Interpol'ün Bugün Bile İnsanı Etkileyen Post-Punk Şaheseri: Turn On the Bright Lights

ABD'li rock grubu Interpol'ün henüz ilk albümlerinde, belki de bir daha asla yakalayamadığı seviyeye çıktıkları 2002 tarihli albüme bir bakış atalım.
Interpol'ün Bugün Bile İnsanı Etkileyen Post-Punk Şaheseri: Turn On the Bright Lights

2002 yılında piyasaya sürülen "turn on the bright lights", 1998'de kurulan interpol'ün ilk albümü. grup bu albümden önce, kendi şehirleri olan new york'un barlarında verdikleri konserlerle underground müzik dünyasında tanınmaya başlamıştı. interpol, bu albümden önce, bir kısmı grubun kendi çabalarıyla birkaç ep çıkarmıştı. 2004'te vefat eden ünlü bbc dj'i john peel'den de onay alan bir ep'den sonra daha fazla dikkat çeken grup albüm çalışmalarına başladı ve 2002 yılında turn on the bright lights albümünü yayımladı.


interpol'ün müziğini; klasik punk'dan daha deneysel, daha kompleks ve alternatif rock'ın temelini oluşturan "post punk" olarak tanımlamak doğru olur diye düşünüyorum. sex pistols, the clash gibi grupların önderliğinde gerçekleşen punk rock patlamasının ardından, 70'lerin sonunda başlayan ve 80'lerin başında devam eden post punk akımı, (gang of four, joy division, wire gibi gruplar bu dönemde çıkmıştır) 80'lerin sonunda kaybolmuştur. punk müzik, özellikle 90'lı yıllarda poplaştığı için buna bir tepki olarak "post-punk revival" (post-punk'ın dirilişi) adı altında yeni bir post punk dalgası oluşmaya başlamıştır.

bu dalganın elemanlarından biri olan interpol'ün müziğini kabaca joy division, wire, section 25, morrissey ve hatta david bowie'ye benzetmek mümkün. ancak kesinlikle bu benzetmeler altında ezilecek bir grup değil interpol. vokalist paul banks'in kendine özgü, etkileyici -ve biraz da efektli- bir sesi var.

Post-punk revival

interpol, albüm için; arab strap, bardo pond, cat power, mogwai ve yo la tengo gibi indie/post rock gruplarına ev sahipliği yapan new york merkezli matador records'la anlaşmaya vardı. turn on the bright lights'ın kayıtları, kasım 2001'de connecticut'da tarquin stüdyosu'nda yapıldı. albümün kaydı pete katis tarafından, miksajı ise clinic ve depeche mode'la çalışan gareth jones tarafından yapıldı. tarquin stüdyosu, eskiden zihinsel engelli çocuklar için hastane olarak kullanılan, 150 yıllık bir evin en üst katında bulunuyor. grup, kayıt programı boyunca stüdyoya kapanmış ve stüdyo dışını ilginç bir şekilde "dışarısı", "vahşi bölge-kır" olarak adlandırmışlar. birkaç hafta kendileri dışında kimseyle iletişim kurmamışlar ve ne zaman birisi yürüyüş veya alışveriş için dışarı çıksa vahşi doğaya çıkıyormuş gibi hissetmiş.

Untitled


teknik konulardan çok anlamasam da, bence albümün miksajı oldukça iyi yapılmış

müzik ve vokal, sol ve sağ kanallara öyle güzel ayrılmış ki; özellikle albümü kulaklıkla dinlerken bu ayrıntıyı çok iyi anlıyorsunuz ve albümü dinlemek çok daha keyifli geliyor. daniel kessler'ın gitar riffleri tek başına fondaki atmosferik müzik olarak nitelendirilebilir. kessler, bunu gençliğinde dinlediği pop gruplarına ve günümüzdeki elektronik müziğe borçlu olduğunu söylüyor. bas gitarı oldukça melodik ve parçaların ruh halini yansıtacak şekilde çalan carlos d., ayrıca klavye partisyonlarını da yazıp albüm için kaydeden kişi. bu albümün sound'unu belirleyen önemli kişilerden birisi de gruba 2000 yılında katılan davulcu sam fogarino.

Daniel Kessler @Sziget Festival 2011 / Fotoğraf: Derzsi Elekes Andor

albüm hem müzikal hem de şarkı sözleri açısından oldukça değişkenlik gösterebiliyor

örneğin "untitled" adlı albümün açılış parçası sakin bir parça ve sözleri de şu şekilde: "i will surprise you sometime / i'll come around" (bir ara sana sürpriz yapacağım / yanına geleceğim). buna karşın bir sonraki parça ve albümün en iyilerinden olan "obstacle 1"da ise paul "i’ll never see this face again / you'll go stabbing yourself in the neck" (bir daha bu yüzü asla görmeyeceğim / kendini boğazından bıçaklıyor olacaksın) şeklinde ses tellerini yırtarcasına bağırıyor.

bu iki parçadan sonra, bana göre albümün şaheseri olan nyc ile başbaşa kalıyoruz

nyc, herkesin tahmin edeceği gibi "new york city" demek. city, yani c harfi; new york eyaleti ile şehrini birbirinden ayırmak için kullanılıyor. ancak banks, nyc'ye yeni bir anlam yüklemiş. "new york cares" (new york'un umrunda). sık tremolo kullanımına rağmen, albümün en sakin, en yavaş parçası. gitar ağlıyor; o melodik, mutlu ve yerinde duramayan bas ise hüzünlü ve oldukça ağır. vokalde de bir boşvermişlik, bıkkınlık hissediliyor. sözler metropoldeki günlük karmaşadan ve bireysel mutsuzluk/tatminsizlikten bahsediyor. nyc, şimdiye kadar dinlediklerim arasında bir şehir için yazılmış en güzel parça. sözlerin vurucu yeri ise şu kısmı: "subway, she is a porno / pavements, they are a mess / i know you supported me for a long time / somehow, i'm not impressed" (metro, tam bir porno / kaldırımlar pislik içinde / beni uzun süredir desteklediğinin farkındayım / yine de, etkilenmiş değilim). ayrıca albüme adını veren cümle de bu parçanın sözlerinde geçiyor.

NYC


pda, elemanlar stüdyoda takılırken emprovize olarak ortaya çıkmış ve bu parça grubun dört ep'sinde bulunuyor. farklı versiyonları olan parçanın en kısa olanı bu albümdeki. albümdeki diğer parçalar da müzikal açıdan öncekilere benziyor. yavaş-karanlık, veya hızlı-kızgın-karanlık olarak devam eden şarkılarda ortak öğe müziğin bir rock grubundan pek beklenmeyecek kadar karanlık ve atmosferik olması. nyc kadar öne çıkan parça olmamasına rağmen; hemen hemen hepsi üst seviyede şarkılar.

sonuç olarak

interpol için; 30 yıl öncesinin müziğine modern bir anlayış getirmiş diyebilirim. eğer farklı müzik tarzlarına açıksanız kesinlikle albümü dinlemenizi öneririm.

9.3/10

albümdeki parçaların listesi

01. untitled
02. obstacle 1
03. nyc
04. pda
05. say hello to the angels
06. hands away
07. obstacle 2
08. stella was a diver and she was always down
09. roland
10. the new
11. leif erikson

interpol

vokal/gitar: paul banks
gitar/geri vokal: daniel kessler
bas: carlos d.
davul: sam fogarino

http://www.interpolnyc.com/