Kült Çizgi Roman Serisinden Uyarlanan Netflix Dizisi The Sandman'in İncelemesi

Neil Gaiman'ın kült serisinden uyarlanan The Sandman, uzun yılların ardından nihayet yayına girdi. Peki nasıl olmuş, isminin hakkını verebilmiş mi bu dizi?
Kült Çizgi Roman Serisinden Uyarlanan Netflix Dizisi The Sandman'in İncelemesi

ben bu cennet cehennem, öteki dünya ve oradaki varlıklar hakkındaki hikayeleri oldum olası sevmişimdir. diablo olsun, darksiders olsun, supernatural olsun, carnivale olsun hepsi ayıla bayıla takip ettiğim hikayelerdi. bu nedenle sandman’in dizisi duyurulunca ve neil gaiman’ın projenin içinde aktif olarak yer aldığını öğrenince baya heyecanlandım. şimdi dizi nasıl olmuş bi genel bakalım. (diziyi izlemediyseniz de okuyabilirsiniz çünkü bu sefer spoiler'sız yazdım)

dizide insanların rüyalarını kontrol eden varlığı yani dream’i takip ediyoruz. hikaye tek karakter üzerine kurulu olduğu için dream hem yazım hem uygulama hem de oyunculuk olarak çok önemli bir durumda.

birazdan üzerine konuşacağımız fikir daha öncesinde arkadaşlarımla -bu tür karakterleri nasıl yazmak gerekir- üzerine konuşurken aklıma gelmişti. şimdi tüm evreni görebilen (bu dizide bi de birden fazla evrenden bahsediliyor) milyarlarca yıldır burada olan bir varlık için insanların hiçbir önemi yoktur. onlara karşı mesafeli ve umursamaz olması gerekir çünkü yani insandan o kadar çok var ki a kişisi ya da b kişisi bu varlıklara hiçbir şey ifade etmez aslında. dizinin ana karakteri olan sandman de tıpkı böyle davranıyor. genel olarak insanlığı ve düzenin devamını savunsa da dizinin başında kendi gücüne yaklaşmayan diğer varlıklara sanki onlar hiç yokmuş gibi bir kibirle ve umursamazlıkla yaklaşıyor gibi görünüyor. karakteri canlandıran tom sturridge de bu soğukluğu gayet iyi yansıtıyor.


her dizi için kendine ait bir evren ve atmosfer kurmak da gerekiyor. şimdi içinde bulunduğumuz gerçeklikte geçen bir hikaye anlatacaksanız bu iş biraz daha kolay. atıyorum uzak bir gezegende mahsur kalan bir araştırmacının hikayesini bile anlatacaksanız oturur bilim insanlarıyla konuşur ve ona uygun bir atmosferi kolaylıkla (bütçe meselesinden bağımsız olarak söylüyorum) yaratabilirsiniz. peki daha önce hiç kimsenin gitmediği fantastik bir diyarın atmosferini nasıl kuracaksınız? burada artık sizin hayal gücünüz devreye giriyor. dream’in mekanını tasarlarken de genelde abartılı oranlar kullanmışlar. mesela atıyorum bir kapıyla ya da dümdüz ovayla karşılaştığınızda evet çok güzel görünüyor ama boyutları o kadar aşırı ki bakarken rahatsız oluyorsunuz. bu da size izlemekte olduğunuz şeyin gerçeküstü olduğunu güzel bir şekilde anlatıyor.

bir de dizinin en önemli kısımlarından olan yan karakterlere bakalım

şimdi evrenler üstü bir varlığı anlatmaya başladığınızda onun dünyayla bağı olacak empati yapabilen karakterlere ihtiyaç duyarsınız. bu problemi lucienne ve matthew ile gayet başarılı bir şekilde çözmüşler. ayrıca dizi karakterleri kısa süre içinde tanıtmak konusunda çok iyi. şimdi spoiler’sız yazdığım için tek tek anlatamıyorum ama denk gelince görürsünüz bir cafe bölümü var. orada ufak ufak detayları öyle güzel eklemişler ki sanki her karakterin hayatı için ayrıca film izlemiş kadar çok şeyi kısa sürede öğreniyorsunuz. bence bu da çok başarılı bir durum.

bir de dream’in öteki tarafta uğraştığı doğa üstü karakterlere bakalım

öncelikle corinthian karakteri diziyi sürükleyebilecek kadar karizmatik ve gizemli. oyuncu da bu yükü sırtlayacak kadar başarılı. yalnız lucifer konusunda çok emin değilim. şimdi hristiyan mitolojisinde lucifer morningstar en güçlü karakter olarak anlatılır. güçlü görünmek ve sahneye hakimiyet konusunda gwendoline christie’nin herhangi bir eksiği yok ancak rol için bence fazla sevimli kalmış. çünkü kendisinin baya sıkmalık yanakları var. ayrıca her ne kadar bakışlarıyla bir derece toparlasa da dediğim gibi yüzü fazla sempatik olduğu için role ne kadar gitmiş bence tartışmalı.

Corinthian

yalnız dizide öyle bir yan karakter var ki oyuncunun kendisi resmen bu rol için doğmuş diyebiliriz. evet desire’ı canlandıran mason alexander park’tan bahsediyorum. o gösterişli, androjen, şık ve şımarık hali kesinlikle karakteri üç beş kat yukarıya çıkarmış. hatta öyle ki karakteri onun dışında kim bu kadar iyi canlandırır diye düşündüm aklıma kimse gelmedi. ayrıca fark etmişsinizdir netflix başarılı bulduğu oyuncu ve yönetmenlere yeni projelerinde de sık sık yer veriyor. o nedenle umarım mason alexander da bu isimlerin arasına katılır.

Desire

hazır mason alexander’dan bahsetmişken burada da çok konuşulan lgbt ve sjw olaylarına da bir kısa değinelim. şimdi bir dizide karakter cinsel yönelimi ya da etnik kökeni için eleştirilmez. bu benim gördüğüm en anlamsız hareket olabilir. peki ölçüyü nasıl belirleyeceğiz? burada önemli olan karakterin cinsel yöneliminin ya da etnik kökeninin hikayeyle doğrudan bir bağlantısı olup olmaması. mesela lucienne’in etnik kökeninin hikayeye bir etkisi var mı? yok. o zaman kendisini bir çinli de canlandırabilir, siyahi bir oyuncu da canlandırabilir, ne bileyim inuit de canlandırabilir. ama mesela 14. yy japonya’sında geçen gerçekçi bir samuray hikayesinde başrolü de gidip elin fransızına vermezsiniz. ya da ne bileyim shaka zulu’yu norveçliye oynatacak haliniz yok. bu dizide karakterlerin yarısı zaten doğaüstü canlılar. ve çoğu dini mitolojide bu varlıklar cinsiyetsiz olarak anlatılıyor. yani dizideki karakterlerin ne cinsiyetlerinin ne yönelimlerinin ne de etnik kökenlerinin bir önemi var. ölümlülerin ise hikayesinde öyle bir altyapı yok çoğu zaman. o nedenle kimin gay kimin siyahi olduğunu tartışmak muazzam anlamsız bir hareket. ha siz lucifer erkek olmalıydı kesinlikle diyorsanız muhtemelen iktidar ve güç sahibi bir -kadın- görmekten hoşlanmıyorsunuz demektir. o noktada fikirlerinizi bi gözden geçirmenizde fayda var.

sonuç olarak dizi bayağı kaliteli

ayrıca yurt dışındaki sitelerde falan adı sıkça geçmeye başladı bu nedenle uygun bir zamanda ikinci sezonunun geleceğini düşünüyorum. ok, benim ağzımdan herhangi bir spoiler kaçırmadan anlatacaklarımı bu kadar. görüşmek üzere.