İhanetle Başlayıp İhanetle Biten Bıçak Gibi Bir Aşk: Nazım Hikmet & Münevver Andaç

Nazım Hikmet ile Münevver Andaç'ın Bursa Cezaevi'nde başlayan bu aşkı, arkasında şiirlerle dolu, kanayan bir hikaye bıraktı.
İhanetle Başlayıp İhanetle Biten Bıçak Gibi Bir Aşk: Nazım Hikmet & Münevver Andaç

nazım bursa cezaevinde yatıyordu; eşi piraye ile araları oldukça kötüydü. piraye onu ziyarete geldiğinde aralarındaki duvar, demir parmaklıklardan daha kalındı artık. nazım, sıcak bir dokunuşun, bir sevgi sözcüğünün özlemini çekiyordu. 

işte o sıralarda, kapıda münevver belirdi. nurullah berk’ten yeni ayrılmış, yeniden hayata tutunmaya çalışan bir kadındı. nazım’ın kuzeni, aynı zamanda kaderiydi. münevver’in bursa cezaevini sıkça ziyaret etmesiyle nazım’ın içinde yeniden bir bahar filizlendi.

piraye’nin kıskançlığı, nazım’ın suskunluğu ve münevver’in ilgisi arasında doğan bu yasak yakınlık, her şeyi altüst etti. piraye, bir gün cezaevine geldiğinde onları birlikte gördü; o an, bir ömrün bittiği andı. nazım artık sadece münevver’in adını fısıldıyordu dizelerinde.

nazım yıllar sonra, demokrat parti’nin affıyla özgürlüğüne kavuştu. münevver ile ilişkisinden bir oğlu oldu ama kısa süre sonra 1951’de, henüz yeni doğan oğlu mehmet’i geride bırakıp, yurt dışına kaçmak zorunda kaldı. münevver pasaport alamadı. evlerinin önünde sabaha kadar nöbet tutan polisleri her sabah kahveyle uyandırıyor, küçük oğlunu tek başına büyütüyordu. nazım’ın rusya’dan gönderdiği paralar geçim derdine çare değildi.


çeviri yapmaya başladı, fransızca bilgisiyle ayakta durmaya çalıştı. birlikte çalıştığı isimlerden biri de, nazım’ın eski dostu kemal tahir’di. zamanla, bu işbirliği fısıltılara karıştı; bir “yakınlık” söylentisine dönüştü. bu söylenti, sonunda moskova’ya, nazım’ın kulağına kadar ulaştı (kemal tahir münevver ile olan ilişkisini ulu orta her yerde anlatıyordu ve bu yüzden nazım’ın arkadaşı orhan kemal ile kavga etmişlerdi)

yakın arkadaşı aybar’ın yazdığı, bu ilişkiyi haber veren mektup nazım’ı derinden sarstı. öğrendikleri kalbini kırmış, gururunu incitmişti. kendisi de rusya’da önce dr. galina ile bir ilişki yaşadı, ardından vera’yla evlendi. münevver’in adını duyduğunda, yüreğinde hâlâ yanan o kor, öfkeye dönüşmüştü.

1961 yazında, münevver, oğlu mehmet ve ilk evliliğinden olan kızıyla birlikte, gizlice fransa’ya kaçtı. artık paris’te bir öğretim görevlisiydi münevver; geçmişinden, nazım’dan, ülkesinden uzak. ama hiçbir uzaklık, insanın kalbindeki sızıyı susturamıyordu.

sonunda oğlu (nazım’ın çocuğu) mehmet 10 yaşındayken varşova’da buluştular. nazım yaşlanmış, kalbi hasta ama gözleri hâlâ o eski ateşle parlıyordu. münevver’in kaldığı otel odasında dört saat süren bir tartışma yaşandı. sesler yükseldi, gözyaşları karıştı. nazım, oğlunu kucağına bile almadan ayrıldı otelden. bu, onların son buluşmasıydı.

nazım moskova’ya döndü, vera’ya. ama ne yazarsa yazsın, her dizenin bir ucunda hâlâ münevver’in gölgesi vardı: "yüzünü görmeyeli, dokunmayalı sıcaklığına karnım... yıllardır bekler beni bir şehirde bir kadın..."

güzin dino, bu aşk için “keskin bıçak etkisi” demişti. gerçekten de öyleydi: birbirlerini sevdiler, ama her dokunuş kanattı. nazım öldüğünde, münevver hâlâ onu anıyor; kemal tahir’le mektuplaşıyor; geçmişin gölgesinde yaşıyordu. bir daha kimseye tam olarak ait olamadılar. aşkları, hem onları yaşattı hem de yavaşça öldürdü.