İnsana Aşk Hakkındaki Tüm Duyguları Hissettirme Gücüne Sahip Albüm: Astral Weeks

İrlandalı şarkıcı Van Morrison'ın 1968 tarihli albümü Astral Weeks, çıktığından beri gücünden ve güzelliğinden bir şey yitirmemiş bir albüm. Sözlük yazarı "kimi raikkonen", Astral Weeks'i müziğin hissettirdiklerini de anlatarak etraflıca incelemiş, iyi de yapmış.
İnsana Aşk Hakkındaki Tüm Duyguları Hissettirme Gücüne Sahip Albüm: Astral Weeks
Van Morrison / Mojo


tüm hayatım boyunca en basitinden tutun da en karmaşığı ve acayipine kadar pek çok müzik türünden sanatçıya kulak verdim. u2 benim için her zaman en büyük oldu ve bu sanırım asla değişmeyecek. pink floyd müthiş besteleri ve dahice lirikleriyle benim için hep bir fenomen olarak kaldı. indie olarak adlandırılan müziğe bulaştım ve içinden çıkmam mümkün olmadı. tindersticks beni kalbimden yaraladı, the smiths bana garip bir şekilde yaşama gücü verdi. punk'ın nihilizmine değil, öfkesine vuruldum; sadece the clash bile (hâlâ bu türün en yetkin grubu olarak) bu türü sevmem için yeterli bir başlangıçtı: onlardaki basit gücün etkileyiciliğine kapılmamak imkânsızdı. rap müziğini (etrafımdaki çoğu rap düşmanı arkadaşıma rağmen) sevdim; public enemy ve n.w.a gibi agresiflerinden tutun da, de la soul, a tribe called quest gibi caz tınılarını bünyesinde barındıranlarına kadar hepsine (daha doğru bir deyimle, bu müziği kaliteli yapanların hepsine) sempati duydum. ambient müziğini (haliyle) brian eno ile keşfettim, the orb, aphex twin, boards of canada gibi sanatçılar sayesinde bu türü daha da sevdim. tortoise sayesinde post-rock'a tutuldum (yine de rock'ın öldüğüne inanmıyorum), doğal olarak slint'i keşfettim (sevgili osman kaytazoğlu sayesinde) ve bu türün 21. yüzyıla damgasını vuracağını farkettim.

The Smiths

ancak tüm bu müzikal araştırma ve dinlediği hiçbirşeyden tam anlamıyla tatmin olmama ve hep yeni ve farklı arayışlara yönelme sürecim sonucunda, sadece tek bir şeyden emin olabildim: en güçlü şarkılar aşk şarkılarıydı ve bunun aksini kimse iddia edemezdi. aşk bir insanın hissedebileceği en güçlü duyguydu, bu yüzden en güçlü şarkıların da aşk ile ilgili olması elbette sürpriz olmayacaktı. duygusal yoğunluk olarak aşk ile yarışabilecek tek bir his vardı; o da, aşkın bittiği yerde başlayan üzüntü ve geçmişe duyulan özlemdi, ki bu da zaten aşk ile doğrudan ilintiliydi. sanırım az sonra iddia edeceğim tezin doğru çıkmış olması tesadüf olamaz: evet, en güçlü şarkılar aşk şarkılarıdır, ancak bunların da içinde en güçlüleri "biten aşk"a yazılan şarkılardır. mutlu bir ilişkiyi anlatan bir şarkının, o ilişkinin yarattığı yıkımdan bahseden bir şarkıdan daha güçlü olması olasılığı pek yüksek değildir.

sanırım ne demek istediğimi anladınız: evet, aşk çok güçlü bir şeydir, ancak aşkın bitişi bundan bile daha güçlü olabilir. ve işbu entry'nin konusu olan albüm, van morrison'ın "astral weeks"i, bence en ufak bir tartışmaya yer bırakmaksızın bütün zamanların en güzel aşk albümüdür. bundan yola çıkarak "astral weeks" için müzik tarihinin en üstün albümü yorumu da yapılabilir. buna katılmayabilirsiniz, ancak "müzik tarihinin en üstün albümü" gibi ateşten bir gömleği taşıyabilecek kapasitede çok az albüm vardır ve "astral weeks" de bu birkaç albümden biridir. mutlu aşkları anlatmaz "astral weeks", aşk acılarını anlatır; bu albümü böylesine eşsiz yapan şey budur.

Van Morrison - Astral Weeks (Album)


çok uzun bir giriş oldu, ama ben bu albümle ilgili yüzlerce sayfalık bir kitap bile yazabilirim (inanın bunu yapabilirim). bir albümün gerçek gücü nerede yatar? sadece melodikliğinde mi? hayır. sadece güzel sözlerden oluşmasında mı? hayır. sadece sanatçısının hislerini bize direkt olarak sunabilmesinde mi? hayır. bunların hepsinin toplamında mı? evet. "astral weeks"in, ki ilk yayımlanışından bu yana 35 yıldan uzun bir süre geçmiştir, 1 milyondan az satmasına rağmen bu kadar çok insanı etkilemesindeki asıl neden budur. aşkı gerçek anlamıyla yaşamış, hissetmiş bir insanın bu albümü beğenmemesi mümkün olamazmış gibi geliyor bana.

elbette zevkler ve renkler tartışılmaz, herkes seçiminde özgür olmalıdır, ama bu albümü hissedememek "müziği hissedememek" demek benim için. buradan albümün üzerimde nasıl bir etki bıraktığını anlayın artık. "astral weeks"i henüz ilk dinleyişimde, 3. şarkı olan sweet thing'e geldiğimde hüngür hüngür ağlıyordum. insanlar müzikten etkilenip ağlarlar, bu normal olabilir; ama beni "astral weeks" dışında hiçbir albüm veya şarkı daha ağlatmış değildir bugüne dek. resmen mahvolmuştum, bu kadar güzel bir şey olamazdı, bu bir rüya (daha doğrusu kâbus) olmalıydı. bir insan olamazdı bu şarkıları besteleyen kişi.

Van Morrison, John Lee Hooker ile stüdyoda.

tamamen analog ekipman ile kaydedilen 8 şarkılık, 46 küsür dakikalık bu albümün kendi adını taşıyan ilk şarkısı 7 dakikalık bir manifesto. sadece bu şarkı bile bir albüm kadar güçlü. "if i ventured in the slipstream between the viaducts of your dream" (rüyalarının köprüleri arasındaki rüzgara kapılıp gitmeye cüret etseydim eğer şeklinde çevirebiliriz) diye giriyor morrison şarkıya, akustik gitarı eşliğinde. ancak bu gitar bildiğimiz akustik gitarlardan değil, öylesine bir atmosfer yaratıyor ki, tarifi mümkün değil. şarkının daha başlarında tüyleriniz diken diken oluyor ve albüm bitinceye kadar bu kahrolasıca tüyler bir türlü eski haline dönemiyor. "could you find me? would you kiss my eyes?" diyor morrison; "to lay me down in silence easy to be born again" diye ekliyor ve bu sözlerin ardından şarkının sonunu şöyle bağlıyor: "in another time, in another place..." ardından beside you geliyor ve 5 dakika boyunca beyninize kan gitmesine engel oluyor. bir arkadaşım bu şarkıyı her gece dinlemeden edemediğini söylemişti; evet, tam bir gece şarkısı.

Van Morrison - Beside You


"sweet thing" adı gibi son derece tatlı bir şey olmasına rağmen, lirikleriyle albümün en melankolik parçalarından biri. "i will never ever grow so old again" diyor morrison nakaratta ve böylece aşkın belki de tüm müzik tarihi boyunca yapılmış en güzel tanımına imza atmış oluyor. gerçekten de aşk, süresince farkına varamasak da, bizi olduğumuzdan daha yaşlı yapmıyor mu? cyprus avenue bob dylan'ın blues'unun inanılmaz derecede yavaşlatılmış bir hali gibi: "everytime i try to speak, my tongue gets tied... i think i'll go on by the river with my cherry wine". böylesine kasvetli bir albüm için bile depresif sözler bunlar.

"astral weeks"in b-yüzü albümün en ünlü şarkısı olan the way young lovers do ile açılıyor. bu parçayı morrison'dan sonra sayısız müzisyen yorumladı, bu yorumların içinde en iyisi sanırım jeff buckley'ninkidir. ancak jeff'in güzelim sesiyle yaptığı o muhteşem yorumu bile orijinal versiyonunun yanında acemi işi gibi kalır.

Jeff Buckley - The Way Young Lovers Do


yaklaşık 10 dakika süren madame george satırlara sığamayacak kadar dolu bir şarkı (i mean it). ballerina the smiths'in i know it's over ile ulaştığı görkemli seviyenin bile üzerinde. bu adam, ki albümü kaydettiğinde 25'inde bile yokmuş, bunca şeyi hangi iki arada bir derede yaşamış? hadi yaşamış diyelim, böylesine güzel melodiler bulmayı nasıl başarmış? hadi onu da başarmış diyelim, peki ama bu olağanüstü olgunluktaki sözleri nasıl yazmış? van morrison'a gerçekten söyleyecek söz bulamıyorum: büyük adamsın vesselâm. finaldeki 3 küsür dakikalık slim slow slider da, aynı daha önceki 7 şarkı gibi, sizi öylesine gerçekçi bir atmosferin içine sokuyor ki, "aha" diyorsunuz, "eğer aşk bir din ise, van morrison bu dinin peygamberi olmalı": "you're gone for something, and i know you won't be back... / everytime i see you, i just don't know what to do".

Van Morrison - Slim Slow Slider


"astral weeks"in yanına ilişki sonlarında kesinlikle yaklaşmayın, böyle bir dönemde bundan daha intiharsal bir şey bulamazsınız. bakın; bundan daha intiharsal bir albüm bulamazsınız demiyorum, bundan daha intiharsal bir şey bulamazsınız diyorum. bu dönem haricinde ise "astral weeks"i başucu albümünüz yapın. hangi tür müzik dinliyor olursanız olun, bu albüme muhakkak bir şans verin. müzik tarihinin en güzel aşk şarkıları burada. aşk da, zaman zaman buna ben kendim bile inanmasam da, insanoğlunun tadabileceği en güzel şey.