İhsan Oktay Anar'ın Son Romanı Tiamat'taki Sanduka Neyi Temsil Ediyor?

Anar'ın 2022 tarihli romanının merkezindeki sandık neyi anlatmak istiyor olabilir?
İhsan Oktay Anar'ın Son Romanı Tiamat'taki Sanduka Neyi Temsil Ediyor?
Görsel: Truva Edebiyat Dergisi

tiamat... türk edebiyatının -bana göre- şu an hayatta olan en büyük romancısı ihsan oktay anar'ın son kitabı.

yazar son olarak "severek yaptığım, zevk aldığım şeylerden biri de roman yazmaktı. onu da tükettim. yedi kitap yazdım, artık yeter. sekizincisini yazarsam, bu bir tür enflasyon demektir. bu yüzden başka bir türe geçebilirim. bir işi tadında bırakmak gerekir. elbette bu benim şahsi kanaatim" diyerek roman yazmayı bıraktığını açıklamıştı.

ancak öyle görünüyor ki bizleri özlemiş...

iyi olmuş çünkü biz de onu özlemiştik.

öncelikle şunu söylemek gerekir ki; ihsan oktay anar sıradan bir adam değildir. onun tek bir romanını bile detaylıca tahlil edebilmek için iyi bir doktora öğrencisi olmak gerekir. kullandığı dilden keyif alabilmek için ise geniş bir kelime kelime dağarcığına sahip olmak elzemdir. tiamat'ı hakkıyla okuyabilmek için az biraz askeri terminoloji, teoloji ve tarih bilgisine sahip olmak gerektiğini düşünüyorum. tabii bu durum detaylı bir okuma yapacak olan kişiler için böyle. yoksa pekala yüzeysel bir okumayla kitabı bir zombi kitabı zannetmek de mümkün.

ben bugün kitapta bahsi geçen şu meşhur sanduka hakkında konuşmak istiyorum çünkü bu konuda yeterli özen gösterilmiş içerikler göremedim.

öncelikle sanduka karşımıza şu şekilde çıkar

"insani idrakin çok ötesinde, neredeyse ancak bir peygamber havsalasına sığabilecek kadar önemli ve kıymetli bu şey karşısında, kendilerinin av mı avcı mı olduklarına karar veremediklerinden donakalmışlardı."

üstat burada bizlere sandukanın ilahi özellikleri hakkında bir şeyler sezdirmek istiyor.

"sandukayı kimi, tereddütle titrek elini ağır ağır yaklaştırıp değdiği anda elektrik çarpmış gibi ani ürpertiyle çekiveriyor, kimi üzerindeki, sanki birbirlerini selamlar vaziyette iki meleği boş bulanık hülyalı gözlerle seyrediyor, sandığın ziyadesiyle tesir ettiği diğer bazıları da bu kadar haşmeti artık kaldıramadıklarından mıdır, secde eder gibi yere kapanmış, sanki kör edici altuni ışltıdan korumak için elleriyle yüzlerini örtüyorlar, ama yine de parmak aralarından bakmayı ihmal etmiyorlardı."

buradaki elektrik çarpması üzerine söylenen şeyler ciddiye alınmalı. çünkü yahudi ve hristiyan kutsal metinleri, ahit sandığı'nın yalnızca eski yahudi rahip sınıfını oluşturan levililer tarafından taşınabileceğini belirtir. sandığı, yanlarındaki halkalardan geçirilmiş iki tahta direk kullanarak taşımaları gerekir, çünkü sandığın kendisine dokunmak tanrı'nın elinde ölümle sonuçlanacaktır.

ahit sandığı'nın elektrikli bir cihaz olduğu anlayışı, 1745'te leyden (veya leiden) kavanozunun (veya şişesi) icadından kısa bir süre sonra ortaya çıktı. birkaç yıl sonra, elektrik biliminin kurucularından biri olan georg wilhelm lichtenberg (1743-1799), ahit sandığı'nın yapısının leyden kavanozuna benzediğini kaydetti.

fizik terminolojisinde leyden kavanozu, büyük miktarlarda statik elektrik depolayan bir kapasitördür. kavanozun iç ve dış yüzeyleri eşit fakat zıt yükleri depolar. statik elektrikle ne kadar çok yüklenirse, kaptaki voltaj o kadar güçlü olur. lichtenberg'e göre sandık, özünde büyük, güçlü bir leyden kavanozuydu ve sandukaya dokunan herkese, özellikle de sandukanın üzerindeki melekler arasındaki boşluk alanına yüksek voltaj deşarjı verebiliyordu. sandukanın ahşabı bir yalıtkan görevi görüyordu. sandığın iletken kapağındaki iki keruv (melek), artı ve eksi uçlardı. keruvlardan biri dıştaki negatif altın tabakasına, diğer kerubi ise içteki pozitif altın tabakasına bağlaydı. bu, sandığın asla görülmeyecek olmasına rağmen neden bir iç altın tabakasına sahip olması gerektiğini açıklıyor.

"derken nihayet, aciz ve cahil insanoğlu tarafından kol kuvvetiyle çekilip hırsla çağrıldığı için değil, kapkara bir ateş kadar yoğun ve hakiki karanlığı adeta bizzat ve azimle bile isteye delip geçerek onlara kararlı bir yırtıcı gibi yaklaşıp gelen o altuni sandukayı gördüler."

unutmadan devam etmek gerekir ki ahit sandığı esasen bir silahtır.

"isrâiloğulları tanrı’nın ve o’nun kudretinin sembolü, tanrı’nın kendileriyle olan beraberliğinin bir nişanesi şeklinde kabul ettikleri sandığı devamlı surette yanlarında taşımışlar, sıkıntılı anlarında ondan medet ummuşlardır (bk. sayılar, 10/33-36; birinci samuel, 4/3-9)."

devam edelim...

"üstünde yekdiğerini selamlar gibi, kanatlarını birbirine uzatmış iki altın melek seçiliyordu"

şimdi burada duralım...

işte ahit sandığının tasviri ile elde edilen resim.

daha sonra sandukanın ölçülerini verir ancak bu ölçümlere meleklerin boyutu dahil edilmez. ortaya şöyle bir sonuç çıkar:


romanda verilen ölçülere göre bu sandukanın ölçüleri "79 en ve boy 131 uzunluk" olarak geçer. şimdi ahit sandığının daha detaylı tasvirlerine bakalım.

ahit sandığı için yapılan tasvir ise şu şekildedir

eski ahid’de “ahid sandığı” (bk. sayılar, 10/33, 14/44; tesniye, 10/8, 31/26), “şahadet sandığı” (bk. çıkış, 26/33-34, 30/26, 40/5, 21), “tanrı’nın sandığı” (bk. birinci samuel, 4/11) gibi muhtelif isimlerle anılmakta, kur’an’da tâbût diye geçmektedir (bk. el-bakara 2/248); arapça’da ise tâbûtü’l-ahd denilmektedir. kitâb-ı mukaddes’e göre ahid sandığının şekli ve ölçüleri tanrı tarafından bildirilmiştir. akasya ağacından yapılması emredilen bu sandığın uzunluğu iki buçuk, eni ve yüksekliği birer buçuk arşın olacaktır.

o halde hesap yaparsak ortaya şu sonuç çıkıyor; 2.5 (170cm) x 1.5 (102cm) arşın

açıkça görülüyor ki romandaki ölçüler ile semavi dinlerin ölçüleri tutmuyor. ancak romanda bahsi edilen hesaplara meleklerin ebatları da dahil edilmediği için ortaya farklı bir sonuç çıkmış olabilir. ya da ihsan oktay anar net bir ölçü verip açık bir delil bırakmak yerine bunu okuyucuya bir ödev olarak vermiş olabilir. belki de net ölçüler vermek yerine sandıktan ilham alan bir başka şey yaratmak istedi. zaten kitapta bahsi geçen sanduka da semavi dinlerin sandukası ile aynı prensipte çalışmak yerine bir nevi üç boyutlu yazıcı gibi çalışıyor.

yine de ben bütün bu delillere dayanarak kitapta bahsi geçen sandukanın ahit sandığı olduğunu düşünüyorum.

romanda ahit sandığı bir çeşit değişim geçirerek paslanmış demirden çirkin bir sandukaya, melekler ise ifrite dönüşür. sandığın böylesine bir dönüşüm yaşadığına dair delil bulamadım. ihsan oktay anar'ın kendi kurgusunun mesajını daha da güçlendirmek için böyle bir şey yaptığına inanmaktayım.

sebebine gelirsek

daha önce demiştik, bu sandık bir silahtır ve belli kişiler tarafından taşınması ve kontrol edilmesi gereken muazzam bir güç barındırır. anlatılara göre, sandukaya dokunmak bile ölüm getirmekte. romanda ise bu sandukanın içinden çıkan yedi adet çivinin yine elektrik sayesinde hareket ettiği görülür.

her ne kadar bu sandık roman boyunca ölümlere vesile olsa da, onun içinde net bir kötülük olduğundan bahsetmek güçtür çünkü onu batırmak üzereyken buldukları bir gemiden alan tiamat personeli, sandığın yalnız kalmak istediğini anlamamıştır.

sandık gerçekten kötücül bir güç barındırıp insanoğlunun başına bela olmak isteyen safi bir kötülük yuvası olsaydı, insanoğluna erişmek için elinden geleni yapardı. ancak kitapta bunun tam tersi oluyor ve sanduka onu ele geçiren her şeyi ortadan kaldırmaya çalışıyor. zaten onu huzura erdiren şey de tiamat'ın batışı oluyor. tiamat batıp okyanusun dibini boyladıktan sonra sandık tekrardan eski formunu alıyor.

"yengeçlerin üzerinden, ilerideki cazip ışıltıya süratle ilerleyip önünde tam durmuştu ki, fenerinin ışığında, birbirlerini selamlayan o iki altın meleği seçti. gülümsüyorlardı."

buradan da görülüyor ki; sanduka insanoğlundan uzaklaştıktan sonra eski halini almıştır ve vaziyetinden memnundur.

tiamat'ın verdiği mesajı ise şu şekilde yorumladım

insanoğlu açgözlüdür ancak zeki ve organizedir. bu yüzden bazı şeyler insanoğlunun eline geçmemelidir çünkü insanın havsalası her şeyi kavramaya yetmez.

ve...

bazı şeyler sonsuza kadar gizli kalmak zorundadır.