Kayıp Kıta Atlantis Gerçek miydi, Yoksa Sadece Platon’un Kurgusu muydu?
atlantis; kimilerine göre kayıp bir kıta, kimilerine göre tarihin en büyük medeniyeti, kimilerine göreyse youtube’un en çok izlenen komplo teorisi malzemesi. ancak gerçek bilim insanları için atlantis, platon’un siyasi ve felsefi alegorisinden başka bir şey değil.
platon’un anlatımında atlantis, "herkül sütunları’nın ötesinde" yer alıyordu. bu ifade, antik çağda "bilinen dünyanın sonu" demekti
yani platon, atlantis’i öyle gerçek bir coğrafi nokta olarak değil, insan bilgisinin, hayal gücünün ve medeniyet sınırlarının çok ötesinde, ulaşılması imkansız bir "öteki yer" olarak kurgulamıştı. kısacası, herkül sütunları’nın ötesi demek, "burası bizim bildiğimiz dünyanın bittiği, orası da bizim uydurduğumuz mitlerin başladığı yer" demekti. platon, açık açık metafor yaptığını belirtmiş olmasına rağmen, hala daha çıkıp bunun altından teoriler yaratılması bana bu bakımdan çok gülünç geliyor.
böylece atlantis, belki de bilinçli olarak seçilmiş soyut bir kavram, filozofun ders kitabında uydurduğu bir örnek olay haline geldi. ama tabii bu basitçe yetmedi; yüzyıllar sonra donnelly adlı bir hayalperest çıkıp "atlantis gerçek" diyene kadar. böylece sıradan bir felsefi alegori, ufak bir kitle hareketine dönüştü ve popüler kültürün uğrak yeri haline geldi. (bkz: ignatius loyola donnelly)
bilim insanları ise bu hikayeye "önce gerçek kanıt gösterin, sonra konuşalım" diyerek mesafeli durdu
çünkü atlantis’i destekleyecek arkeolojik ya da jeolojik hiçbir veri yok. herkül sütunları’nın ötesinde ise olan şey, bilim dünyasında sadece bir mitin derin okyanuslarda kaybolmuş hayali.
bazıları platon’un atlantis’ini, santorini adasındaki büyük volkan patlaması gibi gerçek felaketlerle bağdaştırmaya çalışsa da, bunlar sadece spekülasyon. biraz da jeolojik benzerlikler.
not: santorini (thera) adası'nın m.ö. 1600 civarındaki volkanik patlaması, ege denizi'ndeki minos uygarlığının çöküşüne neden olmuştu. bu olay, zamanla mitlere dönüşmüş olabilir.
ancak bu yalnızca bir spekülasyondur ve doğrudan atlantis’le ilişkilendirilebilecek bir kanıt sunmaz. atlantis, antik mitoloji ile modern hayal gücünün birleştiği bir efsanedir. platon’un felsefi mesajını iletmek için yazdığı bu kurgu, zamanla "kayıp kıta" hikayesine dönüşmüş, popüler kültürde kalıcı yer edinmiştir.
iki eserinden, kritias ve timaeus'tan bazı alıntılar şu şekilde yer alır
boyut ve coğrafi kapsam: platon, atlantis’i libya ve asya’nın toplamından daha büyük bir ada olarak tanımlayarak, atlantis’i sadece küçük bir kara parçası değil, devasa bir güç olarak sunuyor. bu betimleme, anlatının gerçeklikten ziyade mitolojik ve sembolik yönünü güçlendiriyor.
teknolojik ve mimari gelişmişlik: orichalcum gibi gizemli metalleri kullanmaları, büyük limanlar için kanal ve köprüler inşa etmeleri, ileri su mühendisliği ve büyük hendekler açmaları gibi detaylar, o dönemin insanları için hayranlık verici bir uygarlık imgesi çiziyor. bunların hepsi çok sofistike mühendislik ve sanat işleri; platon buraya bilerek detay koyarak anlatısının inandırıcılığını artırmaya çalışıyor.
mimari süslemeler ve sanatsal ustalık: altın, gümüş ve orichalcum ile kaplanmış saraylar ve tapınaklar, devasa heykeller, zengin bir görsellik sunuyor ve atlantis’in ne kadar muhteşem ve tanrısal bir yer olduğunu ima ediyor.
altyapı ve su sistemleri: sıcak ve soğuk su kaynaklarının kullanımı, hamamlar, su kemerleri gibi özellikler, hem yaşam kalitesinin yüksek olduğunu hem de ileri mühendislik bilgisini gösteriyor. ama bir yerde de bu onun yaşadığı çağda gelişmişliğin göstergeleri, yani yansımalar.
doğal çevre ve tarım: kanallar, ormanlardan su getirilmesi ve geniş ovaların sulanması gibi unsurlar, uygarlığın çevresini iyi planladığını ve doğayla uyumlu olduğunu gösteriyor.
ama...
tüm bu detaylar, bir yandan anlatının ne kadar “gerçekçi” görünmek istediğini, diğer yandan da platon’un mit, alegori ve felsefi anlatım için kullandığı güçlü bir retorik olduğunu ortaya koyuyor. platon, belki de atlantis’i ve detaylarını hayal ederek ideal devlet ve ahlaki öğretilerini aktarmak istedi.
...
platon'un atlantis anlatısı, her ne kadar yunan mitolojisi ve felsefesi içinde şekillenmiş olsa da, sonunda ibrahimi dinlerdeki "tanrı’nın gazabı" fikrine çok benzeyen bir cezalandırma anlayışına varıyor. (bkz: sodom ve gomore)
bu açıdan bakıldığında; platon’un felsefesi içinde yer alan bu anlatı, teolojik değil, felsefi bir mit olsa da, sebep-sonuç mantığı bakımından tevrat’taki veya kuran’daki anlatılarla oldukça benzer: ahlaki yozlaşma, ilahi/kutsal bir gözlem, yıkım, insanlığa ibret...
kısaca söylemek gerekirse
atlantis’in yok oluşu, doğrudan bir ahlaki bozulmanın sonucu ve bu bozulmaya tepki olarak gelen bir cezadır.
tanrılar (özellikle baş tanrı zeus), bir tür ilahi denetleyici gibi devreye girer ve yozlaşan uygarlığı cezalandırarak dengeyi sağlar.
ama fark şurad; ibrahimi dinlerde bu cezalandırma tanrının iradesiyle olurken, platon’un sisteminde bu daha çok evrensel düzenin bir sonucu gibi sunulur. yani tanrıların gazabı, bir bakıma kozmik adaletin tecellisidir.
tabii k, sonuç değişmez: güç yozlaştırır, yozlaşma çöküşü getirir... ve bu çöküş haliyle ilahi olur. ve ilginçtir ki atlantis ne kadar ileri bir medeniyetse, yok oluşu da o kadar "hak edilmiş" görünür. tıpkı sodom'un günahkarlığının onun yıkımını meşrulaştırması gibi.
...
ben, platon'un "atlantis"ini ahlaki öğretiler içeren bir tür ilk bilimkurgu öyküsü olarak görüyorum. ve her iyi bilimkurgu eserinde platon, biraz gerçek dünya bilimi ve tarihinden yararlanmıştır.
bugünse, elinde böyle devasa ve ayrıntılı bir uygarlığa dair hiçbir arkeolojik kanıt olmaması, atlantis’in tarihsel gerçeklikten çok bir efsane, bir fikir ve mit olduğunu düşündürüyor.
nitekim, gerçek bilim, sağlam kanıt ister; oysa atlantis için ellerimizde sadece "bir zamanlar böyle bir ada vardı" diyen eski bir filozofun hayali var.