IMDb Puanı 8'in Üzerinde Olmasına Rağmen Çok Fazla Kişi Tarafından Bilinmeyen Şaheser Filmler
la maman et la putain
bir gece saat 03.00'de başladığım ve gözümü kırpmadan, bolca sigara tüketerek, yoğun bir hayranlık duygusuyla tamamladığım film, baş yapıt. yeni dalga'nın (bkz: nouvelle vague) çokça taklit edilen bir modaya donüşmesi sonrasında, jean eustache bu filmle radikal bir çıkış gerçekleştirmiş ve akımı silkeleyerek ona yeni bir heyecan kazandırmıştır. fransızlar başta olmak üzere, dünyanın dört bir yanındaki sinema yazarları bu filmi tüm zamanların en iyileri arasında gösterirler. haksız da sayılmazlar.
la haine
birey olmalarına karşı koyan herşeyi yokederek rüştünü ispatlamaya didinen bir avuç gencin öyküsünden çok, proje bloklarında, diaspora tadında bir yaşam sürmekte olan üç gencin kollektif bir bilinçle, "dünya bizimdir" tabelasına cesurca "dünya sizindir" diyebildiği bir filmdir... yabancılaşılmış, sözde steril bir toplumda ayakta kalma mücadelesidir la haine, taa ki iniş anına kadar.
barry lyndon
görselliğin yanında işitsel olarak da hayli keyifli bir film, shubert'in inanılmaz piano trio in e flat'ı film sırasında sık sık çalar, aklımıza kazınır.
aynı zamanda mozart, haendel,bach gibi müzik tarihinde ismi pek duyulmamış adamların besteleri vardır.
ashes and snow
meditasyon yapma nedeni film.. hatta evet meditasyonun kendisidir pekala!! muhteşem bir görsel!!
the man from earth
12 angry men gibi genellikle tek bir odada geçiyor. pozitivist bilim adamları ve 14000 yaşında olduğunu iddia eden bir adam aynı odada bu sefer. şüpheden şüpheye sürüklüyor. oldukça sade ve bi kaç müzik haricinde tek planda yapılan çekimlerle kotarılmış. geniş kitlelere seslenen bir film olsaydı oldman ın anılarını görme imkanına kavuşabilirdik ama belli ki iyi bir kadroyla ve düşük bir bütçeyle zihinde soru işaretleri yaratmayı yeğlemişler. güzel bir film. inanmıyorsanız (bkz: imdb)
dare mo shiranai
sorumsuz bir annenin, "mutlu olmak benim de hakkım" felsefesinden yola çıkarak, bencilliğinin esiri olup, sorumluluğu büyük oğluna bırakarak çocuklarını terkedişini anlatıyor. bu terk edilişten sonra, kalanlar için iç parçalayan bir mücadele başlıyor. herşeyin para demek olduğu bir dünyada, tek gayeleri birarada olabilmek olan dört kardeşin mücaledesi, dare mo shiranai. bir de, bu kardeşleri severek onlara destek olan bir park arkadaşları var ki, o kızcağızın, elindeki cep telefonunun simgelediği zengin aile statüsüne rağmen, para bulmak istediği an gençliğini ve dişiliğini kullanması, yönetmen yine dünyamızın ne denli acımasız olduğuna işaret edivermiş. vik vik ses çıkaran ayakkabılarıyla, güzel gözlü ve kardeşler arasında en talihsiz olan yuki'nin sevimliliği ise hafızamdan silinecek gibi değil.
le scaphandre et le papillon
eğer gerçekten iyi bir görüntü yönetmenliği örneği görülmek isteniyorsa izlenilmesi gereken film.
kameralar çok sıradışı kullanılmış, bir anda kendinizi jean dominique bauby'nin yerinde buluyorsunuz. ve filmdeki bir ilginçlik de şu: filmin neredeyse ilk üçte birinde başroldeki oyuncuyu hiç göremiyorsunuz. içinizde acayip bir merak uyanıyor, nasıl, acaba ne hale geldi diye. düşünüyorsunuz, böyle gizli tutulunca karakter, ilk gösterim etkileyici olmalı, nasıl gösterilecek acaba ilk defa diye. ve gerçekten de çok etkili bir şekilde, hiç beklemediğiniz bir anda çatt diye karşınıza çıkıyor, donakalıyorsunuz. filmin en etkili sahnesi de buydu bence.
bound by honor
1993 yılında taylor hackford'un çektiği filmdir. çok kalabalık bir oyuncu kadrosuna sahip olan bu filmde 80li yıllarda amerika'daki ve hapishanelerindeki etnik çatışmaların boyutları incelenmiştir. meksikalı, zenci ve beyaz ırkçıların çeteleşmeleri bunların nasıl çatıştıkları can alıcı bir biçimde aktarılmıştır. filmde özellikle meksikalıların çetesini temsil eden dövmeler ve el dia del muerte sahneleri belleğimizden silinmemiştir. rol alan oyunculardan bazıları benjamin bratt, damian chapa, jesse borrego, enrique castillo, raymond cruz ve billy bob thorntondır... filmin müziklerini de bill conti yapmıştır.
the return
en az iki kere izlenmesini şiddetle tavsiye ettiğim film. hayır, yanıtlanmamış sorulara yanıt aramak için değil; baba bunca zaman nerdeydi, ne iş yapardı, kutuda ne vardı, hiçbiri önemli diildir zira. karakterlerin her izleyişte nasıl derinleştiğini, hepsiyle (baba da dahil olmak üzere) nasıl daha büyük bir empati kurduğunuzu görmek için. ufaklığın "baba" diye haykırdığı sahnede ağlamak için.
gerçekten de, son zamanların en güzel filmi. oyunculuk, görüntü, yönetim ve senaryo (ki yönetmen zvyağıntsev'e ilk olarak bir gerilim-polisiye şeklinde gelen senaryo yönetmenin bakış açısı doğrultusunda tekrar şekillenmiş, bu halini almıştır, ne de iyi olmuştur) anlamında dört dörtlük.
the war on democracy
mutlaka izlenmesi gereken, şahane belgesel. hem ülkeler içindeki sınıflar arası zihniyet farklılıklarını, hem de ağabey ülke ile latin amerikadaki küçük kardeşler arasındaki niyet ve istek çeşitliliğini sade bir dille anlatıyor. emperyalist demokrasi ve işleyişinin teoride değil pratikte ne gibi sonuçlar doğurduğunu da gözler önüne seriyor.
özellikle hugo chavez ve cia yetkilileriyle yapılan röportajlar, zaten bilinen şeyleri insanların ağzından bir daha dinlemenizi sağlıyor.
the big lebowski
bir kere izleyip keyif alanın en az 15 kere daha izleyebileceği film .yurtta 3 haftaya bir the big lebowski gecesi yaptığımı hatırlıyorum.bu sadece bir film değil , bir yaşam tarzıdır , paylaşılan duygulardır -ahbap burda duyguları paylaşıyoruz-. bu filmi seven insanlar birbirleriyle inanılmaz iyi anlaşırlar ,çok da geyiktirler.ancak çoğu insanın da 'ulan bu muydu bea!' dediği de doğrudur.onlara pek aldırmayın.bu film sizin hayata bakış açınızı değiştirebilir.
(ilk filmde sevmediyseniz bir daha izleyin , olaylar değil diyaloglar, kişiler değil karakterlerin davranış biçimleri önemli).
o halı odayı dolu gösteriyordu ahbap.