Komşusu Hayat Kadını Olan Bir Ekşi Sözlük Yazarının İnsanı Düşüncelere İten Anısı

Ekşi Sözlük'te ''komşunun escort olması'' başlığına yazılan bu entry kesinlikle okunmaya değer.
Komşusu Hayat Kadını Olan Bir Ekşi Sözlük Yazarının İnsanı Düşüncelere İten Anısı

ankara'da üniversite öğrencisiyken talat paşa bulvarı civarında iki yıl kadar kaldığım, bodrum katında flaş tv programlarının çekildiği bir gazinosu olan, her gün kurşunlama, linç, haraç, mafya hesaplaşmalarının yaşandığı muhitteki evimin karşı komşusu hayat kadınıydı. orta yaşlarda ve güzel bir kadındı. 8-10 aylık bir kız çocuğu vardı, eşi ile birlikte yaşıyordu. hayatımda ilk defa, evli ve çocuklu bir kadının da hayat kadını olabileceğini öğrendiğim zamanlardı. çünkü filmlerde hep kimi kimsesi olmayan, tuhaf giyimli, arsızca sakız çiğneyip masum insanları dolandıran müptezel tiplerle karikatürize edilirdi hayat kadınları.

farklı üniversitelerde okuyan üç arkadaş birlikte kalıyorduk evde. bir hafta sonu, akşam üzeri kucağında kızı ile kapımızı çaldığında tanıştık kendisi ile. akşam işe gidip, sabah dönüyormuş, çocuğuna bakmamızı rica etti. babasının o gün çocuğa bakamayacağını, şehirde güvenebileceği başka kimse olmadığı için de bizi rahatsız ettiğini söylemişti. eve davet ettik, çay ikram ettik, yanında da memleketten getirdiğimiz içli köfte, çerez ve sarmalarla. kısa bir tanışma faslı ve çocuk bakma ile ilgili birkaç milyar sorumuzu sorduktan sonra gitti anne. sapsarı saçları, zeytin gibi kara gözleri ile etrafa sürekli şaşkın şaşkın bakan, yürüyemeyen, jilet gibi keskin yarı saydam alt iki dişi olan aciz bir çocukla baş başa kalan üç üniversite öğrencisiydik artık.

söylemesi ayıp, klasik öğrenci evi olmadı hiçbir zaman bizimki. üçümüz de küçük yaşlardan itibaren yatılı okullarda eğitim gördüğümüz için disiplinli, becerikli ve ilgiliydik ev işlerine. evimiz, yeni gelin evi gibi düzenli ve tertemizdi her daim. makarna bile yapsak salatası, tatlısı, içeceği eksik olmazdı. tezgahta asla bulaşık kalmaz, evde sigara içilmez, menüsüz yemek olmaz, hafta sonu temizliği şaşmazdı. pazar alışverişi, faturalar, temizlik, uyku düzeni falan adabıncaydı. asla öğleye kadar uyuduğumuz olmaz, çok nadir gece geç saatlere kadar uyanık kalırdık. çamdan kaya gibi mobilyalarımızı da uygun fiyata ankara itfaiye pazarından almıştık. bilenler bilir, o pazarda satılmayan şey yoktu. hatta mobilyaları eve taşımak için uygun fiyata üç köle de almıştık, sonra azat ettik.

neyse efendim, çocuk biberonu, bezi, oyuncakları, yedek kıyafetleri ile kaldı bizde. aramızda okul öncesi eğitimi okuyan bir arkadaş da vardı, hani şu çocuk eğlendirmek için profesyonel maymunluk eğitimi alanlardan. bu arkadaş cocuklarda mahremiyet eğitimine ekstra önem verdiğinden, iki kadın arkadaş da davet ettik eve. çocuğun altını değiştirmesi, gerekirse banyosunu yaptırması için. kendimizce, çocuğa verebileceğimiz en pedagojik desteği verecektik. ''seni yine yabancı biri kurcalayacak ama en azından hemcinsin'' demek için o da.

sanıyorum ki, okul hayatımızın en güzel günlerinden biriydi o gün. 3 kişilik ev, birkaç saat içinde sıkış tepiş insan doldu. çocuğun kahkahaları, burun saç kulak çekiştirmeleri, kaşınan dişlerinden dolayı her şeyi ısırması, elimizden beslenmesi, altı kirlenince huysuzlanması, altı değişince neşelenmesi, uyuklaması, kucağımızda uyuması, güvende hissetmesi... her anı çok canlı olarak hafızamda hala. annesi gittikten sonraki birkaç dakikalık huysuzluktan sonra kendini güvende hissetmesi, bize alışması müthiş hissettirmişti. her biri pırlanta gibi olan arkadaşlarımızın yaratıcı oyunları, şebeklikleri, çocuğu rahatsız etmemeye dair hassasiyet ve bilgileri, eve gelirken bebeğin uyuyor olma ihtimaline karşın zile basmayıp kapıyı hafifçe tıklatmaları, herkesin bu yavrucakta özlediği bir çocuktan izler bulması ile sanırım çocuk da güzel bir gün geçirdi bizimle.

o gecenin sabahında, erken saatlerde, biz kahvaltı hazırlıyorken kapı çaldı. anne gelmiş. içeri davet ettik. küçük odadaki kocaman tertemiz yatakta kızını tek başına, yanında da başka bir kadın yerde kıvrılmış halde, mışıl mışıl uyurken bulunca gözlerinin nasıl dolduğunu unutmam hiç. güveninin boşa çıkmamasından doğan mutluluk mu, minnet mi, yoksa bize mecbur kalmasının hüznü mü bilemedim. anne kahvaltıda da eşlik etti bize. birkaç blok ötedeki cemaat evlerinin olduğu apartman önlerine bırakılan zaman gazetelerini aşırıp sofra yapardık böyle kalabalık günlerde. kalabalık bir kafileyle sofraya oturduk, yedik, içtik ve istediği zaman kızını bize bırakabileceğini belirttikten sonra, uğurladık. ne iş yaptığını nedense sormadı hiç kimse. ağız birliği etmişiz gibi, kimse sormadı bunu. ne bir tahminimiz vardı, ne de bilgimiz. hiç kimse de "madem çalışıyorsun, bakıcı tutsan daha iyi olmaz mı" diye de sormadı, akıl vermedi. her birimiz saçma sapan ve karmaşık hayatlardan geldiğimiz için, insanların hayatı hakkında ahkam kesmemeyi, akıl vermemeyi çok erken yaşlarda öğrenmişiz.

bir gün, balkon pervazında unuttuğumuz bardağın aşağı düşmesi nedeniyle arabası zarar gören birinin şikayeti üzerine apartman yöneticisi beni evine çağırmıştı. tek başına yaşayan, yaşlı, hafif kilolu, ceberut süratli bir kadındı. evinin duvarları üç hilallerle, tuğralarla dolu, akvaryumunda pirana besleyen biri. konu hakkında kısa bir uyarı ve zararın tanzimi üzerine anlaştıktan sonra lök diye "sizin karşı komşunun size gelip çıktığını gördüm geçenlerde. siz efendi gençlersiniz, ne işiniz olur onunla!" diye bir soru sordu. şimdi zaten kampüste bu suratı ve ruhu hilal bıyıklı kımıl zararlıları ile uğraşmaktan iflahımız kesilmiş, bir de yaşlı bir teyzenin burnuna kafa atmamak için nefsimizle mücadele edeceğiz. ben sertçe "hayırdır teyze, seni ne ilgilendirir evimize kimin girip çıktığından!" dedikten sonra "beni ilgilendirmez tabi oğlum ama affedersin o karı etini satıyor, herkes tanır onu buralarda. kocası beş para etmez biri zaten, bilmek istersiniz belki diye söyledim." cümle aynı bu: "etini satıyor." ve "bilmek istersiniz." dağdan inme, ortalama bir boz ayıya rahatsızlık verecek kadar medeniyetsiz çocuklardık ama etini satmanın ne demek olduğunu bilmeyecek kadar da ilyas salman ruhlu değildik. "başka bir şey yoksa ben gideyim, okula yetişmem lazım" deyip çıktım evden, ince bir mide bulantısı ile. kapısına çarpı atmayacaksak, sonra yasal koruma ile evini basıp tecavüz edip öldürmeyeceksek neden bilmek isteyelim bunu. hala düşünüyorum, teyzenin üzerine akvaryumdaki iki piranayı kapıp atsam ne olurdu diye? ''eve girdiğimde balıklar zaten çoğunu yemişti hakim bey.'' desem, ''eve nasıl girdin ulan?'' sorusuna verecek cevabım yoktu. öhm.

o evde kaldığımız süre boyunca, birkaç defa daha çocuğunu bize getirdi komşu. bırakacağı günü önceden haber verirdi artık. her şeyimizi buna göre ayarlardık. her defasında da aynı mutluluk, aynı eğlence, aynı sevinç. sonra bir gün okuldan döndüğümde, kapının önünde anahtarla kapıyı açmaya çalışırken buldum komşuyu. anahtar açmıyormuş kapıyı. ben de deneyeyim dedim, daha önce çok dışarda kalmışlığımız oldu çünkü. ben dalmış kapıyı açmaya çalışırken birden içerden biri kapıyı açtı, irkildim. baktım kocası... "çocuğu bilmem nereye bıraktım, git onu da al defol git, sikerim belanı, bir daha görünme gözüme" dedi, kapattı sertçe kapıyı. kilidi değiştirmiş. kadının yüzünde keder, şok, korku, acı görmeyi bekleriz bu durumda. yalan yok, ağlayan bir kadına ''bir şey olmaz abla'' dışında ne denir bilmiyordum. o yüzden medusa'ya bakar gibi yavaş ve korku ile baktım yüzüne ama saf, organik bir mutluluk her neyse işte onu gördüm resmen kadının yüzünde. donuk bakışlı, hep tek ses tonu ile konuşan, otomatik hareketlerle hayatı yaşayan bu kadına birden ruh, can, renk geldi. elleriyle yüzünü kapatıp ağlayarak "şükürler olsun" dedikten sonra birkaç saniye içinde toparlayıp merdivenlerden koşar adım indi gitti. elimde anahtar ile kapı önünde kalakaldım öyle. kendi evine giremeyen, eşi tarafından kovulan, çocuğu başka bir yere bırakılmış bir kadın nasıl olur da tüm bunları, sanki kendisine "marketten yoğurt al" denmiş gibi normal karşılar, anlık da olsa şaşırmaz, üstüne bir de sevinir, gözlerinden sevinç gözyaşları dökülür hala anlamam. hoş, kendisi anlatsaydı da anlamazdım ya. alışmışız ne de olsa belirli olay ve durumlara, belirli duygu ve tepkiler yakıştırmaya. david hume nedensellik için ''yoktur, sadece alışkanlıktır. '' der. biz de dünyayı alıştığımız biçimi ile okuyor, görüyor, yargılıyoruz. bir kadın evine giremiyorsa, eşi küfür ederek ve tehdit ederek kovuyorsa o kadını; o kadın ağlamalı, dövünmeli, kaderine küfretmeli, korkmalı diyoruz. çünkü öyle alışmışız. gel gör ki s*kik beynimizin s*kik deneyimleri işlemiyor her toprağı kazmaya, yaramıyor her saklı gömütü çıkarmaya. içi içine sığmayarak, mutluluğu her hücresinden taşarak etrafını aydınlatan, ağzında kelebekler çıkararak dua edip neşeyle zıp zıp edip koşan kadınlar da var bizim ''off çok kötü'' diyeceğimiz o durumlarda bile. öğreniyoruz, yavaş ama istikrarlı.

kocası başka bir şehre gidince evine döndüğü o güne kadar uzun bir süre kendisini görmedik. yüzüne ruh gelmiş, duyguya göre farklı ses tonları ile konuşmaya başlamış, hayat dolu birine dönüşmüştü iyice. o farkı görmemek imkansızdı zaten. o ve artık iyice yürümeye başlamış kızı geldikten birkaç gün sonra da biz taşındık zaten. eşyalar yüklenirken kapının önüne gelip dolu gözlerle ve son derece sevecen bir yüzle "gidiyor musunuz artık?" diye sordu, evet dedik, vedalaştık, çocuktan ayrılmak zordu ama ayrıldık. zaten hayatımızın o günden sonrası fırtına, deprem, tipi... kaç yıl oldu ama hala yüzleri, sesleri, davranışları dipdiri aklımda. o zaman beraber yan yana yürüdüğümüz ''kalan'' arkadaşlarımızla hala anarız ana ile kızını. 

ekşi sözlük'te ''komşunun escort olması'' başlığında ''hehe s*kiş kopcak hehe, link atın hehe şanslı p*zevenkler'' temalı entry'leri her okuduğumda bu komşuma ve nadide bir hatırama küfür edilmiş gibi hissediyorum. hayat size güzel! hayat kadını bulduysan s*k, yemek bulduysan ye, su bulduysan iç. hikayeler mühim dostum. buğday öğütülüyor da un oluyor. ne dramlar, ne insaniyetler yatıyor geyiğini yaptığınız o yaşamların ardında. hafızamda kalmasın, yazıya dökülsün istedim. sözlük delirtir bir gün beni de heba olmasın bu özel hatıra. okuduğum tüm kitaplardan daha öğretici olan o ana ve kızına buradan sevgi ve iyilik dileklerimle.