iki karakterin çatışmasının yankılarını da hissediyoruz. man in black baştan beri adadan gitmek isteyen bir karakter. çünkü o, adanın bir “cezaevi” olduğunu düşünüyor. haklı mı? bence fazlasıyla haklı. düşünsene, yaşadığın yeri seçemiyorsun, kaderin baştan sona çizilmiş, sana seçenek sunulmuyor ve hiçbir şekilde gitmene izin verilmiyor. hatta gitmek istemek bile suç. hatta ve hatta üvey annesi tarafından "dünyada yalnızca ve yalnızca burada yani adada yaşam var, buradan başka bir toprak parçası ya da başka insanlar yok" şeklinde kandırılıyor.
man in black ne zaman bu düzene karşı bir şey yapmaya kalksa, jacob ve üvey annesi onu engelliyor. bazen fiziksel olarak, bazen de oyunlarla. jacob’ın amacı ne? adanın “koruyucusu” olmak. yani gücü elinde tutan kişi ve bu gücü bırakmaya hiç de niyeti yok. hatta kardeşinin ruhunu bile sonsuz bir yalnızlığa mahkum edecek kadar ileri gidebiliyor. ada, sadece bir yer değil. adeta bir sınav alanı ve jacob burayı insanların sınanması için kullanıyor. man in black içinse burası, zincirlerle bağlı olduğu bir hapishane. ona göre insanların sınanması falan bahane. asıl gerçek şu: jacob, insanlara bir tür tanrı gibi davranıyor, onları adaya çekip oyunlar oynuyor, kimi zaman ölümlerine bile neden oluyor. man in black, bu oyunun bir parçası olmayı reddediyor. “ben kendi yolumu çizmek istiyorum” diyor. bu o kadar insani ve o kadar anlaşılır bir istek ki, haksız hiçbir yanı yok. ama dizide, bu özgürlük talebi bir tehdit gibi sunuluyor. çünkü sistem, sorgulayan insanlardan hoşlanmaz. jacob her şeyi olduğu gibi kabul eden biri. üvey annesi ne dediyse onu yapıyor. ona "sen koruyucusun" dediklerinde "tamam" diyor. hiçbir şeyin nedenini sorgulamıyor. kafasında tek bir soru bile belirmiyor: “neden ben?”, “neden bu ada?”, “neden bu kadar insan ölüyor?” ya da "neden bu adadan gidemiyoruz, gerçekten yaşanacak tek yer burası mı ya?" falan gibi düşünceler hak getire.
ama man in black tam tersi. daha çocukken bile “bu ada dışında bir şeyler var” diyor. dış dünya onun için bir kaçış değil, bir özgürlük hayali. kendi elleriyle o meşhur çarkı yapıyor, sırf adadan gidebilmek için. onun motivasyonu bambaşkaydı. o, jacob gibi “düzeni korumak” için değil, “kendi kaderini çizmek” için savaşıyordu, aradaki fark çok büyük. man in black dışındaki herkes, kaderci bir şekilde başına geleni kabulleniyor, fakat o hiçbir zaman kabullenmiyor ve özgürlük için savaşıyor.
man in black aslında kötü biri değildi. o, kendi kaderini eline almak ve tamamen özgür olmayı isteyen biriydi.