İnsanı Aileden Soğutan Durum: Türk Ebeveynlerin Çocuklarının Sürekli Bağırıp Ağlaması

Ülkemiz çocuklarındaki enteresan ağlama alışkanlığını masaya yatıralım.
İnsanı Aileden Soğutan Durum: Türk Ebeveynlerin Çocuklarının Sürekli Bağırıp Ağlaması
iStock

tespit şu şekilde

türk çocuklarının sürekli bağırıp ağlaması gerek yurt dışı tatillerinde, gerekse türkiye içinde turistik bölgelerde yaptığınız tatillerde daha net gözlemleyebileceğiniz sinir bozucu bir hadise.

elin almanının rusunun 3.5 yaşındaki bebesi sandalyede oturup herhangi yardım almadan eline çatal bıçak alıp köftesini parçalar yer, bizim 6 yaşındaki ayaz uras kuzey alya mira burnundan sümükler akarak ağlarken yerde sürünüp sandalyenin bacaklarını sinirden kemirmekle meşgul.

herhangi bir cafe/restorana gidersin, çocuklar çığlık çığlığa, en ufak işini yaptırabilmek için çığlık atıyorlar. anne/baba çocuğun maskarası olmuş, bağırmasın diye üzerine cep telefonunu fırlatıyor, her dediğini yapıyor. bir kısmı da artık o kadar hissizleşmiş ki çocuk çığlığı kulağına fısıltı gibi geliyor. doğru düzgün ilgilenmeyecekseniz yapmayın şu çocuğu. işin enteresan tarafı bunlar güya yeni dönemin "ilgili/anlayışlı/çocuk psikolojisinden anlayan" ebeveynleri...

çevremde gördüğüm kadarıyla nedenlerini sıralamak isterim

çocukların adam yerine konmaması: çocuğa ağam paşam demekten bahsetmiyorum. çocuğa kulak vermek, ihtiyacını görmek, durumunu anlamak gibi şeyler bizim kültürümüzde yok.

çocuğu kimsenin dinlememesi: çocuklar ilk adım olarak bağırmazlar. anne baba ve çevredeki insanlar çocuktan görünmez olmasını isterler ve genelde ilk söylediğinde duymazlar. duysalar önemsemezler. göz hizasına gelmezler. çocuk son çare olarak bangır bangır bağırır. dikkat ederseniz bu çocuklara özgü de değildir. türkiye'de hangi işinizi insan gibi konuşarak halledebildiniz, kaç kere bağırma aşamasına geldiniz oradan anlayabilirsiniz. birbirimizi de dinlemiyoruz da çocukları hiç dinlemiyoruz:


bunun normal karşılanması: çocuğun ağlaması, bağırması o kadar normalleşmiş ki, çocuk normal sesiyle bir şey istediğinde aslında istemiyor gerçekten istese ağlardı gibi bir algıyla yaklaşılıyor.

çocuğu sinirlendirmenin çocukla ilgilenmek sanılması: bu benim şahsen en anlayamadığım hareket. ama çok görüyorum. çocuk sinirlendirilecek şekilde özellikle davranan aile bireyleri var. sakinleştirmeye değil daha da delirtmeye yönelik. çocuk bağırır. anne ya da baba sarılacak şefkat gösterecek yerde bağırır, vurur. ya da çocuk çok normal bir hareket yaparken sakın şunu yapmaaaa diye arkasından seslenir.

çocuğa bağırmak, aşağılamak, hakaret etmek, öğüt vermek, izni olmadan dokunmak, öpmek, yanağını sıkmak (morartacak kadar sıkan bir arkadaşı vardı annemin, ben böyle severim diyordu ruh hastası) normal bizde. çocuklar az bile yapıyorlar bence.

bir başka olası sebep

türk çocuklarının sürekli bağırıp ağlaması, annem babam bana otoriter davrandı ben çocuğumu özgür bırakayım kafasının sonucudur.

5 yaşında hareketli ama uyarıldığında sessiz sakin durmayı öğrenmiş bir erkek çocuğum var. bu noktaya nasıl gelebildik? vallahi çok zor, oldu hele ki erkek çocuğuyla daha da zor. parkta, bahçede, futbol okulunda, müzede vs dışarda neredeyse artık söylediklerimi yapmadı mı? şımardı mı? oranın kurallarına birkaç kez uyarmama rağmen uymadı mı? hemen eve. bu kadar. bitti.

her çocuk kuralları reddeder, dünyayı kuralsız yaşamak ister, bu gayet doğal. yalnız o kurallar öğrenilecek ve çocuk medeni dünyaya öyle veya böyle ayak uydurmak zorunda kalacak. sen özgür bıraksan da okulda öğretmeni, parkta bir başkası, alt komşu vs tımar edecek o çocuğu. neden başkasına laf ettirip çocuğunun canını sıkmasına sebep olasın ki, sen öğret?

bu batıda yetişen çocukların mum gibi olmasının sebebi ebeveynlerin sıfır tavizle çocuklarına defalarca kurallara uyması gerektiğini, uymadığında yaptırımının olduğunu öğretmeleri. çok basit aslında. deneyin %100 çalışıyor.

alfred adler'den bir alıntı ile bitirelim

“bir çocuk okula adım atar atmaz kendini toplumsal yaşam bakımından yeni bir sınav karşısında bulur ve bu sınav çocuktaki bütün gelişim hatalarını gün ışığına çıkarır. okula başlayan bir çocuk, o zamana kadar içinde bulunduğu topluluktan daha geniş bir insan topluluğu içinde yaşamak ve bu yaşama uyum sağlamak zorundadır; evde nazlı büyütülmüş bir çocuksa, daha önceki el bebek gül bebek yaşamına sırt çevirip okuldaki diğer çocukların arasına karışmaya pek yanaşmayacaktır. dolayısıyla, daha okula başladığı ilk gün, şımartılmış bir çocuktaki toplumsallık duygusunun kapsamını kestirebiliriz. böyle bir çocuk belki ağlayıp sızlayacak, yine eve dönmek isteyecek, ne okuldaki çalışmayla ne de öğretmenle ilgilenecektir. kendisine söylenen şeye kulak vermeyecek, çünkü bütün zaman kendisinden başka bir şeyi düşünmeyecektir. ileride de aynı şekilde davranması durumunda okulda gereken ilerlemeyi gösteremeyecektir. anne ve babalarından işitip öğrendiğimize göre, sorunlu çocuklar evde yakınma konusu yapılacak hiçbir davranışta bulunmamakta,
yalnızca okulda söz konusu davranışları sürekli sergilemekte, anne ve babalarını üzüntüye sokmaktadır. böylesi çocukların kendilerini evde çok rahat hissettiğini tahmin edebiliriz. çünkü evde kimse kendilerinden bir şey istememekte, gelişimlerindeki aksayan noktalar göze gözükmemektedir. okulda ise şımartılmaları sona ermekte, bu da kendileri tarafından aşağılayıcı bir durum gibi algılanmaktadır.”

alfred adler-yaşamın anlamı