Kylie Minogue'un Sokağa Çıkma Yasaklarında İlaç Gibi Gelen Albümü: Disco
disco... bugün çıkalı tam 1 ay olmuş olan kylie minogue albümü. diğer bir deyişle 31 gündür kulaklarımın başka bir müzik duymasına izin vermeyen ambargo nesnesi. hele de plaklarım geldi geleli eve kapanmanın, kışın, sokağa çıkma yasağının bir anlamı oldu resmen.
albümün mevzuyu hiç uzatmadan doğrudan çat diye söyleyen ismi ve kitsch'likten kırılan kapağı ortaya çıktığında aslında biraz çekinmiştim, zira bugün önüne gelenin altını doldurmadan "disco" diye etiketleyip geçtiği bir garabet var ortada. kylie pembe renkli ve biraz da yaldızlı dans müziğinin piri, disco da kylie'nin 2000'de başlattığı altın çağının başlangıç noktası olsa da bu kadar göze sokmalık bir cüret, albümlerinin biri bile suratımı ekşitmemiş tek sanatçının altından kalkabileceği bir durum olacak mıydı? kylie diğerlerinin arasından sıyrılabilecek, bunu yaparken de kalitesini koruyabilecek miydi?
bu albüm kylie için uzun süren bir başkalaşımın ardından kendine format atma denemesi bence. kariyer zirvesi light years (2000) - fever (2001) - body language (2003) dönemine, yani 2000'lerin başına doğru uzanan bir özünü bulma hikayesi, bir nevi köklere dönüş. kylie'nin x (2007) ile iyice hız kazanan elektronik dans müziği macerasına 2018'de golden ile verdiği akustik arayı bu biçimde bir sonraki adıma taşıması bekleniyordu; ama bu kadar iyi bir albüm, ne yalan söyleyeyim, beklemiyordum.
albüm daha ilk parçalarından başlayarak gerçekten de isminin hakkını çok güzel veriyor. söz gelimi "geri donüş" albümü, küllerinden doğuş hikayesi light years da disco temelli bir albüm, ama bünyesinde please stay gibi latin pop etkili bir şarkı, bittersweet goodbye gibi bir piyano baladı ve butterfly gibi enerjisi son düzeyde bir techno parçası da içeriyordu, hem de arka arkaya. ya da disco'nun doğuşundan önceye, '60'lara göz kırpan psychedelic düzenlemeli tuhaf koocachoo ve i'm so high gibi denemelere, robbie williams düeti kids gibi pop-rock kırması bir şarkıya imza atmıştı. "disco" ise posasını gerçekten de '70'lerin disco hareketinden başlatıp '80'lerin post-disco/new wave/synth-pop düzenlemelerinden alıyor, '90'lardaki ikinci disco/euro disco patlamasına da göz kırparcasına bu dönemlerden de ödünç seslerle dinleyiciyi adeta light years'ın başladığı noktaya getirerek başlangıç noktasına geri döndürüyor. bu bağlamda albüme doğrudan "disco" ismini vermeyecek olsalardı "full circle" gibi oldukça anlamlı olabilecek bir başlık ne güzel olurdu, diye düşünmeden de edemiyorum.
biraz da parça parça incelemede bulunalım ki bu harika albümün hakkını verebilelim.
1. magic
albümün ikinci single'ı olarak çıkan bu parçamızın ilk single say something'e oranla albümü daha iyi temsil ettiğine inanıyorum. bu şarkıdaki disco altyapıları daha belirgin, ayrıca albümün geneline işleyen, '70'lerin disco yaklaşımının da harika bir özeti olan kylie tarzı "iyi hissettirme" moduna da dakika 1 gol 1 biçiminde sokması da cabası. bir açılış şarkısı ve single olarak çok doğru bir seçim.
2. miss a thing
bir önceki parçamız magic albümün özeti açısından sağlıklı bir kaynak olabilecekse de albümün özütünün tadına varabilmemiz için başlangıçta bu şarkıdan daha iyisini düşünemiyorum. tertemiz ve güçlü bir bassline, disco'nun alametifarikası yaylıları ve üflemelileri, son derece "groovy" bir düzenleme ve bizi "dance!" diyerek karşılayan bir kylie. daha ne olsun?
3. real groove
disco'nun en olmazsa olmaz ögelerinden biri olan dans etmeyi kutsayan, bol disco düzenlemeli bir başka parça daha. bir önceki parçamız miss a thing ile arka arkaya birbirlerini çok güzel tamamlıyorlar. ayrıca nakarat melodisi o kadar eski kafalı ve güzel ki, insana kendini sanki 1975 yapımı bir filmin içindeymiş gibi hissettirirken kylie’nin yetenekli hayranlarına da şöyle harika şeyler yaptırıyor.
4. monday blues
bu şarkımızın nakaratında ekrem imamoğlu ile horon tepme gibi abuk sabuk isteklerim var, o yüzden ne zaman başlasa aklıma canım başkanım geliyor, şarkıyla özdeşleştirilecek en güzel şey hahah. şarkının baştan aşağı olumluluk ve güler yüz içermesinin bir başka nedeni de albümde gitar içeren az sayıda şarkıdan biri olması kuşkusuz. bu bakımdan akıllara bir önceki albüm golden'ı getiriyor, gülümsetiyor. her pazartesi sendromu böyle olsa keşke.
5. supernova
bu parçamız '80'lerle özdeşleşmiş synth ögeleri ve '90'lardan beri yaşamımızın içinde olan vocoder/autotune vokalleri ile '70'ler disco'suna daha modern bir yaklaşım getiriyor. diğer bir deyişle oldukça eklektik ve melez bir arkadaşımız. disco kültü off the wall'dan herhangi bir şarkıya modern bir düzenleme yapacak olsak ortaya aşağı yukarı bunun gibi bir iş çıkardı. çok iyi.
6. say something
ilk single'ımız. '90'ların türkçe pop şarkılarını andıran girişi ve pet shop boys'un ilk albümlerini, yani '80'lerin ikinci yarısını akıllara getiren tempo düzenlemesi ile yine nispeten "zamanının ötesinde" bir şarkı. bu yüzden ismi basbayağı "disco" olan bir albümün ilk single'ı olmak için ne kadar uygun hâlâ emin değilim. öte yandan ilk başta pek ısınamasam da şu anda albümde en sevdiğim iki şarkıdan biri ve albümün gerçekten de en iyi şarkılarından. bu açıdan bakınca da en doğru ilk single seçimi. kylie'nin ara ara yapmayı sevdiği üzere (bkz: #73010956) (bkz: the one) ilk yarısı ile ikinci yarısı birbirinden bağımsız tınlayan iki şarkıymış hissi veren bir ilerleyişi var, bu da şarkıyı inanılmaz heyecan verici kılıyor bence. ayrıca bir olma çağrısı yapan sözleri ile de geçirdiğimiz günlere ilaç gibi geliyor.
7. last chance
bu şarkımız ilk dinlemelerimde hiç ilgimi çekmemişti, arada bir yerdeydi benim için. hatta melodisini anımsamakta bile güçlük çekiyordum. şimdi albümün diğer şarkıları gibi bayıla bayıla dinliyorum. '70'ler disco'sundan çok aklıma '90'ların neo disco akımını getiren bir düzenlemeye sahip, sanki spice girls'ün falan kaydedilip piyasaya sürülmemiş bir şarkısı deseler şaşırmayacakmışım gibi tınlıyor. ayrıca fantezi bu ya, rupaul's drag race'te lip sync sahnesine çok yakışacağını düşünüyorum nedense.
8. i love it
çıkış öncesi albümden tadımlık sunulan üçüncü şarkımız ve ilk iki single say something ile magic'e oranla albümün pusulası hakkında daha otantik bir fikir oluşturacak kadar disco bataklığına (!) düşmüş bir kardeşimiz. gerçekten de bu parça albümdeki en organik disco düzenlemesine sahip şarkı olabilir, abba ya da boney m. şarkılarının vokalleri alınıp "mash up" yapılsa zerre sırıtmaz. çok çok iyi.
9. where does the dj go
tıpkı supernova-say something-last chance dizilimi gibi bu parçamızın da bir önceki i love it ile arka arkaya gelmesi bir rastlantı değil. klasik disco tarzının iç edildiği bir diğer şarkı da bu çünkü. bu bakımdan albümdeki parça sıralaması yapılırken büyük titizlik gösterildiğini düşünüyorum. bana göre iyi bir albümün göstergelerinden biri de budur, şarkıların akışı ve bir araya gelerek oluşturdukları albüm kısımlarındaki tutarlılık. kylie şarkılarının markalarından biri haline gelmiş ve albümde arka arkaya konmaları yine rastlantı olmayan miss a thing ile real groove'u da etkisi altına alan "tongue twister" sözleri ile 100 metre öteden sahibesini belli eden bir denz denz denz şarkısı.
10. dance floor darling
albümde dansa yapılan referanslar tabii ki bilinçsiz değil. disco ve dans müziğinin yapı taşlarından biri de müziğin kendisine, dans olgusuna ve elbette dans pistine yapılan güzellemeler ile bu meseleleri merkezine alan anlatıdır. albümde gönül birinciliğimi say something'e mi yoksa buna mı versem bilemediğim 10 numerolu parçamız da aynen bunu yapıyor ve dans pistinde âşık olmaktan "1, 2, 3!" diye saymaya kadar türlü disco klişesini yerine getiriyor. arada bir yerde studio 54'un da kulağını çınlatıyor hatta. bu bakımdan akıllara kraliçenin love at first sight (2001) ve wow gibi klasiklerini getirmesi de rastlantı değil tabii ki. öte yandan yalnızca mevzusu ile değil, muhteşem disco ışıltıları ile de dans pisti âşıkları ordusuna her saniyesi ile yeni gönüllüler kazandırıyor. özellikle de sonlara doğru adeta devri değişen bir plak misali hızlanmaya geçen o '80'ler/'90'lar pırıltıları kalp atışlarımı da doğru orantılı olarak hızlandırarak kylie minogue dinlediğimde sık sık attığım "kadın sen beni öldürecek misin?!" nidalarıma yenilerini eklememi sağlıyor. acaba hızlanmak yerine aksine yavaşlasaydı ve sevgili adayıyla disco pistinde tanışılan gecenin sonlanacağı hissini verseydi nasıl olurdu diye düşünmeden de edemiyorum.
11. unstoppable
pek çok dinleyiciye göre albümün en zayıf şarkısı bu parçamız ve bir "filler"dan öteye geçmiyor. çok iddialı bir şarkı olmadığına katılsam da fever şarkılarını akla getiren club alt yapısı ve kiss me once (2014) şarkılarını anımsatan modern disco düzenlemesi ile yüz asmamıza bir saniye bile izin vermeyen bir nostalji deneyimi benim için. ayrıca look what you made me do'yu andıran yürüyüşü ve say something'de bahsettiğim farklı şarkıların birleştirilmesi ile oluşmuş hissi veren ayrıksılığa sahip olması onu gözümde bir kylie klasiği kılmaya yetiyor.
12. celebrate you
light years'da bittersweet goodbye'a yer vererek yaptığı hatayı bir sonraki albümü fever'da yapmamış ve albümde hiçbir balada yer vermemişti kylie. tempo sadece ortalarda fragile ile şöyle bir düşer gibi yapmıştı o kadar. burada o görevi işte bu parçamız üstleniyor. "disco"nun balad olmaya en yakınsayan işi kesinlikle bu. sanatçının ilk kez üçüncü şahıs anlatımına girerek seslendiği mary ise sen, ben, o, hepimiz, yani biricik dinleyicisinden başkası da değil. kylie minogue şarkılarının da özü olan "iyi hissettirme" sözlerde doğrudan hedeflenip üzerinden 2020 geçmiş insanlığa umut aşılanırken albüm boyunca tepinerek (benim özelimde yer yer horon teperek) ettiğimiz dansa son kez, hem de bu kez boynumuza sarılarak kaldırıyor bizleri kraliçe. böylece albümdeki bütünlüğü bozmadan taze bir de nefes aldırıyor. artık dans pistinde tanıştığınız yeni sevgilinizle el ele tutuşup eve mi gidersiniz, plağınızı kaldırıp başka bir kylie albümüyle ruhunuza ziyafet çektirmeye devam mı edersiniz, yoksa rüyanızda kylie'yi görme umuduyla uykulara mı dalarsınız o sizin bileceğiniz iş.
albümün standart sürümü burada sona eriyor. deluxe sürüm ise dört ekstra şarkı ile devam ediyor. burada bir ara vererek şunu söylemek istiyorum: standart sürümdeki orijinal şarkılar ile buradaki bonus şarkıların ayrımı gerçekten de çok iyi yapılmış. bonus parçaların hiçbiri kötü değil (zaten hangi kylie şarkısı kötü ki?), ancak hiçbiri de ortalamanın üzerine oynamayan, kendi halinde şarkılar. yine iyi bir albümün en önemli özelliklerinden biri olan boş şarkı içermemek, bütünlüğü bozmamak ilkeleri itinayla yerine getirilmiş, kylie'ye bir tebrik de buradan.
13. till you love somebody
albümde güzel bir yer yakalamış bir parçamız bu, çünkü standart sürümün son parçası olan celebrate you'da yakalanan "umut" havasını sürdürüyor. dinlerken kelebekler, gökkuşakları falan görüyorum, tam da disco merkezli bir albümden beklenecek "camp"likte ve neşede, tatlı bir disco-pop şarkısı.
14. fine wine
bu parçamız da kiss me once'da yer alsa sırıtmazmış, kulağa i was gonna cancel ve sexy love'ın kayıp kardeşi gibi geliyor. diğer bir deyişle 2014 albümünde bu günlerin müjdesini veriyormuş tanrıça. ismiyle de kylie'nin yakın geçmişte birleşik krallık ve avustralya'da çıkan şarap markasına gönderme yapıyor olabilir mi acaba?
15. hey lonely
alt yapısı en güçlü şarkılardan biri. baslarının tamamen bas gitarla çalınmış olması ve disco yaylılarına dayanması ile de tam anlamıyla 70'ler havası estiriyor ve albümün rotasının hakkını sonuna dek veriyor. majesteleri geride yalnız ve üzgün kimse kalmayacak buyurduysa bize de yerine getirmek düşer!
16. spotlight
bir önceki parçamızla aynı gidişata sahip, ek olarak üzerine '90'lar house tanecikleri serpiştirilmiş kapanış parçamız. albümün bu defa kesin olarak bittiği acı haberini vermesine karşın sonlara doğru gelen parti arka fonu sesleri ile de birlikteliği, asla veda etmemeyi, sonsuz eğlenceyi simgeliyor adeta. ayrıca 02:42'lik süresiyle albümdeki en kısa parça. bunlara ek olarak kendimce eğlenceli bir istatistiğini tuttuğum "adaş madonna ve kylie şarkıları" listesine jump, burning up, fever, celebration, give it to me give it 2 me ve secret'tan (take you home) sonra bir ekleme daha yaparak sayıyı 7'ye çıkaran şarkı bir de.
sonuç olarak baştan aşağı pırıl pırıl, üzerinde çok çalışılmış ve hem kylie'nin, hem dinleyicisinin, hem de dünyanın ihtiyacı olan albümdü bu, iyi ki de geldi. zamanında body language ile funk, r&b ve electroclash'i karan kylie, bıraktığı yerden devam ederek bu defa da disco'yu günümüze getirme çabalarına muhteşem bir katkı sunuyor ve dans müziği tarihinde dokunmadığı ton bırakmamaya doğru ilerliyor. kylie'min hiçbir albümünü beğenmemezlik etmediğim tek sanatçı olma özelliğine gölge düşürür mu diye korka korka dinlediğim, ama hayal kırıklığına uğratmak bir yana, efsanevi fever'dan sonra en sevdiğim albümü oluveren, hatta onun tahtını sarsan "disco"ya selam eder, kraliçemizin de güzel ellerinden öperim.