Hayat Hakkındaki Ufuk Açıcı Görüşleri ve Bilinmesi Gereken Noktalarıyla Arthur Schopenhauer
5 bilemedin 10 dakikalık sigara molasında schopenhauer
başlangıç noktası immanuel kant'tır. zaten şaheseri olan irade ve tasarım olarak dünyaya da kant bilmeyen beni okumasın diyerek başlar. peki kant ne demiştir? deneyimler bilgiler yaratır ve bu deneyimlerin içeriği de duyu organlarına bağlıdır. eğer gözümüzün yapısı farklı olsa tüm deneyimlerimiz farklı olurdu. bilgilerimizin de içeriği farklı olurdu ve sonuçta, oluşturacağımız tüm üst düzey kavramlar da bunları temel alacağından, bu duyu organlarının yapısına bağlıdır. biz bir yarasanın dünyayı nasıl algıladığını asla hayal edemeyiz, bunu nasıl olması gerektiğini bile bilemeyiz.
fakat kant bir deneyci değildi, o deneyle akılı birleştirdi. şöyle ki, biz doğuştan hiçbir bilgi getirmesek bile (a priori) yine de tüm bilgiler deneyimlerden kaynaklanmaz dedi. örneğin bir zaman anlayışını, zamanın lineer olarak ileriye doğru aktığı anlayışını biz tecrübelerimizden öğrenmeyiz. bu bir nevi beynimize çivilenmiş bir çerçevedir. zira biz zamansızlığı düşünemeyiz bile. aynı şekilde mekan, nedensellik, nicelik, varoluş da böyledir. onlar dünyaya bakarken fırlatıp atamayacağımız gözlükler gibidir. deneyimlerimizin oturduğu kalıplardır. eğer bir deneyim bunlara oturmazsa, bilgi haline gelemez. bunlara kategoriler dedi ve bunların doğuştan geldiğini ileri sürdü. böylece deneycilikle akılcılığı birleştirdi.
bundan hareketle madem dedi deneyimler duyularımıza bağlı, demek ki biz bir nesnenin gerçek halini algılayamıyoruz. duyu organlarımızı değişik olsa başka şekilde algılardık. hatta onu sadece zaman-mekan ve nedensellik içinde algılayabiliyoruz. bu katergorilere uymayan kısımlarını bilemiyoruz. işte bizim algıladığımız dünyaya fenomenler dünyası dedi, nesnelerin özlerinin (ding an sich) oluşturduğu dünyaya da numenler.
daha birçok şey de söyledi ahlak hakkında falan ama şimdilik gerekmiyor. schopenhauer buradan devraldı ve ilk iş olarak kant'ın, numenler dünyasının fenomenler dünyasının asıl nedeni ve yaratıcısı olduğu görüşüne saldırdı. zira nedensellik de fenomenler dünyasına özgüydü, bu iki dünyayı birbirine bağlayamazdı. bu tutarsızlığın hakkından gelmek için dedi, anlamalıyız ki fenomenler de numenler de aynı gerçekliğin dışavurumlarıdır. bu gerçekliğin adına irade dedi. modern fizikteki karşılığı enerjidir.
tanrı veya din inancı yoktu (aslında ilk defa açık açık tanrıya inanmadığını söyleyen filozof oldu) ve bununla paralel olarak, iradeyi kişiliği veya amacı olan birşeymiş gibi tanımlamadı. (işte diğer alman idealistlerle en temel farklarından biri buradadır. yani hegel, fichte ve schellingle) irade tamamen amaçsızdı. evrenin oluşumu planlı birşey değildi, böyle olmasa başka türlü de olabilirdi pekala. yaşamımızın öyle ilahi bir planın parçaları olmadığına yürekten inanıyordu. ona göre irade o kadar saftı ki, (enerji gibi) her türlü kişisellikten ve insani özelliklerden, hatta her türlü özellikten o kadar uzaktı ki, insanın önü tahayyül etmesi de olanaklı değildi. (kant'ın kategorileri gereği)
sonuçta dedi, bizler bu amaçsız gücün oyuncaklarından ibaretiz. bilinç diye birşey geliştirmişiz ve bu bizim özgür irademiz olduğuna, seçimler yaptığımıza inandırıyordu bizi. halbuki herşey yanılsamaydı, gerçek olan tek şey iradenin gücüydü. tıpkı budizmdeki bu dünyanın yanılsama olduğu, gerçeğin zaman-mekanın dışında bir ve tek olduğu inancı gibi. (gerçekten de zaman-mekan sadece fenomenler dünyasına özgüydü, benzerlik epey tutarlı)
şimdi bu noktada durup şapka çıkartıyorum, zira hayatın amaçsızlığına (daha doğrusu insanı bir anlam ihtiva etmemesine) olan inancı birtakım bilimsel teorilerle örtüşüyor. mesela intelligent design teorisi yerine emergence gibi, memetics gibi, hatta evrim teorisi gibi. bu o zamana kadarki, bence en iyi ve tutarlı panteizm türüydü. (bazı tur budist inançlarda bir farkı burada işte, onlar işin içine sevgi saygı birlik beraberlik barış kavramlarını sokarlar. lakin bunu hepsi yapmaz, buddha da schopenhauer'a çok daha benzer görüşteydi)
eğer biz iradenin oyuncağıysak ve onun bizim aracılığımızla yaşantıladığı bu arzular, istekler [bunu memetics içeriğinde düşünün, yani amaçsız moleküllerin karmaşık yapılar oluşturmalarındaki ve bunu yaparken "hayatta kalma" konusundaki "ısrarcılıkları"] nihai olarak hep acıya ve tatminsizliğe neden olacaksa, dünyevi olandan uzak durmalıydık. yine de budizmin söz verdiği huzuru yakalayamayacaktık, ama kısa süreler için de olsa (mesela sanatsal yaratıcılık anlarında, özellikle müzikte) iradenin pençesinden kurtulabilir, özgürleşebilirdik. ama uzun vadede herşey nafileydi. işte efendim, kötümserliğinin annesiyle falan alakası yok gördüğümüz gibi; bu kadar zeki bir adamın, çok ünlenmiş felsefi sistemini anne nefreti üzerine kurmamış olduğu aşikar.
sonuçta alman idealizminin tek kötümser temsilcisidir schopenhauer ve batının gözlerini açıp, doğuyu anlamasının da (ve 19 yüzyıldan sonra ilk defa doğu felsefesinden daha derinleşmesinin de) başlıca sorumlusudur. ayrıca bu irade görüşüyle ve bunun özellikle şahane kitap aşkın metafiziğinde anlatıldığı gibi uygulanışıyla sayısız sanatçıya ve bilimadamına ilham kaynağı olmuştur. tolstoy, freud, nietzsche, jung, proust, turgenyev en bilinenleridir.
schopenhauerun alman felsefesi ve daha geniş açıda batı felsefesi sürecindeki yerini daha iyi görmek, daha ayrıntılı bilgi edinmek isterseniz, (bkz: felsefenin öyküsü)
içindekiler bölümünden bakınız, kaçıncı entrylermiş, görünüz. yök bana bu kadar yetti diyor, bitmiş sigaranızın izmaritini çaktırmadan yere atmak için gitmemi bekliyorsanız, bir başka sefere kadar hoşçakalın diyorum sayın meraklı felsefe böcükleri.