İsviçre'nin Dışarıdan Pek Fark Edilmeyen Doğal Hayat Temalı Özellikleri

İsviçre'yi komşusu Orta veya Batı Avrupa ülkelerinden biri sanabilirsiniz ancak durum gerçekte çok farklı.
İsviçre'nin Dışarıdan Pek Fark Edilmeyen Doğal Hayat Temalı Özellikleri

isviçre'de bir seneyi biraz geçkin bir zamandır yaşıyorum

isviçre yaşam tarzı, olanakları ve yapısı sebebiyle hiçbir avrupa ülkesine benzemiyor. bu sebeple avrupa birliği'nde olmamaları hiç şaşırtıcı değil. bu ülkenin her yerinde piyasa yerli ve milli ürüne ayrılmıştır. wc temizleyici sıvının üstünde bile swiss made etiketi görebilirsiniz. öncelik her zaman yerli ürünündür. bu sebeple 60 chf gibi bir yurtdışından ürün getirme sınırı var. postanız bu limitin üstünde ise ek vergi ödüyorsunuz. amazon diye bir şey yok. başka ülke amazonlarından sipariş verebilirsiniz ama aynı gümrük uygulaması yine geçerli.


göze batmayan ama insanı şaşırtırken alıştıran öyle bir kalitesi var ki başka bir yere gittiğinizde de geri döndüğünüzde de ben ne yaşadım, yaşıyorum dersiniz.


bu ülkeye gelmeden önce 30 küsür sene çeşitli illerde beton çevresinde yaşadım. doğaya doğru düzgün belki de ilk kez burada maruz kaldım. köyünün yağmurlarını burayla kıyaslayanlar köyünden çıkmamıştır. her köy için geçerli bu. her köşede trekking rotaları, bu rotalar için yollar, köprüler, patikalar, dinlenmek için banklar, insanın refahını düşünen her şey var. insanlar yeter ki doğaya çıksın, koşsun, zıplasın diye her çeşit imkan düşünülmüş. olur da buralara gelir bir de trekking yapayım ya da trail koşayım derseniz komootalltrails ve switzerlandmobility uygulamalarını kullanmanızı öneririm.


ayrıca isviçre dağlara çıktıkça yaşam ve insan profili değişen bir ülkedir. türkiye'nin aksine isviçre'nin milli park yamaçlarında, dağlarında yaşamanın bedeli yüksektir. bu yüzden şehirden uzaklaştıkça panorama hem güzelleşir hem de karşılaştığınız insan profili seviye atlar. yani köyde yaşamanın bedeli şehirdekinden yüksek olduğundan medeniyet ve güvenlik endişeniz hiç olmaz.


bu ülkeye sınırlı zamanda geliyor olanlara da avrupa'nın genelinde yapılan şehir ziyaretlerinden ziyade doğa ve tren yolculuğu odaklı plan yapmalarını öneririm. bence isviçre şehrinde zaman geçirmeyecek kadar güzel bir ülke.

Genel olarak nasıl bir ülke peki?

üst not: yazıda alışverişle ilgili satırlar 2018 yılı ekim ayında frank 6,7 tl. ikenki görüşlerimdir. gittiğiniz zamanki frank kuru eğer düşükse birşeyler alınıp getirilebilir. google amca'dan, almak istediğiniz şeyin tr fiyatına bakıp karşılaştırarak oradan buraya bir şeyler getirmenin mantıklı olup olmayacağına kendinizin karar vermesi en doğrusu olacaktır.

2018 yılı ekim ayının ilk haftasında bulunduğum bu cennet köşe hakkındaki izlenimlerimi sizlerle de paylaşmak isterim;

1 hafta boyunca ikametimiz thun başta olmak üzere zürihbaselluzernberninterlakenlaupen şehirlerini gezme şansım oldu. hayatımda ilk defa kapıkule'den öteye geçmiş biri olarak tahmin edebileceğiniz üzere g*tüm düştü.

isviçre'nin bendeki kelime karşılığı huzur oldu. bu ülkeyi en iyi tarif edecek kelime bence bu. insanlar huzurlu, saygılı ve güleryüzlü. bunu yalnızca özel sektörde çalışan insanlar için söylemiyorum. devlet görevlilerinde de bu durumu görüyorsunuz. türk olmamıza rağmen pasaport polislerinin kibarlığı gözlerimi yaşarttı. istese çok kaba saba davranabilecek insanlar bile size güleryüz ve anlayışla davranıyor. kimsenin acelesi yok, kimse açıkgözlülük ederek birbirinin hakkına tecavüz etmeye kalkmıyor. saygı her yerde. her girdiğiniz mekanda grüess'ech şeklinde sizi selamlıyor, yaptıkları iş ne olursa olsun siz giderken teşekkür ediyorlar. ingilizce bilmeyenine 1 haftada rastlayamadım. hiç ummadığınız temizlik personelleri bile şakır şakır ingilizce konuşuyorlar

örneğin trafik; 1 hafta boyunca korna sesi duymadım desem yeridir. burada satılan araçlara korna koymasalar sanırım araç sahibi yıllar sonra yokluğunu farkedebilir. 1 haftada 1 kere korna sesi duydum, onu da bize çaldı bir araba. zurih'te gezerken farketmeden yolun ortasından yürüyormuşuz,adam 1 saniyeliğine bi korna çaldı,öyle kornaya asılmak falan zaten ayıp burada. döndük baktık ki yolun ortasındayız. biz adamdan yolunu kestiğimiz için özür diliyoruz ,adam korna çaldığı için bizden. yola çıktığımızı farketmememizin en büyük sebebi de kaldırımların oldukça alçak oluşu. kaldırımlar yoldan 5 cm. falan yüksek. bazı yerlerde neredeyse yolla bir. bisiklet ana ulaşım aracı. her evde kişi başına bir bisiklet var. adamlar kadınlar takım elbiselerle işe giderken bile bisiklet kullanıyor. büyük caddelerde bisiklet için ayrılmış yollar var. araba parkından çok bisiklet parkı var. hatta bu park yerlerinde ücretini verip kullanabildiğin rent a bike'lar var. yaya trafiğin ana unsuru. bir yaya eğer polis ya da trafik ışığı olmayan bir yerde yaya geçidinin yanında duruyorsa yol onun. anında durup yol veriyorlar. ülkemizde yaya geçitleri sadece yerde boyanmış çizgilerden ibaretken ve hiçbir işlevselliği yokken, bu durum insanı dumura uğratıyor.

toplu taşıma genel itibariyle trenle sağlanıyor. 10. yıl marşı'nda geçen demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan dizesi burada hayat bulmuş durumda. trenler oldukça konforlu ve temiz. hemen hemen her trende bistro vagonu var. yolculuğunuzu yaparken oturup yemeğinizi yiyebilir, şarap ya da biranızı yudumlarken manzaranın keyfini sürebilirsiniz. alkol hemen her yerde serbest zaten. ama ben daha gündüz vakti zigzag çizerek yürüyen, ya da alkol barajını aşıp sağa sola salça olan birilerini hiç görmedim. insanlar burada keyif için içiyor, ağzıyla içiyor. montrö'den luzern'e olan golden pass line ise tam bir görsel şölen. canlı gözle kartpostal izliyorsunuz. zaten türkiye'den isviçre'ye gittiyseniz araba kiralamanızı önermem. hem büyük şehirlerdeki park problemi yüzünden(evet park burada da problem,park yerleri de dünya para), hem de tren çok daha keyifli. ayrıca türkiye'de kullandığınız gibi araba kullanırsanız ceza yemeniz içten bile değil. trafik cezaları ise ateş pahası. ama belirtmek gerekir ki tren çok ucuz değil. 8 günlük swiss rail pass ikinci mevki bileti 400 frank. fakat sadece demir yolunu değil,gittiğiniz şehirdeki şehir içi ulaşımını (otobüs,tramvay vb.) ve tarihi müzelere girişi de kapsayan bir bilet bu. şiddetle tavsiye edilir

isviçre çok pahalı bir ülke! kesinlikle yanlış bir önerme. ben diğer avrupa ülkelerini görmedim tabii, nasipse karşılaştıracak fırsatım olur umarım. ama benim ülkemle kıyaslarsam pahalı olduğunu söylemek ahmaklık olur. ülkemde asgari ücret 1700 lira, orada 3000 frank. markette tavuk eti burada 20 lira, orada 8 frank. bira burada 8 lira, orada 2 frank, sıfır honda civic burada 200 bin lira, orada 38 bin frank, benzin burada 7 lira, orada 1,60 frank... yani anlayacağınız pahalı olan burası. zor olan yaşam burası, orası değil. 4 kişi bi yerde öğlen yemeği yiyorsunuz, evet 100-150 frank arası bi hesap ödüyorsunuz. burada hata frankı türk lirasına çevirerek ülkeye pahalı yaftası yapıştırmak. adamın aldığı maaşı da türk lirasına çevirmek lazım böyle bir kıyas yapmak için. ama buradan oraya turist olarak gidince fiyatlar biraz koyuyor adama. 4 kişilik basit bir öğlen yemeği türk lirasına çevirince 700 lira civarına geliyor. isviçre'den alıp türkiye'ye getirilebilecek şeyler fiyat olarak çok sınırlı. kahve ve çikolata tl'ye çevirince daha ucuza gelebilir ama öyle ahım şahım bi fark yok.taşıdığınıza değmez yani. saati meşhur ülkenin saat fiyatları da oradan buraya taşıdığınıza değmez. hani vardır ya" bak bu saati isviçre'den 1000 liraya aldım. aynı saat türkiye'de 2000 lira" dersiniz, bu yok işte. orda 1000 se burada da hemen hemen aynı paradır. tabii uçuk saat markalarından bahsetmiyorum. bu gözler villa parasına saatler de gördü. onlar belki orada daha ucuzdur. ama bi tag heuer, swatch falan çok farklı değil. victorinox çakılar bir miktar daha ucuz orada. yaklaşık 10 frank fark vardır türkiye ile arasında. ayak kokulu peynirleri epey meşhur. ben peynirin çok kokulusunu sevmediğim için bana pek hitap etmedi açıkcası. ama 200 çeşit peynirleri varmış. ben bi 10-15 tanesini tattım,bence hiçbiri güzel bir ezine peynirinin,kars kaşarının,erzincan tulumunun eline su dökemez. süt ürünleri genelde emmi markalı ama ismine kanmayın türk değilmiş. ama sütü enfes,süt seviyorsanız kaçırmayın derim. domuz etinden tiksinmiyorsanız muhakkak bol bol sosis yiyin. muhteşem sosisleri ve bu sosislere eşlik edebilecek muhteşem hardalları var. türkiye'de ben çocukken vardı buna benzer sosisler,ama artık bulunmuyor pek. marketlerde bizden farklı olarak domuz ve at eti ürünleri de bulmak mümkün. migros isviçre markasıymış mesela, ama bizdekinden farklı olarak buradaki migroslarda alkol satışı yok. coop diye bir marketler zinciri var,diğer marketlerden daha pahalı ama her çeşit ürüne ve alkole rahatlıkla bunlardan ulaşabilirsiniz, ayrıca kendi bünyesinde yaptığı sandviçler, sosisler, fırın ürünleri gayet başarılı

son olarak söylemek istediklerim şudur ki; türkiye ile doğa güzelliği, kültür çeşitliliği, yeme içme kültürü vs ile yarışamayacak bir ülke olan isviçre, işin içine medeniyet, huzur, saygı, yaşam kalitesi, disiplin vs. gibi kavramlar girince aradaki farkı kapattığı gibi fersah fersah da önümüze geçiyor. çok övündükleri doğa güzellikleri, iyi korunmuş doğu karadeniz doğası. tarihi iyi korumuşlar, binaları iyi korumuşlar, sürekli aslına uygun restore ediyorlar ama koruyabilsek bizden öte bi tarihleri yok. hatta biz yüzölçümüyle doğru orantılı olarak daha fazla tarih barındırıyoruz. en meşhur yemeklerinden biri fondü, bizim mıhlama onu elli kere cebinden çıkarır. genelde domuz eti ekseni etrafında yemekleri, bizdeki çeşitlilik ve lezzetten eser yok. sözün özü; istesek cennet olabilecek bu toprakları kendimize cehennem ettiğimiz gerçeği 2 haftadır beynimi kemiriyor. isviçre'yi tanımlayan kelime nasıl huzursa, sanırım türkiye'yi tanımlayan kelime de kaostur. atam ne olurdu bi on sene daha yaşasaydın demekten kendimi alamıyorum...