Köy Enstitüleriyle İlgili Okuduktan Sonra Üzücü Bir Kıyaslama Yapacağınız Yazı
birazdan yazacağım metin, cılavuz köy enstitüsü mezunu olan büyükbabam ile 2009 senesinde, vefat etmeden önce yaptığımız ve benim kaydettiğim bir konuşmanın tam kaydıdır. daha önce herhangi bir yerde yayınlanmamıştır.
"türkiye'de köy enstitüleri'nin kuruluşları türk milli eğitiminde bir çığır yaratmıştır. şöyle ki:
istiklal savaşı bittikten sonra türkiye genelinde okuma ve yazma oranı, şehirler dahil binde beş. köylü hem fakir, hem zaruret içerisinde, hem yoksul, hem de bilinçsiz, bilgisiz bir vaziyette. bakanlar kurulu düşünüyor, nasıl yapalım ki bu köylüyü kalkındıralım. konuşuyorlar.
o zaman milli eğitim bakanlığında mustafa necati isminde, türk milli eğitimine büyük hizmet yapan bir kişi var. balıkesir'de şimdi necatibey eğitim enstitüsü var ya onun ismine kurulmuştur. bu türkiye'nin ilk milli eğitim bakanı, mustafa necati. konuşuyorlar, bakanlar kurulunda.
tartışma sonunda atatürk diyor ki, "bizim askerde okuma yazma bilen çok bilgili çavuşlarımız vardı. biz bunlardan yararlanalım." karar veriyorlar. köylerdeki o okuma yazma bilen, güvendikleri şahısları topluyorlar, türkiye'nin muhtelif yerlerinde eğitmen kursları açıyorlar. bunlara altı ay kurs veriyorlar. altı ay kursun sonunda köylere gönderiyorlar ve bunlara ilkokul 3. sınıfa kadar okutma yetkisi veriyorlar. yani ilkokul 3'e kadar onlar okutuyor, ilkokul 3'ten sonra öğretmen okulu mezunları okutuyor. bunlar çok faydalı oluyor köylerde. çünkü köyün her şeyine, tarım işlerine, sağlık işlerine, bütün işlerine önder oluyorlar. yol gösteriyorlar. okuma yazma öğretiyorlar. bakıyorlar ki bu çok faydalı oldu.
mustafa necati öldü çok genç bir yaşta. kırklı yaşlarında, allah rahmet eylesin, çok büyük hizmetleri vardı. ondan sonra saffet arıkan geldi milli eğitim bakanlığına. bu saffet arıkan subay kökenli. istiklal savaşı'nda atatürk'ün yanında savaşa girmiş bir adam. bunun da çok büyük hizmetleri oldu türk milli eğitimi'ne. ondan sonra, türk milli eğitimi'nin, oğlum, parlayan yıldızı hasan ali yücel milli eğitim bakanı oldu. hasan ali yücel milli eğitim bakanı oldu, çok kıymetli adamları yanına aldı. ismail hakkı tonguç isminde dünya çapında bir eğitimciyi ilköğretim müdürü etti.
bunlar köy çocuklarını toplayıp, eğitmenler gibi yetiştirip, köylere öğretmen gönderilmesi için harekete geçtiler. 1940 yılında 3803 sayılı kanunu çıkardılar. bu kanunla köy enstitülerinin kuruluşu yapıldı. köylerden öğrencileri topladılar. köy enstitüleri'ne sadece köy öğrencileri alınırdı. şehirden öğrenci almazlardı. çünkü buradaki espri şu, köy enstitüleri'ne giden çocuklar, köyden gittikleri için köyün şartlarını biliyorlardı. ve orayı bitirdikten sonra da köye gidip gitmeme durumunda herhangi bir ket vurmaları olmuyordu. köylü çocuğu, mezun olmuş, seve seve köye gidiyor ve köyde kalıyordu. zaten o tarihe kadar türkiye'de hiçbir aydın mezarı köyde bulunmazdı oğlum. aydın günübirliğine gider, akşama geri döner evine giderdi.
köy enstitüleri'nden mezun olduktan sonra köylere öğretmen tayin oldular, köylerde yerleştiler. köyün her şeyiyle ilgilendiler. köyün tarımcısı oydu, köyün doktoru oydu, köyün mimarı oydu, köyün her şeyi oydu. her şeye eğilirdi. 5 yıl okuma süresini ilkokuldan sonra şart koştular 3803 sayılı kanunla. bu 5 yılda her yıl 45 gün izin vardı. o 45 günün haricinde tüm öğrenciler okulda olurdu.
türkiye'de bu köy enstitüleri 21 yerde kuruldu. her okulda asgari 1000 öğrenci vardı. belki biraz daha noksan, belki biraz daha fazla.
biz okuduğumuz sürece ne kadar dünya klasikleri varsa, bizim kütüphanemiz de vardı, onları okurduk. bunun yanı sıra yeni kurulan köy enstitülerinde bina yapmayı, yol yapmayı, imar yapmayı tüm öğrenciler kendileri yaparlardı ve devlet bunlara beş kuruş para vermezdi.
şimdi burada anti parantez bir konuyu anlatayım. bizim cılavuz'da binalar rus'lardan kaldığı için bina yapmaya gerek yoktu. diğer yerlerde mesela erzurum pulur'da ihtiyaç vardı. erzurum pulur'da bir arazi vardı. o araziyi vermişlerdi. demişlerdi ki bura köy enstitüsü, burayı kendiniz kurun, kendiniz işletin, kendiniz öğrencileri toplayın. bizi oraya bir bina yapmak için gönderdiler cılavuz'dan. 45 kişi kadar bir ekip. başımızda bir öğretmen vardı. gittik bize bir arazi verdiler, dediler ki buraya bir öğretmenevi yapacaksın. biz planı tasdik ettik öğretmen evini yaptık çıktık, üzerine yazdık pulur köy enstitüsü.
öğretmen bizi topladı. ismail dişli isminde bir adamdı. çok değerli bir insandı. dedi ki 'çocuklar bina bitti. size bakanlık para gönderdi. türkiye çapında sizi geziye göndereceğiz. nereye gitmek istersiniz?'. çeşitli yerler oylandı; edirne, muğla, adana. en çok oyu adana aldı. dediler ki adana'ya gideceğiz. bize erzurum'dan adana'ya kadar bütün şehirleri gezdirdiler. batıda ankara dahil. hatay'a gittik. her gittiğimiz yerde fabrikaları, müzeleri diğer yerleri gezerdik, bilgimiz, görgümüz artardı. ben ilk asfaltı iskenderun hatay arasında gördüm. o zamana kadar asfalt görmemiştim.
şimdi konu şu. öğrenci iş yapıyor, iş öğreniyor, iş içinde kendini eğitiyor, devlet müteahhite para vermiyor, kimseye parası gitmiyor ve devlet bina sahibi oluyor. 50 yıl sonra ben pulur'a uğradım. bizim yaptığımız bina ayakta duruyordu, ancak üzerindeki pulur köy enstitüsü ismi kapatılmıştı. bilmiyorum bugün belki hala duruyordur. böylesine güzel okullardı ve bu 1947'ye kadar devam etti.
47'de köydeki ağa, mütegallibe, eşraf, toprak sahibi tüm bunların hepsi bu köy enstitüleri'ne karşı çıktılar. düşün ki kınyas kartal isminde bir adam rusya'da, kafkaslarda yeniliyor, kaçıp türkiye'ye geliyor. van'a yerleşiyor. demokrat parti milletvekilleri gidiyor. diyor ki "ben gitmeden önce bu köylüler hep gelip babama, anama danışırlardı. ben gittim geldim bize hiç danışan yok. malatya'dan iki tane öğretmen gelmiş. bunların ne sorunları varsa gidip onlara danışıyorlar. ben bütün oyları size vereceğim. siz bu köy enstitüleri'ni kapatın". onlar da diyor ki "sen elli bin oyu bize ver, biz bunun kapanması için çalışacağız."
yıllar sonra türkiye'de köy enstitüleri'ni kimler kapattı diye tartışma çıktı. kınyas kartal diyor ki "hiç kimse kapatmadı. ben kapattım köy enstitüleri'ni. ben siyasilere böyle söyledim, onlar da benim sözümü tuttular, ben de elli bin oyu onlara verdim." yani köy enstitüleri'nin kapanmasında ağanın, mütegallibenin bir baskısı oldu. rahmetli ismet paşa zamanında bu kuruldu. ismet paşa derdi ki "benim iki tane eserim vardır. biri çok partili hayat, biri de köy enstitüleri." böyle dediği halde ismet paşa'nın zamanında cumhuriyet halk partisi'nin sağcana milletvekilleri köy enstitüleri'nin kapanması için oy kullandılar.
ve köy enstitüleri, 1947 yılında kapandı.
şöyle bir durum oldu. 1947'de bir haziran ayındayız. onun da iş nöbeti cılavuz'da bizde, bizim sınıfta. tellipınar diye bir sebze bahçemiz vardı bizim. bizi oraya gönderdiler fasulye çapalamak için. son sınıftayız. koltuğumuzda kitaplar. ara paydoslarında bitirme sınavlarına hazırlanıyoruz. bir elimizde de çapa, gittik çalışmaya başladık. cılavuz'dan bir adam geldi. dedi ki "ankara'dan bir heyet gelmiş". eğitimbaşı dedi ki "öğretmene söyle çocukları alsın gelsin". biz kalktık iş elbiseleriyle gittik cılavuz'a. okula gittik, bizi sınıfa aldılar. oğlum, eğitimbaşı içeri girdi. melih temışın isminde bir adam. dedi ki "çocuklar ankara'dan bir heyet geldi. sizi teftiş edecek. sakın hasan ali yücel, hakkı tonguç ismi bu tartışmada geçmesin."
o zaman hasan ali yücel'i de milli eğitim bakanlığından almışlardı, yerine bir başka bakan gelmişti. ilköğretim müdürünü de görevden almışlardı, hakkı tonguç'u. yerine yunus kazım köni isminde bir adam geldi. girdik sınıfa. adam böyle dedi ya. onun için teftişe geldikleri anlaşıldı. girdiler. beş kişi içeri girdi. dediler ki "okuma yazma kabiliyeti olan beş kişiyi ayırın". ayırdık biz. onlara dedi ki "köy enstitüleri ne zaman, niçin, hangi amaçla kurulmuştur?" ve döndü sınıfa "köyde başarı göstermenin şartları nedir?" diye sordu. onlara yazıyla yazdırıyor, sınıfa da bu soruyu tercih etti.
oğlum bir tartışma açıldı, yani diyebilirim ki üniversite kürsüsü. öyle çocuklar bilimsel konuşuyorlar. tartışma devam etti, en son şuna bağlandı. bir çocuk kalktı dedi ki "köy enstitüleri köylerde büyük başarı gösterdiler. bunun esprisi şu oldu. köy enstitülerinden mezun olan çocuklar köye gittiler, köylüyü sevdiler, kendilerini köylüye sevdirdiler. böyle arada sevgi saygı olduğu için başarı mutlak oldu. zaten türk köylüsünün aşar vergisi'nden sonra sahte aydınlara hiçbir zaman itimadı kalmamıştı. ancak köy enstitüsü mezunları köye gittikleri zaman kendilerini sevdirdikleri için bu itimatsızlık ortadan kalktı.
köylerde başarı göstermenin şartı köye gidip köyde yerleşip kalmak, köyü sevmek, köylüye kendini sevdirmektir." teftiş bitti. tabi yunus kazım köni'nin izlenimleri neydi bunu bilemezdik. ancak bildiğimiz şuydu. köy enstitüleri'nin havasında bir kara bulut dolaşıyordu. o bulut doluya dönüştü dolu yağdı. ve meclis tatile girmedi. o yılın ağustosunda 3803 sayılı kanunu değiştirdiler. köy enstitüleri'ni kapattılar. ama köy enstitüleri öyle bir kuruluştu ki oğlum, kapattıktan sonra beş yıl, altı yıl yine aynı eğitim temposu devam etti. bunu kendi içinde yıkamadılar.
hatta bugün, türk milli eğitimi'nin aydınlığa çıkması için köy enstitüleri'nin yeniden kurulmasının şart olduğunu bütün eğitim otoriteleri söylüyorlar, itiraf ediyorlar. ama tabi bu kadroyla, bu hafa yapısıyla ne toprak reformu yapılır türkiye'de, ne köy enstitüleri yeniden kurulur, ne halkevleri yeniden kurulur, ne de bunlara kent enstitüleri eklenir. bakalım hayırlısı. yine de türkiye ümitsiz değildir. bir gün aydınlığa çıkacaktır bu ülke. eğitim öğretim normal olacaktır. çünkü bilimin önüne bilimsizlik hiçbir zaman geçemez. o bilimsizlik mutlaka ortadan kalkacaktır. bilim kendini gösterecektir. köy enstitüleri'nin kabaca hikayesi bu yavrum. gözlerinden öperim."
huzur içinde uyu büyükbaba.