Hakan Günday ve Onur Saylak'ın Yeni Dizisi Uysallar'ın İncelemesi
onur saylak ve hakan günday ikilisinden önce daha, onun ardından da bence türkiye'de internet platformları için yapılmış en iyi iş olan şahsiyet'i izlemiştik. haliyle uysallar duyurulduğu andan itibaren bir heyecan yarattı. şimdi bu heyecan hayal kırıklığı mı oldu, yoksa yine efsane bir işle mi karşı karşıyayız bir bakalım.
aslında uysallar'ın çok tanıdık bir hikayesi var
çocukluğunda özgür olan bir insan büyüdükçe toplumsal baskılar neticesinde özünü kaybeder ve belli kalıplar içine sıkışır. geçmişine yaptığı bir yolculuk sırasında da ben bu değilim ki diye düşünmeye başlar ve isyan ateşini yakar. ancak elde ettiği bu yeni özgürlük şu an sürdürmekte olduğu hayat ile çatışmaya başlar.
tabi ki daha öncesinde anlatılan fikirlerin üzerine bir hikaye inşa edilebilir. bunda bir sakınca yok. burada önemli olan benzer hikayelerin içine farklı dokunuşlar katabilmektir. öncelikle punk kültürü burada güzel bir tercih olmuş. çünkü türkiye'de punk, alt kültürün de alt kültürü bir konumda. bu nedenle işgal evleri, komün yaşam gibi konular ilgi çekici diyebiliriz.
ayrıca böyle bir yapımda izleyicinin ana karakter ile bağ kurabilmesi de gerekiyor
ben bu konuda öner erkan'ı çok başarılı bulduğumu söylemek istiyorum. çünkü oktay, punk olmaya karar verdikten sonra ikinci bir karakter geliştirmiyor. geceleri sokakları arşınladığı sahnelerde de hala nahif, kibar, çevresindeki insanlara imkanlar sağlayan ve bunu görevi edinmiş bir insan olarak devam ediyor. örneğin bu konunun sıradan işlendiği bir filmde oktay eczaneden çıktıktan sonra yolunu kesen adamlarla yüzde yüz kavga eder, biraz döver biraz dayak yer daha sonra ağzı yüzü kan içinde bize gülümserdi. burada ise oktay, çekingenliğini birden bire üzerinden atmıyor. bu da karakterin başarıyla canlandırıldığının ve yazıldığının bir göstergesi.
bu noktada en çok eleştirilen şey oktay karakterinin orta-üst sınıfa ait (normalde insanların ekonomik durumları ile bu şekilde ayrılmasından nefret ederim ama dizinin atmosferi bu şekilde) problemlere sahip olması ve izleyicinin bunlarla bağdaşım kuramaması olmuş. ben bu konuya katılmıyorum çünkü burada mesele oktay'ın başarılı bir mimar olması değil. örneğin patronuyla ve beraber proje yürütmek zorunda kaldığı insanla yaşadıkları, çalışmakta olan herkesin başına gelebilecek şeyler. bazen karşınızdaki insan dümdüz saçmalarken makamı nedeniyle ağzınızı açıp bir şey diyemiyorsunuz. bu da her mesleğe ve hatta hayatın her alanında görülebilecek bir şey maalesef ki.
benzer bir yorumu oktay ve babası arasındaki durum için de yapabiliriz. uğur yücel'in canlandırdığı karakterin her şeyi en iyi ben bilirim tavırlarından, baskıcılığına kadar çoğu şeyi birebir hayatın içinde de görebiliyoruz. bu kişinin illaki yakınınız olmasına gerek yok. karşılaştığınızda da fark edebiliyorsunuz bu tip insanları. o nedenle oktay'ın sıkışmışlığı için gerçekçi bir araç bu karakter de.
yalnız dizinin şöyle bir handikabı var
metafor dediğiniz şeyin üstü kapalı olursa metafor olur. karaktere gidip cezaevi tasarlatırsanız bu daha çok kör göze parmak bir işarete dönüşür. dizinin geneline bakın bütün işaretlerin üzerinde gerçekten neon olduğunu görebilirsiniz. o da haliyle izleme keyfini biraz düşürüyor diyebiliriz.
ayrıca sinemadaki en temel mantık söyleme, göster'dir. örneğin alfred hitchcock, hikaye anlatımı sırasında tercih edilecek en son şeyin diyalog olduğunu söyler. elinizde artık hiçbir şey kalmadığında bu araca başvurabilirsiniz. bu dizide ise hakan günday kendi kitaplarında kullandığı aforizmaları birebir karakterlere söyletmeyi tercih etmiş. bu hadi kitapta yeni dönemin bir tarzı diyelim (ki o tarzdan da çok hoşlanmam ama konumuz edebiyat değil şimdi) ağzını açan her karakterin sürekli aforizmalarla kendisini ifade etmesi hiç doğal görünmüyor. çünkü günlük hayatta konuşurken insanlar spontane düşünür. o an aklınıza ne gelirse bir şekilde aktarırsınız. aforizma için ise durup düşünmek gerekir. bu nedenle ya karakterler yanında şöyle bir şey olursa kesin kullanırım diye not kağıtlarıyla dolaşıyor ya da aşırı zekiler, çok hızlı düşünüp aforizma yapıyorlar. ki hadi bir karakter olsa dersiniz çok zeki de her karakter bu şekilde olunca haliyle diziyi izlerken senarist size el sallamış gibi oluyor. bu da yine seyir zevkini düşüren bir olgu.
dizinin ana eleştiri konusu olan beyaz yakalı kesime baktığımızda ise burada isabetli gözlemler olduğunu söyleyebiliriz
mesela yağmur, suat ve mert karakterlerini herhangi bir şirkette bulabilirsiniz. özellikle yağmur karakterini canladıran nezaket erden gerçekten çok başarılı. sürekli eğlence peşinde koşan ancak içten içe boş olan insanı, tavırlarıyla duruşuyla konuşmasıyla gayet güzel bir şekilde izleyiciye aktarmış.
sonuç olarak, dizi fena değil
ama bir başkadır ya da şahsiyet'le kıyaslanacak kadar yüksek bir noktada da değil. özellikle son 3 bölümü izlerken insan sıkılmaya başlıyor çünkü konu hakkında çok da yeni şeyler söylüyor diyemeyiz. bir de bazı metaforlar çok belirgin olduğu için o silahın ateşleneceğini, inşa edilen örnek hücreye birilerinin kapatılacağını anlıyorsunuz. bir de karakterlerin bir araya getirilip eteğindeki taşları dökmesi falan çok zorlama olmuş gerçekten.
yine de dizi izlenir mi? bence izlenir. belki de artık dijital platformların ilk geldiği zamanlardaki gibi sürekli efsane işler beklemek yerine bunun bir süreç olduğunu ve önemli olan şeyin süreklilik olduğunu göz önünde bulundurmak gerek.