Kadın Yönetmenler Tarafından Çekilen En İyi 27 Film

Yönetmenlik koltuğunda kadınların olduğu kaliteli filmler.
Kadın Yönetmenler Tarafından Çekilen En İyi 27 Film


27) que horas ela volta? (2015) - (anna muylaert)

brezilya’daki aile ve sınıf meselelerini ele alan film, sao paolo'daki zengin bir ailenin çocuğu olan fabinho'ya 13 yıldır dadılık yapan val'e odaklanır. val, bu süre zarfında öz kızı jessica'yı pernambuco'daki akrabalarının yanına bırakmış ve onunla neredeyse hiç görüşememiştir. haliyle bu konuyla alakalı derin bir suçluluk duymaktadır. yıllar sonra kızı, üniversite sınavları için ziyarete geldiğinde, onun kendinden emin varlığı evdeki dile getirilmemiş tüm güç dengesini bozmaya başlar.

26) réparer les vivants (2016) - (katell quillévéré)

birbirine bağlanan üç hikâyede yönetmen, ilk olarak kaza geçiren simon isimli genç bir sörfçüye, ardından gencin hastanedeki anne-babasına ve son olarak da hayatta kalmak için kalp nakline ihtiyaç duyan bir anneye odaklanıyor. yaşama ve ölüme, bitişlere ve başlangıçlara dair dramatik bir film.

25) sans toit ni loi (1985) - (agnès varda)

nîmes şehri yakınlarındaki kırsal bölgede, bir hendeğin içinde donarak ölmüş mona isimli genç bir kızın cesedi bulunur. bunun ardından onu hayatının son haftalarında tanımış insanların anlattıkları sayesinde onun geçmişisine yarı-belgesel bir yolculuk yaparız. bu insanlar mona'nın sokaklarda oradan oraya sürüklenen, kim onu kabul ederse onunla yaşayan, mesafeli, başına buyruk ve pek de sempatik olmayan bir kız olduğunu söylerler. kızın tanıştığı kişilerde bıraktığı bilgi parçacıklarından, orta sınıf bir ailenin çocuğu olduğunu, sekreterlik eğitimi gördüğünü, bir ofiste çalıştığını ama bundan nefret ettiğini, sonunda yollara çıktığını, eşyalarını ve çadırını sırt çantasında taşıdığını, yiyecek ve kalacak yer dilendiğini ve bazen biraz para kazanmak için çalıştığını öğreniriz. agnès varda'dan oldukça keskin bir toplumsal eleştiri.

24) te doy mis ojos (2003) - (icíar bollaín)

çekilmez bir evlilik hayatı olan pilar, kocasının şiddeti altında ezilmektedir. aşık olduğu adamın öfkelenince tanınmaz hale gelmesi pilar’ı evi terk etme noktasına kadar getirir. pilar, oğlunu da yanına alarak kız kardeşinin evine taşınır. ama kocası antonio’nun kendini affettirme çabalarına başlaması uzun zaman almaz. antonio, kendisi için pilar’ın gün ışığı anlamına geldiğine inanır. dahası pilar ona bir anlamda gözlerini vermiştir. pilar, çevresindeki insanların onu durdurma çabalarını görmezden gelerek kocasını affetmeye karar verir.

23) nam-mae-wui yeo-reum-bam (2019) - (yoon dan-bi)

iki kardeş, okju ve dogju, babalarının parasız kalmasının ardından dedelerinin evine yerleşir. dongju buraya hemen alışsa da, okju kendini tuhaf hisseder. boşanma sürecinden geçen halaları da yanlarına taşınır. okju aileyle vakit geçirdikçe, dedesine karşı giderek büyüyen bir bağ geliştirir. "aile draması" denince ilk akla gelen doğu asya sinemasından bir başka çarpıcı yapım.

22) işe yarar bir şey (2017) - (pelin esmer)

leyla, yıllarca gitmediği lise buluşmalarına sonunda katılmaya karar vermiş ve lise arkadaşlarıyla tam 25 yıl sonra buluşmak üzere uzun bir tren yolculuğuna çıkmıştır. bu yolculuk sırasında tanıştığı genç hemşire adayı canan'ın hikayesi oldukça ilgisini çeker, nitekim canan, hayatına son vermeye karar vermiş tekerlekli sandalyeye mahkum yavuz'a yardım etmeye gitmektedir. leyla, canan’ın anlattıklarından ve anlatmadıklarından bir hikâye kurar, kendini kaptırır ve ona eşlik etmeye karar verir. hikâyenin sonunda bir iyilik meleği mi yoksa bir katil mi olacaklarını ise henüz bilmiyordur.

21) never rarely sometimes always (2020) - (eliza hittman)

autumn ve skylar, pennsylvania'nın kırsal kesiminde yaşayan iki genç kızdır. autumn'ın hayatı, hamile olduğunu öğrenmesi ile altüst olur. genç kız, istenmeyen hamileliği karşısında ne yapacağını bilemez. bu süreçte en büyük desteği kuzeni skylar'dan görür. autumn ve kuzeni skylar, bu sorunu çözebilmek için new york'a gitmeye karar verir. yola koyulan iki genç kız, arkadaşlık, cesaret ve sevgiyi keşfettikleri bir maceraya atılır.

20) estiu 1993 (2017) - (carla simón)

6 yaşındaki frida, annesinin ölümünün ardından dayısı ve yengesi tarafından koruma altına alınır ve onlarla birlikte yaşamaya başlar. yaşayacağı yeni evi, doğduğu yer olan barselona'dan uzakta kırsal bir bölgededir. haliyle şehirde büyümüş, istediği çoğu şeye sahip olmuş frida'nın taşradaki yeni ailesinin hayatına alışması öyle kolay olmayacaktır. küçük kız bir yandan annesinin kaybını kabullenmeye çalışırken, diğer yandan yeni ailesinde kendine bir yer edinmeye gayret gösterir. yönetmen carla simon'un kendi hayatından yola çıkarak çektiği bir duygusal bir film.

19) voskhozhdenie (1977) - (larisa shepitko)

ikinci dünya savaşı’nın dondurucu kışında sotnikov ve rybak isimli iki sovyet partizanı kendileri ve yoldaşları için yiyecek bulmak adına bir yolculuğa çıkar. işgal altındaki bölgenin derinliklerine doğru yaptıkları bu yolculukta, aynı zamanda ruhlarının derinliklerine inecek bir yolculuğa çıkmaları da gerekmektedir. bir nazi komutanının evinde bir koyun bulan ikili dönüş yolunda nazi devriyeleri tarafından tutuklanır. sotnikov hiçbir soruya yanıt vermemeyi seçerken, rybak ise hayatta kalmak için her şeyi yapmaya hazırdır.

18) cidade de deus (2002) - (kátia lund)

1970'lerde rio de janeiro'nun yoksulluğun pençesindeki gecekondu mahallesi tanrıkent'te yaşayan iki çocuk farklı yollar seçer. suç dünyasında geçecek bir hayatın gerektirdiği zihniyetten ve fizikten yoksun olan rocket fotoğrafçı olma hayalleri kurarken, acımasız, kurnaz ve hırslı josé "zé" pequeno tehlikeli ve korkulan bir suçlu olma yolunda adımlar atar. tabii kaçtığında öldüğün, kaldığındaysa yine öldüğün bir ortamda bu hayallerini gerçekleştirmeleri pek de kolay olmayacaktır. brezilya sinemasının en iyilerinden...

17) third star (2010) - (hattie dalton)

james ölmek üzeredir. bu dünyada sayılı birkaç günü kalmıştır. en yakın üç arkadaşı da onu, yine onun isteği üzerine, dünyadaki en sevdiği yere, batı galler'deki çarpıcı kıyı bölgesi barafundle körfezi'ne götürmeye karar verir. ağlatma potansiyeli yüksek bir film. elde mendil ile izlemekte fayda var.

16) american psycho (2000) - (mary harron)

babasının wall street'teki şirketinde çalışan patrick bateman başarıya, statüye ve tarza takıntılı, genç, zengin ve yakışıklı bir adamdır. tabii dışardan bakıldığında oldukça normal birine benzeyen bu adam aynı zamanda insanları sebepsiz yere öldürmekten hoşlanan ve öldürdüğü insanların vücutlarından hatıra olarak aldığı parçaları evinde saklayan bir akıl hastasıdır. ne yazık ki bunu çevresindeki kimse bilmemektedir.

15) what they had (2018) - (elizabeth chomko)

bridget, kardeşi nicky’nin ısrarı üzerine chicago’ya gelir. karlı bir kış gecesi tek başına sokağa fırlayan alzheimer hastası annelerinin durumu kötüye gitmektedir. ne yapılacağı konusunda tartışmalar sürerken, ‘hastalıkta ve sağlıkta’ sözüne hâlâ bağlı olan babaları eşinden hiçbir koşulda ayrılmak istememektedir.

14) the voices (2014) - (marjane satrapi)

yıllardır bir kadının ilgisi için çırpınan tuhaf ama sevimli jerry hickfang'in hayatına giren bir kadın her erkeği olduğu gibi onu da değiştirmeye başlar. ilişkileri aniden tehlikeli bir hal alınca da jerry’nin kötü kedisi ile iyiliksever köpeği onu nihai kurtuluşa götüren fantastik bir yola sokar.

13) the selfish giant (2013) - (clio barnard)

kasvetli bradford'un işçi sınıfı mahallesinde yaşayan 13 yaşındaki hiperaktif arbor'ın en iyi arkadaşı swift'ten başka kimsesi yoktur. swift'in sessiz sakin yapısının aksine arbor oldukça kavgacı ve hareketlidir. ikilinin okulda kimseyle arası iyi değildir. bir gün çıkardığı büyük kavga sonucu okuldan uzaklaştırılan arbor, hurdacı kitten'ın yanında çalışmaya başlar. hayali, günün birinde onun gibi iş tutup zengin olmaktır. başta her şey güzel gider fakat hurdacılıktan çok çalıp sattıkları bakır kablolardan para kazanmaktadırlar. arbor her geçen gün para konusunda daha hırslı ve açgözlü olur. adeta bir idol gibi bellediği kitten'ın gözüne girmek onun için çok önemlidir. fakat kitten, işlerini beraber yapmak için onun yerine arkadaşı swift'i tercih edince ikilinin sıkı dostluğu tehlikeye girer.

12) nomadland (2020) - (chloé zhao)

nevada kırsalında yaşayan 60'lı yaşlarındaki fern şehirdeki ekonomik çöküşten etkilenince neredeyse her şeyini kaybeder. bunun üzerine karavan haline getirdiği minibüsüne atlar ve modern bir göçebe olarak geleneksel toplumun dışındaki hayatı keşfetmek için yola çıkar. batı amerika'nın uçsuz bucaksız coğrafyasında yolculuk ederken, ona akıl hocası ve yoldaş olacak insanlarla tanışır. film, kapitalizm ve neoliberalizmin söndürdüğü ışıklara bir ağıt yakarken, aynı zamanda o sönen ışıkların yine onlara rağmen yeniden canlandırılabileceğinin, yani başka bir hayatın da mümkün olabileceğinin ihtimalini hatırlatır.

11) ratcatcher (1999) - (lynne ramsay)

12 yaşındaki james gillespie, glasgow’da toplu konutlarda yaşar. ailesi şehrin güzel bir yerine taşınmayı beklerken james, zamanını arkadaşlarıyla kanalda oynayarak geçirir. 1973 yılında, şehirdeki çöpçülerin greve gittiği bir dönemde, james’in arkadaşı kanala düşerek boğulur. şehirde çöpler birikip her yanı sıçanlar bastıkça james giderek kendi içine çekilir.

10) lost in translation (2003) - (sofia coppola)

tokyo'yu ziyaret eden amerikalı iki kayıp ruh... biri işkolik bir fotoğrafçı olan kocasının peşinden sürüklenmiş genç ve ihmal edilmiş bir kadın, diğeri bir tv reklamı çekimi için orada bulunan mahvolmuş bir film yıldızı. dillerine ve kültürlerine uzak oldukları insanların ülkesinde derin bir yabancılık çeken ve iletişimsizlik denizinde boğulmak üzere olan bu iki yabancının yolları her ikisini de uyku tutmayan bir gece lüks bir otelin barında kesişir. bu buluşmanın sonunda aralarında sıkı bir dostluk başlayınca birlikte tokyo’yu keşfe çıkarlar ve bu keşif esnasında başka yaşamların da mümkün olduğunu fark ederler.

9) beolsae (2018) - (bora kim)

"yaşamak için doğru yol nedir? bazı günler bildiğimi hissediyorum ama gerçekten emin değilim. sadece kötü şeyler olduğunda, iyi şeylerin de olduğunu biliyorum." 1981 doğumlu yönetmen kim bora'nın 1994 yılında seul'de yaşayan 14 yaşındaki bir kızın sancılı büyüme hikâyesini anlattığı bu film, tarihlerden de anlaşılacağı üzere, yönetmenin hayatından otobiyografik öğeler içeriyor. kim bora bizlere, genç bir kızın bakış açısıyla ergenliğin bulantılı halini, ihmal edilmişliği, sınav stresini, istismarı, talihsiz arkadaşlıkları, hayal kırıklıklarını, reddedilmeyi, depresyonu ve toplumsal baskıları gösterirken, bu kadar erken bir yaşta tüm bunları göğüslemek zorunda kalmanın bir çocuğun psikolojik gelişimini nasıl ciddi şekilde etkileyebileceğini anlatıyor. katıldığı çeşitli festivallerden toplamda 59 ödül kazanan film, kore sinemasının yakın dönemde çıkardığı en harika işlerden biri.

8) quo vadis, aida? (2020) - (jasmila zbanic)

temmuz 1995, bosna. ingilizce öğretmeni aida selmanagic, srebrenica’nın küçük bir kasabasında birleşmiş milletler’in tercümanı olarak çalışmaktadır. sırbistan ordusu bu küçük kasabayı ele geçirdiğinde, aida’nın eşi ve iki oğlu da bm kampında sığınma arayan binlerce vatandaş arasında yer alır. aida, sırp ordusu iktidara geldiğinde siyasi müzakerelerin bir parçası olur ve gittikçe daha korkutucu olan bilgileri tercüme etmek zorunda kalır. aida ailesini kurtarabilecek midir yoksa onları ölüme terk etmesi mi gerekecektir? modern zamanların ortasında, medeniyetin hemen yanı başında, 21. yüzyıla ramak kala kıyametin koptuğu bir coğrafyadan, balkanlardan yükselen ve sinema perdesinde yankı bulan bir başka çığlık. jasmila zbanic’ten savaşa yeni bir perspektif getiren, oldukça sert ve dramatik bir yapım.

7) loving vincent (2017) - (dk welchman)

vincent van gogh'un ölümünün üzerinden 1 yıl geçmişken, postacı roulin, ressamın kardeşi theo'ya gönderdiği, ancak bir türlü yerine ulaşamayan mektubu elden vermesi için oğlu armand'ı auvers-sur-oise'a gönderir. armand bu görevi pek istemese de kabul ederek söz konusu kasabaya gider. ancak oraya vardığında theo'nun da kardeşinin ardından vefat ettiğini öğrenir ve mektubu verebileceği bir akraba aramaya başlar. takip eden süreçte kasaba halkından birçok kişiyle tanışan armand, ressamın sanatının esin kaynaklarına ve ölümüne giden sürece dair pek çok şey öğrenir. 125 ressamın yaptığı 65,000 kare yağlı boya tablonun birleştirilmesiyle oluşturulan loving vincent, fikrimce van gogh hakkında çekilmiş en büyüleyici film.

6) a torinói ló (2011) - (ágnes hranitzky)

"her şey mahvoldu ve her şey değersizleşti. bunu onlar yaptı. çünkü sözde masumane insani yardımla gelen bir çeşit afet değil bu. tam tersine, insanın kendi kararlarıyla ilgili, kendi kararlarının kendisinin önüne geçmesiyle. tabii bu işte tanrının da parmağı yok değil. biraz cüretkar olmak gerekirse, bu işte bizzat yer alıyor ve rol aldığı şeyse hayal edebileceğin en korkunç oluşumlardan birisi. çünkü görüyorsun sen de, dünyanın çivisi çıkmış durumda. bu sebeple söylediklerimin pek de ehemmiyeti yok çünkü her şeyin yozlaşması onların bunları elde etmesi ile alakalı. sinsice ve alçakça bir mücadele neticesinde ele geçirdiklerinden beri her şeyi adileştirdiler. her neye dokundularsa, ki her şeye dokundular, onu değersizleştirdiler." torino atı. siyah beyaz bir sinematografi şaheseri. felsefi drama ve şiirselliğin göz alıcı birlikteliği. anlamsızlığın pençesinde, pencereden dışarı bakarak sürdürülen bir eylemsizlik hali. mutlak karanlığa doğru hareket eden dünyadaki aydınlığın kasveti. melankoliyle bütünleşmiş beyhude bir varoluşun dayanılmaz ağırlığı. béla tarr'ın, eşi ágnes hranitzky ile beraber dünya sinemasına bıraktıkları son imza.

5) capharnaüm (2018) - (nadine labaki)

zain'in sıradan bir çocuktan, kendisini istismar eden ailesine baş kaldırıp kaçan, zekası ve pratikliği ile sokaklardaki yaşam savaşından galip çıkan, maruz kaldığı hayata karşı isyan eden ve en nihayetinde bunu mahkemeye taşıyan 12 yaşındaki genç bir delikanlıya dönüşümünü gözler önüne seren lübnan & fransa ortak yapımı bu film, lübnanlı zain'in hafızalardan silinmeyecek hikâyesini anlatıyor.

4) grbavica (2006) - (jasmila zbanic)

bu film, jasmila zbanic'in favori kadın yönetmenim olmasının 2 sebebinden çok daha güçlü olanı. adını saraybosna'daki bir mahalleden alan ve boşnakçada "kambur kadın" anlamına gelen grbavica'da hem tek bir savaş sahnesi bile göstermeden savaşı anlatır bize jasmila zbanic hem de savaşlar sona erse bile ardında bıraktığı bazı yaraların bir ömür boyunca sarılamayabileceğinin acı bir tablosunu çizer. sara, babası o doğmadan kısa bir süre önce savaşta sırplarca öldürüldüğü için bekar annesiyle birlikte yaşayan 12 yaşında bosnalı bir kızdır. bir gün okuldan eve döner ve düzenlenecek sınıf gezisine şehit çocuğu olanların ücretsiz katılabileceğini söyleyerek annesinden babasının şehitlik belgesini vermesini ister. film, içerisinde bir şehir için yazılmış şarkıların en mükemmeli olan sarajevo ljubavi moja'nın çocuklar tarafından topluca söylendiği bir sahneyi barındırır ki ne zaman izlesem beni alıp bambaşka yerlere götürür. '74 doğumlu jasmila zbanic'in uzun soluklu olmasını ümit ettiğim kariyerini noktalayana kadar sinema dünyasına katacakları hususunda inanılmaz heyecanlıyım. harika bir anlatım, harika bir final. bosna'nın ve hatta tüm yugoslavya coğrafyasının en iyi filmi.

3) aftersun (2022) - (charlotte wells)

1990’ların sonunda türkiye'deki bir tatil beldesinde geçen filmde 11 yaşındaki sophie, çok fazla vakit geçiremediği sevgi dolu ve idealist babası calum ile çıktığı tatilin keyfini çıkarır. sophie ergenliğe yaklaşırken, calum da dışarıya yansıtmak istemediği bir depresyonla mücadele eder. yirmi yıl sonra, sophie, babasıyla çıktığı bu tatilin neşesi ve melankolisi üzerine düşünürken, o günlerden kalma bazı video kayıtlarını izleyerek kafasındaki boşlukları bazen gerçek bazense hayali anılar doldurmaya ve tanıdığını sandığı babasını daha iyi tanımaya çalışır. (candan erçetin'den gamsız hayat'ın çaldığı sahne her akla düştüğünde insanı bir tuhaf etmeye devam etmekte. sevgili calum, uzaktan bakıldığında, ne kadar da dertsiz duruyordun aslında...)

2) sogongnyeo (2017) - (jeon go-woon)

modern zaman ilahlarının toplumu oluşturan bireyleri tektipleştirme projesine edilen bir isyan, 'ya dışındasındır çemberin ya da içinde yer alacaksın' dizelerine yakılan bir ağıt ve de sistem size ne dayatırsa dayatsın özgünlüğün daima korunması gerektiğine dair karalanmış sahici bir manifesto. gerçek şu ki sisteme bir kere boyun eğer ve sonrasında bunu alışkanlığa çevirirseniz, bir süre sonra ömrünüzün sadece fatura ödemekten, yetersiz beslenmekten ve de işle uyku arasında size dayatılan programları izlemekten ibaret olmaya başladığını görürsünüz. filmin ana karakteri mi-so, kendi minimal dünyasında viskisiyle, sigarasıyla ve sevdiği adamla son derece mutluyken, günün birinde kazandığı para ihtiyaçlarını karşılamaya yetmediğinde toplumun kendisinden hiç beklemeyeceği bir şey yapar ve hayatı kendisi için çekilir kılan lükslerinden değil de barınma hakkından vazgeçerek sisteme boyun eğmeyi ve kendi hayatında edilgen bir rol oynamayı reddeder.

1) portrait de la jeune fille en feu (2019) - (céline sciamma)

"işte sinema bu!" 09 aralık 2019 tarihinde neredeyse sıfır beklentiyle vakit geçirmek için gündüz seansında gittiğim sinema salonundan çıkıp eve döndüğüm esnada yüzümdeki şaşkın ifadeyle bana bu cümleyi binlerce defa sayıklatan yakın geçmişin en harika filmlerinden biri. pardon, ne filmi!? bu şey film falan değil; 2 saat süren sinemasal bir orgazm anı! 18. yüzyıl fransa’sında bir kontes, evlendirmek üzere olduğu kızı héloïse’ın portresini hazırlaması için ressam marianne ile anlaşır. ancak portresinin yapıldığından heloise’in haberinin olmaması gerekmektedir. marianne, kendisine verilen görevi harfiyen yerine getirmek zorundadır ve bu yüzden gündüzleri heloise’i izlemeye, geceleriyse portresini yapmaya karar verir. bu durum evlenmeye son derece isteksiz heloise'in yaklaşmakta olan düğün öncesi son özgür anlarını marianne ile geçirmesine vesile olur. ve iki kadın birlikte vakit geçirdikçe aralarında beklenmedik bir yakınlaşma oluşur. aradan neredeyse 4,5 yıl geçti ama ben hâlâ sayıklıyorum: "işte sinema bu!"

---

uğruna mücadeleler verdiğiniz tüm haklı davalarınızda hak ettiklerinize kavuşmanız ve emeklerinizin karşılığını eksiksiz olarak almanız dileğiyle, kadınlar gününüz kutlu olsun.