Londra Şehrinin Kuruluş Hikayesi

Şimdilerde dünyanın en popüler şehirlerinden biri olan Londra'nın nasıl kurulduğunu ''diesel1907'' anlatmış.
Londra Şehrinin Kuruluş Hikayesi
iStock.com

tarihçiler londra'nın kuruluş tarihini milattan sonra 46 olarak gösterirler. roma imparatorluğu avrupa'daki fetihlerine devam ederken ingiltere topraklarına girer ve burada hakimiyet kurar. şu haritadan da görülebileceği üzre londra'nın ilginç bir özelliği var. londra ingiltere ile avrupa'yı bağlayan manş denizine çok yakın olmakla beraber ingiliz topraklarının epeyce içinde yer alıyor. güney ingiltere'de herhangi bir kıyıda kurulacak olan bir liman ya avrupa'ya çok uzak olacaktı, ya da tam avrupa'nın karşısında olup dışardan gelebilecek saldırılara karşı açık olacaktı.


londra hem denize ve avrupa'nın geri kalanına yakındı, hem de şehir epeyce içerde olduğu için denizden işgali zordu. ayrıca londra'nın yanındaki sular üzerinde gemi yürütecek derinliğe sahipti ve bu da o dönemde çok önemli bir unsurdu. bu yüzden roma imparatorluğu buraya liman kurup şehri avrupa'nın geri kalanıyla ingiltere arasında bir köprü olarak düşündü.

thames nehrine kurulan köprü ile şehrin iki yakası birbirine bağlandı ve deniz ticaretiyle büyüyen şehir kısa sürede ingiltere'nin diğer bölgelerinden ziyaretçi ve göçmen almaya başladı. her ne kadar roma imparatorluğu şehre stratejik önem arzetse de şehir surlarla veya yeterince askerle savunulmadı. bu yüzden ingiltere'de çıkan isyanlarda londra şehri her zaman zarar görecekti ve bu isyanlardan birinde şehir neredeyse tamamen yakılacaktı.

yaklaşık 100 yıl sonra romalılar şehrin etrafını surlarla kaplamayı, bundan 60-70 yıl sonra da surların etrafına gözlem kuleleri koymayı akıl edebilmişti ve şehir daha güvenli bir hale gelmişti. bu sayede şehrin büyümesi ivme kazanacaktı. şehirdeki zenginlerin evi taşlardan ve kayalardan yapılıyordu ve bu evlerin içinde yıkanmak için banyolar mevcuttu. fakirlerin evi tahta ve ahşaptan yapılıyordu ve fakirler banyo yapmak için halka açık hamamlara gitmek durumundaydı. fakirlerin evi tahtadan olduğu için şehre dışardan bir saldırı veya isyan olduğunda fakirlerin evleri ateşe veriliyordu ve en fazla zararı bu kişiler görüyordu.

405-410 civarında roma imparatorluğu londra'dan çekilmek durumunda kaldı. gerçi şehir hala imparatorluğun kontrolü altındaydı ama şehirde imparatorluğa ait hemen hemen hiç asker kalmamıştı. bu dönemde şehrin nüfusu da giderek düşecekti ve londra adeta unutulmuş şehir haline gelecekti. 600'lu yıllara gelindiğinde papa'nın emriyle ingiltere'nin hıristiyanlaşması başlayacaktı ve ülkeye gelen misyonerler halka şehirleşmeyi yeniden öğretmeye başladı. bu yıllarda londra yeniden hızla büyümeye başladı ve sadece ingiltere'deki değil avrupa'daki en gözde şehirlerden biri haline geldi. 700'lu yıllarda şehir yeniden deniz ticaretiyle beslenmeye başladı ve buradaki halkın zenginliği arttı. şehirde artan refah düzeyinden sonra ayak işlerini yapmak için ülke dışından köleler getirildi ve köle ticareti yaygınlaştı.

840'li yıllarda danimarka'dan yola çıkan vikingler ingiltere'nin altını üstüne getirdiler. londra da bu işgalden nasibini yağmalamalar ve yangınlarla aldı. vikingler yıllar sonra geri çekildiğinde şehirde yağmalayacak veya yakacak bir şey kalmamıştı ve şehir yeniden küllerinden doğmakla yükümlüydü. sonraki 150-200 yıllık dönemde londra kuzey avrupa'daki milletler tarafından defalarca saldırıya uğraşa da bu saldırıların çoğu geri püskürtüldü.

1078'de ingilizler'in londra'daki hakimiyetini simgeleyen meşhur londra kulesinin inşaatı başladı ve şehirde yeni bir dönem başladı. şehirdeki bir çok ahşap devlet binası ve thames nehri üzerindeki ahşap köprü yeniden restore edildi ve inşaatlarda tahta yerine taş kullanılmaya başlandı. londra tamamen bir katolik şehri haline gelmişti ve şehrin her tarafı kilise ve çeşitli ibadethanelerle doluydu. 1200'lere gelindiğinde şehirdeki yahudiler öldürülmeye veya sürgün edilmeye başlandı. 1300'e gelindiğinde londra'da katoliklik dışında hiçbir din kalmamıştı.

iStock.com

1300'lerde şehrin nüfusu 50 bine ulaşmışken kara ölüm denen veba salgını geldi ve şehirde çok az sayıda insanı canlı bıraktı. veba salgını geçtiğinde şehir yeniden küllerinden doğdu ve 1600'lere gelindiğinde şehirde çeyrek milyon insan yaşıyordu.

londra bir liman şehri olduğu için dışardan sürekli göç ve misafir alıyordu. örneğin kuzey avrupa'dan gelen tüccarlar mutlaka londra'da birkaç ay geçiriyorlardı. bu da şehir halkının dışardan gelen fikirlere maruz kalmasını sağlıyordu. mesela kuzey avrupa'dan gelen tüccarlar londra halkına ortaya yeni çıkan protestanlık mezhebi hakkında bilgi veriyordu.

1534'de sekizinci henry o güne kadar hiç yapılmamış olan bir şey yaptı ve kendisini papa'nın da üzerinde bir dini lider olarak kabul eden bir kanuna imza attı. artık ingiltere papa'nın sözünden çıkacaktı ve yüzlerce yıldır servetine servet katan ve devasa malvarlığına sahip olan kilise ve manastırların tüm malvarlığına el konacaktı. londra'daki en büyük ve en ihtişamlı binalar, hastahaneler, kurumlar bir anda kiliselerden alınıp devlet erkanına ve nüfuzlu kimselere verilmişti. bu da şehrin yapısını ve hüviyetini bir kez daha değiştirecekti.

amerika'nın keşfi ve hindistan tarafına yapılan deniz seferlerinden sonra londra'nın bir liman kenti olarak önemi daha da artacaktı. artık şehir iyice zenginleşecekti ve hem ingiltere'den hem de avrupa'nın diğer ülkelerinden en çok göç alan şehirlerden biri haline gelmişti. sanayii devrimiyle iyice coşan londra bugünkü haline gelmeden önce 2 dünya savaşı geçirdi.

Gelir Adaletsizliği ve Şehir Yaşamını Meydana Getiren Büyük Sanayi Devriminin Tarihi