Kuru Otlar Üstüne Filminin İsmi Esasında Ne Anlatıyor?

Nuri Bilge Ceylan'ın son filmini, isminin anlamı üzerinden inceleyen bir kritik.
Kuru Otlar Üstüne Filminin İsmi Esasında Ne Anlatıyor?

kuru otlar üstüne... filmin klişe bulunabilecek çok yanı var, yeni bir şey söylemiyor elbette. bu anlamıyla da aşırı sıkıcı, resmen uyutuyor atmosferinin büyüsüyle. fakat bu gepegenç öğretmenler nasıl oluyor da bu bir film bile olsa tüm enerjilerini daha otuzlarında tüketmiş, atalete teslim olmuş, çareyi birbirlerine irili ufaklı kinler gütmekte, arkadaş kazıkları atmakta ve kendilerine çekildiklerinde de dipsiz bir boşluğa sürüklenmiş bulabiliyorlar? bu sadece filmin sorunu değil de bu toprakların adı konulmamış sayısız meselesinden biri gibi. niye mesela iki karakter birlikte akşam yemeği yerken diyalog kurmak yerine birbirlerinin boğazına sarılırcasına kendi davalarını karşıdakinde sorguluyorlar? neden herkes bir yargıç, ötekinin celladı ya da yüce bir davanın savunucusu oluyor? sanki bu karakterlerin içlerindeki yegane enerji kendi görüşlerini kıyasıya savunmak ve tiratları bittikten sonra da dipsiz melankolilerine geri dönmek. bu evrenlerde bir ilişkisellik yok, varsa da böylesi tiratlarla parçalanıyor ve devamında dilsizleşiyor ilişkiler.

uzaklara bakıyor bir sürü karakter, boş arazilerde dolanıyorlar, bata çıka, topallayarak yürüyorlar. filmin en atılgan karakteri olan nuray belki de kendi geçmişini biraz olsun anlatabildiği için birkaç cesur hamle yapmayı hak görüyor kendisine. peki diğerleri? ana karakterin baktığı o uzaklarda ne olabilir? sanki bir zamanlar baktığı yerler doluymuş da sonrasında yıkıma uğrayıp dümdüz olmuş gibi. burada yaratıcı bir boşluk değil, ölümün, yok oluşun boşluğu var gibi geliyor bana. nbc o boşluğu gösteriyor gayet ama işlenmesi mümkün olmayan, dönüşmeyen bir boşluk da o, hikaye edilemeyen bir boşluk, araya girerek karakterleri birbirinden koparan, hatta araya girerek filmin hikayesinin oluşmasına izin vermeyen bir boşluk. bu boşluğun nereden geldiğini anlamak gerekiyor.


karakterlerin yaşadıkları odaların düzensizliği, yattıkları yatakların küçüklüğü, yedikelri yemeklerin yemek sayılamayacak kadar basit oluşları, çay ocaklarının/kafelerin cansızlığı.. yine sadece nuray ‘ın kendine göre yaşayabildiği bir evi var ve yine sadece onun yaşamını sakatlayan ama bu sakatlığı fiziksellikten ruhsallığa geçirmeyen hikayeyi biliyoruz. diğerleri geçmişsiz, hikayesiz, çocuk kalmışlar adeta; hapsoldukları evrenlerden çıkamayan çocuklar. nasıl bir felakete uğradıklarını anlatmıyor film bizlere. bir felaketin etkisiyle öyle şiddetli bölünmüşler ki içlerinde bir yetişkinin cümleleri, istekleri, cümleleri olsa dahi ağızlarını açtıklarında vasata, küfür kıyamete, cümlemiz boyun eğişlere ya da abartılı isyanlara dönüşüyor her an.

kuru otlar üstüne sanki tam da ismi gibi büyüyemeden kurumuş otları, baharda serpilememiş otları anlatıyor. sanki bir ayak gelmiş de üzerine basarak ezmiş ya da bir iklim felaketi yaşanmış da otlar büyüyemeden yanıp kurumuşlar gibi. ne olabilir bunun ardında? görünürde öyle klişe ama anlatılmayan kısmı öyle büyük bir yıkım ki bu nuri bilge ceylan'a aynı hikayeleri tekrar tekrar çektirip empati hissettiği "yalnız ve güzel ülke"sine durmadan ağıtlar yakmasına yol açıyor. oysa bu filmlerin geçtiği ülke niçin yalnız kalmış ve gerçekten o kadar güzel mi yoksa bunlar arka planı örten birer süs mü kimse bilmiyor. sorun olarak gördüğüm şey şu ki bu ağıtlar, bu yalnız ve güzel ülke dekorasyonları bizleri hikayeizleştiren, gepegenç insanları dilsizleştiren, söylemelrini kısırlaştıran yıkımları, tarih olamamış geçmişi örtüyor. nuri bilge bu felaket sonrası yaşamı durmadan filme çekip estetik bir anlatıya dönüştürüyor fakat adı konamayan felaketler muhtemelen onu da hikayesizleştiriyor giderek.

adı konmamış gizli yıkıcılığın, felakete yol açmış ve yol açıyor olanın isimlerinden sadece bir tanesi haset ve kibir olabilir mesela. samet’in çığrından çıkmış haseti bir çift kem göz ve konuştuğunda ortada konuşacak bir başka imkan bırakmayan yıkıcılığa yol açıyor her seferinde. bakışlarıyla parçalayan, sözleriyle bölen bir insan kasabı gibi adeta. aslında bireysel anlamda kendi felaketinin boşluğunu yaratan da kendisi oluyor hasetiyle. varolan az biraz ilişkiselliği de hasetiyle yıkıp yok ettikten sonra geriye kalan tek şey süslü cümlelerin monologuna sığınmak oluyor.


fakat alınması gereken risk bu hasetin, küçük farklılıkların narsizminin saldırgan etkilerinin, tepeden bakışın gerisindeki çaresizliğin ve tüm bunların tarihsel toplumsal evrendeki sürekliliği dolayısıyla o köyü nasıl atalete gömebilecek güçte olduğunun hikaye edilmesiydi. oysa karakterler solipsist, hikayeler açılmıyor, sahneler birleşmiyor. bu haset sanki nbc’ın bakışını da esir alıp onu da film evreninin ilişkisizliğine gömüyor gibi. haseti ve kibiri gösteriyor göstermesine ama haset dolu karakterin zorunlu yalnızlığından estetik bir pay çıkararak hikayeyi diyalektiğinden uzaklaştırıyor. bunu filmin içinde de yapıyor ve ortaya nedenini pek anlamadığım yakınlaşmalar ve uzaklaşmalar, karakterlerin bir anda film evreninden kayboluşları falan çıkıyor. oysa bunların ardındaki gücün isimlerinden bir tanesi coğrafyayı esir almış inkarlar, bireyleri esir almış haset ve kibirler. ama işlenmiyor bunlar sanki.

yaşamın yaşamaya başlayabilmesi için yaşamı durduran felaketlerin işlenebilmesi gerekir. benim nbc'ye tek eleştirim bu olacak: sürekli olarak sığ sularda yüzmeyi tercih ediyor, oysa daha derin sulara doğru kulaç atmasını umardım. sanki ölümden öylesine korkuyor ki sürekli kendi bildiği arafta dolanıyor. ne bu insanlar ataletin batağına gömülmek zorunda ne de bu ülke yalnız ve güzel olmak zorunda. hayır, niçin birlikte ve çirkin olmayalım ki? neden bir sanatçı tarafından sırf bir film daha fazla çekebilmek için varolan izolasyona yakın yalnızlık ve sessiz acı çekmenin çaresizliği döngüleri tekrarlanıyor da artık nuri bilge’ye malzeme sağlamayacak olan birlikte , dayanışmacı, çatışmalı, söyleyen ve çirkinin hareket serbestiyetine sahip olan ülke olmuyoruz? bu melankoliyi durmaksızın yeniden üretip üzerine hiçbir şey söylemeyerek kendini de tekrar etme problemine düşüyor nbc. bence kolay yolları seçtiği için hikayeleri aynılaşıyor.