Iron Maiden'ın Yeni Albümü Senjutsu'nun Şarkı Şarkı İncelemesi
a. ilk kritik şu şekilde
iron ve maiden ve orta çağ japonya'sını çok severim. yani albüme öyle bir isim seçelim ki sinan mutlu olsun deseler ancak ortaya böyle bir şey çıkardı. bu nedenle samurai eddie'yi gördüğümden beri albümü iple çeker oldum. ayrıca iron maiden gibi dev bir grubun albüm yayınlaması zaten başlı başına bir olay o nedenle lafı çok da uzatmadan incelemeye geçmek istiyorum.
1) senjutsu
iron maiden şarkılarında benim en sevdiğim noktalardan biri melodik intro'lardır. bu şarkı ise albümü farklı bir şey deneyerek açıyor. daha kendini tekrar eden ancak sözü çok uzatmadan sadede gelen bir tavrı var açılışın. burada belki şikayet edebilirdim ama bateriyi ön plana aldıkları için çok da mutsuz değilim bu tercihten. çünkü maiden şarkılarında evet bateri kütür kütür duyulur ama genelde daha geri plandadır. bu şarkıda ise bateri ana riff'le diyalog halinde. o nedenle noob bir baterist olarak şarkıdan keyif aldım diyebilirim.
senjutsu'nun asıl parlayan noktası ise soloların ve vokalin tavrı. iron maiden'ın savaşlar, zaferler ve yenilgiler gibi konularla ilgilendiğini zaten biliyoruz. bu şarkı da mesela the trooper'la benzer konulardan bahsediyor ancak melodinin hissiyatı tamamen farklı. senjutsu olayları sözlerden ziyade gitarlar ve vokalin tonuyla anlatmayı tercih etmiş. ve şarkı size tamamen pirus zaferi hissiyatı yaşatıyor. kazanılan ya da kaybedilen bir şey var ama sonucun değişmeyeceği özellikle bruce dickinson'un inişli çıkışlı söylediği kısımlarda hissettiriliyor.
2) stratego
bir önceki şarkıda intro meselesinden bahsetmiştik. bu şarkıda ise o bölüme özel bestelenen intro fikrini komple çıkarmışlar. şarkının genel akışı da çok sade yazılmış. hem bateri hem gitar kısmını kolay bir şekilde çözebiliyorsunuz, yine de şarkının çok akılda kalıcı olduğunu söyleyemem.
ancak şarkının hissiyatı güzel. açılışı yapan senjutsu'da mücadele konusunda daha nihilist bir tavır olduğundan bahsetmiştik. bu şarkıya ise yenildik ama mücadeleye devam ediyoruz havası hakim. özellikle bruce dickinson'ın vokalleri bu havayı çok güzel şekilde yansıtıyor. solo kısmına gelecek olursak da burada yapılan çalışmanın ne kadar etkili olduğu tartışmalı. çünkü şarkının geneline yayılan akılda kalıcı olamama durumu burası için de geçerli.
3) writing on the wall
kısaca bahsetmek gerekirse de şarkının irlanda kökenli melodisini sevdim diyebilirim.
bir de single'ı ilk dinlediğimde nasıl bir albüm geleceğinden çok emin olamamıştım ama bu yazıyı yazarken şarkıyı tekrar dinliyorum da gerçekten giriş, gelişme, tema ve uyum olarak muhteşem bir parça bence bu.
4) lost in a lost world
bu şarkının cidden ilginç bir akışı var. çok sakin yaptığı girişten sonra fazla sert bir riff'le devam ediyor. bateriye kulak verdiğimizde de şarkının daha çok albüm için kaydedildiğini anlayabiliyoruz. çünkü fark edeceğiniz üzere ritim kısmı biraz ters ve konserde falan çalarsanız insanların eşlik etmesi çok kolay değil. bu da başlarda beni şarkıdan uzaklaştıran noktalardan biri oldu açıkçası.
ancak yaklaşık dördüncü dakika civarında başlayan riff tam anlamıyla iron maiden karakteristiğine sahip diyebiliriz. keşke bu şekilde de devam etselermiş ama riff'in arasına ekledikleri bateri kısımları uyumu çok bozmuş. bir de solonun net söylediği bir şey yok. o nedenle bu şarkıda grubun farklı katmanları bir araya getirmeyi denediğini ancak bölümler arasında uyumu yakalayamadığını söyleyebiliriz.
5) days of the future past
şimdi grup üyeleri 70'ine merdiven dayamış durumda. o nedenle belli bir oranda performans düşmesi bekliyor insan. ki bundan önceki 4 şarkıda bruce dickinson eski haline göre daha sakin bir tarz benimsemiş ama bu şarkıda o yukarı çıkışlarını ve ses inceltmelerini kullanıyor bire bir. şarkının geneli ise diğer örneklere göre daha kısa. ancak albümün ilk yarısına göre başından sonuna kadar maiden imzası taşıyan hoş bir kayıt olduğunu söyleyebiliriz.
6) the time machine
grubun ikonik introlarında şöyle bir mantık var. normalde burada gitar riff'leri ön plana çıkar, vokal de atmosfere katkı sağlamak için eşlik eder gidişe. bu şarkıda ise öne çıkan vokaller oluyor ve gitarlar onu takip ediyor. bu nedenle grubun denediği farklılıklar ortaya çıkıyor.
intro'nun bitişinden sonra başlayan bölümde gördüğümüz üzere bu şarkıya da eşlik etmek falan çok kolay değil. mesela bunu büyük bir kalabalık önünde çalarsanız insanlar neye göre headbang yapacak neye göre hareket edecekler anlayamazlar. yine de bu durum kısa sürüyor ve bu sefer lost world'ün aksine geçişler daha uyumlu geliyor kulağa. hatta şarkının yarısından itibaren enerjisi yüksek vokaller ile birlikte kayıt, eski maiden kayıtlarını andıran bir havaya bürünüyor.
7) darkest hour
iron maiden gerçekten depresif şarkı yazmayı iyi biliyor. darkest hour için de bu albümdeki en ağır atmosfere sahip şarkı diyebiliriz rahatlıkla. her ne kadar introsu daha yükselecekmiş gibi başlasa da sözlerin başlamasıyla birlikte kaydın niyetini anlayabiliyorsunuz.
şarkının bi ilginç yönü de şu; ben bu yazıyı yazarken bi yandan şarkıları üst üste dinliyorum haliyle ve darkest hour'a bu şekilde girince insanı cidden duman edebiliyor. yine de mesela koca bir alanda 20bin kişiyle bu şarkıyı söylemek aşırı güzel olurdu. onu da fark edebiliyorsunuz. bir de daha önceki şarkılar için soloların pek akılda kalıcı olmadığından ya da şarkıların bölümleri arasında genel bir uyum sorunu olduğundan bahsettik ancak bu darkest hour'da geçerli değil kesinlikle. özellikle bitime yakın gitarların ve vokalin beraber gittiği kısım dehşet iyi şekilde düzenlenmiş.
8) death of the celts
bu şarkı da albüm karakterine uygun şekilde görece mütevazi ve aynı notların tekrar ettiği bir intro ile açılıyor. ancak şarkının kendine has şahane bir tarzı var. o da sözlerin başladığı bölümde ortaya çıkıyor. bu kısımda şarkının ana melodisi ve vokallerin iniş çıkışları orta çağ balad'larını andırıyor ancak maiden aynı yapı içinde metal esintileri ekliyor. bu tabi ki daha önce yapılmamış bir şey değil ancak yine de şarkıya farklı bir atmosfer kattığını da belirtmek lazım.
yine de şarkıda bazı uyumsuzlukların olduğunu da görebiliyoruz. evet farklı atmosfer iyi hoş da şarkının ortasında kendisini tekrar eden kısım bir nebze can sıkıcı. yani uzun bir partisyon devam etse anlarım ama geçiş kısmı olacak ufacık bir bölümün tekrar tekrar çalınması bence dinleyiciyi bir nebze eksiltiyor burada.
9) the parchement
bu şarkının başlangıcındaki tehditkar atmosfer çok hoş. bir an için bu yapılan tekrar can sıkıcı gibi görünüyor aslında ama o atmosfer vokallerde devam edince şarkı kendi karakterini bulmuş oluyor.
bir de bu şarkıya normal bir kayıt olarak bakmamak lazım. burada amaç düz bir şarkı yazalım değil tamamen altyapıyı kurup üzerine fanların beklediği uzun solaları yapıştırmak. ki şarkının yaklaşık yarısı falan gitar solo. o nedenle şarkıyı dinlerken bol bol air guitar yapıyorsunuz zaten.
10) hell on earth
benim albümdeki favori şarkım en sona kalmış. neden favorin bu şarkı diye soracak olursanız, derim ki tamam değişiklik iyi hoş ama iron maiden deyince insan ister istemez eski albümlerin tadını arıyor. senjutsu'da diğer albümlere koysanız sırıtmayacak tek kayıt da bu heralde. mesela diğer şarkıların sürekli tekrar eden kısımları görece sönüktü. bu şarkıda tekrar eden kısım yok mu? var ama davulundan gitarına tüm enstrümanlar kütür kütür aktığı için bunu çok kafaya takmıyorsunuz.
solo kısmına gelecek olursak yalnız o biraz sıkıntılı. çünkü şarkının genel akışı çok yüksek. mesela elinize iki tane kalem alın soloya gelen kısma kadar ritme eşlik edin yorulursunuz. buna rağmen ilk soloya başladıklarında hız giderek düşüyor. ki daha şarkının ortasındayız, normalde yükseliyor olmanız lazım. belki kaydı 11 dakika 19 saniye yaptık dinleyen adam yorulmasın diye düşünmüş olabilirler ama bundan önceki albümlerde şarkı uzun da olsa nasıl başlarsa öyle gidiyordu gayet de. bir de şarkının ikinci solosu tam uyumlu aslında. belki ilk soloyu hiç eklemeden devam etmek ya da madem hız düşecek birinci soloyla ikinci solonun yerini değiştirmek daha mı mantıklı olurdu sanırım.
benim albüm hakkında notlarım bu kadar
albümde yapılan bazı tercihler canımı sıksa da sonuçta iron maiden albümüdür yani. hiç yayınlamayabilirlerdi de. bir de öyle bakmak lazım. ayrıca grup için artık bir hallowed be thy name, the trooper, dream of mirrors beklemek çok da mantıklı olmayabilir çünkü yani geldiler artık kaç yaşına. ayrıca beklenti yüksek olduğu için başta albüm biraz geride kalmış gibi görünse de şarkıları tekrar tekrar dinleyince güzellikleri ortaya çıkıyor. bu nedenle ben genel olarak senjutsu'yu beğendim diyebilirim.
b. albüme dair bir başka kritik de şöyle
her maiden albümü önce hazmedilmeyi beklemeli. post reunion dönemi albümleri için bu daha da belirgin bir gerçek oldu.
17. albüm daha çıkmadan önce özellikle 4 epik harris şarkısı ile bende hem merak, hem de endişe uyandırıyordu. endişemin asıl nedeni bu kadar dominant şekilde bir maiden albümüne el attığında benim için fiyasko virtual 11'e e imza atmıştı. albümü hazmettikten sonra bu korkularımın bir kısmının gerçek olması durumu ile yüzleştim. yine de bu albüm bir virtual 11 kesinlikle değil. hatta benim için sıkıcı book of souls albümünden daha iyi olduğunu da söylemem gerekir. harika fikirlerin kevin shirley gibi prodüktör görünümlü, ancak tek işi grubun çaldıkları besteleri kaydedip mikslemek olan biri yerine, martin birch gibi bir usta harmanlasa idi eminim bu kadar uzun kompozisyonlar ciddi anlamda kısalır ve bize 50 60 dakikalık her saniyesi mükemmel bir albüm olarak sunabilirdi. kevin shirley maalesef mal sahibi gördüğü steve harris'e laf geçirememe özelliği yüzünden bu vasıfların uzağında kalmış yine.
öncelikle albümün prodüksiyonu daha önce çıkan the final frontier ve book of souls'dan nispeten daha iyi. maaesef son yıllarda stüdyoda şarkıları prova edip bir kaç tekrar sonrası hemen kaydetme hastalığı yüzünden albümlerin kaydı çamur gibi olmaktaydı. bu da live vibe adı altında harris tarafından bize pazarlanıyordu. bu albüm de bu şekilde 2019'da paris'de kaydedilmiş olsa da kayıt daha iyi. bunun dışında 67 yaşında olan nicko mcbrain muazzam bir davulculuk performansına imza atmış. adrian smith'in soloları da leziz ötesi partisyonlar barındırmakta. dave murray gene cepten yemiş ve aynı gamlarla ve beste getirmeden albümde kendi partisyonlarını çalmış. steve harris nightwish sevgisini ve progresif rock-metale olan ilgisini klavye tonlarını 'perili' tonlara çevirmesi ile hissettirmiş. janick gers ise albümün bence en iyi iki şarkısına imza atarak bazı fanları şaşırtmış. gers iyi beste konusunda sorunsuz ama canlı performans konusunda yetersiz bir gitarist. neyse konumuz bu değil.
gelelim şarkı şarkı albüm yorumlamaya. burada yapacağım şey dakikalara referans vererek diğer maiden şarkılarına olan benzerlikleri de bu yazıyı okuyanlara göstermek. mal sahibi benim istediğim kadar kullanırım da besteci için bir düşünce olsa da dinleyici için bazen keyifsiz olabiliyor.
başlayalım...
senjutsu
sözler moğol istilası korkusu ile duvar ören çinlileri anlatsa da, ne hikmetse şarkı adı japonca ve albümde konsept tamamen japon savaş sanatı ve samuraylar teması üzerine kurulu. albümün teması kanımca mükemmel. burada beni rahatsız eden detay ise şarkı sözleri ile olan tezatlık. bruce da sözleri ilk okuduktan sonra buna tepki verip 'any wall' diye steve'den cevap alınca pek sallamıyor durumu. bu konuyu röportajlarından birinde dile getirmekten de çekinmiyor ayrıca. zaten şarkının ilk adı the great wall ki sözlerde de bu detay geçiyor. taşları daha iyi oturtmak için şöyle düşünün; ıron maiden tarihinde ilk kez book of souls turnesinde çin'e gitti. grup aynı zamanda çin seddini gezdi ve fotoğraflar çektirdi. çin yeni pazarımız diye lanse edildi. bence kesinlikle covid 19 ve çin bağlantısı yüzünden the great wall olacak olan albüm ve şarkı adı manevra ile ezeli düşmanları olan japonca isme ve konsepte evrildi. şimdi sözlere bakalım.
the invaders repel from the north
keep out nomads who came from the plains
northern grasslands awash with them all
anlatılan hikayede kuzey düzlüklerinden gelen göçebe kavim var. bu kavime karşı savunma hattı için duvar örülüyor. şimdi sorarım size japonya ile böyle bir bağ kurulabilir mi? kurulamaz! yine de şarkı müthiş davullar, harika gitar partisyonları ve vokal ile albümün en özgün ve en iyilerinden biri olarak kendini kurtarıyor.
stratego
bir gers, harris bestesi olan 2. single, maiden'ın reunion sonrası yaptığı en iyi şarkılar listeme kafadan girecek derecede iyi bir şarkı. başta vokal melodisi ile bir giden fondaki gitar melodisi biraz rahatsız etse de alışınca sorun etmiyorsunuz. şarkının bridge ve nakarat kısmı ise destansı. söyleyecek fazla söz yok, turnede en coşkulu anlardan biri bu şarkı olacak.
the writing on the wall
albümün çıkış şarkısı. folk ezgileri ile western tadını bir arada harmanlamış grup. bence tarihine bakılırsa grubun en özgün çalışmalarından biri. alt metninde günümüz dünyasına dair göndermeler barındıran klip vermek istediği mesajı güzel resmediyor. şarkının en güzel noktaları bence nakarat ve adrian smith'in nakış gibi işlenen solosunun olduğu melodik bölüm.
lost in a lost world
geldik albümün ilk steve harris epikine. şarkının insana sözleri ile alakasız şekilde farklı bir umut aşılayan introsu bize merhaba diyor. o da ne! the x factor mü dinliyoruz? 2. dakikadan itibaren giren rif ve kompozisyon bizi 1995'ler maiden coğrafyasına ışınladı bile. bruce'un vokallerinin olduğu kısım iyi olsa da flanger etkisinden mi sanki boğuluyor hissi beni sarmaya başladı. ah neyse ki 3.30 civarı gelen mükemmel vokal melodisi ile bruce da, ben de nefes aldım. bu kısım outroda bizim şarkıya veda etmemizi sağlayacak melodi aslında. maalesef nakarat ise steve harris'in afraid to shoot strangers ile beraber hayatımıza dahil ettiği ve x factor'de zirve yapan bas altyapılı akor dizilimini kulağımıza vura vura yedirildiği yer. hemen sonra giren melodi ise where the wild wind blows şarkısının tam olarak 5:02 dolaylarında giren melodisinin birebir aynısı. bu aksiyona ne gerek var derken şarkı bir şekilde bağlanıyor ve benim için mükemmel bir vokal- gitar outrosu ile son buluyor. benim aklımda ise bu kadar harika bir fikir neden uzadıkça uzatılır ve başka bir şarkıdan pasaj alınarak heba edilir hissiyatı kalıyor.
days of future past
tipik bir smith, dickinson şarkısı. 4 dakikalık klasik maiden ziyafeti. nakaratı insanı kendine hapsedecek cinste. sevdim mi? -evet!
the time machine
the legacy, book of souls, the talisman ile bildik benzerlikler taşıyan akustik bir intro ile başlayan harris, gers şarkısı benim gözümde albümdeki en iyi şarkı. bu ikilinin epik dizilimindeki bu intro formülü nedense beni çok rahatsız etmiyor. ancak benzerlik bazı dinleyicileri yine de rahatsız edebilir. şarkı tam olarak progresif rock nedir sorusunun 2021'deki karşılığı gibi. 3.08'de başlayan ve şarkıyı saran melodi the edge of darkness'ın ana melodisine ciddi derecede benzerlikler taşıyor. bu da kabul! ancak şarkı o kadar güzel ki, insan 'o kadar da olur' diyebiliyor. bu armoninin üzerine işlenen vokal melodisini bruce dickinson yaşına bakmadan o kadar güzel söylüyor ki hemen ardından gelen folk ezgileri içeren kısmı insanın bir ağızdan mırıldanası geliyor. ama o da ne! 4:30'da da the longest day'in 4.48'inci dakikasında giren rife merhaba diyoruz. sonra hızlanan melodi ve tipik maiden soloları, nakarat ve outro ile kapanış. (bu arada janick gers'in solosu dance of death solosunun neredeyse aynısı.) ne kadar yerdiğimi düşünseniz de bu albümün benim için en iyi şarkısı stratego ile beraber bu şarkı. sezar'ın hakkı sezara!
darkest hour
winston churchill ile ilgili olan sözler ve tipik bir smith + dickinson şarkısı ile tekrar bir aradayız. şarkı da adı gibi kapkaranlık. bruce'un solo albümlerinden fırlayan bir ballad gibi tınlıyor. albümün katıksız en iyilerinden biri. adrian smith'in attığı solo gerçekten maiden tarihine geçecek kadar güzel. maalesef dave murray'in solosu bende coming home'da attığı solonun kopyası hissiyatını uyandırdı.
death on the celts
geldik son üç harris şarkısına! steve harris akustik bass ile beste yapmaya başladığından beri intro-outro girdabından ve şarkıları sakız gibi uzatma huyundan bir türlü kurtulamadı. en son tek başına yazdığı kısa şarkı hatırladığım kadarıyla 1992'de from here to eternity olmalı. albümün kanımca en zayıf ve hala ısınamadığım şarkısı resmen the clansman part 2 olarak kafamda yer etti. virtual 11'de tutan tek şarkı olan clansman'ı alıp, aynı formül üzerinden kurgulayarak resmen bize bu şarkıyı armağan (!) etmiş. bildik ezgiler, intro, uzun pasajlar ve bitmek bilmeyen bir döngü ile şarkı olmasa da olurmuş. albümün uzak ara en zayıf ve tatsız halkası kanımca.
the parchment
maiden'ın mistik ve oriental ezgilerle süslenmiş şarkısı the sign of the cross tadında başlayıp hemen sonra giren rifle bizi dune gezegenine ışınlıyor. to tame a land benzeri ana giriş rifi beni rahatsız etmedi. bruce'un dillendirdiği vokal melodisi de insanı içine çeken cinsten. melodik havası ve atmosferi ile kanımca bu albümdeki en iyi harris epiki. şarkı uzun olsa da içinde bulunan melodik dizilim kendini dinleten yapıda. asıl en önemli detaylardan biri de şarkıda nakarat olmaması. bu da geçmiş dönem harris epiklerine göz kırpar cinsten. 9 34 de giren ve soloların üstüne yazıldığı pasaj maalesef brave new world'un 4. dakika civarı giren yeri ile aynı dizilime sahip.
hell on earth
şarkının başındaki intro fortunes of war'un aynısı. hatta ilk dinleyişte blaze bayley'nin 'after the war...' diye vokale başlamasını bekleyecek kadar benziyor! sonra da bir bakmışsınız sizi the reincarnation of benjamin breeg şarkısının girişine ışınlamışlar. neyse ki 2.15 civarı şarkının ana melodisi giriyor ve günümüze dönüyoruz. buradaki sorunlardan biri de vokal melodisinin önce gitar ile çalınması olarak baş gösteriyor. bir şekilde bruce bu melodi sonrası vokale giriyor... şarkı güzel akıyor derken tam 5.55 civarı duvara toslar gibi frenliyor. tipik bir maiden hareketi! 7.45 civarı başlayan pasaj ise albümün en iyi yerlerinden biri. resmen şarkı burada nefes almaya başlıyor. bu kısımda insan düşünüyor; 11.19 dakika yerine bu şarkıyı daha da kısaltamaz mıydın steve harris? neden bu kadar intro ve outro formüllü şarkılara bunca sene içinde hapsolup kaldığı gerçekten sorgulanması gereken bir durum. tabii bunu soru olarak dile getirebilecek bir gazeteci var mıdır bilinmez. cesaret edip sorsa da röportajın o soru sonrası sona ereceğine adım gibi eminim. :)
sonuç olarak
belki son ama bence sondan bir önceki maiden albümü ile baş başayız. başyapıt olacak bir albüm fazla uzatılarak ve belli formül kalıplardan kurtulamayınca bu sınıfa dahil olamıyor. yine de 65 yaş ortalaması olan bir müzik grubunun hala üretim yapması fanları için mutluluk verici bir detay.