II. Dünya Savaşı Sonrası ABD'de Uyum Sağlamayı Reddeden Aşmış Nesil: Beat Kuşağı
herkes savaş sonrasında tipik bir burjuva hayatı yaşamaya başlamışken ve kimse hiçbir konuda uçlara gitmezken, onlar otostopla ülkeyi dolaşmaya, caz dinlemeye, edebiyatla ilgilenmeye, şiir okumaya, içmeye, çekmeye, doğu felsefeleriyle ilgilenmeye, her türlü ayırımcılığa ve savaşa karşı çıkmaya, kısacası canları ne istiyorsa onu yapmaya başlamışlardır.
değiştirme gücüne sahiptiler ve değiştirdiler de. burroughs un dediği gibi "değişimin gerçek mimarları" ydılar. hippilere ön ayak olmuşlardır. çıkışları six poets at the six gallery isimli şiir gecesinde olmuştur. bu gecede ginsberg "howl" (uluma) isimli şiiri okumuştur ve büyük bir etki yaratmıştır. bunun üzerine ferlinghetti şiiri yayımlamayı önermiş ve kitap beklenen ilgiyi görmüştür. aslında kuşağın ilk romanı john clellon holmes un "go" isimli romanıdır, ancak bu roman fazla ilgi görmemiş ve hiçbir hareket başlatmamıştır. kuşağın en büyük patlama yapan ve en önemli romanı ise jack kerouac ın "on the road" (yolda) isimli romandır ve insanlar bu romanı sahiplenmişler, okuyup yollara düşmüşlerdir.
akım genel olarak bir edebiyat akımı olsa da sadece edebiyatla sınırlı kalmamış, sanatın diğer dallarına da sıçramıştır. müzikteki en bilinen temsilcisi, daha çok bir hippi olarak anılsa da bob dylan olarak gösterilebilir (şiirleri beat literatürüne geçmiştir), jim morrison da beatlerden oldukça etkilenmiştir, janis joplin de bir hippiden çok bir beatnik olduğunu belirtmiş ve şöyle bir cümle sarfetmiştir: "aradaki fark; bir hippi bir gün bu dünyanın güzel bir yer olacağına inanır, bir beatnik ise buranın her zaman boktan bir yer olarak kalacağını bilir". okunması, bilinmesi, unutulmaması, gelecek nesillere aktarılması gereken kuşak.
bir de ginsberg ün şu sözünü de belirtmek gerekir: "yapacak büyük bir işimiz vardı ve bunu yapıyoruz. amerika nın ruhunu kurtarmaya ve iyileştirmeye çalışıyoruz."
genel olarak, “beat kuşağı” terimini jack kerouac’ın, sonradan new york times’ta bu konuda “işte beat kuşağı” adlı bir makale yazan roman yazarı john clellon holmes ile 1948 yılındaki bir sohbet sırasında yarattığı kabul edilir. bu doğrudur, fakat “beat” teriminin gerçekte ne anlama geldiğini açıklamaz.
aslında orijinal kelime “kötü” ya da “harap” ya da “harcanmış”tan öte bir anlam taşımıyordu. bu kelime her zaman bu şekilde kullanılır. birisi sigaradan son bir nefes çekmeye çalıştığında ve sadece küller kalmış olduğunda, “öldür gitsin”(don’t bother, it’s beat) denir. ya da yorgun olduğunuzda “ölüyorum”(i’m beat) dersiniz. “beaten-down”, “beaten-up” ve “beaten-out” vardır. çağrışımları yenilgi, teslimiyet, hayalkırıklığıdır.
kerouac’ın kendisini ve arkadaşlarını tarif ettiği “beat”lik, ikinci dünya savaşı sırasında yetişkin hale gelmiş, fakat saf askerler ya da halinden memnun genç iş adamları olarak uyum sağlayamamış zeki genç amerikalılar idi. “beat”lerdi çünkü sıradan işlere inanmıyorlardı ve kirli dairelerde yaşayarak, yemek parası için uyuşturucu satarak ya da suç işleyerek, sıkılmadan yerlerinde duramadıkları için ülke çapında otostop çekerek hayatta kalmaya çabalamak zorundalardı. “beat kuşağı” terimi ernest hemingway’in (birinci dünya savaşı sırasında yetişen) kendi topluluğunu –gertrude stein tarafından rastgele söylenen bir sözden aldığı bir terim olan- “kayıp kuşak” olarak tarif etmesini taklit etmek amacıyla söylenmişti.
fakat “beat” teriminin ikinci bir anlamı daha var: “beatific” ya da kutsanmış ve kutsal. dindar bir katolik olan kerouac, bir çok kereler, kuşağını “beat” olarak tarif ederek ezilenlerin gizli kutsallığını yakalamaya çalıştığını açıklamıştır. aslında, bu belki de kerouac’ın eserlerindeki en merkezi temadır (on the road [yolda] ve the dharma bums’taki [zen kaçıkları] azizvari serserileri ve yalnız kamyon şoförlerini düşünün.)
2 nisan 1958’de, “beat çılgınlığı” topluma yabancılaşmış genç erkek ve kadınları bir sel halinde san francisco’nun kuzey plajı civarına toplamışken, san francisco chronicle köşe yazarı herb caen “beatnik” terimini yarattığı bir köşe yazısı yazdı. “nik” son eki ibrani argosunu (“nudnik”, vs.) çağrıştırdı fakat aslında sovyetler birliği’nin uzaya fırlattığı, komünistlerden korkan bir çok amerikalı’nın kalbine korku salan “sputnik” adlı uydudan alınmıştı. tabii ki “beatnik” sahteci bir terimdi.
“beat” serseriler ve tükenmiş proleterler anlamına gelirken, “hip” terimi; geceleri times meydanı’nda takılan, süslü giyimli, uyuşturucu ve alkol alan seks düşkünü karakterler olan “hipster”dan geldi. kerouac, neal cassady ve william burroughs “hipster”lara bayılıyordu ve topluluklarına burroughs’un –on the road’da hassel ve junky’de herman olarak görünen- gerçekten dejenere bir hipster olan junkie arkadaşı herbert huncke’yi dahil ettiler. howl’da (uluma) allen ginsberg “angel headed hipster”lara (ferit edgü’nün çevirisine göre -- melek kafalı inançlılar) şapka çıkarır. öyle görünüyor ki bu dönemde “beat” olmanın iki yolu var idi: ülkeyi karış karış dolaşan “beatnik” yük kamyonlarına atlayıp turlayan ve parklarda uyuyan bir serseri olabilirdi, fakat şehirde kalan “beatnik” ayakta kalabilmek için bir “hipster” rolü oynamalıydı.
http://www.litkicks.com/topics/beatetymology.html adresindeki "lost, beat and hip" başlıklı yazıdan türkçeleştirilmiştir.
çekirdek kadro ve onun etrafında şekillenenlerle birlikte şu elemanlardan oluşur beat generation.
jack kerouac
allen ginsberg
william burroughs
gary synder
richard brautigan
gregory corso
lawrence ferlinghetti
peter orlovsky
frisco tayfası ile sonradan epey kalabalıklaşmışlar:
ray bremser
robert creeley
robert duncan
william everson
leroi jones
bob kaufman
tuli kupferberg
philip lamantia
michael mclure
frank o hara
charles olson
kenneth patchen
kenneth rexroth
lew welch
philip whalen
jack micheline
ed sanders