İnsanlık Tarihinin En Kadim İlişki Biçimlerinden Biri: Borç
borç, insanlık tarihinin en kadim ilişki biçimlerinden biridir. antik çağlardan bugüne, ekonomik hayatın temel unsuru olmakla kalmamış; sosyal yapıları, siyasi güç dengelerini ve kültürel değerleri biçimlendiren hayati bir konumda yer almıştır. tarihin ilk özgürlük sözcüğü olan sümerce ama-gi, yalnızca borçtan kurtuluş anlamına değil, insanın asli özgürlüğüne dönüşü simgeler: anne kucağına, güvende olduğu ilk yere. bu nedenle, borç yalnızca basit bir ekonomik işlem değildir; bireyin bireye, halkın yönetene, ulusların küresel sisteme karşı yükümlülüğünü, minnetini ve mahcubiyetini temsil eden karmaşık bir ilişkidir. sümer'de başlayan bu hikaye, tevrat'ın yovel yılıyla borçları silip toplumsal düzeni yenilerken, atina'da solon'un reformlarıyla borç kölelerini özgürleştirir; roma'da ise borç batağına düşenler isyan eder. çin'de hanedanların borç affı, tahtlarının teminatıdır; islam dünyasında zekat, borçlunun boynundaki zinciri çözer. afrika kültürlerinde ise borç, utanılacak değil, toplumsal dayanışmanın kutsal bir aracıdır. günümüzde kapitalizm, borcu affedilemez bir yükümlülük olarak görse de, bu tarih bize şu kritik soruları sordurur: borç gerçekten geri ödenmeli midir? borç, karşılıklı bir anlaşma mı, yoksa görünmez bir zincir midir? belki de hatırlamamız gereken hakikat şudur: adalet bazen affetmekle tecelli eder.
borç affının adaletle ilişkisi konusunda görüşler derin bir çatışma içindedir. bir görüşe göre, borç kutsal bir sözleşmedir ve borcun affı, sorumluluğun ve ekonomik güvenin erozyona uğraması anlamına gelir; borcunu ödeyenler cezalandırılırken ödemeyenler ödüllendirilir. bu bakış açısı, kapitalist ahlakı ve sözleşmeciliği savunanlar tarafından sıklıkla dile getirilir. diğer tarafta ise borcun eşit olmayan koşullarda ortaya çıktığını vurgulayan görüş bulunur. bu görüş, borcun çoğu zaman rıza ile değil çaresizlik sonucu alındığını, dolayısıyla adil olmadığını savunur. antik çağların jubilee uygulamaları, zekat ya da çin'deki imparatorluk affı bu adaletsizliği dengeleme çabalarıdır. ancak burada kritik soru şudur: affedilen borç hangi koşullarda ortaya çıkmıştır? eğer borç güçlü ve güçsüz arasında eşitsizliği sürdürmek için bir araç olarak kullanıldıysa affetmek adildir. fakat borç, keyfi bir rahatlıkla veya gücün kötüye kullanımıyla affedilirse, bu kez adaletin kendisi zarar görür. belki de asıl mesele, borcun değil borçlanma koşullarının adil olup olmadığını da sorgulamaktır.
borç affının kayıtlı tarihteki ilk örneklerini antik mezopotamya'da görüyoruz. mö yaklaşık 2400'lerde sümer şehir devleti lagaş'ta enmetena, tüm borçları silen bir ferman yayımlayarak tarihin ilk “temiz sayfa” ilanını gerçekleştirmiştir. onun halefi kral urukagina da benzer reformlarıyla bilinir; urukagina fermanı, adaletsiz vergileri kaldırıp borç nedeniyle köleleştirilen kişileri özgürleştirdiği için ama-gi (anneye dönüş) sembolüyle anılır. gerçekten de ama-gi terimi, sümercede özgürlük anlamında kullanılan ve borç affını işaret eden ilk kavramdır. bu uygulamalar mezopotamya'da süreklilik kazanmıştır. sümer, babil ve asur kralları, tahta çıktıklarında ya da büyük felaketlerin sonrasında periyodik olarak “misharum” (akadca'da adalet, doğruluk) veya “anduraru” (özgür bırakma) fermanları ilan ederek özel borçları geçersiz kılar, ipotekli mülkleri asıl sahiplerine iade eder ve borç yüzünden köleleşenleri serbest bırakırlardı. bu uygulama, zengin tefecilerin toprakları ve işgücü tekeline almasını engelleyerek toplumsal dengeyi koruyordu. nitekim arkeolojik kayıtlardan görüyoruz ki borçların sık sık affedilmesi, antik yakın doğu toplumlarının istikrarına katkı sağlamış; böylece küçük çiftçiler toprağında kalmaya devam edebilmiş, ordular için gerekli özgür vatandaş kitlesi korunabilmiştir.
mezopotamya'da borç affı geleneğinin etkisi, çevre uygarlıklarda da hissedildi. örneğin hititler ile hurri toplumuna ait iki dilli bir metin “borç salıverme şarkısı” adını taşımakta ve muhtemelen benzer bir borç affı temasını işlemektedir. antik mısır'da ise çoğu dönem faizli borç yaygın değildi; geç dönem'de yaygınlaşmaya başlayınca firavunlar sınırlamalar getirmiş ve bazı borç afları ilan etmişlerdir. ünlü rosetta taşı üzerindeki mö 196 tarihli fermanda dahi, v. ptolemaios'un tahta çıkışında halkın vergi borçlarını sildiği ve mahkumları affettiği kayıtlıdır. tarihçi diodorus siculus, firavun bakenranef'in borç köleliğini kaldırma gerekçesini aktarırken şöyle der: “bir asker, vatanı için sefere çıkacağı anda, ödenmemiş bir borç yüzünden alacaklısı tarafından zindana atılırsa, bu durum tüm ülkenin güvenliğini tehlikeye atacak kadar saçmadır”. bu anlatım, borcun yalnız bireysel değil toplumsal bir mesele olduğunu antik dünyada dahi kavrandığını gösterir.
antik yakın doğu'da kralların inisiyatifiyle uygulanan borç afları, ibrani geleneğinde dini bir hukuk kuralına dönüştü. tevrat, özellikle levililer kitabı'nda her elli yılda bir kutlanan yovel yılı (bkz: jubilee) uygulamasını emreder. yedi yıllık şmita döngülerinin yedincisi (49. yıl) sonrasında gelen bu kutsal yılda, ibraniler borçlu kardeşlerini affetmeli, borç karşılığı rehin verilen topraklar ailelerine geri dönmeli ve borç yüzünden köleleşmiş olanlar özgür bırakılmalıdır. tanah'ta borçluya merhamet etik bir yükümlülük olarak sunulur. yedinci yıl sonunda “borçluya elini bırak” denilerek borcun silinmesi istenir; 49. yılın bitimindeki yovel'de ise hem kişiler hem topraklar üzerindeki tüm borç kaynaklı kısıtlar kaldırılır. bu yönüyle yovel yılı, mezopotamya'daki gibi bir hükümdar fermanından ziyade ilahi ve periyodik bir toplumsal reset mekanizmasıdır. ekonomist michael hudson'a göre, muhtemelen antik israil'de yaşanan büyük bir borç krizi, bu kuralın kutsal yasalara girmesine zemin hazırlamıştır. böylelikle borç affı, kralların keyfi takdirinden çıkarılıp otomatik ve düzenli bir ilke haline getirilmiştir.
ancak pratiğe dair net kanıtlar kısıtlıdır. tevrat hükümleri ideali ortaya koysa da israil toplumunda yovel kanununa her zaman uyulup uyulmadığı belirsizdir. mö 6. yüzyıldaki babil sürgünü sonrasında israiloğulları topraklarından ayrı düşünce, yovel uygulaması anlamsızlaşmıştır. yine de rabbiler, bu ruhu yaşatmak adına borçların periyodik affını prensipte sürdürmek istemişlerdir. ne var ki, pratik ekonomik ihtiyaçlar yüzünden iö 1. yüzyılda hillel adında bir din bilgini, prozbul adı verilen bir hukuki formül geliştirmiştir. prozbul sayesinde alacaklılar, borçlarını yedinci yıl affından muaf tutmanın yolunu buldular. alacağı, mahkeme heyetine devredip oradan tahsil edilecek şekilde sözleşme yapılıyordu. mahkeme gibi kamusal bir kurumun alacağı olduğunda, şmita affı geçerli sayılmıyor ve borç tahsil edilebiliyordu. hillel, eğer böyle bir çözüm geliştirilmezse affın yaklaştığı yıllarda kimsenin yoksullara borç vermeyeceğini, bunun da fakirleri daha da mağdur edeceğini savunmuştu. bu örnek, borç affının bile ekonomik davranışları nasıl etkilediğini ve pratikte çeşitli uyarlamalara gidildiğini göstermektedir.
antik akdeniz dünyasında da borç, sosyal çatışmaların başlıca kaynağıydı. ne var ki, mezopotamya ya da israil'deki gibi sistemli borç silme gelenekleri yunan ve roma'da kökleşmedi. antik yunan şehir devletlerinde hukuk genellikle alacaklıdan yana, borçluya karşı sert ve tavizsizdi. borç affı talepleri, özellikle yoksul kesimin sürekli dile getirdiği bir isyan çağrısıydı ve bu talepler ancak nadiren yönetimlerce karşılandı. örneğin, mö 6. yüzyılda atina bir borç kriziyle sarsılırken ünlü kanun koyucu solon, seisahteia (yük atma) yasasını çıkararak tüm borçları iptal etti, borç yüzünden köleleşen çiftçileri özgürlüğüne kavuşturdu ve borç teminatı olarak el konulan toprakları iade etti. solon'un bu radikal hamlesi, attika toplumunu nefes aldıran bir yeniden başlangıçtı. yine aynı dönemlerde megara kentinde demokratik yönetim, faizle borç vermeyi tamamen yasaklayıp alacaklıların aldığı faizleri bile geri ödetti. bu uygulama aristokrat tarihçilerce “aşırı popülist” bulunup eleştirilmiş, hatta bazı tarihçiler bu anlatının abartılı veya efsane olabileceğini tartışmıştır. yine de bu örnekler, antik yunan'da borç sorununun ne denli hararetli bir toplumsal mesele olduğunu ortaya koyar. sparta'da bile mö 3. yüzyılda bazı krallar (agis ve kleomenes gibi) devleti reforme etme çabasıyla halkın borçlarını silmişlerdir. yunan dünyasında borç affı, gerçekleştiği nadir anlarda, toplumu sarsan krizlere karşı bir emniyet sübabı işlevi görüyordu.
antik roma'da ise borç meselesi daha uzun soluklu ve çatışmalı bir seyir izledi. roma hukuku başlarda borçlulara karşı son derece acımasızdı. borcunu ödeyemeyen yurttaş, nexum denilen borç köleliğine düşebilir, alacaklı tarafından hapsedilebilir veya köle pazarında satılabilirdi. mö 5. yüzyıldaki on iki levha kanunları, borcunu ödeyemeyen kişinin bedeninin alacaklılar arasında parçalanmasına kadar varan aşırı cezalar içeriyordu. bu gaddarlığa karşı pleb halk isyanın eşiğine gelmiş ve uzun mücadeleler sonucunda, mö 326'da nexum sistemi resmen kaldırılmıştır. ancak bu, roma'da borç sorununun bittiği anlamına gelmez; nexum kalksa da borçlular hala çalışmaya zorlanıyor veya mahkeme kararıyla hapse atılabiliyordu. cumhuriyet döneminde sık sık borç krizleri patlak vermiş, plebler borç afları için ayaklanmıştır. novae tabulae (yeni kayıtlar) adı verilen borç affı talepleri, özellikle mö 1. yüzyılda siyaseti sarsan bir konu olmuştur. örneğin, mö 88'de borç faizi almayı yasaklayan yasayı uygulamaya çalışan praetor asellio, muhtemelen alacaklıların kışkırtmasıyla linç edilerek öldürüldü. iç savaşlar sırasında ise iktidara gelen liderler kısmi borç indirimleri yapmak zorunda kaldılar. diktatör sulla, mö 82'de borçların anaparasını %10 oranında eksilterek ödenmesini emretti; yani borçları %90 oranında devalüe etti. hemen ardından gelen konsüller cinna ve flaccus ise borçları dörtte birine indiren (%75 affeden) bir düzenleme yaptılar. bu tür adımlar, savaşlarla harap olmuş ekonomiyi istikrara kavuşturma amacı taşıyordu. fakat roma'nın aristokratik düzeni, kapsamlı bir borç affına hiçbir zaman sıcak bakmadı. ünlü hatip cicero, borçların silinmesini mülkiyete ve zengin sınıfa yönelik bir saldırı olarak şiddetle kınıyordu. son tahlilde roma'da tam bir jübile uygulanamadı; borç sorunu, kısmi aflar veya imparatorların vergi ertelemeleriyle idare edildi. nitekim bazı imparatorlar kamu hazinesine olan vergi borçlarını silerek halkı rahatlattılar. örneğin imparator hadrianus, birikmiş vergi alacaklarını affettiğini ilan etmiş ve bunu anısına bastırdığı sikkede, vergi kayıtlarını sembolik olarak yakan bir figür tasvir etmiştir.
çin tarihinde borç meselesi, hanedanlıklar boyunca devlet idaresinin sürekli gündeminde olmuş bir konudur. özellikle köylü sınıfının borç yükü, toplumsal huzursuzluklara ve isyanlara yol açabilecek bir risk olarak görülmüştür. han hanedanı döneminden itibaren (mö 206 - ms 220), imparatorlar kırsal nüfusun borçluluk durumunu yakından takip etmiş ve bunu hafifletmek üzere çeşitli politikalar uygulamıştır. tarımsal ekonomide köylüler sık sık mahsul kıtlığı veya vergi baskısı nedeniyle tefecilere borçlanıyor, faiz yükü anaparanın katlarına ulaşabiliyordu. han idaresi, borç faizlerini sınırlamak ve borç geri ödemelerini kolaylaştırmak için zaman zaman fermanlar yayımladı. örneğin, faizi anapara tutarını aşan borçların hükümsüz sayılması gibi kural ve aflarla, borçların kronik bir kölelik mekanizmasına dönüşmesi engellenmeye çalışıldı. bazı imparatorlar, ekonomik sıkıntı zamanlarında genel veya kısmi borç silme emirleri verdiler.
çin tarihinde belki de en radikal borç ve mülkiyet reformu girişimi, ms 9-23 yılları arasında kısa süre hüküm süren wang mang adlı imparator tarafından denendi. wang mang, han hanedanı'nı kesintiye uğratarak kurduğu xin hanedanı döneminde köklü sosyalist diyebileceğimiz reformlara girişti. özel köleliği yasakladı, büyük toprakları kamulaştırıp kuyu alanı sistemine benzer şekilde toprağı yeniden dağıtmayı planladı ve yüksek faizle borç veren zengin sınıfı zayıflatmak için devlet bankaları kurarak düşük faizli kredi sağlamaya çalıştı. anlatılana göre, yeni basılan bronz paraları devreye sokarak altınla borçlanan fakirleri rahatlatmayı hedefledi; zira altın standardını kaldırıp yerine bronz para kullanımını yaygınlaştırınca, altın cinsinden borcu olan yoksulların borç yükü fiilen hafifledi. ancak wang mang'ın reformları aristokratların ve tefecilerin şiddetli direnişiyle karşılaştı, neticede büyük bir kırsal isyan (kızıl kaşlılar isyanı) patladı ve wang mang trajik biçimde devrilip öldürüldü. bu olay, çin'de borç adaletini sağlama çabasının ne denli zor olduğunu gösterir. reformlar aşırı görüldüğünde elitler ve hatta borçlu köylülerin kendileri bile alıştıkları düzen bozulduğu için direnç gösterebiliyordu.
daha sonraki yüzyıllarda da çin imparatorları, borç ve kredi konusunu düzenlemeye devam ettiler. tang hanedanı döneminde, özellikle `budist manastırların zenginleşip tefecilik yapar hale gelmesi` devleti rahatsız etti. ms 845 yılında imparator wuzong, ünlü huichang baskısında binlerce budist manastırını kapatarak onların biriktirdiği ekonomik gücü kırdı. bu kapsamda, manastırlara borçlanıp çalışmaya mahkum edilen 150 bin kadar tapınak serfinin de salıverildiği resmi kayıtlara geçmiştir. bu olay, dini kurumların finansal güç edinip geniş halk kesimlerini borçlandırmasına karşı atılmış sert bir adımdı. özetle, çin uygarlığında borç affı ve yeniden yapılandırma, doğrudan “jübile” adıyla anılmasa da fiilen uygulanmış; min ben (halk temeli) ideolojisine uygun olarak, halkın borç yükü aşırılaştığında imparatorların yukarıdan müdahalesi meşru görülmüştür. bu sayede büyük borç krizleri toplumsal patlamaya dönüşmeden kontrol altına alınmaya çalışılmıştır. yine de tüm çabalara rağmen, çin tarihinde birçok isyanın (bkz: sarı türban isyanı) arkasında ezilen köylülerin borç ve toprak mağduriyeti olduğu hatırlanmalıdır.
islam medeniyetinde borç kavramı, güçlü bir ahlaki ve hukuki çerçeveye oturtulmuştur. kur'an, borcu helalleşmesi gereken ciddi bir yükümlülük olarak ele alırken aynı zamanda borçluya merhameti öğütler. “eğer bir borçlu dardaysa, eli rahatlayana kadar mühlet verin. eğer borcu bağışlarsanız, bu sizin için daha hayırlıdır” buyurulmuştur. bu ayet, islam dininde borç ilişkisine şefkat ve bağışlama perspektifinin yerleştirildiğini gösterir. nitekim hazreti muhammed de bir hadiste “borcunu ödeyemeden ölen kişi cennete giremez” diyerek borcun ciddiyetini vurgulamış, fakat aynı zamanda “kim zor durumdaki borçluya mühlet tanır veya alacağını tamamen bağışlarsa, allah onu kıyamet gününün sıkıntısından kurtarır” diyerek alacaklılara affetmeyi teşvik etmiştir. bu prensipler doğrultusunda islam hukukunda, borcun geri ödenememesi halinde alacaklının borçluyu sıkıştırması hoş karşılanmaz; bunun yerine sadaka niyetiyle borcu silmek erdem sayılır.
islam'ın ekonomi anlayışında en belirgin husus, ribanın kesin bir dille yasaklanmasıdır. kur'an'da riba büyük günahlardan sayılır ve allah tefecilikle uğraşanların iflah olmayacağını bildirir. bu yasağın altında, paradan para kazanarak insanların borç yükünü katlamanın zulüm kabul edilmesi yatar. islam, faizi haram kılarak aslında borcun büyüyerek borçluyu köleleştirmesinin önüne geçmeyi hedeflemiştir. borç verenin, alacağı anaparanın ötesinde bir getiri talep etmesi yasaklanınca, antik toplumlarda görülen aşırı faiz kısırdöngüsünün engelleneceği öngörülmüştür. bunun yerine islam finans geleneğinde karz-ı hasen (güzel borç) adıyla faizsiz borç verme teşvik edilmiş, zenginlerin ihtiyaç sahiplerine geri ödemesiz veya sadece anaparayı geri alacak şekilde borç vermesi övülmüştür.
ayrıca islam'ın beş temel şartından biri olan zekat kurumu da borç meselesine çözüm getirmeyi amaçlar. zekat gelirinin dağıtılacağı yerler arasında kur'an açıkça borç içinde kıvrananlar (el-ğarimûn) grubunu sayar. yani devlet veya toplum, biriken borcunu ödeyemeyecek durumda olan bireylere zekat fonundan kaynak aktararak onları borç yükünden kurtarmalıdır. bu uygulama, bir çeşit toplumsal borç affı mekanizması gibidir; zira borçlu kişinin yükünü kamusal dayanışmayla ortadan kaldırır. islam tarihindeki uygulamalara baktığımızda, hz. ömer döneminden itibaren zekat hazinesinden borçlulara yardım edildiği, hatta bazı islam devletlerinde borçlular fonu oluşturulduğu görülür.
islam toplumlarında devlet çapında genel borç aflarına dair, batı'daki gibi dramatik örnekler pek bulunmasa da, osmanlı ve benzeri islam devletlerinde insani borç hafifletme gelenekleri gelişmiştir. örneğin osmanlılarda varlıklı kişiler, ramazan ayında mahalle bakkallarına gidip dar gelirli ailelerin veresiye defterlerindeki (bkz: zimem defteri) borçları gizlice satın alıp sildirmeyi bir hayır geleneği haline getirmişlerdi. bu sayede fakir fukaranın borcu ansızın ödenir, kimin ödediği de bilinmediği için gururları incinmezdi. bu uygulama, islam toplumlarında borcun sosyal dayanışmayla eritilmesine güzel bir örnektir. yine osmanlı padişahları dönem dönem esnafın vergi borçlarını affeden fermanlar yayınlamış; yeni tahta çıkan padişahlar halka cülus bahşişi dağıtırken bazı mali aflar ilan etmiştir. islam'da doğrudan jübile yılı olmasa da, dinin etik ilkeleri borç konusunda merhamet ve affediciliği sürekli vurguladığından, toplumlar bu doğrultuda adımlar atmıştır. borçluya nefes aldırmak, infak ve sadaka kültürünün bir parçası olarak görülmüştür.
afrika kıtasında borç olgusunu iki farklı bağlamda ele almak gerekir: geleneksel afrika toplumlarındaki borç ve dayanışma ilişkileri ile modern dönemde afrika devletlerinin uluslararası borçları. geleneksel afrika'da, özellikle kırsal ve kabile temelli toplumlarda, bireysel borçlar genelde geniş aile veya kabile dayanışması içinde eritilirdi. toprak mülkiyetinin kolektif olduğu, üretim araçlarının kabileye ait sayıldığı pek çok afrika topluluğunda, klasik anlamda tefeci borçlandırması nadir görülürdü. örneğin afrika'nın çeşitli bölgelerinde yaygın olan döner tasarruf ve kredi birlikleri (bkz: rotating savings and credit associations) benzeri imece usulü kredi sistemleri mevcuttu. köyün üyeleri para veya erzak biriktirir, ihtiyacı olana sırayla borç veya yardım sağlanır ve bu dayanışma döngüsel şekilde devam ederdi. bu sayede kimsenin borcu taşınamayacak bir yük haline gelmez, topluluk içi güven pekişirdi. dolayısıyla bir anlamda herkes birbiriyle hem alacaklı hem borçlu olduğundan, borcun baskısı minimalize edilirdi. ayrıca birçok afrika kültüründe gönüllü af ve bağışlama yüksek bir değer olarak görülmüştür; husumetlerin ve maddi anlaşmazlıkların barış yoluyla çözümü için yaşlılar konseyi arabuluculuk yapar, çoğu zaman borçlar silinir veya yeniden yapılandırılırdı.
öte yandan, modern çağda afrika ülkeleri ciddi bir borç sarmalına sürüklendi. 20. yüzyılın ikinci yarısında pek çok afrika ülkesi, bağımsızlık sonrası kalkınma hamlelerini finanse etmek için uluslararası kredilere yöneldi. fakat yüksek faizli dış borçlar ve adaletsiz ticaret koşulları nedeniyle 1980'lere gelindiğinde afrika kıtası, toplamı yüz milyarlarca doları bulan ve sürekli büyüyen bir borç krizine girmişti. birçok ülke, borç faizlerini ödeyebilmek için eğitim, sağlık gibi temel harcamalarını kısmak zorunda kaldı; yoksulluk derinleşti. bu duruma tepki olarak küresel çapta jubilee 2000 adında bir kampanya doğdu. 2000 yılının bir jübile yılı olarak sembolik önemine atıfla, papa ve diğer dini liderlerin de desteğiyle sivil toplum kuruluşları gelişmiş ülkelerden afrika'nın yoksul ülkelerinin borçlarını affetmelerini talep etti. “borcu sil, hayatı kurtar” sloganıyla yürütülen bu kampanyalar sonucunda dünya bankası ve imf öncülüğünde hipc (ağır borçlu yoksul ülkeler) girişimi hayata geçirildi. 1996'dan itibaren başlayıp 2000'lerde hız kazanan bu program sayesinde çoğu afrika ülkesinin borçları önemli ölçüde yeniden yapılandırıldı ve bir kısmı silindi. örneğin uganda, tanzanya, gana, nijer gibi ülkelerin dış borç yüklerinin %50'den fazlası uluslararası inisiyatiflerle affedildi. bu sayede bu ülkeler, eğitim ve sağlık gibi alanlara daha fazla bütçe ayırabildiler.
borç affı çağrıları günümüzde de devam ediyor. örneğin katolik kilisesi, 2025 yılını bir küresel jübile yılı (bkz: yovel) ilan ederek, tıpkı 2000'de olduğu gibi borçların yeniden affedilmesi için hükümetlere çağrıda bulunmaktadır. caritas internationalis gibi kuruluşlar “borcu umuda dönüştür” kampanyalarıyla 2025'e dek yoksul ülkelerin borçlarının silinmesini gündeme taşımıştır. bu taleplerin temelinde, afrika gibi bölgelerin borç sarmalından çıkmadan sürdürülebilir kalkınma yakalayamayacağı inancı yatar. nitekim borcun ideolojik bir araç olarak kullanılıp kullanılamayacağı konusunda afrikalı düşünürler de görüş beyan etmektedir. gana'nın ilk devlet başkanı kwame nkrumah'ın “borç prangasını kırmadan gerçek bağımsızlık olamaz” sözü, borcun modern bir sömürgecilik aracı olabileceğine işaret eder. gerçekten de bazı yorumcular, afrika'nın borç krizini küresel finans sisteminin adaletsizliğinin bir sonucu olarak nitelendirir ve alacaklı zengin ülkelerin bu borçların oluşmasındaki sorumluluğunu vurgular. sonuçta, afrika için borç affı mücadelesi, sadece ekonomik değil ahlaki bir adalet talebi olarak da görülmektedir.
osmanlı imparatorluğu, bir islam devleti olarak faizi haram kılan bir hukuk sistemine sahip olsa da, pratikte ekonomik ihtiyaçlar dolayısıyla faizli borç ilişkileri geliştirmiştir. özellikle 19. yüzyılda osmanlı, savaşlar ve modernleşme girişimleriyle artan mali açığı kapatmak için avrupa'dan borçlanmaya başlamış, bu borçlar bir süre sonra imparatorluğun mali bağımsızlığını sarsan boyutlara ulaşmıştır. 1875'te osmanlı devleti moratoryum ilan ederek dış borç faiz ödemelerini askıya almak zorunda kalmıştır. bu durum, alacaklı avrupa güçlerinin osmanlı maliyesine doğrudan müdahil olmasına yol açmış; 1881'de kurulan düyun-ı umumiye (genel borçlar idaresi) ile osmanlı'nın gümrük gelirleri başta olmak üzere önemli gelir kaynakları yabancı denetime girmiştir. bir bakıma osmanlı, dış borç batağında yarı-sömürge mali bir vesayet altına girmiştir. borç affı bu tabloda söz konusu olmamış, aksine alacaklılar borcun tamamını tahsil etmek için osmanlı ekonomisini kıskaca almıştır.
osmanlı'da iç borçlar konusunda ise daha esnek uygulamalar görülür. devlet, zaman zaman vergi borçlarını ve kamu alacaklarını silerek veya yeniden yapılandırarak esnafı ve tebaayı rahatlatmaya çalışmıştır. mesela büyük afet veya savaş dönemlerinden sonra, zorda kalan bölge halkının vergileri affedilir ya da ertelenirdi. ikinci abdülhamid döneminde çeşitli vergi aflarının çıkarıldığı bilinir. ayrıca zimem defteri geleneği gibi sivil toplum pratikleri de osmanlı'da borç yükünü hafifletmiştir. zenginlerin, bakkal veresiye defterlerindeki fakir borçlarını satın alıp yok etmesi gibi uygulamalar, toplumda borca karşı bir merhamet kültürü oluşturmuştur.
türkiye cumhuriyeti'ne miras kalan en büyük yük, osmanlı'nın ödenmemiş dış borçlarıydı. lozan antlaşması'nda, osmanlı borçlarının osmanlı'dan ayrılan devletler arasında bölüşülmesi kararlaştırıldı ve türkiye kendi payına düşeni düzenli taksitlerle ödemeyi kabul etti. genç cumhuriyet, ekonomik olarak zorlu yıllar geçirse de osmanlı borçlarının ödenmesini milli bir onur meselesi yaptı. sonuçta türkiye, 1854'te alınan ilk osmanlı dış kredisinden tam yüz yıl sonra, 25 mayıs 1954'te osmanlı borcunun son taksitini ödeyerek bu defteri kapattı. bir anlamda, türkiye geçmişin borçlarını “affettirmek” yerine dişini tırnağına takarak ödedi ve uluslararası mali saygınlığını pekiştirdi. bu durum, modern milli devlet anlayışının borca yaklaşımını yansıtır. borç, kaçınılmazsa ödenecektir; affa bel bağlamak yerine finansal itibar önceliklidir.
yine de türkiye'de iç borçlar ve vergi alacakları konusunda af kültürü büsbütün yok olmamıştır. siyasi iktidarlar, özellikle seçim dönemleri öncesinde, vergi ve prim borcu yapılandırmaları veya bir kerelik aflar getirmeyi alışkanlık haline getirmiştir. cumhuriyet tarihi boyunca defalarca genel vergi afları, öğrenci kredisi afları, imar affı adı altında devlet alacaklarının bir kısmının silinmesi gibi uygulamalar yapılmıştır. bu aflar, her ne kadar bir jübile kadar kapsamlı olmasa da, toplumda borç yükünü hafifletmeyi ve ekonomik canlanmayı hedeflemiştir. örneğin yakın dönemde 2018 ve 2023 yıllarında çıkarılan borç yapılandırma yasalarıyla milyonlarca vatandaşın gecikmiş vergi, ceza ve sigorta primi borçlarında önemli kolaylıklar sağlanmış, faizler silinerek anapara taksitlendirilmiştir. bu adımlar, borçlu vatandaşlar için bir nefes alma imkanı yaratırken, bir yandan da borç ödeyen “dürüst” kesimlerce eleştirilmiş; sürekli af beklentisinin mali disipline zarar verdiği savunulmuştur. türkiye'nin kültürel mirasında borç kavramı ahlaki bir boyuta da sahiptir. halk arasında “borç yiğidin kamçısıdır” denilirken, öte yandan “borca sadakat gerekir” deyişi de meşhurdur. borcuna sadık olmak erdem sayılır; borcunu ödemeyeni toplum hoş karşılamaz. bu anlayış, günümüz türkiye'sinde bile güçlüdür ve aslında küresel kapitalizmin borç ideolojisiyle de uyumludur.
borç, modern kapitalist toplumda sadece ekonomik bir araç değil, aynı zamanda ideolojik kontrol mekanizması haline gelmiştir. bireylere çocukluktan itibaren “borç namustur, borç ödenir” anlayışı aşılanır. bu, borcun ahlaki bir yükümlülük olarak içselleştirilmesi demektir. amerikalı antropolog david graeber'in vurguladığı gibi günümüzde kapitalizmi savunanlar, elde kalan son moral argüman olarak “borcun ödenmesi gerekir, ödemeyen kötüdür” düşüncesine sarılıyorlar. gerçekten de borç ideolojisi, borçluya bir suçluluk ve utanç duygusu yükleyerek onu disipline eder. borcunu ödeyemeyen kişi, sanki ahlaken zayıf ya da başarısız addedilir. bu durum, psikolojik bir baskı aracıdır. birey, finansal sıkıntısı sistemin yapısal sorunlarından kaynaklansa bile kendini suçlar, daha çok çalışması gerektiğine inanır.
finansal borcun psikopolitik boyutunu anlamak için nietzsche'nin ahlakın soykütüğü eserinde yaptığı analiz çarpıcıdır. nietzsche, “schuld” (almancada hem suç hem borç anlamına gelir) kavramının kökeninin ekonomik “schulden” (borçlar) kavramına dayandığını söyler. ilkel toplumlarda borçlu, alacaklıya karşı duyduğu minnet ve korkunun içselleşmesiyle vicdan azabı veya suçluluk duygusunu geliştirmiştir. zamanla bu borç-suç ilişkisi tanrısal alana taşınmış; insan kendini tanrı'ya karşı da “borçlu/günahkar” görmeye başlamıştır. böylece dünyevi borcun psikolojisi, ahlaki suç kavramını yaratmıştır. bugün de benzer şekilde, bankaya, devlete veya kredi kartı şirketine borcu olan kişi, bu borcun ağırlığını sadece finansal değil ruhsal bir yük olarak da taşır. borç, adeta modern insanın “günahı” olmuştur; ödenene dek yakasını bırakmayan bir vicdan borcu gibi.
bu ideolojik çerçeve elbette tesadüfen oluşmadı. alacaklılar, borcun utanç verici bir şey olduğu fikrini yaymada çok başarılı oldular. öyle ki borcun geri ödenmesi, en ağır sömürü koşullarında dahi, borçlularca bir onur meselesi sayılıyor. annie mcclanahan gibi araştırmacılar, 2008 finans krizinin ardından abd'de gözlenen durumu borç utancı kültürü olarak tanımlıyor. mcclanahan'a göre, kredi verenler borcun utanç ideolojisine bel bağlayarak, en baştan ödenmesi imkansız şartlarda verilmiş kredileri bile tahsil etmeyi başarıyorlar; çünkü borçlu, sistem tarafından kendisine yüklenen ahlaki ödeme zorunluluğunu sorgulayamıyor. öğrenci kredileriyle boğuşan genç, ipotek borcunu ödeyemeyen ev sahibi, kredi kartı borcuna faiz yetiştiremeyen tüketici; hepsi kendi kendini suçlayarak ve utanarak, daha fazla çalışıp kemer sıkarak borç batağından çıkmaya çabalıyor. bu arada sistemin alacaklı tarafı, yapısal eşitsizlikleri kişisel sorumluluk söylemiyle gizliyor. borcun ideolojisi öylesine güçlü ki, kitleler devasa banka kurtarma paketlerine ses çıkarmazken, borç affı önerilerine şiddetle karşı çıkabiliyor; çünkü borç affını ahlaksızlık veya tembellere ödül olarak görecek şekilde şartlandırılmış durumdalar.
italyan düşünür maurizio lazzarato, modern kapitalizmi borçlandırılmış insan tipini üreterek yönettiğimizi söyler. lazzarato'ya göre borç, yeni bir tahakküm tekniğidir. disiplin toplumlarında hapishane, fabrika gibi kurumlar dışsal baskı kurarken; neoliberal dönemde borç mekanizması, bireyin kendi içinden oto-kontrol geliştirmesini sağlar. insanlar kredi alırken özgür iradeleriyle karar verdiklerini zannederler ama aslında o andan itibaren hayatlarını borç geri ödemesine göre planlamaya başlarlar. örneğin bir üniversite öğrencisi, eğitim kredisi alırken “kendinin patronu” olarak karar almıştır; ama mezuniyet sonrası 20-30 yıl o krediyi kapatmak için ne iş bulursa çalışmak zorundadır, risk alamaz, sessiz bir dişliye dönüşür. borç aracılığıyla denetim, fabrikaların dört duvarı dışına taşarak açık bir zamana ve mekana yayılır. birey, özgür görünümlü bir borç kölesine evrilir: işini kaybetmemek, kredi notunu düşürmemek, taksitlerini aksatmamak için sürekli tetikte yaşar. bu psikopolitik atmosfer, toplumun geneline de nüfuz eder. devasa hanehalkı borçları altında ezilen yurttaşlar, siyasi alanda radikal değişim talep etmek yerine mevcut düzenin devamını arzular hale gelir; zira belirsizlik borç ödemeyi tehlikeye sokabilir. böylece borç, toplumsal pasifikasyonun (uysallaştırmanın) aracı olur.
küresel ölçekte de benzer bir ideolojik yönlendirme iş başındadır. uluslararası finans kuruluşları ve zengin ülkeler, borçlu ülkelere kemer sıkma politikaları dikte ederken bunu ahlaki bir çerçevede sunarlar: “borç yaptınız, bedelini ödemelisiniz.” 2010'lardaki yunanistan krizinde almanya başbakanı merkel'in “yunanlar borçlarını ödemeli, kimse kimseye bedavadan para vermez” minvalindeki açıklamaları, bu moralizasyonun örneğidir. halbuki yunanistan halkı borç paraların büyük kısmını hiç görmemiş, borçlar bankaları kurtarmak için kullanılmıştı. yine de borcun ideolojisi öylesine güçlü dayatıldı ki, yunanistan'da borç silme referandumu yapılsa bile sonuçta daha da ağır şartlar kabul ettirildi. halk, borca “günah” muamelesi yapıp kefaretini çekmeye razı edildi.
özetle, modern dünyada borç bir disiplin cihazına dönüşmüş durumda. bireyler ve devletler, kredi skorları, borç sürdürülebilirliği notları gibi metriklerle sürekli izleniyor, değerlendiriliyor. borçlu kalmak utanç verici, borcu ödemeden kurtulmak ise neredeyse imkansız ve ayıp sayılıyor. bu ideolojik ortamda borç affı gibi fikirler mevcut hegemonya tarafından ahlaksız, “bedavacıların işi” olarak yaftalanabiliyor. ancak bu ideolojinin sorgulandığı bir döneme de giriyoruz. david graeber gibi yazarlar, borcun ahlaki tarihini deşifre ederek “aslında tarih boyunca borçlar sık sık affedildi; borcun ödenmez kutsallığı yeni bir kurgudur” mesajını verdiler. 2011'deki occupy wall street hareketi, “rolling jubilee” adıyla küçük çaplı bir borç silme projesi yürüttü. ikincil piyasada ucuza satın aldıkları halkın borçlarını halka jest olarak sıfırladılar. amaç, borcun sosyal bir yapı olduğu ve iptal edilebileceği yönünde farkındalık yaratmaktı. günümüzde borç ideolojisine meydan okuyan bu gibi girişimler, borcun yalnız ekonomik değil ahlaki ve psikolojik bir alan olduğunu hatırlatarak, alternatif bir bilinç oluşturmaya çalışıyor.
borç dinamiği, kapitalist ekonominin konjonktürel dalgalanmalarında merkezi bir rol oynar. ekonomik kriz teorisyenleri, borcun birikimi ve çözülmesini krizlerin ayrılmaz bir parçası olarak görmüşlerdir. üç önemli yaklaşımı, yani marx, keynes ve minsky'nin görüşlerini inceleyerek borcun krizlerle ilişkisini anlayabiliriz. karl marx, kapitalist üretim tarzının periyodik bunalımlara (krizlere) mahkum olduğunu söylerken, kredi ve borç sistemine özel bir vurgu yapmıştır. marx'a göre kredi sistemi başlangıçta kapitalizmin büyümesini kolaylaştırır. sermaye, banka ve finans kanallarıyla daha geniş ölçekte yatırıma aktarılır; durgunluk anlarında kredi ile çarklar döndürülür. ancak bu, çelişkileri çözmez, aksine geleceğe öteleyip biriktirir. marx, kapital'in üçüncü cildinde finansal spekülasyon ve fiktif sermaye (spekülatif değerlerin şişmesi) kavramlarını tartışır. ona göre, iyi giden dönemlerde kapitalistler kredi ile yatırım ve spekülasyonu artırarak aşırı üretim ve aşırı borç birikimi yaratır. bu süreç, bir noktada kaçınılmaz olarak tıkanır. üretilen mallar karla satılamaz hale gelir (aşırı üretim krizi) ve borçların önemli bir kısmı geri ödenemez boyuta ulaşır. işte kriz anı geldiğinde, piyasa adeta toplumsal bir “temizlik” yapar. bu marx'ın deyimiyle bir değer yok etme sürecidir. fabrikalar kapanır, mal stokları değersizleşir, iflaslar ardı ardına gelir ve en önemlisi borçların büyük kısmı silinir (temerrütlerle) ya da değersiz bir paraya ödenerek eritilir. yani `kapitalizm kendi jübilesini kriz aracılığıyla gerçekleştirir` denebilir. nitekim marx, kapitalist krizin çelişkileri arındırıcı yönüne dikkat çeker. kriz patlayarak, birikmiş borçları ve aşırı kapasiteyi yok eder; bu acı verici süreç sonrasında sermaye tekrar karlı hale gelir ve yeni bir birikim döngüsü başlar. özetle marx için borç, krizi geciktiren ama aynı zamanda büyüten bir unsurdur; kriz anında borçlar kitlesel iflaslarla affedilir. elbette bunun faturası emeğe ve küçük sermayedara çıkarak. marx'ın kamu borçları hakkındaki bir tespiti de çarpıcıdır. “modern toplumların elinde tuttukları tek ortak servet, kamu borçlarıdır” diyerek, devlet borçlarının sermaye birikimindeki rolünü ironik biçimde eleştirir. ona göre devletler borçlanarak savaşları ve sömürgeciliği finanse etmiş, böylece kamu borcu özel servetin birikim aracına dönüşmüştür. örneğin devlet tahvilleri ile burjuvazi risksiz gelir elde eder. bu açıdan marx, borç mekanizmasının sınıfsal bir kontrol ve zenginleşme aracı olduğunu da erken bir tarihte dile getirmiştir.
john maynard keynes ise kapitalizmin krizlerine daha iyimser ve müdahaleci bir reçete sunarken, borca ilişkin yaklaşımı marx'tan farklıdır. keynes'e göre problem, piyasanın kendi haline bırakıldığında toplam talebin yetersiz kalabilmesi ve bu yüzden ekonominin uzun süre işsizlikle boğuşabilmesidir. özel sektör kriz zamanlarında harcamaları kısmak zorunda kalır, herkes tasarrufa yönelirse talep daha da düşer. bu kısır döngüde ekonomi kendiliğinden toparlanamaz. bu nedenle keynes, devletin borçlanarak harcama yapmasını savunmuştur. 1930'lardaki büyük buhran sırasında formüle ettiği bu görüş, devletin resesyon dönemlerinde bilinçli olarak bütçe açığı vermesini, yani gerekirse borç alıp piyasaya para sürmesini önerir. böylece özel sektörün kısmış olduğu talep açığını kamu kapatacak, ekonomi tekrar canlanacak ve büyüme sağlandığında vergilerle bu borç geri ödenebilecektir. keynes, savaş sonrası dönemde batı ülkelerinin uyguladığı maliye politikalarının esin kaynağı olmuştur. karşı-döngüsel borçlanma, yani kötü zamanda borçlanıp iyi zamanda borç ödemek. keynesyen anlayışta, makul düzeyde kamu borcu yönetilebilir ve hatta gereklidir; önemli olan tam istihdamı ve büyümeyi sağlamaktır. nitekim keynes “uzun vadede hepimiz ölüyüz” diyerek, kısa vadede talebi canlandırmak için borçlanmaktan çekinmemek gerektiğini belirtmiştir. onun bir başka ünlü fikri de “rantiyecinin faiz gelirine dayanan yaşamına son vermek”, yani düşük faiz politikasıyla rantiyenin ötenazisi dir. bu, yüksek faiz geliri elde eden kesimin (alacaklıların) imkanlarını kısıtlayarak yatırımları teşvik etmeyi amaçlar. keynes ayrıca uluslararası düzeyde de borç sorununa çözümler önermiştir: ikinci dünya savaşı sonrasında kurulacak finansal sistem için, londra'daki bretton woods görüşmelerinde keynes bir uluslararası takas birliği önermişti. bu planda, fazla veren ülkelerin de en az açık verenler kadar sorumluluk alması, küresel dengesizliklerin azaltılması için otomatik mekanizmalar öngörülüyordu. örneğin her ülkenin bir bancor hesabı olacaktı ve fazla rezerv biriken ülkelere negatif faiz uygulanacak, böylece dünyanın alacaklılarının da borç affına zorlanması sağlanacaktı. maalesef bu vizyon abd tarafından reddedildi, ancak keynes'in yaklaşımı borç meselesine paylaşımcı bir çözüm zihniyeti içeriyordu. modern dönemde, 2008 krizi sonrası birçok ekonomist keynes'i yeniden hatırladı. dünya finans krizi ertesinde hükümetler merkez bankaları eliyle trilyonlarca dolar para basıp bankaları kurtardı. bu aslında alacaklıların borçlarının affedilmesiydi, zira kötü alacakları devlet üstlendi. keynesyenler dediler ki: “madem bankaların borçları silindi, aynı cesaretle halkın borçlarını da silmek gerek.” bu düşünce helikopter para ve halk için parasal genişleme gibi fikirlerle somutlaştı. özünde keynesyen bakış, borcun kriz yaratacak seviyeye gelmesine izin vermeden, gerektiğinde enflasyonla veya doğrudan kamu politikalarıyla borç dağıtımını borç alanın sırtından alacaklının sırtına yıkabilmeyi savunur. keynes'e göre akıllı bir devlet, borç batağını büyütmeden harcamaları ile ekonomiyi yönlendirip istikrarı sağlar ve gerekirse bir kamu borcu pahasına refahı sürdürür.
hyman minsky, 20. yüzyılın son çeyreğinde önemi anlaşılan bir ekonomist olarak, finansal krizlerin dinamiğini özellikle borçlar üzerinden açıklamıştır. minsky'nin finansal istikrarsızlık hipotezi, istikrarlı görünen ekonomik dönemlerin altında istikrarsızlık tohumları taşıdığını söyler. mekanizma şöyledir: ekonomi iyiye gittikçe işletmeler ve bireyler giderek daha iyimser olur, daha fazla borçlanır ve yatırım yapar. başlangıçta borçlar hedge (temkinli) türdedir, yani borç alanlar ödemelerini gelirleriyle rahatça karşılayabilir. sonra herkes fırsatları kaçırmamak için biraz daha riskli, sadece faiz ödeyip anaparayı ileride çevirmeyi uman spekülatif borçlar almaya başlar. zirveye yakın dönemde ise ponzi finansman denilen durum ortaya çıkar: borçlu, bırakın anaparayı faizi dahi ödeyemeyeceğini bilir, ama varlık fiyatlarının sürekli yükseleceğine güvenerek borçlanır ve gelecekte varlıklarını satarak borcu kapatacağını varsayar. minsky'e göre bu üç aşamalı süreç, her ekonomik genişleme döngüsünde yeniden yaşanır. sonuçta kaçınılmaz olarak gelirler borç yükünü taşıyamaz hale geldiğinde bir minsky anı denilen kırılma noktası gelir. küçük bir şok bile finansal sistemde panik yaratır, herkes borcunu azaltmaya (deleverage) girişir, kredi muslukları aniden kısılır, varlık fiyatları düşer ve kriz patlar. bu krizde, zincirleme iflaslar borç balonunu söndürür; şirketler temerrüde düşer, bankalar batar veya devletçe devralınır, hanehalkı borçları ödenemeyip silinir ya da yeniden yapılandırılır. minsky'ye göre devletin ve özellikle merkez bankasının rolü, en son güvence mercii olarak panik anında devreye girip piyasaya likidite pompalamak, bankaları kurtarmak ve aşırı borçlu kesimleri rahatlatmaktır. nitekim 2008'de abd merkez bankası (fed) tam da bunu yapmıştır; devasa ölçekli tahvil alımları ve faiz indirimleriyle sistemik borçların değerini eritmiştir. minsky'nin katkısı, borcun makroekonomik istikrarı dinamit gibi içten içe kemirdiğini göstermesidir. istikrar istikrarsızlık doğurur sözüyle özetlenen bu fikir, finansal piyasaların kendi kendini regüle edemeyeceğine dikkat çeker. minsky, keynes'in fikirlerini finansal çağda ilerleterek, kapitalizmin borç döngülerini anlamamızı sağlamıştır. onun teorisine göre, her uzun genişleme döneminin bir borç krizine dönüşmesi yapısal bir sonuçtur ve bu döngüsellik içinde borçlar her defasında tasfiye olup yeniden birikir. dolayısıyla, gerçekten istikrarlı bir ekonomik düzen istiyorsak, minskiyen perspektifte, finansal borçlanmayı sıkı denetlemeli ve gerektiğinde alacaklıları da kurtarma değil sorumlu tutma mekanizmaları geliştirmeliyiz. aksi halde, özel kesimin borç balonları patladığında bedelini kamu ödemeye devam edecektir.
özetlemek gerekirse, marx borcu kapitalizmin çelişki ve krizlerinin bir parçası, keynes borcu yönetilebilir bir istikrar aracı, minsky ise borcu istikrarın istikrarsızlığa dönüşme mekanizması olarak görür. üçü de farklı perspektiflerden olsa da, borçların bir kriz anında patolojik bir hal aldığı konusunda birleşir. bu yüzden günümüzde kimi ekonomistler, düzenli aralıklarla toplumun borç yükünü hafifletecek modern jübile önerileri dahi tartışmaya açmıştır. örneğin ünlü ekonomist steve keen, 2008 sonrası için merkez bankası kaynaklı bir borç silme planı önermişti. devlet herkese belirli bir meblağ para dağıtacak, borcu olanlar bu parayla borcunu ödeyecek, borcu olmayanlar ekonomiye harcayacaktı. böylece hem borçlar azalacak hem talep desteklenecekti. bu tür fikirler, konvansiyonel çevrelerde uçuk bulunsa da tarihsel olarak borç sorununu çözmede radikal adımların gerekebildiğini hatırlatması açısından değerlidir.
borç olgusunun günümüzde ulaştığı boyutlar; hanehalkı borçlarının rekor seviyeleri, şirketlerin kaldıraçlı yapıları, devletlerin devasa kamu borçları geleceğe dair borçsuz bir düzen mümkün mü sorusunu gündeme getiriyor. teknolojik gelişmeler ve yeni ekonomik fikirler, borç sorununa alternatif çözümler üretebilir mi? bu kapsamda kripto para sistemleri, evrensel temel gelir ve teknoloji destekli finansal reset önerileri dikkat çekiyor. 2009'da ortaya çıkan bitcoin ve onu takip eden binlerce kripto para, finansal aracılara duyulan güvenin sarsıldığı bir dönemde, merkeziyetsiz bir para sistemi vaadiyle doğdu. kripto para savunucularına göre, hükümetlerin kontrolünden bağımsız bir para birimi, enflasyonla eritilerek gizlice affedilen borçların veya keyfi borçlanmaların önüne geçebilir. örneğin bitcoin maksimalistleri, sabit arzlı (21 milyon ile sınırlı) bir para birimi olan bitcoin'in, devletlerin sınırsız para basarak borçları değersizleştirme uygulamalarına, yani fiat parayla borç hafifletme yoluna son vereceğini iddia eder. onlara göre mevcut sistemde bir tür borç jübilesi zaten yaşanmaktadır: borçlu devletler ve şirketler, para politikasını kontrol ederek enflasyon yaratır ve alacaklıların elindeki paranın alım gücünü düşürerek borcun yükünü azaltır. nitekim 2020'lerde covid-19 kriziyle mücadelede trilyonlarca dolar basılması, bir bakıma küresel çapta alacaklı kesime yayılan bir borç hafifletmesiydi ve yük enflasyon olarak dağıldı. bitcoin magazine'de yer alan bazı analizlerde, “önümüzde büyük bir borç jübilesi var, bu da alacaklıların satın alma gücünün yok olması şeklinde gerçekleşecek” şeklinde öngörüler dillendirilmiştir. bu bağlamda bitcoin, enflasyondan korunma aracı olarak lanse edilmiştir. eğer bir gün dünya bitcoin standardına geçerse, kimse enflasyon yoluyla borcunu hafifletemeyeceği için, daha disiplinli bir borçlanma kültürü oluşacağı ileri sürülüyor. yani devletler ve bireyler, geri ödeyemeyecekleri borca girmezler çünkü para birimi sabit kıymetli; affa imkan yok. bu iddialar pratikte test edilmediği için tartışmalıdır, fakat kripto para hareketi borç ve para konusunu yeniden düşündürtmesi bakımından önemlidir.
öte yandan, kripto dünyası kendi içinde de bir borç ekosistemi yaratmıştır. defi (merkeziyetsiz finans) platformları üzerinden kripto teminat göstererek kredi alma, yield farming vb. uygulamalar, adeta geleneksel finansın kopyası olarak büyümüştür. 2020-2022 arasında defi protokollerinde milyarlarca dolarlık kripto kredi hacimleri oluştu ve ne yazık ki bunların bir kısmı büyük çöküşlere sahne oldu. örneğin terra/luna ekosisteminin çöküşü, celsius gibi kripto kredi platformlarının iflası, birçok bireysel yatırımcının kripto borç batağında yanmasına yol açtı. ilginç olarak, defi protokollerinde borçların akıllı kontratlarla teminat karşılığı alındığı ve otomatik tasfiye kuralları olduğu için, kısmi bir borç affı imkanı yoktu; teminat yetersiz kalınca sistem borcunuzu zorla kapatıyor (liquidation). bu, aslında borç affına değil tam tersine sert kurallara dayalı bir mikro-finans sistemi. bazı kripto platformları ise “flash loan” gibi teminatsız anlık krediler sunarak bambaşka kapılar araladı ama bunlar da suistimal edilip hack'lerle boşaltıldı. bu deneyimler, teknolojinin tek başına borcun risklerini yok edemeyeceğini gösteriyor.
bununla birlikte, kripto teknolojisi borçlar konusunda yaratıcı çözümlere imkan tanıyor. örneğin ethereum gibi platformlar üzerinde programlanabilir “akıllı kontratlar” sayesinde, gelecekte kendini fesheden borç gibi fikirler uygulanabilir hale gelebilir. bir akıllı kredi sözleşmesi düşünelim: belli bir süre sonunda halen ödenmemiş bakiyesi varsa otomatik olarak borcun bir kısmını silebilecek veya borçluya negatif faiz uygulayabilecek şekilde programlanabilir. bugün bile bazı istikrarlı kripto paralar (stablecoin'ler) demuraj (taşıma ücreti) modeliyle çalışarak elde tutmanın maliyetli olduğu, harcamaya teşvik eden yapılar deniyor. almanya'da jubilee coin adında bir proje, her yıl kullanıcı bakiyelerinin belirli bir yüzdesini azaltarak (silerek) dolaşımdaki parayı düşürüp, borç birikimini de engellemeyi hedefleyen bir pilot gerçekleştirmişti. bu tür deneyler, teknolojik olarak borç ve para sistemini yeniden tasarlamanın mümkün olduğunu gösteriyor. ancak bunların geniş ölçekli benimsenmesi için toplumsal ve politik kabul gerekiyor ki, bu henüz ufukta görünmüyor.
bir diğer ilginç kripto girişimi, circles ubi adıyla berlin'de denenen bir projeydi. circles, blokzincir üzerinde her bireyin kendine has bir token'ı olmasını ve insanların birbirine güvendikleri oranda bu token'ları değiş tokuş ederek bir yerel temel gelir ekonomisi oluşturmasını amaçlıyordu. teoride herkes sisteme girdiğinde sıfırdan başlayacak ve zaman içinde karşılıklı güven ağları içinde birbirlerinin tokenlarını kabul ederek alışveriş yapabilecekti. böylece borçlanma ihtiyacı olmaksızın takas ekonomisi benzeri bir denge oluşacaktı. ancak circles deneyi pratikte başarılı olamadı; teknik sorunlar ve benimseme eksikliği yüzünden beklenen yaygınlığı kazanamadı. bu da gösteriyor ki, sadece teknolojiyi ortaya koymak yetmiyor, iktisadi kültürü de dönüştürmek lazım. yine de blockchain tabanlı çözümler arayışı sürüyor. özellikle gelişmekte olan ülkelerde, akıllı telefon penetrasyonunun yüksekliği sayesinde, aracıları bypass eden mikro kredi platformları, eşler arası borç verme ağları gibi yenilikçi modeller filizleniyor. belki ileride insanlar bankalardan değil doğrudan birbirlerinden, akıllı sözleşmeler güvencesinde borç alıp verecekler. bu durumda faiz oranları, borçların affı veya yeniden çevrimi konuları, algoritmik topluluk kararlarına bağlanabilir. örneğin bir topluluk oylaması ile belli aralıklarla tüm borç bakiyelerinden %x silinmesi gibi kurallar kodlanabilir. kuşkusuz bunlar şimdilik spekülatif fikirler, fakat teknolojik imkanlar bu tip “reset” uygulamalarını hayal etmeyi kolaylaştırıyor.
universal basic income (ubi), yani evrensel temel gelir, her vatandaşa hiçbir koşul aranmaksızın düzenli bir gelir sağlanması fikridir. ubi, doğrudan borç silme politikası olmamakla birlikte, dolaylı olarak borç sorununa çözüm getirebilecek bir araç olarak tartışılır. zira günümüzde bireylerin borç batağına saplanmasının temel nedenlerinden biri, gelirlerinin temel ihtiyaçlarını karşılamaya yetmemesi ve geçinebilmek için borçlanmak zorunda kalmalarıdır. eğer devlet, herkese asgari geçimini sağlayacak bir gelir garantisi sunarsa, insanlar gündelik yaşamlarını idame ettirmek için kredi kartlarına veya tefecilere muhtaç kalmayabilir. bu da sistemdeki borç talebini yapısal olarak düşürebilir.
pandemi döneminde bazı ülkelerin vatandaşlarına doğrudan nakit destekler vermesi, ubi tartışmalarını ana akıma biraz daha yaklaştırdı. ispanya 2020'de yoksullarla sınırlı olsa da bir temel gelir programını hayata geçirme niyetini açıkladı. bazı şehirler ve bölgeler pilot ubi denemeleri yapıldı. eğer ubi yaygınlaşırsa, borcun toplumsal işlevi de dönüşebilir. şu anda borç, insanların gelecekte kazanacakları geliri bugünden harcamasını sağlayan bir mekanizma. fakat ubi varsa, insanlar gelecekte de emin oldukları bir gelire sahip olacakları için, belki bugünden borç alıp yük altına girme ihtiyacı hissetmezler. veya en azından borçlanma kararlarını daha temkinli alırlar, çünkü temel ihtiyaçları zaten garanti altındadır. bunun borç kültürüne etkisi olumlu olabilir. borç daha ziyade yatırım amaçlı veya lüks tüketim amaçlı kullanılan bir araç haline gelir, kimse kirasını ödemek için kredi kartına yüklenmez.
ubi'nın bir başka etkisi, mevcut borç stoklarına olabilir. şöyle ki, eğer insanlar temel gelire kavuşurlarsa, ellerine geçen ekstra parayı önce mevcut borçlarını temizlemekte kullanabilirler. ellen brown gibi bazı yazarlar, merkez bankası kaynaklı bir ubi'nin, tüketici borçları krizini çözebileceğini öne sürüyor. örneğin abd'de fed, wall street'i kurtarmak için 2008'de ve 2020'de trilyonlar harcadı; oysa aynı parayla her haneye on binlerce dolar dağıtılabilirdi. bu dağıtım yapılsa, hanelerin borçları önemli ölçüde kapanır, tüketim canlanır, ama enflasyon da kontrolden çıkmadan yönetilebilirdi diye argümanlar sunuldu. nitekim 2020'de ilk pandemi çekleri gönderildiğinde abd'de kredi kartı borçları belirgin biçimde azalmıştı; insanlar gelen parayla borçlarını kapatmaya yöneldi. bu minvalde, bazı ekonomistler ubi'yi modern dünyanın borç jubile aracı olarak konumlandırıyor. her ay devletin verdiği parayla belki kimse zengin olmaz ama en azından bankalara ömür boyu çalışıp faiz ödeme döngüsünden bir çıkış yolu doğabilir.
teknoloji de ubi kavramını geliştirmede rol oynuyor. blockchain tabanlı ubi denemeleri, idari maliyetleri düşürerek ve şeffaflığı artırarak temel geliri pratik hale getirmeyi amaçlıyor. örneğin dünyaca ünlü girişimci sam altman'ın kurduğu worldcoin projesi, iris taramasıyla dünya nüfusuna tekil kimlik verip herkese kripto cinsinden küçük bir temel gelir vermeyi planlıyordu. yine, yukarıda bahsettiğimiz circles projesi veya bazı dao (merkeziyetsiz otonom organizasyon) girişimleri, üyelerine periyodik “airdrop” (havadan token dağıtımı) yaparak bir nevi ubi sağlıyor. estonya e-vatandaşlığı gibi uygulamalar gelecekte global çapta dijital vatandaşlara temel gelir fikrini bile doğurabilir. belki büyük teknoloji şirketleri, kullanıcı verileri karşılığında herkese bir dijital gelir ödeyecekler. facebook'un libra projesi böyle spekülasyonlara yol açmıştı. eğer böyle modeller yerleşirse, borca dayalı tüketim paradigması zayıflayıp, hak temelli gelir paradigması güçlenebilir.
elbette ubi'nın eleştirileri de var. nasıl finanse edileceği, çalışmaya teşvikleri azaltıp azaltmayacağı gibi. ancak finansman konusunda son dönemdeki merkez bankası politikaları (sıfır faiz, parasal genişleme) göstermiştir ki, para yaratmak kriz dönemlerinde zaten sıkça yapılan bir şey. keynesyen ekonomi profesörü guy standing, “küresel bir ekonomik canlanma istiyorsak temel gelir neredeyse akla en yatkın çözüm” diyor. çünkü zenginlere, bankalara para pompalanınca ekonomi canlanmıyor, fakat halka doğrudan nakit verilirse talep artışıyla çarklar dönüyor. bu yaklaşım, borç ideolojisine de meydan okuyor; insanların yaşamaya hakkı vardır ve bunu borç altına sokmadan sağlamak uygarlığın görevidir. böyle bir ahlaki dönüşüm, belki ileride borç kavramının kendisini de daha insani boyuta çekecektir.
dijital devrim, borçların yönetimi ve olası “reset” senaryoları için yeni ufuklar açıyor. yapay zeka destekli ekonomik planlama, devasa verileri analiz edip erken uyarı sistemleriyle borç balonlarını tespit edebilir. örneğin bir ai modeli, hanehalkı borçluluk oranı kritik eşiği geçtiğinde hükümeti uyarıp otomatik önlemler önerebilir: vergi teşvikleriyle borç azaltma, faiz tavanları, belirli kitlelerin borç faizlerinin geçici olarak devletçe üstlenilmesi vb. hatta ileride, dijital merkez bankası parası yoluyla, politika yapıcılar negatif faiz uygulamasını bireysel düzeyde gerçekleştirebilir. şöyle düşünelim: bir merkez bankası dijital parası kullanılıyorsa, bu paranın belirli bir kısmı zamanla değer yitirecek (bkz: demuraj) şekilde programlanabilir. bu da fiilen borçlunun yükünü azaltıp nakitte oturmanın getirisini yok edeceği için, hem borçlar erir hem dolaşım hızlanır. bu tür uç politikaları uygulamak, analog dünyada zordu ama dijital parayla mümkün hale geliyor.
kredi notu sistemleri de ai ile daha kapsayıcı hale getirilebilir. şu an bankalar kredi verirken sert koşullar koyup ödenmezse acımasızca faiz bindiriyor. belki gelecekte ai tabanlı bir finansal danışman, borçluyu daha ilk aşamada uyarıp “bu krediyi alırsan %80 ihtimalle geri ödeyemeyeceksin, alma” diyebilecek. veya “aldın ama işler kötüye gidiyor, erken yapılandırma teklifi sunalım” diyerek, borç krizine gidişi engelleyecek. yani borcun önleyici affı veya yapılandırılması, ai'ın kişiselleştirilmiş tavsiyeleriyle ve akıllı sözleşmelerin esnekliğiyle sağlanabilir.
daha radikal bir perspektif de büyük reset (bkz: great reset) söyleminde ortaya çıkıyor. dünya ekonomik forumu'nun 2020'de ortaya attığı büyük reset vizyonu, küresel ekonominin sürdürülemez yanlarını, ki borç bunların başında geliyor, kökten ele almayı öneriyordu. her ne kadar komplo teorilerine malzeme olsa da, gerçekçi bir zemin de var. küresel borç/gsmh oranı %360'ları bulmuş durumda. bu yük, tarihsel normların çok üzerinde ve pek çok ekonomist bunun geleneksel yöntemlerle geri ödenemeyeceğini düşünüyor. o halde bir noktada dünya liderleri masaya oturup, antik krallara öykünerek borçların bir kısmını silmeye karar verebilir mi? belki evet, belki hayır. ancak teknolojinin buradaki katkısı, olası bir koordineli resetin etkilerini modelleme ve dağıtma konusunda olur. yapay zeka simülasyonlarıyla, örneğin küresel borçların %30'unun affedilmesi durumunda hangi bankanın ne kadar sermaye eksiğine düşeceği, hangi emeklilik fonunun batacağı hesaplanabilir; bunlar tazmin edilerek sistemik çöküş engellenirken borç yükü hafifletilebilir. böyle sofistike bir planlama, 1930'larda hayal bile edilemezdi ama şimdi veri bolluğu sayesinde mümkün.
bir diğer teknoloji katkısı da, şeffaflık yoluyla gelebilir. borçların çoğu karmaşık finansal enstrümanlarla defalarca el değiştiriyor, gerçek alacaklı ve borçlu kim bazen muğlak. blockchain gibi kayıt sistemleri, borçların izini herkese açık tutarak, bir affın veya yeniden yapılandırmanın hakkaniyetli yapılmasını sağlayabilir. mesela 2008 krizi sonrası abd'de kamu bankaları kurtardı ama bundan en çok faydayı vurguncular gördü, evini kaybeden milyonlarca insan mağdur kaldı. eğer borç verileri şeffaf olsa, belki devlet doğrudan ipotekli ev sahiplerinin borcunu silip bankaları da dengeleyebilirdi. teknoloji, bu tür borç takas mekanizmaları kurmayı kolaylaştırabilir. örneğin borç takas borsaları kurulabilir. borcunu ödeyemeyen birisi, alacaklısına dijital varlıklar veya gelecekteki gelir payı gibi alternatiflerle akıllı sözleşme aracılığıyla anlaşabilir; alacaklı da bunu alıp piyasada satabilir. aslında geleneksel yapılandırmaların tokenizasyon ile hızlandırılmış hali denebilir.
tüm bu hayali gözüken fikirlerin ötesinde, şunu teslim etmek gerek; kapitalizm, bugüne dek borç krizlerini ya bir şekilde affederek (iflaslarla, enflasyonla) ya da öteleyerek (yeni borçla eski borcu kapatarak) atlattı. önümüzdeki dönemde de benzer bir yol ayrımındayız. teknoloji ve yeni fikirler, belki de ilk kez, borcu kalıcı olarak daha sürdürülebilir kılmanın araçlarını sunuyor. eğer siyaset kurumu cesur davranırsa, antik dünyanın periyodik jübile geleneğini güncelleyip, örneğin dijital bir jübile formatında uygulayabilir. bu, her 50 yılda bir değil belki her 50 günde mikro düzeyde, belki her 10 yılda bir makro düzeyde bir temizlik şeklinde olabilir. kripto sistemlerden, ubi deneyimlerinden ve yapay zeka destekli planlamadan öğreneceğimiz çok şey var.
borç, insan toplumunun kadim bir unsuru olsa da ebedi ve değişmez bir kader değildir. tarih bize, borcun toplumsal sonuçlarının farkına varan medeniyetlerin kimi zaman radikal çözümlere başvurmaktan çekinmediğini gösteriyor. antik mezopotamya kralları, sosyal düzeni korumak adına borçları sıfırlayabiliyordu; tevrat, adil bir toplum ideali için periyodik borç affını kutsal kıldı; farklı kültürler kendi yöntemlerince borç zulmünü hafifletmeye çalıştılar. kapitalizm ise bir yandan borcu küresel büyümenin motoru haline getirirken diğer yandan borcun ideolojisini zihinlerimize işlemiş durumda. bugün borç almadan eğitim almak, ev sahibi olmak, iş kurmak neredeyse imkansızlaştı; borç bir hayat tarzı haline geldi. ancak bu gidişat sürdürülebilir değil. borç balonları patladıkça, geçmişin jübilelerine benzer adımlar atmak tekrar gündeme geliyor.
kimi düşünürler, borç affının ahlaki tehlike (moral hazard) yaratacağını, yani borcunu ödemeyenin ödüllendirilmesiyle dürüstlerin enayi konumuna düşeceğini iddia eder. bu görüş haklı riskler barındırsa da, öte yandan borcun mevcut düzeninin de ciddi bir ahlaki tehlike yarattığı ortada: devasa finans kuruluşları batma noktasına gelince kurtarılıyor ve borçları affediliyor ama bireyler ve fakir ülkeler borç altında ezilmeye terk ediliyor. bu çifte standart, borcun ahlaki söyleminin aslında güç ilişkilerine göre esnetildiğini gösteriyor. o halde belki de, borç konusunda yeni bir ahlak tanımına ihtiyacımız var. david graeber'in dediği gibi: “borç, her zaman ödenmesi gereken bir şey midir? eğer ödeyemeyecek durumdaysanız, belki de toplum olarak bu borcu silmek daha erdemli olabilir.”
gelecekte, teknolojinin de yardımıyla, daha hakkaniyetli bir borç sistemi tasarlamak elimizde. belki global bir anlaşmayla, en yoksul ülkelerin borçları tamamen silinecek ve yeni borç mekanizmaları şeffaflık içinde kurulacak. belki ulusal düzeyde, vatandaşlık geliri gibi uygulamalar borç sarmalını kesecek. veya en azından iflas eden bireylerin yeniden hayata başlamasını kolaylaştıracak yapılar yaygınlaşacak. örneğin abd'de şahsi iflaslar 7 yılda kredi sicilinden silinirken avrupa'da bu süre daha uzun; bunlar kısaltılabilir. son tahlilde, amaç insanlığı borç köleliğinden kurtarmak olmalı ki bireyler ve toplumlar enerjilerini üretken ve yaratıcı işlere adayabilsinler, sırf borç ödemek için yaşamasınlar.
antik dünyanın hikmet dolu kadim deneyimleri, bize borcun özünde bir toplumsal sözleşme olduğunu hatırlatıyor. toplum isterse bu sözleşmeyi yeniden yazabilir. jübile geleneği, belki modern formunda geri dönerek yeni bir ekonomik baharın kapısını aralar. krizler, tehlike kadar fırsat da barındırır. marx'ın öngördüğü gibi, kapitalizmin çelişkileri bizi bir eşiğe getiriyor; ama bu eşiği nasıl aşacağımız bizim irademize bağlı. borçların affedildiği, yeniden başlayabildiğimiz, finansal sistemin insan ihtiyaçlarına göre tasarlandığı bir geleceği yaratmak ütopik değil. sonuçta tarih, sürekli tekrar eden bir borç ve af döngüsüdür. ama-gi tabletlerinde kazınan özgürlük ideali, belki de günümüz insanının kulağına fısıldıyor: bazen en iyi çözüm, sil baştan başlamaktır.