Gördüğünüz Her Şey Aslında Beyninizin Yarattığı Bir Simülasyon mu?

Şu an okuduklarınızı gerçekten görüyor musunuz, yoksa beyninizin yarattığı bir simülasyonun içinde misiniz?
Gördüğünüz Her Şey Aslında Beyninizin Yarattığı Bir Simülasyon mu?

şu an okuduğunuz bu yazıyı gerçekten görüyor musunuz?

işin aslı şu: beyniniz dış dünyayı olduğu gibi algılayan bir kamera değil, sürekli kendi kurduğu bir sanal gerçekliği oynatan bir simülasyon motoru.

evet, gözlerinizden gelen sinyal beyninize ulaşana kadar 100 milisaniye gecikiyor. bu süre zarfında dışarıda her şey değişmiş olabilir ama siz o anda olanı değil, beyninizin “herhalde şöyle olmuştur” dediği, geçmiş deneyimlere dayalı, eksik parçaları uydurulmuş bir versiyonu deneyimliyorsunuz.

daha vahimi var: gözünüzde kör bir nokta bulunuyor, retinadaki kan damarlarının geçtiği yerde hiçbir şey görmüyorsunuz. fakat beyniniz oradaki boşluğu da “herhalde burada şöyle bir şey vardır” diye otomatik olarak dolduruyor. yani sandığınızdan çok daha azını görüp çok daha fazlasını hayal ederek yaşıyorsunuz.

anil seth'in “being you” kitabında anlattığı üzere, gerçeklik dediğimiz şey aslında beynin sürekli yaptığı “controlled hallucination” yani kontrollü halüsinasyon. dış dünyadan gelen veriler, bu halüsinasyonu güncellemek için kullanılan ipuçları sadece.

mesela şu anda elinizde telefon tutuyorsanız, onun ağırlığını ve dokusunu tam olarak “görmüyorsunuz”; geçmiş deneyimlerinizin, beklentilerinizin ve beyninizin tahminlerinin bir karışımını simüle ediyorsunuz. gerçek telefonu değil, zihninizdeki telefon simülasyonunu deneyimliyorsunuz.

en çarpıcı örneklerden biri phantom limb sendromu: ampute edilen bir uzvun yokluğunda bile hissedilen ağrı, beynin “el hala orada” simülasyonunu sürdürmesinden kaynaklanıyor.
ve hatta duygularımız bile bu tahmin sisteminin ürünü; depresyondaki bir beyin “gelecek kesin kötü olacak” diye sürekli olumsuz senaryolar kuruyor ve gerçeklikten bağımsız şekilde ruh halini şekillendiriyor.

beynin gerçeği böylesine kurguladığını öğrendiğim anda, matrix'in yalnızca bir bilimkurgu distopyası değil, aslında insan beyninin sıradan çalışma protokolü olabileceğini fark ettim. ama mesele şaka değil, ciddi bilimsel gerçeklik: çağdaş nörobilim, dış dünyayı sandığımızdan çok daha az “görüp” çok daha fazla “tahmin” ettiğimizi gösteriyor.

algının temelinde beynin “predictive processing” yani tahminci işleme dediği bir algoritma çalışıyor. her saniye, gördüğün kırmızıyla başkasının gördüğü kırmızı aynı mı bilmiyorsun, çünkü beynin, kendi film şeridini oynatıyor.

bazen biriyle uzun uzun konuşunca, onun bir kelimesiyle geçmişteki bir anın arasında bağ kurarsın ya, işte bu da beynin simülasyon motorunun bir ürünü. geçmişi, geleceği ve şimdi'yi sürekli yeni baştan kurguluyor.

hatta aşkta bile, karşındakinde neyi “görmek” istediğine inanıyorsan onu görüyorsun. aşk bile bir tahmin hatası.

toparlamak gerekirse:

beyninin gerçekliği doğrudan yansıtması diye bir şey yok. her şey senin içindeki minik christopher nolan'ın yönettiği bir film gibi. “ben kimim” sorusunun cevabı bile, büyük oranda beyninin kendine yazdığı bir hikaye.

ve evet, siz dünyayı deneyimlemiyorsunuz, beyninizin dünya hakkında kurduğu simülasyonu deneyimliyorsunuz. bu bilgi öğrenildikten sonra hiçbir şeye eskisi gibi bakamıyorsunuz. “gerçek” dediğimiz şeyin aslında mükemmel bir aldatmaca olduğunu bilmek… işte bu ufku iki katına çıkaran bilgilerden.

temel kaynak:
• being you - anil seth (zaten bahsetmiştim entryde) - bilinç ve algının nasıl “kontrollü halüsinasyon” olduğunu anlatan en güncel ve anlaşılır kaynak

beyin tahmin makinesi teorisi için:
• the predictive mind - jakob hohwy - beynin tahmin makinesi olduğu teorisinin derinlemesine incelemesi
• surfing uncertainty - andy clark - predictive processing teorisini hem bilimsel hem de felsefi açıdan ele alıyor

daha geniş perspektif için:
• incognito - david eagleman - bilinçsiz beyin süreçlerinin hayatımızı nasıl yönettiği hakkında
• the brain that changes itself - norman doidge - beynin plastisitesi ve gerçekliği nasıl yeniden şekillendirdiği
• consciousness explained - daniel dennett - bilinç yanılsaması üzerine klasik ama hala güncel

algı ve gerçeklik üzerine:
• the grand design - stephen hawking - fiziksel gerçekliğin de aslında bir model olduğu üzerine
• the righteous mind - jonathan haidt - ahlaki algılarımızın da nasıl “uydurma” olduğu konusunda

bonus film önerisi:
matrix'in sadece bir sinema filmi olmadığını, aslında modern nörobilimin keşfettiklerinin çarpıcı bir metaforu olduğunu anlayacaksınız. neo'nun “gerçek dünyayı” keşfetmesi gibi, biz de beynimizin bize oynadığı oyunu keşfediyoruz.